Endülüs’te büyük şehirlerin ardı ardına kaybedilmeye başlanmasıyla yoğun şekilde ortaya çıkan göç olayı karşısında Endülüslü Müslümanlar, iki görüş çevresinde toplanmışlardı. Soru şuydu: Artık İslâm hâkimiyetinden çıkan topraklarda kalan Müslümanlar, aynı yerde yaşamaya devam mı etmeliler, yoksa bir İslâm ülkesine göç mü etmeleri gerekir? Sonuçta üçte bir kadar bir kısmı göç etmiş fakat çoğunluk Endülüs topraklarında kalmıştır. Kalanlar kısa süre sonra hristiyanlaştırma baskısıyla yüzyüze kalmış ve bu durum karşısında takiye yaparak (içinde Müslümanlığını muhafaza ederek) her çeşit zorlama eylemi yapmış, bu arada kurtuluş çarelerini de durmaksızın ararken bir yandan da Osmanlılar ile işbirliği çarelerini aramışlardır.
İber Yarımadası’nda Müslüman yurdu Endülüs topraklarına karşı gerçekleştirilen Reconquista (Müslümanlardan geri alma) hareketi, gerçekte Avrupa krallıklarının Doğu İslam yurduna karşı yaptığı meşhur Haçlı Seferleri’nin düşünce kaynağı ve başlangıç devresini oluşturmaktadır. Yani, Hıristiyan din adamları ve özellikle Papalığın teşvik ve kışkırtmalarıyla bir Haçlı hareketine dönüşen Reconquista, Doğuya karşı yapılan Haçlı seferlerinin bir çeşit ateşleyicisi fonksiyonuna sahip olmuştur.
Sonuçta, elverişli ortamda oluşumunu sürdüren Hıristiyan direnişi, gittikçe güçlenerek büyümeye başladı. Dokuz küsur yıl Galicia’da liderlik yapan Pelayo, 737 tarihinde ölünce yerine oğlu Favila geçti ve bu suretle Müslümanlara karşı ilk krallık kuruldu. Bunu, zamanla diğer krallıkların kuruluşu takip etti. Bu Hıristiyan devletler, Müslümanlara karşı ortak menfaatleri söz konusu olduğunda birleşebiliyorlar, ancak bunun dışında bazen kendi aralarında toprak savaşlarına da girişiyorlardı. Bu uğurda, bazen Kurtuba İslâm hükümetinden birbirlerine karşı yardım istedikleri de olurdu. Ancak, içeride asayişi sağladıkları ve Hıristiyan komşularına karşı endişelerinin kalmadığı zamanlarda, derhal Müslümanlar ile olan antlaşmalarını bozarak saldırıya geçerlerdi.
İslâm fethinin ilk yıllarında başlayan İspanya Hıristiyanlarının direnişi, uzun yıllar boyunca bilinçli bir şekilde ısrar ve sabırla sürdürülmüştür. Bu direniş, yerleşen İslâm hâkimiyetinin zamanla kalıcı bir karakter kazanmasına rağmen yok olmamış bilakis, Hıristiyanların Endülüs’ü geri alma yani Reconquista hareketine dönüşmüş ve bu hareket, Endülüslü Müslümanların hazırladıkları fırsat ortamlarında başarıya ulaşmıştır.
İberya Hıristiyan toplumunun, Endülüs Müslümanlarına karşı gerçekleştirmiş olduğu bu hareketin başarısı altında yatan çeşitli etkenler bulunmaktadır. Bunları basitten daha önemliye doğru sıralayarak üç başlıkta özetleyebiliriz:
1. Fizikî şartlar,
2. Hıristiyanların dinî, siyasî, toplumsal, askerî durum ve motivasyonu,
3. İç kargaşa sebebiyle Müslümanların zaaf yaratan tavır ve durumları.
Endülüslüler içerde zayıf düştükçe bu, İber Yarımadası Hıristiyan devletlerinin işine yarıyordu. Esas gayeleri, Yarımadayı Müslümanlardan geri almak olan Hıristiyan devletlerin elinde ardı ardına düşen Endülüs şehirlerinde kalan Müslümanlar ve Yahudiler, kısa süre sonra Hıristiyan idareciler tarafından üç seçenekle karşı karşıya bırakıldılar: 1. Dinlerini değiştirip Hıristiyan olarak yaşadıkları topraklarda kalmak. 2. Bunu kabul etmeyenlere sürgün, 3. Bu ikisinden birini kabul etmeyenlere de işkence ile ölüm.
Sonuçta gerçekleştirilenlere bakıldığında çok net olarak görülen o ki, İspanya Engizisyonu, toplumun asırlardır her çeşit sosyo-kültürel çeşitliliği hoş görmeye alışkın olmasından gelen hayat tarzını ortadan kaldırmak için kurulmuştur.
1511 Yılında çıkarılan başka bir fermanla, ilk imha harekâtından arta
kalan İslâmî kitapların yakılması sağlanmıştır. Ayrıca, Müslümanların İslâmî usûle uygun hayvan kesmeleri yasaklanarak domuz eti yemeleri emredilmiş, yemeyenler şiddetle cezalandırılmıştır. 1499 yılından itibaren Müslümanların zorla hristiyanlaştırılması faaliyeti aksatılmadan sürdürülmüştür.
Mesela, kral V. Karlos zamanında çıkarılan (1523) bir fermanla, daha önce vaftiz edilememiş olan Müslümanların da vaftiz edilmesi, reddedenlerinse köleleştirilerek satılması emredilmiştir. Ancak, 80 bin düka altın gibi büyük vergi karşılığında bu tür uygulamalar bazı krallar tarafından ya yumuşatılmış, ya da ertelenmiştir.
Müdeccenlerin (yerleşik halk) Hıristiyanlaştırılması işleminin başarısızlıkla sürmesi, hatta onların Osmanlılar ile irtibatlarının artması üzerine 1 Ocak 1567 yılında uygulamaya sokulan bir başka kanunda yer alan hususlar şöyledir:
a- Müdeccenlerin yaşadığı yerleşim yerlerinin her birine, denetim ve gözetim maksadıyla en az onikişer Hıristiyan ailesi yerleştirilecek ve bu ailelerin üyeleri, Müdeccenlerin evlerine diledikleri zaman izinsiz girebileceklerdir.
b- 11 yaşın altındaki Müdeccen çocukları ailelerinden alınacak ve çeşitli bölgelerdeki kilise okullarına ya da manastırlara yerleştirileceklerdir.
c- Arapça konuşmak kesinlikle yasak olup, 3 sene içinde herkes İspanyolcayı öğrenecektir.
d- Kadınlar, çarşaf ve peçelerini atacak ve Hıristiyan kadınlar gibi giyineceklerdir.
e- Evlerde kesinlikle Arapça kitap bulundurulmayacaktır.
Müslümanlar, düğün ve şenliklerde geleneksel dansları icra edilmeyecektir.
Engizisyon Mahkemesi, Müdeccenlerin bir âdet ya da davranışlarına bakarak onların hıristiyanlaşmayıp
Müslüman kalmada ısrarcı olduklarını tespit edebiliyordu. Bu Müslüman âdetlerinden belirgin olanları: Arapça konuşmak ve yazmak, Müslüman kıyafetleri giyinmek, Hıristiyan tarzı masa yerine yerde yemek, ellerine-ayaklarına kına yakmak, ölülerini Hıristiyan mezarlığına gömmemek, çocukları kiliseye göndermemektir. Bunlara ilaveten, Kuzey Afrika veya Osmanlı Müslümanlarıyla ilişki-bağlantı kurmak da şiddetle cezalandırılmayı gerektiriyordu.
18 Aralık 1499 isyanında, Müslümanlar içinde 1500 kişiye yakın bir grup düşman tarafıyla anlaşmayı reddetmişti. Gırnata’nın el- Büşşerât (Alpujarras) dağlarında bir kaleye sığınan bu isyancılar, kendilerine yapılan haksız uygulamalar karşısında artık isyan etmekten başka çarelerinin kalmadığını ilan ettiler. İçlerinden birini İbrahim b. Ümeyye adıyla reis seçtiler ve 1500 yılının Ocak ayından itibaren Gırnata’nın çevresindeki İspanyol savunma birliklerine karşı düzenli saldırılara başladılar. Kendilerine mücahidlerden pekçok katılım oldu. Bunlar, dağlarda ve ardından ovalarda pekçok kaleyi ele geçirdiler. Ancak, üzerlerine sevk edilen seksen bini piyade ve onbeş bini süvari birliklerinden oluşan kraliyet ordusuna karşı pekçok cephede direndilerse de sonunda yenildiler. İspanyollar, isyancılardan erkek, kadın, çocuk ve genç-yaşlı demeden ele geçirdikleri insanların çoğunu katlettiler ve bir kısmını da köleleştirdiler. Gırnata isyanını, “el-Meriye”de hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı duran Müslümanların isyanı izledi (Kasım 1500). Buraya sevk edilen kraliyet ordusu da isyanı bastırdı ve kraliyetin emriyle isyana katılan bütün erkekler katledilerek mal varlıklarına el kondu, kadın ve çocukları da esir olarak alındı. el-Meriye’den sonra, diğer yakın şehirlerdeki Müdeccenler de ardı ardına isyan ettiler. 1502’de de isyan sürdü. Ancak, hepsi de şiddetle bastırıldı ve büyük katliam, esaret, zorla din değiştirtme yani hristiyanlaştırma ve sürgün olayları bütün bölgelerde yaşandı.
Müdeccenlerin yaşadığı bölgelerde askerlerden başka, papazlar da boş durmuyorlardı. Onlar da Engizisyon Mahkemesi vasıtasıyla Müslümanları yargılıyor, işkenceyle ifade alıyor ve sonuçta binlerce masum Müslümanı, aileleriyle birlikte ölüme mahkûm ediyorlardı. Kurbanlar, kral, soylular ve halkın katıldığı büyük infaz törenlerinde canlı canlı yakılıyorlardı. Mesela, 1568’de gerçekleşen büyük isyan esnasında, İspanya kralının üvey kardeşi Juan de Autrian komutasındaki İspanya ordusu, el- Büşşerât bölgesinde yer alan Galera adlı yerleşim yerini, Müslümanların elinden 10.02.1560 tarihinde aldı ve Juan’ın emriyle Galera halkının tamamı imha edildi! Katliamdan sonra kanların kuruması için araziye saçılan tuzun etkisi, günümüz İspanya’sına gidip gören tanıkların ifadesine göre, bugün halen devam etmektedir.
V. Karlos ve II. Filip zamanlarında da Müdeccenlerin kimliklerini ortadan kaldırmak ve Hıristiyan toplumuna entegre etmek amacıyla çeşitli yöntemler kullanılmıştır. Mesela, Müdeccen toplulukların arasına Hıristiyan aileleri yerleştirmek, onları toplu halde tutmamak ve Kuzey Afrika Müslümanlarıyla ilişki kurmalarını engellemek için iç göçe zorlamak, Müdeccenlerin çocuklarını kilise ve okullarda gerçek Hıristiyan olarak yetiştirmeye çalışmak, Hıristiyanlığa geçmeleri karşılığında bazı vergilerden muaf tutmak ve suçlu olanları affetmek (1558-1593), her türlü İslâmî ibadetin yapılıp yapılmadığının sıkı takibi gibi....
Sürgün veya göç ile Endülüs’ten ayrılmak zorunda kalan Müdeccenlerin büyük çoğunluğu Mağrib denilen ve 16. yüzyılda Osmanlı ülkesi haline gelen Kuzey Afrika’ya geçmiş ve oralarda yerleşmiştir. Bir kısmı da Fransa ve İtalya üzerinden yine Osmanlı ülkesi olan Balkanlar ve İstanbul’a gelmişlerdir. Endülüs’ün Düşüşünden Sonra Endülüslülerin Sultan Bayezid’e gönderdikleri mektup ya da “Feryadnâme” de şöyle deniliyordu (1505): Efendimiz Halifemize, dâim kerîm selam olsun! Kâfirleri alaşağı eden şerefli yüce efendimize selam olsun! Heryerde Allah’ın yardımıyla zaferler ve mülkler kazanana selam olsun! Şehirlerin en kıymetlisi İstanbul’a yerleşen efendimize selam olsun!
Allah’ın ordu ve Türklerle süslediği ülkenize selam olsun! Allah sizi bütün milletlere hâkim ve şerefli kıldı, size selam olsun!Kadıya ve onun gibi değerli âlimlere selam olsun! Din ve takvâ ehline ve meşverette söz sahibi olanlara selam olsun! Batıda, Endülüs’te - dâru’l-gurbet’te kalan kölelerden size selam olsun! Karanlık ve büyük Rum denizinin ortasında kalanlardan selam olsun! Büyük bir musibete uğrayan kölelerden size selam olsun! Şerefli bir hayattan sonra sakalları yolunan dedelerden size selam olsun! Sokaklarda örtüleri çekilip yüzleri açılan kadınlardan size selam olsun! Zorbalıkla sürüklenip götürülen, tecavüz edilen tazelerden size selam olsun! Domuzeti ve murdar et yemeye zorlanan ninelerden size selam olsun!
Cümlemiz eşiğinizi öper, her zaman size hayır dualar ederiz.
Allah size, musibetlere karşı âfiyet versin, ömrünüz uzun, devletiniz dâim olsun! Kıymetli ülkenizde Allah, hâkimiyet ve saltanatınızı dâim kılsın! Başımıza gelen büyük felaket ve hâl-i perişânımızı efendimize arz ederiz! Zulme ve nice çirkinliklere maruz bırakıldık, hıristiyanlaştırıldık, dinimiz değiştirildi! Nerde o Muhammed’in dini uğrunda haçlılara karşı cihad ettiğimiz günler! Onca yıl ölüm, esaret, açlık ve kıtlıkta cihad ettik.. Fakat hıristiyanlar her gün taşan birsel gibi üstümüze geldiler. Güçlü ordularıyla bir çekirge sürüsü gibi hırsla üstümüze abandılar. Uzun yıllar boyu onlara karşı koyduk, bölük bölük askerlerini de yendik. Fakat onların süvarileri gitgide artıyor, bizimkiler ise azalıyordu. Ne zaman ki biz zayıf duruma düştük, onlar da şehirlerimizi bir bir zaptettiler.. Şehirlerimizin kalın surlarını yıkan ağır toplarıyla geldiler. Günlerce ve aylarca bizi kuşatma altına aldılar. Kardeşlerimizden yardım gelmeyince atlarımız ve adamlarımız yorgun düştü. Erzak ve cephane de tükendi, daha büyük felaketlerden korktuk, çaresiz teslim olduk!
Çocuklarımız, kızlarımız esir edilir, işkenceyle öldürülürler diye korktuk!
Şu şartla ki, düşen önceki Endülüs şehirlerinde Müdeccen kalan atalarımız gibi, ezanımız ve namazımıza sahip oluruz ve şeriatın hiçbir emrini terk etmeyiz. İstediğimiz kadar malı da alarak denizden Mağrib ‘e göç edebilmeliyiz. Tam ellibeş şart ve daha nice vaadler.. Onların kralları ve önderleri bize dediler ki, “her türlü şartınızı fazlasıyla kabul ediyoruz! Hiçbir baskı olmadan eskisi gibi mallarınıza ve beldelerinize sahip olacaksınız!”
Ancak, onların eline düştükten sonra, antlaşmanın bütün şartları unutuldu ve zulüm dönemi başladı! Verdikleri sözden döndüler ve bizi zorla hıristiyanlaştırdılar! Kur’ân-ı Kerim’ler yaktılar, çöpe ve pisliğe karıştırdılar! Dinimizle ilgili bütün kitapları alaycılıkla ve hakaretle ateşe attılar! Müslümanlara okuyup avunacak bir kitap, bir Mushaf bile bırakmadılar! Oruç tutup namaz kılan bir müslümanı yakaladıklarında hemen ateşe atıyorlar! Kendilerinin küfür mekânı tapınakları kiliseye gitmeyenleri feci şekilde cezalandırıyorlar! Suratlarını tokatlıyor, mallarına el koyup en berbat zindanlara atıyorlar! Ramazan ayında hergün zorla yedirip içirerek orucumuzu bozuyorlar!
Peygamber Efendimize küfretmeye zorluyorlar! Düğünde ve matemde O’nun adını bile anamıyoruz! İlâhî söyleyerek Muhammed adını ananları yakalayıp işkence ediyorlar! İdareciler, bu insanları dövüyor, ağır vergiler alıyor, zindanlara atıyorlar! Müslüman âdetlerine göre ölülerimizi defnedemiyoruz! Ölülerimizin naaşlarını bir hayvan leşi gibi çöplüğe atıyorlar! Daha nice namussuz ve alçakça davranışlara maruz kalıyoruz! Bize sorulmadan baskıyla isimlerimiz değiştirildi! Ne kötü ki Muhammed’in dini, yeryüzünün en kötüsü Hıristiyan köpeklerin diniyle değiştirildi!
Ne kötü ki isimlerimiz, aptal hıristiyan adlarıyla değiştirildi! Ne kötü ki oğullarımız ve kızlarımızı, her sabah zorla kiliseye götürülüyorlar! Ne kötü ki masum çocuklarımıza kiliselerde küfür, yalan, günah öğretiyorlar! Ne kötü ki tertemiz camilerimiz, kâfirlerin elinde çöplük haline geldi! Ne kötü ki minarelerimize çanlar asıldı, artık ezan yerine çanlar çalınıyor! Ne kötü ki o güzel şehirlerimiz, kâfirler yüzünden derin karanlıklara gömüldü! Müslüman saldırısına karşı onları, birer haçlı kalesi haline getirdiler!
Hıristiyanlar bizi köleleştiriyorlar! Kelime-i Şehadet bile getiremiyoruz! Ne hale düştüğümüzü görseniz, gözlerinizden sel akarcasına ağlardınız! Aah ah, ne aşağılık durumlara düştük! Başımıza ne felâketler geldi! Rabbimiz Allah ve yaratılmışların en hayırlısı Mustafa adına, siz efendimizden yardım dileniyoruz. Peygamberimizin Ehl-i Beyti ve Sahâbîleri adına, O’nun amcası Abbas adına ve şerefli beyaz sakalı hürmetine ve bütün ulemâ adına, salih ve şerefli kişiler adına!
Eğer bize yardımcı olursanız, umulur ki Allah bize merhamet eder. Eğer bir emriniz olursa süratle yerine getirilecektir! Hıristiyanlığın merkezi sizin hâkimiyetinizdedir ve dünyaya o merkezden yayılmıştır. Allah adına Efendimiz, bize bir kelam edin, bir yol gösterin! Şerefli faziletli yüce Efendimiz, siz Allah’ın mazlum ve mağdur kullarına yardım edersiniz.
Roma’da oturan Papa’ya sorun, bize verilen sözlerden ve tanınan haklardan nasıl caydılar!
Bize yapılan bu zulme sebep ne? Ne kötülük etmiş, ne günah işlemişiz? İslâm hükümdarları hiçbir zaman Hıristiyan lara verdikleri sözlerden ve tanıdıkları haklardan dönmediler. Hiç kimseyi dininden ve yurdundan çıkarıp zulmetmediler, kimsenin namusuna dokunmadılar. Söz verip de ahde vefasızlık etmek, her millete suçtur, yasaktır! Bir de bu çirkin suçu krallar işliyorsa hiçbir zaman affedilmez! Mektubunuz onlara ulaştı ama bir kelimesine bile İtibar etmediler! Aksine, bize yapılan baskı ve işkenceyi daha da artırdılar! Onlara, Mısır’dan da elçiler ulaştı ama ne fayda! Elçilere Hıristiyanlığı zorlama olmadan kabul ettiğimizi söylediler! Onlara itaat ettiğimize dair sahte vesikalar gösterdiler! Ama vallahi, biz bunu kabul etmiyoruz! Bu söz ve davranışlarıyla, hakkımızda büyük yalan söylediler! Öldürülme ve yakılma korkusuyla onların söylediklerini yapmak zorunda kaldık! Oysa biz, her şeye rağmen Peygamber Efendimizin dini ve Allah’ın tevhidi üzere yaşıyoruz! Vallahi asla, dinimizin değişmesine razı olmayız, Hıristiyanlığı asla kabul etmeyiz! Hatta hiç baskı yapmadan Hıristiyanlığı kabul ettiğimizi söyleseler bile!. Huejar halkına sorun, nasıl vahşice katledilip köleleştirildiler! Belfika halkına da sorun, işkenceden sonra nasıl kılıçla parçalandılar! Munyafa’dakilere ve Büşşerât’takilere bakın, nasıl kılıçtan geçirildiler! Ve Endereş halkı nasıl camilerinde yakılarak kömüre çevrildiler! Ah Efendimiz, işte durumumuz ve şikâyetimiz! Hıristiyanların elinde gördüğümüz işte budur!
Biz istiyoruz ki, anlaşmayı bozmadan önce söz verdikleri gibi dinimize ve namazımıza dokunmasınlar! Bu da olmazsa, artık bu topraklardan Mağrib’teki sevdiklerimizin yanına göçmemize izin versinler. Hicret etmemiz, burada kimliksiz kâfir olarak kalmamızdan daha iyidir! İşte şerefli makamınızdan ümidimiz budur, dertlerimize siz çâre olabilirsiniz! Diliyoruz, derdimize deva olun ki çilemiz sona ersin! Allah ’a şükür ki, siz bizim için en hayırlı padişahsınız. Sizin güç ve şerefiniz herkesten üstündür. Allah ’a dua ederiz ki âfiyet içinde saltanatınızla, şerefinizle hayatınız dâim olsun! Ülkenizde dirlik-düzenlik dâim, askeriniz ve malınız bol olsun. Allah sizi, düşmanlara karşı muzaffer eylesin! Son sözde, Allah’ın selâmı ve rahmeti her zaman üzerinize olsun.
Prof. Dr. Lütfi Şeyban’ın telif ettiği “Endülüs Direniş ve Soykırım” ismiyle yayımlanan kitabını, hem Vuslat Dergisi okurlarına tanıtıyor hem de dosya konumuzla ilgili bölümünün bir kısmını sizlerin beğenisine sunuyoruz.
Porf. Dr. Lütfü Şeyban’ın bu konudaki diğer eserleri:
Reconquista-Endülüste’te Müslüman-Hırıstîyan İlişkisi,İst. 2003. İz Yayıncılık.
Mudejares ve Sefarades-Endülüslü Müslüman ve Yahudileri Osmanlı’ya Göçleri, İst. 2007. İz Yayınları.
Endülüs Âlimlerî, İst. 2020, 2. Baskı. Ketebe Yayınları.