18 Nisan 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / SADE VE KANAATKÂR OLMAK
SADE VE KANAATKÂR OLMAK

SADE VE KANAATKÂR OLMAK SÜLEYMAN GÜLEK

 

Sadelik kavramı, “düz, basit, yalın, gösterişsiz, süssüz, karışıksız, katkısız, süsü, gösterişi olmayan, yalın, süsten, püsten arınmışlık” anlamlarına gelmektedir. Sade hayat israf etmeden, haddi aşmadan yaşamaktır. İhtiyacımız kadar yemek, ihtiyacımız kadar giyinmek ve aşırıya kaçmamaktır.

 

Rasûlullah (s.a.s.) sade yaşar, sade giyinir, sade yemek yerdi. Her şeyde sadeliği severdi.1  Hz. Peygamber, İslâm Devleti’nin başkanı olduğu halde, O yemesi, içmesi, giymesi ve bütün yaşayışı sade idi. O’nun hayatına lüks ve israf hiçbir zaman girememişti. 

 

Manevî alanda sadelik, mütevazılık, kanaatkârlık övülmüştür. İslâmiyette de bu hususa dair şu âyet delildir: “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” (A’râf,  7/31)  Peygamberimiz şöyle buyurur: “Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sade yaşamak imandandır.”2 “İslâm hidayeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!”3

 

Sadelikten uzaklaşma, yozlaşmaya yol açar. Zira sadelik niteliktir. Sadelik kaliteli yaşamaktır, Hz. Peygamber; gösterişten uzak bir yaşam sürmüştür. İmkânı olmadığı zaman da devlet başkanı olup zamanın şartlarına göre her türlü imkâna kavuştuğu zaman da bu sade yaşamından vazgeçmemiştir. İnsanlar az çok kralların ve yöneticilerin yaşam tarzlarından haberdar oldukları için, Hz. Peygamber’in bu sade hayatı onları başlı başına etkilemeye yetmişti. Allah Teâlâ, Mekke ovasını onun için altın yapmayı teklif etmiş o ise şöyle demişti:  "Hayır ya Rabbi! Ben bir gün doyayım, bir gün aç kalayım! Acıktığımda sana yalvarıp yakarır, Sen'i zikrederim. Doyduğumda ise sana şükür ve hamd ederim!" 4  

 

Zaten Peygamberimiz, kral-peygamber yerine kul-peygamber olmayı tercih etmiş,5 kralların yaşamından uzak bir yaşam sürmüş, fakat ona gösterilen saygı ve sevgi dünyada hiçbir krala gösterilmemiştir. Rasûlullah evinde ailesinin hizmetinde bulunur,6 elbisesini yamar, ayakkabısını tamir ederdi.7 Bir gün ev halkından ekmeğin yanında katık istemiş, evde sirkeden başka bir şey olmadığını öğrenince, “Sirke ne güzel katık; sirke ne güzel katık!”8  buyurmuştur.

 

Hz. Âişe’nin anlattığına göre, Rasûlullah (s.a.s.)’in gündüzleri yayıp sergi olarak kullandığı bir hasırı vardı. Geceleri bu hasırı iki duvar arasına gererek kendisine bir oda yapardı.9 Ebû Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah  (s.a.s.) şöyle buyurdu:  “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ihsân eyle.” 10 Tabii ki,  bu söylem helâl yoldan zengin olmaya engel teşkil etmez. Çünkü Hz. Peygamber: “Takvâ sahibi bir insan için zenginliğin hiçbir mahzuru yoktur.”11 buyurmuştur. Sadelik; özentiden, gösterişten, lüks ve israftan uzak durma halidir. Sadeliğin ölçü olarak alınmadığı bir hayatta mâneviyat bozulur, duygular sahteleşir, gösteriş ön plana çıkar. Bunun sonucu olarak da, hayatın dengesi bozulur, tatminsizlik belirir ve dünyaya aşırı bağlılık, mala ve lükse düşkünlük hastalığı baş gösterir.

 

Lüks hayatın temelinde dünyevîleşme, ölümü unutma ve israf tutkusu yatmaktadır. Nice kişilerin lüks merakı yüzünden aile hayatları son bulmuştur. İsraf ve lüks; harcamada ölçüsüz ve gereksiz olmaktır. Cimrilik ise, çok az harcamak, pintilik yapmaktır. İkisi de dinimizce hoşgörülmemekte ve yasaklanmaktadır. Peygamberimiz “Veren el alan elden üstündür.” 12  “Komşusu açken tok yatan bizden değildir13 gibi hadislerle cimriliği reddedip “vermeyi” emrederken, “Elini boynuna bağlayan kimse gibi, eli sıkı, cimri olma” (İsrâ, 17/29) gibi âyetlerle de cimriliği yasaklamıştır.

 

Müslüman daima itidali tercih etmeli, bir taraftan vermesi gereken yerlere verirken, bir taraftan da tutumlu olmalı, tasarrufa önem vermelidir. ısraftan sakınıp infak etmeli, cimrilikten sakınıp tasarrufa yönelmelidir. Çünkü lüks yaşamak israftır. İslâm, insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranmasını istemiştir. Bir âyette, "Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" (A'râf, 7/31) buyrularak israf yasaklanmıştır.  Dolayısıyla israf ve cimrilikten kaçınılması gerekiyor.

 

Özel durumlarda sadelik; konuşmada, giyim-kuşamda, bakım ve süslenmede, sofra ve ikramlarda, evlilik törenlerinde, ev eşyalarında, ev ve gayr-i menkul alımında, araç alımında, vs. Peygamber Efendimiz, Medine’ye hicretinin ikinci yılında sevgili kızı Fâtıma’yla, amcasının oğlu Hz. Ali’yi evlendirmişti. Hz. Fâtıma’nın çeyizi, bir parça kadife, bir su tulumu ve içi güzel kokulu ızhır otuyla doldurulmuş bir yastıktan ibaretti.

 

Hz. Fâtıma’nın mehri ve çeyizi gibi, düğün yemeği de gayet sade ve mütevazıydı. Buna rağmen o gün Hz. Peygamber kızının düğününe şahit olanlar, “Biz, Fâtıma’nın düğününden daha güzel bir düğün görmedik.” demişlerdi. 14 Çünkü Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardı: “En bereketli nikâh masrafı en az olanıdır.” 15

 

Düğünlerin gösterişten uzak, sade, samimi ve mutedil bir şekilde yapılması onun sünnetidir. Zira mü’minler için hayatın en önemli ölçülerinden biri aşırılıktan sakınmaktır. Kullukta, sevinçte, öfkede, üzüntüde, eğlencede daima dengeli olmaktır. Düğün yemekleri, israf sofralarına, riya, gösteriş ve şatafata dönüşmemelidir.  Yüce Rabbimizin “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri siz kendinize haram kılmayın ve Allah’ın koyduğu sınırları da aşmayın. Zira Allah haddi aşanları sevmez.” (Mâide, 5/87) Maddî tutkulara kapılmadan, zevk ve sefahate dalmadan, lüks ve israfın esiri olmadan düğün yapmaya dikkat edelim. “Kendileriyle huzur bulmamız için bizlere eşler yaratan, aramızda sevgi ve rahmet bağları var eden… (Rûm, 30/21) Allah’a şükretmek için düğünlerimizi birer vesile kılalım.

 

Hz. Peygamber, lüksten, israftan kaçındı, mala, makama ve mevkiye tenezzül etmedi ve sade bir hayat yaşadı. Kâ’b İbni Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu: “Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.”16 Dünya malına, servet ve zenginliğe, mevki ve makama aşırı düşkünlük dinimizde hoş karşılanmayan kötü huylardandır.

 

Ubeydullah İbni Mihsan el-Ensârî el-Hatmî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden hanginiz canı ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat ve âfiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş gibidir.” 17

 

Hz. Peygamber, israftan uzak sade bir hayat yaşardı. Bu açıdan aile huzurunu ve mutluluğunu sağlayan en önemli faktörlerden biri de israftan uzak sade bir yaşam biçimini tercih etmektir. Sadelik, Hz. Peygamber’in hem yaşadığı hem de yaşatmaya çalıştığı bir güzel haslettir. Sadelik, Allah’a kul olduğunun bilincinde yaşayan bir Müslümana çok yakışan bir durumdur. Hz. Peygamber (s.a.s.)’i örnek alan her Müslüman, sade bir hayat yaşamalı, lüks ve israftan sakınmalı, elindeki nimetlere şükrederek ve onlarla fakirleri gözetmelidir.

 

Kanaatkâr Olmak

 

Sözlükte  “verilene razı olmak” anlamına gelen kanaat, dinî bir kavram olarak kişinin elinde bulunanla yetinmesi, dünya nimetlerinden kısmetine düşene razı olması demektir.18 Kanaat az ile yetineceğim diye tembellik edip az çalışmak, az kazanmak demek değildir. Müslüman, helâl yönden gücü nisbetinde çalışmalı ve kazanmalı, israfa kaçmadan, gerektiği gibi harcamalı ve hayırda bulunmalıdır. 

 

“Allah şüphesiz ki; iyilik yapanları (hayırda bulunanları) sever.” (Bakara, 2/195) Ebû Hüreyre (r.a.)’den; Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Sizden biri, mal ve yaratılış bakımından kendisinden üstün olana değil, aşağıda olana baksın. Böyle yapmak, Allah’ın verdiği nimetleri küçük görmememiz için gereklidir.” 19

 

Ubeyd oğlu  Fudâle (r.a.) der ki; Rasûlullah (s.a.s.): Müslüman olmuş kimseye, muhtaç olmadan yaşayan ve kanaat eden kişiye ne mutlu!” 20 buyurmuştur. “Yeryüzünde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hûd, 11/6) “Ve onlar ki, harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar, bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar.” (Furkân, 25/67)

 

Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Kanaat etmemek şükürsüzlüktür, nankörlüktür. Kişiyi dünyada da âhirette de mutsuz eder. Dolayısı ile kanaatkâr olmalı, insanların elindeki imkânlara bakıp “Falan kişi çok iyi durumda, biz perişanız!” gibi sözlerden sakınmalıyız. Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” 21 Bu sebeple kanaat en büyük zenginliktir. Maddiyatçı arzuların kölesi olmamak için, gönül tokluğun zenginliğine talip olmamız gerek. Kanaat, yetinmeyi bilmektir.  Dünya elimizde olmalı ama kalbimize girmemelidir. Gönlü tok olmayan ne kadar zengin olursa olsun fakirdir. Mal kazanma hırsı insanı sınır tanımazlığa götürür. Mal ve mülke karşı tok gözlü olmak gerektiği gibi şan ve şöhrete, makam ve mevkiye karşı da tenezzül etmemek gerekir.

 

Ebû Abdurrahman Muâviye İbni Ebû Süfyân Sahr İbni Harb (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Dilenmekte ısrar etmeyiniz. Allah’a yemin ederim ki, sizden biri benden bir şey ister de, hoşuma gitmemesine rağmen, benden bir şey koparırsa, verdiğim malın bereketini görmez.”22 İsrarla dilenerek elde edilen malın kimseye hayrı olmaz. İstemeden verileni almak sakıncalı değildir.

 

Kanaat, dünya varlıkları karşısında dengeli bir tavrı ifade eder. Ne aşırı açgözlü olmak, ne de aşırı israfçı. En güzeli ikisinin ortası dengeli ve güzel bir tavırdır. Kanaatkâr olmayan insanlar hiçbir zaman zengin olamazlar. Yani malları çok olsa bile gözleri doymaz, ruhları doymaz ve kalpleri tatmin olmaz. Bir ömür boyu huzursuz ve mutsuz yaşar ve ölürler.

 

Bunu Peygamberimiz (s.a.s.) ne güzel ifade buyuruyor: “Zenginlik mal çokluğu ile değildir. Aksine zenginlik göz tokluğuyladır.” 23 Dünya malına, servet ve zenginliğe, mevki ve makama aşırı düşkünlük dinimizde hoş karşılanmayan kötü huylardandır. Rasûlullah (s.a.s.), nefsânî arzularına râm olan insanın aç gözlülüğünü şöyle tasvir buyurur: “İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” 24 Açgözlü, haris birisine bütün dünyayı versen doymaz. Lâkin kanaatkâr insan, bir kuru ekmekle doyar. Açgözlülük insanı dünyada huzursuz ettiği gibi, onu haksızlığa yönelteceği için âhiretini de perişan eder.

 

Rasûlullah (s.a.s. şöyle buyurur: “Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın.”  25 Dünya ve âhirette mutlu, huzurlu olmak için, Allah'ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: "Kanaati elden bırakmayın. Çünkü kanaat tükenmez bir servettir." 26 Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: "Kanaat eden kimse kurtuluşa, mutluluğa ermiştir." 27 Kanaat, sadelik, sabır, şükür ve duâ kişiyi rahatlatır, huzur ve mutluluk kazandırır.

 

İbni Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle duâ ederdi: “Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim.”28 “İslâm hidayeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!” 29 Bu itibarla yukarıda ki hadislerden de görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kanaatkârlığı bizlere en güzel örnektir. Ne mutlu Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yaşadığı ve tavsiye ettiği gibi sade, kanaatkâr, takva üzere bir hayat yaşayanlara!

 

Dipnot

 

1. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 266

2. Ebû Dâvûd, Tereccül 1, (4161); İbn Mâce, Zühd, 4.

3. Tirmizi, Zühd, 35, (2350).

4. Tirmizi, Zühd, 35.

5. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 291

6. Buhârî, Ezân 44, Edeb, 40.

7. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s.106

8. Müslim, Eşribe, 167-169

9. Buhârî, Ezân, 81.

10. Buhârî, Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 18, l9;Tirmizî, Zühd, 38.  

11. İbn Mâce, Ticârât, 1.

12. Tirmizî, Zühd, 32.

13. Buhârî, Îmân, 74.

14. İbn Mâce, Nikâh, 24.

15. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 83

16. Tirmizî, Zühd, 43.

17. Tirmizî, Zühd, 34; İbn Mâce, Zühd, 9.

18. Komisyon, “Kanaat”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 358-359.

19. Müslim, Zühd, 8, (2963); Tirmizî, Kıyâmet, 59,  (2515).

20. Müslim, Zekât, 43; Tirmizî, Zühd, 25.

21. Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 130; Tirmizî, Zühd, 40.

22. Müslim, Zekât, 99.

23. Müslim, Zekât, 120.

24. Buhârî, Rikāk 10; Müslim, Zekât 116-119; Tirmizî,  Zühd 27

25. İbn Mâce, Zühd, 24.

26. İmam Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Muhtasarı, c. 2, s. 591 Hds. 2696

27. İmam Suyûtî, a.g.e., c. 1, s. 362, Hds. 768

28. Müslim, Zikir, 72.

29. Tirmizî, Zühd, 35.

 

 

 

 

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul