Tarihin en büyük katliamı herhalde Kızılderili katliamı oluşmuştur.
Aztek ve İnka’ların yaşadığı Amerikan kıtası Batı Yarımküre’de diye tanımlansa da esasen Bering Boğazı ile karasal bağı olan bir bölgeden söz ediyoruz. Amerika kıtası kuzey, güney ve orta Amerika olarak 3 bölgeden oluşur. Alan olarak 42.550.000 km² den oluşan bu coğrafyada bugün 35 ülkede 1.1 milyar insan yaşamaktadır.
Dünyanın karasal büyüklüğü 510.072 bin km² dünyanın yüzölçümü bakımından en büyük ülkesi Rusya 17.098.242 km²dir. %98’i buzla kaplı Antartika 14 milyon km². Amerikan kıtasının en büyük ülkesi Kanada 9.984.670 km²dir. Çin 9.7, ABD 9.6, Brezilya 8.5, Avusturalya 7.6, Hindistan 3.2 milyon km²dir.
Asya 47 ülke 44.579.000 km²,
Nüfus: 3.879.000.000.
Avrupa 50 ülke. 10,180,000. km²,
Nüfus: 743,000,000.
Afrika 54 ülke 30.370.000 km² dir.
Nüfus: 1.275.920.972
İlk gelen Avrupalılar, bu kıtaya geldiklerinde, 1500 yıllarının başında tahminen o zaman 40 milyon cıvarında, insan yaşıyordu. 1700 yılında ise dünyanın tahmini nüfusu 500 milyon civarındadır.
Bugün ABD’nin bulunduğu bölgede, Avrupalılar yerleşmeye başladıklarında 18 milyon Kızılderili yaşadığı sanılmaktadır.
Orta Meksika’nın bulunduğu bölgedeki Kızılderililer (Native North Americans and/or Indians) tarıma öncülük ettiler ve mısır, kabak ve fasulye yetiştirdiler. Bu konuda edinilen bilgi ve deneyim yavaş yavaş kuzeye doğru yayıldı. New Mexico’nun nehir vadilerinde mısır yetiştirilmeye başlanmıştı. Bunun ardından sulamanın ve köy yaşamının ilk belirtileri görüldü.
Bu coğrafyaya ilk insanların göçlerinin, Hz. Nuh sonrası, Ham, Sam ve Yafes oğullarının dünyaya yayılması ile çok erken zamanlarda gerçekleşti. Hamiler Afrika’ya doğru giderken, Samiler Nil ile Fırat arasında kaldılar. Yafes oğulları, Hazar’ın alt yakasından ve üstünden doğuya doğru giderken, bir kısmı Trakya ve Karadeniz’in kuzey sahilinden Avrupa’ya ve İskandinavyay’a doğru ilerlediler.
Hz. Nuh, insanoğlunun ikinci atası kabul edilir. M.Ö 2705 tarihinde Mezopotamya’da doğduğu ve 950 yıl yaşadığı da rivayet edilir.
Yafes oğullarından, Hazar’ın üst yakasından Trans Kafkaslardan Sibirya’ya doğru gidenlerin daha sonra Yakutlar olduğu söylenir. Kuzey Amerika yerlilerinin esasen yılın çok büyük bir bölümü buzullarla kaplı olan Bering Boğazı’nı kayaklarla geçerek Amerika kıtasına geçen Yakutlar olduğu söylenir. Güney Amerika Kızılderilileri ise, bugünkü Mali, Moritanya civarında yaşayan Tuarekler ve Berberilerin Afrikalı ataları olduğu, onların deniz yolu ile bugünkü Fransız adaları Benovere (Eski adı ile Beni Huveyre adaları) üzerinden Brazilya’ya ulaştıkları rivayet edilir. Kadin Berberi ve Tuarek toplumunda geçmişte Brazil isimli bir kabilenin olduğu da rivayet edilir. Bu rivayetlere göre, Kuzey Yafes oğullarından, Güney Hami gelecekten gelmektedir. Orta Amerika geç dönem göçler ve karışık ilişkilerle ortaya çıkmıştır.
Ms ilk yüzyıllarda, bugünkü Arizona – Phoenix’de Hohokumlar, Ohio’da Hopewellian’lar, Mississippi’ler, bugünkü Güneybatı ABD’de Hopi Kızılderililerinin ataları olan Anasaziler bulunduğu kabul edilir. AZTEK’ler Güneyde bugünkü Meksika çevresinde, MAYA’lar ve İNKALAR ise güneyde Peru çevresinde yoğunlaşır.
Kristof Kolomb, kıtaya ayak bastığında burada çok yüksek bir uygarlık vardı. Mö 1.800 - Mö 300 yılları arasındaki dönemde Orta Amerika’da kuzey ve güneyden gelen Kızılderililerin farklı, yeni karma bir mediyet kurdukları görülür. Olmekler, Teotihuacan, Toltekler, Mexica ve Mayalar arasında kendi içlerinde bir rekabet olduğu da kabul edilir. Meksika’nın güneyiden başlayarak Toltek ve Aztek, Antiller ve Karaip, taraflarında şehirler kurarken, Peru ve Bolivya taraflarında İnka söz sahibi idi. And bölgesinde İnkalar 1438 ile 1533 yılları arasında bölgede hakimdiler..
Dahası Kolomb’dan 71 yıl önce Amerika’nın, Çinliler tarafından keşfedildiğini söyleyen de var. (Bakınız: Gavin Menzies, 1421: The Year China Discovered the World, 2003) Kolomb Amerika sefere çıkarken İstanbua gelip kendine kılavuz kaptan kiraladını biliyor mu idiniz. Kolomb İstanbul’a geldiğinde İstanbul’da Kızılderili gelin vardı. Osmanlı kaptanları da Süveyş’i geçip, yeni ülkeler ararken korsanlar tarafından esir alınıp Cairos Turk adalarına bırakıldıkları, daha sonra onların Kızılderili denizciler tarafından Amerikan kıtasına taşındıkları da.
Tabii Kolomb’dan yüzyıllar önce Danimarka üzerinden deniz yoluyla Vikingler tarafından Amerika’ya ulaşılmış olması mümkün. Moğol asıllı Çinli bir donanma komutanı Zeng Ho da, devasa gemileriyle Çin’den hareketle Amerika’ya ulaşmışlardı. Bering’den Yakutlar gidiyorsa, Çin denizinden Amerika’ya ulaşmak, Danimarkalıların Amerika’ya ulaşmaları kadar kolay.. Bazı kaynaklarda Amerika’yı ilk keşfeden Kolomb değil, ondan 70 yıl önce, Kaşif Zeng Ho olduğu anlatılır. 1 Gerçek olan şu ki, Amerika’nın keşfi diye bir şey yok 1492 tarihi Amerika’nın işgal ve sömürgeleştirme tarihi vardır. Ve o da 1492’dir.
BİRAZ DAHA GERİLERE
Batılı tarihçilere göre, coğrafi olarak Kuzey, Güney, Orta diye 3’e ayrılan kıta uygarlık, dil ve gelenek olarak 3’e ayrılmaktadır: M.Ö. 20.000 - 15.000 Pre-Clovis Dönem. M.Ö. 11.000/10.000 – 9/8000 Paleo-Indian Dönem (Paleo-American) M.Ö. 9000/8000 – 3000. Mezo-Indian Dönem. M.Ö. 3000/2000/1000 – 500. M.Ö. 500 – M.S. 1200 Klasik Dönem: Erken Maya medeniyeti gelişir. Bu süreçte Yakındoğu’da Hellenistik Dönem öden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu öncesine kadar devam eder. M.S. 1200 - 1492 Post-Klasik Dönem: Bu dönemde Aztec, Geç Maya ve Inka medeniyetlerinin en güçlü dönemleri olduğu kabul edilir.
KIZILDERİLİ SOYKIRIMI
Beyaz adam, dünyada yaşayan dört büyük ırktan biri olan Kızılderililerin tamamına yakınını yok etti. Kara derililerin tamamını köleleştirdi ve Sarı ırkı sömürdü. Onların gözünde bunlar “insanlaşma aşamasını tamamlamamış maymunlardı” 1962 ye kadar Avrupa’da hayvanat bahçelerinin yanında “insanat bahçeleri” de vardı. Beyaz adam işgal ettiği ülkelerde ve köle ettiği insanlar üzerinden elde ettiği serveti kendi aralarında paylaşamadıkları için kendi aralarında 100 yıl savaştı. Westefelya Anlaşması ile derebeyler ve Papalık anlaşarak yeni inşa edilen ulus devletler üzerinden yeni bir uluslararası düzen kurdular. Ancak bu barış da uzun sürmedi. Fransız devrimi, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı ve soğuk savaştan bu günlere geldik. Şimdi “Global reset”le ulus devletleri tasfiye edip tek bir devlet inşa etmek istiyorlar ve bunun içinde ideal nüfusun Westefelya günlerindeki nüfus olan 500 Milyon olduğunu söylüyorlar. Ve bu süreçle ilgili milyarlarca insanı öldürmek yerine, salgın hastalıklar çıkartarak, gıda, aşı ve ilaçlarla kısırlaştırma operasyonu ile, aileyi hedef alan kampanyalarla hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Batı uygarlığının temelinde Kızılderililerin kanları, kara derililerin gözyaşları ve sarı ırkın çalınan alın terleri vardır.
Beyaz adam insanlık dışı vahşetlere imza attı. Kızılderili kafa derileri borsası oluşmuştu. Ateş Toprakları’nda yaşayan Selknam Kızılderililerin kafa derisi 1 İngiliz sterliniydi. Ödül avcıları bu eğlenceli avcılık için avcı grupları oluşturuyordu. 1492’de başlayan bu soykırım yaklaşık 5 asır sürdü. Zulüm her türlüsü ile yaşandı. İşkence, tecavüz, vahşet, katliam, tehcir, mecburi iskân, etnik temizlik, dil ve geleneklerini yok etme, inançlarının yasaklanması, din değiştirmeye zorlama, kısırlaştırma, yaralama, pislik içinde boğma, mikrop bulaştırıp öldürme, yakınlarını öldürmeye zorlama akla gelen her yolu denediler. Bir yandan da din değiştirmeye zorladılar.
Mesela 12 Ekim 1492 tarihi Kolomb Günü olarak kutlanır. Bu bir soykırım, kölelik, tecavüz ve yağma mirasını kutlamadır aslında. Şükran Günü adı altında kiliselerde Tanrılarına bu toprakları kendilerine verdiği için kutlama yaparlar. General Philip Sheridan (1851)ın, gözünde “en iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir.”
BM’nin 1948’deki Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre soykırım:
“(…)Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; [ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.(…)”
Amerikan tarihinin soykırım tarihini yazmak, kapsamlı ve uzun bir çalışmayı gerektirir. Çok kaba bir tasnifle sadece konu başlıklarını yazmak bile uzun bir liste oluşturacaktır.
Amerika’da çiçek hastalığı aslında soykırım için bir biyolojik silaha dönüşmüştü. 1520-27 yılları arasında Meksika, Orta Amerika, Güney Amerika’da çiçek hastalığı sonucu 7 yılda Milyonlarca Meksika Kızılderilisi’nin çiçek yüzünden hayatını kaybetti. 23.4.1520 de İspanyol kâşif ve asker Panfilo de Narvaez’ın Veracruz’ın bölgeye gelmesiyle başlayan süreç Hernán Cortés’in 1521 yılında Azteklerin başkenti Tenochtitlan’a gelmesi ile zirve yaptı. Merkezde soyluların yaşadığı şehirde çıkan çiçek salgınında İnkaların imparatoru Huayna Capac ile birlikte 200.000 kişi hayatını kaybedince İnkalar direnme gücünü kaybetmişti.
1561-62 Şili’den maden ocaklarında ölümüne çalıştırılan Kızılderililerin dörtte biri ölmüş ve maden ocakları çalıştırılamaz hale gelmişti. 1617–1619 tarihleri arasında 2 yılda Massachusetts Körfezi Kızılderililerinin % 90’ı hayatını kaybetmiştir.
1674 Çeroki katliamı. Ölü sayısı bilinmiyor. 50.000 nüfuslu şehir, çiçek salgını sonrası nüfusunun yarıdan fazlasını kaybetmişti. 1770 Kuzey Amerika’nın batı sahilleri, Kızılderililerin %30’u salgında öldü ya da öldürüldü. 1830 Alaska, çiçek salgını dolayısı ile Eskimoların yarıdan fazlası hayatını kaybetti. 1865–1873, Filedelfiya, New York, Boston, New Orleans, bölgesinde kolera, Tifo, kızıl, Sarı Humma salgını sonucu çok sayıda kişi hayatını kaybetmişti. Alaska, Pensilvenya, Boston gibi bölgelerdeki hastalık ya da katliamlarda ölenler hakkında yeterli bir bilgi yok.
Yerli nüfusunun beyaz adamla teması sonrası % 90–95’i batından getirilen hastalıklar sonucu hayatını kaybetti. Teksas Kızılderili Soykırım Müzesi’ndeki bir belgeye göre, çiçek hastalığı ile enfekte olmuş battaniyeler Lenape Kızılderililerine Teksas-Kızılderili savaşları sırasında özellikle verilerek hastalığın yayılması sağlanmıştır. Ölümlerin birçoğu çiçek hastalığından kaynaklanır. 16. yüzyılın başlarındaki ilk temastan 1754-1767 yılları sonuna kadar 200 yıldan fazla sürede, yerlilerin tamamı çiçek hastalığından zarar görmüştür.
Karayiplerdeki ilk çiçek salgını 1518 sonu 1519 başlarında başlar ve bir yıl gibi kısa sürede yerlilerin nüfusu büyük ölçüde azalır.
Azteklerin 21 Mayıs 1520de Templo Mayor tapınağında İspanyollarca öldürülmesi Tóxcatl Katliamı olarak tarihe geçti.. Katliamdan kurtulan halkın % 25’i çiçekten öldü.. Fransiskan tarikatından İspanyol misyoneri Toribio de Benavente Motolinia bu salgını şöyle anlatır: “Hastalığın çaresini bilmeyen Kızılderililer tahtakuruları gibi yığınlar hâlinde öldüler. Birçok yerde hane halkının hepsi öldü ve ölü sayısının çokluğundan onları gömmek olanaksızdı. Evleri mezarları hâline geldi. Çok sürmez 13 Ağustos 1521 tarihinde ise Aztek İmparatorluğu yıkılır.
Kaliforniya valisi Peter Hardeman Burnett (Ocak 1851) şöyle der: “Kızılderili ırkı yok olana kadar bu iki ırk arasında yürütülen imha savaşı devam edecektir”
Bu vahşeti sayılarla izah etmek mümkün değil. Kaldı ki birçok trajik hikâye yerel yöneticiler ve misyonerler tarafından yok edildi. Birçok katliamın adını bile bilmiyoruz.
Bu katliamlardan bazılarının birer kelime ile adları: Tayno Soykırımı, Kalinago, Peguot, Beothuk, Yana, Modok, Yuki, Viyot, Tolova, Yaki, Sand Creek, Guatemala Maya, Yaki, Guatemala Maya, Fransız Guyanası Vayana Soykırımı, Vayana Soykırımı, Paraguay Aché Soykırımı, Uruguay Charrúa Soykırımı, Arjantin Chaco, Selknam, Brezilya Yanomami, Akuntsu, Botokudo, Capacete soykırımı ve katliamı gibi daha bir sürü hadise.
Daha yakın zamanlarda Kanada’da 1702-1703 arasında, Québec şehrinin yaklaşık dörtte biri çiçek salgınında hayatını kaybetmiştir.
1900’lerin başına kadar aslında doğrudan, ya da dolaylı olarak soykırım, katliamlar bir şekilde devam etmiş ve nüfusları hızla eritilmiş, Kızılderililere ve siyahilere karşı işlenen suçların üstü örtülmüştür.
SON BİR KAÇ SÖZ
Bugün bu katliamların ve soygunların sonunda ABD tek başına dünya gelirinin yaklaşık yarısına sahip. Dolar tek başına büyük bir imkân. Dünyanın iki ülkesi dünya nüfusunun yarısına sahip, ama kişi başına gelir dünyanın en düşük ülkelerinden ve iki ülkenin sahi olduğu toprak tek başına Rusya kadar bile değil. İngiltere hâlâ Avusturalya, Yeni Zelanda, Kanada ile üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk. AB’nin kurucu ortakları hemen hemen Afrika’nın dörtte üçüne doğrudan dolaylı olarak hâkim.
ABD dünyanın en büyük askeri gücüne sahip.
Batı ilk sermayesini bu yoldan elde etti. İlk bilgi kaynağı, Kızılderili, Afrikalı ve Asyalıların el yazması eserlerini ele geçirerek tercüme edip bu bilgiyi kendi adına tescilledi. Tüm bu halkların el aletlerini toplayıp, takıp takıştırıp sanayi devrimini gerçekleştirdi.
Bütün dünyaya insan hakları, özgürlük ve demokrasi dersi verenlerin arkasında yatan gerçek bu.
Magna Carta bir insan hakları belgesi değil. Kral ve derebeylerin pazarlığı idi. Ulus devletlerin doğuşuna yol açtığı söylenen Westefelya Anlaşması, Papalıkla derebeyleri arasında 100 yıl süren soygun ve yağma mirasını paylaşamadıkları için aralarında çıkan savaşı bitirmek ve kilise ile derebeyleri arasında sömürü mirasını paylaşmak için yapılan bir sözleşme idi.
Mustafa Müftüoğlu’nun dediği gibi “Yalan söyleyen Tarih utansın”! Selam ve dua ile.
EK
Reis Seattle’in ABD Başkanına Yazdığı Mektup
1854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce bir mektup yazdı. Bu mektupla Amerika’ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililerden toprak istemiş ve bu isteği kabul edilecek olursa Kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir.
Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Duwarmish Kızılderililerinin Reisi Seattle, ABD Başkanına bir mektup yazarak, bu taleplere karşı aşağıdaki cevabı vermiştir.. Mektubun aslı “Amerika, Seattle, Squamish Müzesi”nde korunmaktadır.
“Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington’daki Büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.
Washington’daki Büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Ama biz onun önerisini düşüneceğiz. Çünkü iyi biliyoruz ki eğer topraklarımızı satmazsak, beyaz adam silahlarla gelip onu gene elimizden alabilir. Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz. Gökyüzünü, toprağı, kayaların sıcaklığını, nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?
Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgârda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır.
Biz bunları belki de vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz! Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.
Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar âlemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır. Nasıl biz dünyanın bir parçası isek, o da bizim bir parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler, bizim kız kardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve insan; hepsi aynı ailedendir. Öyleyse, Washingtondaki Büyük Şef, topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş oluyor. Bu bizim için büyük bir fedakârlık olur.
Büyük Şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayırdığını söylemiş. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacakmışız! Öyleyse topraklarımızı alma önerisini düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir. Onlar bizim atalarımızın kanıdır. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza da öğretiniz. Göllerin berrak sularındaki her bir yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir. Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir. Susuzluğumuzu giderirler, kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler.
Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Eğer toprağımızı size satarsak hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle herhangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de göstermelisiniz.
Kızılderili her zaman, ilerleyen beyaz adamın önünde geri çekilmiştir. Tıpkı dağlardaki sisin sabah güneşi önünden kaçması gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır. Bu tepeler, ağaçlar dünyanın bu parçaları, bize sunulmuştur.
Beyaz adamın bizim yollarımızı anlamadığını biliyoruz. Beyaz adam için, toprağın bir parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip, topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Aldıklarının kendinden parçalar olduğunun bilincinde değildir. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır. Dünya onun anası değil düşmanıdır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve yolunda giderken babalarının mezarını geride bırakır. Buna da hiç aldırmaz. Dünyayı çocuklarından uzaklaştırır. Buna da aldırmaz. Babalarının mezarları da, çocuklarının bu dünyadaki hakları da unutulmuştur.
Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz. Bilmiyorum, bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin kentlerinizin gürültüsü bile Kızılderili’nin gözlerine acı verir. Beyaz adamın kentlerinde sakin yer yoktur. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer bulunmaz. Ama bu belki de benim vahşi olduğumdan ve anlamadığımdandır. Çünkü, takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir.
Ben Kızılderili’yim. Bunlardan başkasını anlayamam. Belki de bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan eğer ağaçtaki bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında toplanmış tartışan kurbağaların ve doğanın seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı ve değeri kalır?
Bir Kızılderili’yim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisi üzerine vuran rüzgârın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgârı her şeye yeğler. Ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hayvanlar, ağaçlar, insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır. Hava Kızılderililer için çok kutsaldır. Aldığı nefes, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Beyaz adam, öleli uzun günler olmuş ve kötü kokuyla uyuşmuş gibidir.
Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Unutmamalısınız ki, hava sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır. Büyük babamıza ilk nefesi veren rüzgâr, onun son soluğunu da kabul etmiştir ve aynı rüzgâr çocuklarımıza yaşam ruhunu verir. Eğer size toprağımızı satarsak, çayırlardaki çiçeklerden tat alan rüzgârı koklamasını öğrenmelisiniz, onu korumalısınız ve kutsal tutmalısınız. Bu kokuya beyaz adamın bile gereksinmesi vardır.
Toprağımızı almak önerinizi düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek, bir koşulumuz olacak: Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak… Kızılderililer sizin yollarınızı, sizin âdetlerinizi anlamazlar. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm!.. Beyaz adamın, geçerken dumanlı demir attan vurup bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hâlâ anlayamadığım binlerce bufalo.. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın bufalodan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum!.. Ve biz vahşi olduğumuzdan bufaloyu yalnız aç kalmamak için öldürürüz. Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki?
Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır. Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü. Ayakları altındaki toprakların, büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağın, akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.
Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderili’yi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrı’nın adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı bufaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef’in va‘dettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız. Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor.
Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek. Son Kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak. Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkânda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölüm mü dedim? Ölüm diye bir şey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan…
Bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi, siz de kendi çocuklarınıza öğretin: Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz. Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır.
Halkım için ayrılan bölgeye gitme önerinizi düşüneceğiz. Ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz o kadar önemli değil artık. Çünkü çocuklarımız babalarının aşağılandığını görürler. Kalan günlerimiz çok olmayacaktır. Bir zamanlar sizin gibi güçlü olanların ve ormanlarda özgürce dolaşanların mezarları da kalmayacak. Onları anmak ve yaslarını tutmak için, bir zamanlar bu dünyada yaşamış olanların çocukları da kalmayacak… Bunun için neden yas tutalım?
Kabileleri insanlar yapar. İnsanlar gidince, kabileler de olmaz. Kızılderili de yok olur. Tıpkı denizin dalgaları gibi; insanlar gelir ve insanlar gider. Şimdi de sanki arkadaşıymış gibi kendisiyle konuşabilen Tanrı’sıyla birlikte beyaz adam gelmiştir. Bildiğim bir şey var ki, belki beyaz adam da bir gün bunu keşfedecektir. Siz nasıl şimdi bizim toprağımıza sahip çıkmak istiyorsanız ve sonunda sahip olduğunuza inanacaksanız, aynı şekilde Tanrınıza da sahip olduğunuza inanıyorsunuz. Ama hiçbir zaman olamayacaksınız!.. Eğer Tanrı sizin anlattığınız gibi gerçek Tanrı ise, sevecenliği yalnız beyaz adama olamaz. Beyazlar da bir gün diğerleri gibi geçip gideceklerdir. Tıpkı denizin dalgaları gibi. Yatağına pislik yığmaya devam eden, bir gece kendi pisliğinde boğulacaktır.
Son, bize bir sırdır: Sizin getirdiğiniz gibi bir sonu biz anlayamıyoruz. Dipdiri tepelerin konuşan tellerle lekelendiğini, ormanın gizli köşelerini neden pek çok beyaz adamın kokusunun doldurduğunu, vahşi atların neden tutsak edildiğini, bufaloların neden katledildiğini biz anlamıyoruz. Böyle bir son bize bir şey anlatmıyor. Çalılıklar nereye gitmiş? Kartal nereye kaybolmuş? Hızlı koşan bir ata ve av avlamaya neden veda etmek gerekecekmiş? Bütün bunlar ne demektir? Yaşamın sonu… Ve herhalde yeniden yaşamaya çalışmanın başlangıcı…
Toprağımızı alma önerinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu belki de bize va‘dettiğiniz bölge için olacaktır. Orada belki de kalan günlerimizi gönlümüzce yaşayabiliriz. Bu dünyada, son Kızılderili de yok olduğu zaman, yalnızca çayırlar üzerinde bulut gibi hareket eden bir anı kalacaktır. Bu kıyılar, bu ormanlar halkımın ruhunu koruyacaktır. Çünkü onlar bu dünyayı yeni doğan bir çocuk anasının yürek atışını nasıl severse, öyle severler…
Öyle ise, toprağımızı alırsanız, onu tıpkı bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Anılarını da aynen saklayınız. Onu çocuklarınız için; bütün gücünüzle, bütün aklınızla ve bütün kalbinizle koruyunuz ve seviniz.
Göreceksiniz… Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz…”
Kaynak: Ekoloji Birliği - 5 Haziran 2019. Bu belge korunmaktadır. www.ekolojibirligi.org tarafından “5 Haziran Dünya Çevre Günü” dolayısıyla paylaşıldı…
Daha fazla bilgi için Bakınız; Abdurrahman Dilipak / Coğrafi Keşiflerin İçyüzü / İnkılab Yayınları.
1- Dawood C.M. Ting, “Islamic Culture in China”, Editör: Ken-
neth W. Morgan İslam-The Straigh Path 1958 s. 349-351.