1987 yılında Hamas’ı (İslami Direniş Hareketi) kuran Şeyh Ahmed Yasin, Hasan el Benna ve arkadaşlarının çizgisini sürdürmüş, yolunu aydınlatmış ve onların meş'alesini yeni kuşaklara devretmiştir. Ara halkalardan birisi olmuştur. Hasan el Benna, Seyyid Kutup, Mustafa Sibai, Muhammed Gazali gibi kalemiyle, yüreğiyle ve silahıyla ön cephelerde mücadele edenlerin çığırını ihya etmiş oldu. Mustafa Sibai gibi İhvan mensubu fedailer; direniş hattında öncü kuşağı temsil ederken Hamas artçı kuşağı temsil etmiştir. Ama önce karşılarında İsrail’den ziyade Arap rejimlerini bulmuşlardır.
Şeyh Ahmed Yasin; direnişin filizlendiği dönemde yaşadı ve kendisinden sonra gelecek kuşaklara ise kurtuluş mücadelesini devretti, bıraktı. Direnişi, öncü kuşak başlattı; kurtuluşu ise gelecek kuşaklar tamamlayacak. Bu bir nesiller mücadelesi ve nöbetleşmedir. Bu anlamda Filistin bir ribat yurdudur. Pişva sıfatıyla direniş neslinin önüne düştü; pişdar yani kurtarıcı kuşak ise ardından gelecek.
Önce satır başlıklarıyla destanımsı Şeyh Ahmed Yasin’in hayatını ve mücadelesini özetleyelim.
İzzettin Kassam’ın şehit olduğu tarih olan 1936 yılında Askalan’da Cevre köyünde dünyaya geldi. Çilesi de o tarihte başladı. İngilizler çekilirken Filistin’i Yahudilere bırakmayı planlamışlardı. Plan, Filistinliler aleyhine sektirmeden tıkır tıkır işliyordu. Bu nedenle 1936 ile 1948 yılları arası taraflar için gayet stresli bir dönem olmuştur. 1941 yılında beş yaşında iken babasını kaybetti ve yetim kaldı.
Nekbe /felaket olarak da anılan İsrail’in kuruluşuna tanıklık etti. 1948 yılında İsrail’in kuruluşunu ilan ettiği yıl henüz on iki yaşını doldurmamış bir çocuktu. Hem Filistin için hem de bizzat kendisi için felaketler peş peşe gelmeye başlamıştı. Adeta kendi benliğinde ülkesinin kaderini yaşıyor, paylaşıyordu. Daha çocukluk yıllarında derin tefekkürün meyvesi olarak bazı sağlam kanaatler edindi. Kim olursa olsun ister Arap isterse bir yabancı olsun kaderini kendisinden başka hiç kimseye teslim etmeyecekti. Arap ülkesi de olsa yabancılara dayanma fikrinden nefret ediyordu.1948 yılında Arap orduları bir avuç Siyonist karşısında çil yavrusu gibi bozguna uğramışlar ve üstelik bu utançlarına başka bir utanç daha ilave etmişlerdi. Silahın tek elde toplanması bahane ve gerekçesiyle toprak sahibi Filistinlilerin direnişine de engel olmuşlardı. Zira Filistinlilerin elindeki silahları müsadere etmişlerdi. Belki de bu talimatı İngilizlerden almış olabilirler. Bu deneyimden sonra Arap rejimlerine ve ordularına (onların) hiç güveni kalmamıştı. Onlar hezimetlerini Filistinlilere fatura etmişlerdi.
Nitekim, Kelim Sıddıki civar devletleri İsrail’in zırhı olarak görmüştür. Lakin ondan önce Seyyid Kutup ve ardından Muhammed Kutup, benzeri tespitleri paylaşmışlardır. Merhum Seyyid Kutup şöyle söylemiştir: “Bu gördüğünüz Arap orduları İslam ve Müslümanları savunmak için değil bilakis sizleri öldürmek için kurgulanmış ve dizayn edilmişlerdir. Yahudilere tek kurşun/mermi bile atmazlar.”
Muhammed Gazali de İsrail’in zevalinin ön şartını dile getirir. Nasıl abdest gibi namazın ön şartları varsa İsrail’in zevalinin de ön şartları vardır. ‘İktisadi Durum ve İslam’ başlıklı kitabında Muhammed Gazali, Seyyid Kutup’u tamamlama babından şöyle der: “İsrail’den önce bütün ömrünü halkını kandırmakla geçiren Arap rejimleri ile kendisini gevşeklik ve illüzyona kaptıran Arap toplumları çökecek ve yıkılacaktır. Amca, dayı rezil etmeden ve yabancı onurunu kırmadan o kendi kendini imha edecektir. Fıtratın, ruhların bozulması ve yapıların çökmesi kadar ülkelerin direncini ve dokunulmazlığını kimse kıramaz ve muhteşem direniş potansiyelini eritemez, gölgeleyemez. Ekonomik dengelerin ve adalet terazilerinin bozulması kadar kimse bir milletin özüne dokunamaz. Bunun sonucunda halk bölük bölük, parça parça olur küçük bir kısmı nimet ve lüks içinde yüzerken geri kalan çoğunluk tükenmişlik ve perişanlık girdabında boğulur …”
Şeyh Ahmed Yasin o günleri şöyle anlatıyor: “Araplar bize kendini savunma hakkı bile tanımadılar. İsrail karşısında tutunamadıklarında, yenildiklerinde biz de hükmen yenilmiş olduk. Silahlarımız elimizde olsaydı hadiselerin seyri farklı olabilirdi.”
Gazze’ye Hicret
1948 yılında Siyonistler karşısında tutunamayan Arap orduları yüzünden Askalan’daki topraklarını terk etmek ve ailecek Gazze’ye göç etmek ve yerleşmek zorunda kalırlar. Gazze’de yeni yurtlarında diğer muhacir ve göçmenler gibi geçim derdine düşerler. Bazı arkadaşlarıyla birlikte Gazze’de görevde olan Mısır ordusunun yemekhanelerinden artan yiyecekleri ailelerine taşırlar. Bir yıl (1949-1950) okulunu boşlayarak bir ful ( iri bakla) lokantasında çalışmaya başlar. Ertesi yıl yeniden okuluna devam eder.
Felaketler peşini bırakmaz ve on altı yaşında arkadaşlarıyla oynarken yere düşer ve bunun sonucu olarak sakatlanır ve felç olur. Artık hayatını bu hâl üzerine idame ettirecektir. Sağlık sorunları bununla da kalmaz. Tutukluluk dönemlerinde İsrail askerlerinin yüzüne vurmaları sonucu sağ gözü görmez hâle gelir. Sol güzü de zorlukla görmektedir. Aynı zamanda hapishane şartlarında işitme kaybı da yaşamıştır. Süreçte akciğerlerinde de sıkıntılar baş göstermiştir.
1957-1958 eğitim yılında lise diplomasını alır ve başlangıçta sağlık durumu nedeniyle itirazlar gelse de ders verme imkânına kavuşur. Böylece yedi kişilik ailesinin geçimine malî destek olma fırsatını yakalar.
Siyasî Faaliyetleri
Liseden mezun olduktan sonra katıldığı siyasî etkinliklerde hitabet yönü keşfedilir ve bu melekesi giderek gelişir. Bu melekesinin gelişmesi ise hem dikkatleri hem de husumetleri üzerine çeker. Özellikle de Mısır’a karşı Üçlü Saldırı sırasında (1956) ve sonrasında gösterilere katılır ve burada ateşli nutuklar irat eder. Gazze’nin uluslararası bir idareye devredilmesine karşı çıkar ve Mısır idaresinin geri dönmesini ister.
Yıldızı parladıkça sıkıntılar da artar. Sözgelimi Mısır’daki iç çekişmeler Gazze’ye yansır ve Mısır Muhaberatı İhvan’la bağlantısı şüphesiyle 1965 yılında Ahmet Yasin’i tutuklar ve bir ay boyunca tek kişilik bir hücrede tutulur. Ardından irtibat bulunamadığından salıverilir. Mısırlılarca tutuklanması psikolojisinde derin izler bırakır ve otoritenin meşruiyetinin sadece adalete bağlı olduğu kanaatine varır. Zulümden ve ehlinden nefret eder.
Direniş Odağı Hâline Gelmesi
1967 yılında 5 Haziran tarihinde yapılan savaşla birlikte İsrail Gazze de olmak üzere Akdeniz ile Ürdün Nehri arasındaki Filistin topraklarını tamamen ele geçirir. Egemen olur. Ele geçirdiği topraklar arasında Mısır’a ait Sina Yarımadası da vardır. Şeyh Ahmed Yasin bu hezimetin ardından Abbasi Mescidi’nde ateşli vaazlar vermeye başlar ve halkı direnişe çağırır. Ayrıca şehitler ve tutuklular yararına yardım toplar sonra da Gazze’de faaliyete geçen İslam Birliğinin (el Mecma el İslami) başkanı olarak görev yapmaya başlar.
Fikir olarak Şeyh Ahmed Yasin, Müslüman Kardeşlerin fikriyatını ve çalışma prensiplerini ve ümmetin meseleleri çerçevesinde cevval ve hareketli karakterlerini benimser.
1982 yılında İsrail makamları tarafından silah bulundurmak ve militarist bir örgüt kurmak suçlamasıyla tutuklanır, yargılanır ve 13 yıla mahkûm edilir. 1985 yılında esir değişiminden yararlanarak serbest kalır.
1987: Hamas’ın Kuruluşu ve İntifadanın Alevlenmesi
1987 yılı, Filistin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Abdullah Azzam gibilerin de tespitleriyle 1978 ve sonrasında başlayan Afgan cihadı Filistin’de de akisler meydana getirir ve domino etkisi yapar. Bunun sonucu olarak işgal altındaki topraklarda bir direniş hareketi mayalanmış ve İhvan eksenli olarak Hamas ( İslami Direniş Hareketi) ete kemiğe bürünmüştür. İsrail bu halk hareketiyle başa çıkamamış ve bu da önce Ebu Cihad (Halil Vezir) ve Ebu İyad ( Salah Halef) gibi FKÖ bağlantılı liderlerin öldürülmesini ardından da FKÖ ile uzlaşmasına neden olmuştur. 1987 İntifadası aynı zamanda ‘Mescitler İntifadası’ olarak da kayda geçmiştir.
İntifadanın patlak vermesinin ardından İsrail’in takibatı artmış ve 1988 yılında evi basılmış ve Lübnan’a sürgün edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. 18 Mayıs 1989 tarihinde birçok Hamas mensubuyla birlikte tutuklanmış ve 16 Ekim 1991 tarihinde bir İsrail mahkemesi tarafından ömür boyu hapse ve artı on beşe yıla mahkûm edilmiştir.
1997 yılında Halit Meşal’e yönelik olarak Mossad’ın başarısız ir suikast girişiminden sonra yakalanan Mossad ajanlarına mukabil takas sûretiyle Şeyh Ahmed Yasin’in salıverilmesi sağlanmıştır.
İsrail 6 Eylül 2003 tarihinde ilk kez Şeyh Ahmed Yasin’e yönelik olarak suikast girişiminde bulunmuş ama bunu hafif sıyrıklarla atlatmıştır. İkinci suikastı ise bizzat Ariel Şaron yönetmiş ve 22 Mart 2004 tarihinde şehit edilmiştir.
Geleceğe Dair Öngörüleri
İsrail’in kuruluşunun 50. yıldönümünde (1998) El Cezire’den Ahmet Mansur’a bir mülakat vermiş ve burada gelecekle ilgili tasavvurlarını paylaşmıştır. İbni Halduncu bir yaklaşımla devletlerin ömrünü organik bir canlıya benzeterek İsrail’in sonunun da göründüğünü söylemiştir. Ahmet Mansur’a 2027 yılında İsrail’in son bulacağını ifade etmiştir. “Neden bu tarih?” sorusuna ise şöyle karşılık vermiştir: “Biz Kur’ân-ı Kerim’e inanıyoruz, onu esas alıyoruz. Kur’ân bize kırk yıllık devrelerden bahseder ve buna kıyasla üç kırk yılda İsrail’in ömrünün tamam olacağına inanmaktayım (1897-2027). İlk kırk yıl içinde Nekbe dönemini yaşadık, atlattık. İkinci kırk yıl içinde ise İntifada’yı idrak ettik. Üçüncü kırk yılda ise İsrail’in sonuna tanıklık edeceğiz. Bu Kar’an’î bir okuma biçimi ve istişfafdır ( geleceği önceden kestirmek ve olayların maverasını görebilmektir ). Allah; Benî İsrail’i kırk yıl Tih Çölü’nde kalmaya mahkûm etmiştir. Niçin? Nesillerin değişmesi ve pısırık nesillerin gidip yerine savaşçı bir kuşağın gelmesi için. Nekbe nesli, nöbetini intifada nesline devretmiştir. Şimdi sırada kurtuluş nesli vardır.
Şeyh Ahmed Yasin o dönemde Amerikalıların Hamas’ı etkisiz hâle getirebilmek için izledikleri politikaya parmak basar. Bu malî kaynaklarını kurutulması plandır. Kaynakların kurutulması tabirini ilk kullananlardan birisi de Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi olmuştur. Bu yöntem küresel olarak bütün İslamî kesimlere karşı kullanılmak istenmiştir. Yumuşatmak için de yine benzeri bir yöntem devreye sokulmak istenmiştir. Bu da malî teşvikler yöntemidir. Kaynakların kurutulması programı çift taraflı işleyen ve kesen bir sistemdir. QIZ: Nitelikli Sanayi Bölgeleri bu yönde geliştirilmiş projeler cümlesindendir. Yine Bahreyn’de Trump yönetiminin zorlamasıyla ekonomik ağırlıklı bir Filistin toplantısı icra edilmiş Mahmut Abbas yönetimi de bu toplantıyı boykot etmiştir. Bahreyn’in başkenti Manama’da düzenlenen ve Filistin’in ekonomik açıdan kalkındırılması için malî destek teması taşıyan “Refah için Barış” çalıştayı, 25-26 Haziran (2019)tarihlerinde gerçekleştirildi. Ama beklenen ilgi sağlanamadı. Dağ fare doğurmuştur.
Ahmed Yasin’in öngörüsüne göre Filistin, ufukta kurtuluş neslini bekliyor.
Şeyh Ahmed Yasin’in Ümmetin Suskunluğunu Şikâyeti!
Bağdatlı meşhur vaiz Ebu’l Ferec İbnü’l Cevzi bir zamanlar vaaz kürsüsünde Haçlılar karşısında ümmetin hâlini ve vazifesini yapmayan erlerini Allah’a şikâyet etmişti. 2014 yılında bombardımanda ağır yaralanan üç yaşındaki Suriyeli çocuk, “Gidince sizi Allah’a şikâyet edeceğim.” sözleriyle dünyaya şikâyet etmiştir.
Filistin Davasının Yılmaz Savunucularında Şehid Şeyh Ahmed Yasin'in Mektubu
Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikâyet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!.. Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!.. Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!.. Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!..
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!..Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?..Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?.. Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!..
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? …Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!..Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış!.. Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye…
Gücümüzü Topla
“Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı!?..
Buna da mı gücünüz yetmiyor!?..Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!.. Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!.. Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!.. Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!..
Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!. Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!.. Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! .. Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!.. Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!.. Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!.. Allah’ım! Sana şikâyette bulunuyorum. Sana şikâyette bulunuyorum..
Sana şikâyette bulunuyorum…
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum…Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?... Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsat edilmiş ekinler aşkına sana şikâyette bulunuyorum…
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı ve birliğimiz bozuldu. Yollarımız ayrıldı. Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz…
Onca ihanet şebekeleri ve cepheleri arasında yine de direniş odakları ve adacıkları görebiliyoruz. Bu da Hakk’ın kıyamete kadar yenilmeyeceğini ortaya koyuyor.