19 Nisan 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / MÜSLÜMANLAR VE GÜNÜMÜZDE ŞEHADETİN ANLAMI
MÜSLÜMANLAR VE GÜNÜMÜZDE ŞEHADETİN ANLAMI

MÜSLÜMANLAR VE GÜNÜMÜZDE ŞEHADETİN ANLAMI Necdet MEŞE

Son yıllarda şehadet kavramı her vesileyle ve her ölüm vakasında kullanılır oldu. Sadece müslüman camia değil, ideolojik seküler gruplar dahil herkes ölen üyelerini “şehit” olarak tanımlamaktan çekinmiyor. Elbette bu kullanımda, ülkemizde geçmişten gelen dini ve kültürel birikimin etkisi yadsınamaz. Seküler gruplar kendilerini Din kaynaklı olan her şeyden açıkça soyutlasalar da, kültürel olarak Dini kökenli bir kavramı ideolojik manada benimsemekte -çelişkili bir durum olsa da- bir sakınca görmüyorlar. Bu minvalde mesela, ideolojik/militarist sol gruplar, masum halka kurşun sıkan teröristleri, halk düşmanı militanları, gözünü kırpmadan kitle kıyımı yapan intihar bombacılarını bile “şehit” olarak niteleyebilmektedir!

Hadislerde işaret edilen "boğularak yahut şiddetli hastalıktan ölenlerin de şehit sayılacağından” hareketle olacak, halk arasında da kavramı yıpratan bir "anlamlandırma" enflasyonu yaşıyoruz. Aslında bu hengâmede şehitlik kavramının kökeni de unutulmuş durumda. Böyle olduğu için de aralarında inanç ve ideoloji farklılığı bulunan her kesim, kavramı kendi ölüsünü yüceltmek üzere -kelimenin kökeniyle ilgilenmeksizin- kullanmaktadır. İşin enteresan tarafı ise, aşağıda açıklanacağı üzere bu konuda müslümanların bile kafası oldukça karışıktır.

Küçük bir araştırma ile, kelimenin kök anlamından ve kavram olarak tanımından açıkça anlaşılacağı gibi; özü/aslı “şahitlik/tanıklık” demek olan, Kur’an’da çeşitli formlarda 160 yerde geçen ve “Allah yolunda can vermek” anlamıyla bütünleşen şehitlik/şehadet kavramı, seküler kullanım için kesinlikle uygun değildir ve bu durum resmi söylem için de geçerlidir. Etimolojik ve Istılahî anlamıyla bir kelimeyi yanlış kullanımlarından arındırarak aydınlığa kavuşturmak, sadece nefsani yahut ideolojik bir çaba olarak değil, aynı zamanda ilmî bir çaba olarak anlaşılmalıdır.

Yüz yıldır İslam ile bağlantılı her şeyden rahatsızlık duyup düşmanlık besleyen Kemalist düşünce bu süre zarfında, kendi kutsallarına ve kutsallaştırmalarına ilişkin kavramları da “redd-i miras” icraatları çerçevesinde geliştirmeli idi. Oysa, dini ve örfi adlandırmalardan hazzetmeyen bu seküler zihin “Lakap ve Unvanların Kaldırılması Hakkında Kanun” çıkarıp; hacı, hafız, hoca, molla, hazret, efendi, gibi unvanları yasaklarken, gazi, şehit, kutsal, mukaddes gibi kavramlara dokunmayarak kullanmaya devam etmiştir. Kullanma gerekçesi ne olursa olsun, bu kavramlar İslam literatürüne aittir, Kur’an’da ve Sünnette açıkça tanımlanmış/kullanılmış İslam’ın öz kavramlarıdır. Şehitlik ve gazilik, anayasada açıkça tanımlanmasa da ülkemizde resmiyet kazan/dırıl/mış kavramlardandır; resmi tarafı seküler bir tanımlama içermekle birlikte, “açıkça tanımlanmayan” kısmı halkın inancındaki “dini şehitliği” de içeriyor gibidir. Gibidir, zira Kemalist sistemin seküler bir zemine oturuyor olması bunu gerektirmektedir. Sonuçta, vatan uğrunda canını veren herkes müslüman olmak zorunda değildir; inançlısı da vardır, inançsızı da, mümini de vardır, ateisti de. Başka bir kavram kullanmış olsa çoğunluğu müslüman olan halkın gönlüne sinmeyeceğini bilen Kemalist düşünce, pragmatist bir bakışla, şehitlik kavramını inançlısından inançsızına kadar çok geniş bir yelpazede ve hepsini kapsayacak şekilde kullanmıştır.

“Vatanı savunma” ortak paydasında, sisteme ilişkin hiçbir rezerv öne sürmeyi akıllarına getirmeden, 15 Temmuz gecesi samimiyetle meydanlara koşan müslümanlar, göğüslerini Darbecilere karşı siper etmekten çekinmediler. Bu uğurda can verdiler, kan verdiler, yaralandılar. O gece dindar/muhafazakâr Cumhurbaşkanı’nın ve dindar/muhafazakâr kanaat önderlerinin gönül okşayan hamasi konuşmaları müslüman camiayı sokağa dökmüş, uçaklarla, tanklarla ve kurşunlarla burun buruna getirmiştir.

15 Temmuz aynı zamanda rejimle entegrasyon noktasında müslümanlar açısından hem bir kırılma hali, hem de kafa karışıklığının başlangıcı olmuştur. Bunda elbette dindar/muhafazakâr iktidar büyük rol oynamıştır. Özellikle Devletin en üst makamında bulunan Cumhurbaşkanı’nın müslümanların gönlünü okşayacak şekilde o gece ezan ve sela eşliğinde milleti darbeye karşı koymaya çağırması, sonrasında ekranlardan Kur’an okuması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın emriyle bütün camilerden günlerce sela okunması ve dualar edilmesi Müslümanlar üzerinde adeta zihni bir şok etkisi meydana getirmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında Kur’an, ezan, sela, dua gibi İslami ritüellerin icra kaynağının Beştepe Başkanlık Külliyesi olması, müslümanların Kemalist baskıya karşı biriktirdikleri öfkeyi yok etmiş, yüz yıla yakındır arsızca ve sınırsızca kırılan gönüllerini bir hayli yumuşatmıştır. Bu, gerçekten tuhaf bir paradoks, tarihi ve sosyolojik bir çelişki, müslümanlar açısından da üzerinde önemle düşünülmesi geren çarpık bir durumdur!

O kadar ki,  müslüman camia 15 Temmuz’a kadar inançlarını, inançlarının gereği olan dini ritüellerini ve bizzat kendilerini “gerici” yaftasıyla düşman kategorisinde sayan, 28 Şubatta ise namlunun ucuna koyarak işkence ve eziyetler eden, müslüman hanımların başındaki örtüye/çarşafa, erkeklerdeki sakala/cüppeye/sarığa, İmam-Hatip ve Kur’an Kurslarına tahammül edemeyen, şimdiki Cumhurbaşkanı’nı bile hapse atan, Partisini kapatan Kemalist yöneticilerin yaptıklarını adeta unutmuş, muhafazakâr iktidar üzerinden sisteme entegre olmakta bir beis görmemiştir. 28 Şubat post-modern Darbe günlerinde hüküm süren korku ve kargaşayı, tankları müslümanların üzerine sürerek “Demokrasiye balans ayarı yaptığını” iddia eden generalleri, Genel Kurmayda “”irtica brifingi” alan hakimleri, müslümanları “habis tümör/metastaz yapmış ur” diyerek aşağılayan ve oy verdikleri Partiyi kapatmaktan çekinmeyen savcıları, müslümanlara “Topyekün Savaş” açan medyayı ne yazık ki çok hızlı unutmuşlardı! Kendilerine bu zulmü ve eziyeti reva gören sisteme karşı bırakın cezalandırma isteğini, en ufak bir hesap –bilemedin “Neden?” diye” sormadan, rezerv koymadan, mağdurların hakkının iadesini ve mahkûmların salıverilmesini bile talep etmeden 15 Temmuz’un verdiği hamasi gazla müslümanlara karşı geçmişi kirli Kemalist elite teslim oldular!

İşte ne olmuşsa 15 Temmuz’dan sonra olmuş, müslüman camianın öncü kuruluşları; Kur’an ile, tekbirlerle, tehlillerle 15 Temmuz kutlamalarına başlamış, hatta kendi geleneksel gecelerinde bile 15 Temmuz “şehitlerini” kendi İslamcı şehitleriyle birlikte anmaya başlamışlardı. Elbette kimsenin dini inancını, kalbindeki imanını sorgulayacak değiliz, sonuçta "Sinelerin özünü hakkıyla bilen ancak Allah’tır!” (Mülk 13) Kimin, evinden hangi niyetle çıktığını da bilemeyiz, ama bildiğimiz bir şey var ki; “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey(in karşılığı) vardır…” (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1)

Ülkemiz adına 15 Temmuz direnişine saygı duymak, her yıl hatırasını canlı tutmak, kazanılan zafere kalben katılmak ayrı bir şey; ona İslamî bir direniş ruhu atfetmek, Dinî bir günmüş gibi kutsiyet kazandırmak ayrı bir şeydir! Kaldı ki, her kesim 15 Temmuz savunması hakkında çok farklı düşüncelere sahip. Hatta kafalar öylesine karışık ki; ortak payda “vatan savunması” olsa da, açık beyanatlarından bazı kesimlerin Atatürk ilkelerini/Kemalizmi savunmak uğruna, cumhuriyet ve demokrasiyi savunmak uğruna, laiklik ve çağdaş uygarlık düzeyinden kopmamak uğruna, bazı kesimlerin Allah adına ve cihad aşkıyla, bazı kesimlerin Türklük ve vatan aşkıyla, bazı kesimlerin ise Fetö’de somutlaştığını düşündüğü gericilik ve şeriat kalkışmasına karşı vs. meydanları doldurdukları kayıtlara geçmiştir. Durum böyle iken referanslarını İslam’dan alan müslüman kesim için, 15 Temmuz’dan münhasıran bir şehadet kültü çıkarmak oldukça zordur. Demokrasi şehidi, cumhuriyet şehidi, rejim şehidi, laiklik şehidi, vatan şehidi, Allah yolunda şehit ve dini bir kavram olduğu için şehit tanımlamasına uzak duranlar arasından Müslümanca bir yol bulup selamete çıkmak neredeyse imkânsız görünüyor doğrusu. “İlahi, tevhidi bir kimliğe sahip olmayan her insanın ilme değil zanna uyduğunu bildiren Kur’an’a rağmen (Enam 116, Yunus 36) bu insanlara şehit denilmesi doğru değildir… Bu anlamın bozulmasına neden olabilecek bütün kullanım biçimleri için uyanık olunmalıdır… Çünkü iman edenler Allah yolunda, inkar edenler ise tağutun yolunda savaşırlar (Nisa 76).  ” (Zülaloğlu, s.688, 2010)

Sonuçta Paralel ihanet örgütünün, yıllarca Devlet içinde yuvalanmasına imkân veren de, 28 Şubatlarda müslümanlara eziyet eden de, İslami değerlere hakaret eden de Kemalist düzen idi. 15 Temmuz’da ihanet örgütlenmesine karşı yapılan vatan savunması ile Kemalist sistemin savunulmasını birbirinden ayırmak gerekir! En önemlisi de, müslüman camiayı iteleyip (bkz.Merve Kavakçı MV yemin töreninde B.Ecevit’in kürsü konuşması), sivil ve askeri bürokraside yıllarca Gülen cemaatine alan açan Kemalist zihniyeti de (bkz.Mart 1998 MGK Toplantısı: B.Ecevit’in canhıraş şekilde F.Gülen’i savunması)  bu vesileyle sorgulamak elzemdir. Aksi taktirde, içine düşülen çağdışı ve çarpık durumu tespit etmek aciliyet kesbeden bir sorumluluk iken, sistem zaaflarını hamaset nutuklarıyla kapamak, maalesef gelecekte benzer ihanet girişimlerine yol açacak, ihanet şebekelerine cesaret verecektir! Bütün bu çelişkileri görmek yerine, ne yazık ki müslümanlar, üzerinden daha 1 yıl geçmeden kendi içlerinde şehitlik ve kutsallık üzerinden garip bir şekilde "15 Temmuz bid'atleri" uydurmaya başladılar bile! Ayrıca hatırlatmakta fayda var; sebep ne olursa olsun bir vakayı, mekânı, eşyayı, şahsı/şahısları kutsamak yahut kutsallar icat etmek müslüman tavrı değil, Kemalist tavrıdır. (bkz.Atatürk heykelleri ve Anıtkabir ritüelleri)!

Şimdi “şehid/şehadet” kelimesinin lügat ve ıstılahî anlamlarını inceleyerek düşüncemizin referanslarını açıklığa kavuşturalım.

Lügat anlamında Şe-hi-de kelime kökünden; Şehadette bulundu/tanıklık etti, hazır bulundu, bir olayı gördü/şahit oldu, bir şeye ulaştı. İç ve dış duyularla herhangi bir şeyi kapsama almak, hissî bir hazır olma ve tanıklık halini de ifade eder.

Şe-hi-de kökünden fail ve meful olarak; Şâhid: şahit olan/tanık olan. Meşhûd: şahit olunan/tanık olunan. Failden mübalağa olarak şehîd; çok iyi bilip şahit olan/tanık olan, çok iyi görüp hazır bulunan anlamındadır.

Müşahede: İyice gözlemlemek, hislerle vakıf olmak, yakîne ulaşmak demektir.                                                          Şehadet: Müşahedeyle hazır olma, gerek hazır olarak ve tüm duygularıyla vakıf olarak, gerekse meydana gelmek suretiyle karar kılan bir ilimdir. Bu ilimle de şahit olduğunu ikrar etme, açığa vurma halidir. Şahitlik, şahit olmak, şehadette bulunmak şeklindeki kullanımlarıyla, anlam kaymasına uğramadan Türkçeleşmiştir ve tanık kelimesiye eş anlamlıdır.

Şühûd, şehadet, şehîd, şüheda, şehidtü, eşhedü vs. gibi bütün varyantları, kelimenin kök anlamı olan tanık olmak (Kaf 21,37, Nisa 41, 79, Fussilet 53, Kasas 75), hazır olmak (Fussilet 20) ekseninde; gözle müşahede etmek (Kehf 51), şöyle bir bilgiye sahip olmak (Fussilet 20), ikrar (Yusuf 81,Nur 6), hüküm vermek (Yusuf 26), yardımcılar/şahitlik edecek kimseler/hazır bulunmasına önem verilenler (Bakara 23) manalarını da kapsamaktadır. “Onların şahitlikleri yazılacak!..” (Zuhruf 19) “Ey Ehli Kitap! Şahit olup durduğunuz halde niçin Allah’ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?” (Al-i İmran 70)

Ragip el-İsfehani şehadeti şöyle tanımlamıştır; Bir şeyi yerinde ve yanında (ayn’el yakîn) gözlemektir ki bu kafa gözüyle olabileceği gibi, kalp gözü ile de olabilir.

Istılahi anlamda şehîd: Allah yolunda canını veren/ölümü göze alan kimsedir.                                          Şehadet, ilimle, yaşantıyla, adaletle hakka şahitlik olduğundan, bunun bir göstergesi olarak Allah yolunda cihad ederek can vermeye de “şehadet/şehitlik”, bu şekilde canını verenlere de “şehid” denilmiştir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi’ndeki açıklama şöyledir: “Sözlükte “bir olaya şahit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak” gibi anlamlara gelen şehâdet (şühûd) masdarından türeyen şehîd (çoğulu şühedâ) dinî bir terim olarak Allah yolunda öldürülen müslümanı ifade eder.”

“Kur’ân-ı Kerîm’de biri ikil, yirmisi çoğul olmak üzere elli altı defa geçen şehid kelimesi (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “şhd” md.), çoğu yerde “tanık” anlamında, bazı âyetlerde esmâ-i hüsnâdan biri olarak, bazılarında ise “Allah’ın iradesine uygun biçimde yaşayan kâmil insan, örnek kişi, önder” mânasında (meselâ bk. Bakara 143, Hac 78) kullanılmıştır. Allah yolunda canını feda ederek şehitlik mertebesini kazanan kimseleri ifade etmek üzere üç âyette (Nisâ 69, Zümer 69, Hadîd 19) şühedâ yer almaktadır. Hadislerde şehid kelimesi yukarıda belirtilen anlamlarda sıkça geçmektedir.” (TDV İslam Ans. Şehid md.)

“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Zira onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz” (Bakara 154) “Sakın Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduklarını sanma! Onlar diridir ve Rableri katında rızıklara mazhar olmaktadır” (Âl-i İmrân 169) “Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların amellerini zayi etmez (...) Allah onları kendilerine tanıtmış olduğu cennete koyacaktır” (Muhammed 4-6) meâlindeki âyetlerde bu husus vurgulandığı gibi bazı âyetlerde şehidlerin Allah katındaki derecesinin peygamberler ve sıddîklardan sonra geldiği ifade edilmiştir (Nisâ 69).

Hz.Peygamber’in şehitlikle ilgili açıklamaları Hadis Mecmualarında daha çok cihad bölümünün “fazlü’ş-şehîd” vb. başlıkları altında bir araya getirilmiştir. Bu Hadislerde dünyevî amaçla olmayıp yalnız Allah’ın dininin yüceltilmesi için canını feda edenlerin şehid sayıldığı vurgulanır. (Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “İmâre”, 149-152; Nesâî, “Cihâd”, 21; İbn Mâce, “Cihâd”, 13) (TDV İslam Ans. Şehid md.)

Dini kaynaklarda görüldüğü üzere şehadetin özü hiçbir şüpheye ve tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde; yakîn bilgi (ilim), adalet, takva ve yaşayışla hakka şahit olmaktır, hakkı yeryüzünde temsil etmektir. Şehitlik ise; tanıklığın yanı sıra içsel bir hal (his) ile ve mağfiret/mükafat umarak Allah yolunda canını feda etmektir. Hak yolunda can vermek cesareti, şehadetin gereği olan bir açığa vurma şekli ve ikrar eylemidir aynı zamanda.

Şehidler, dünya hayatında her şeyleriyle hakka şahit olanlar, hakkı yaşayışlarıyla, direniş ve redleriyle temsil edenlerdir. Şehadet, Tevhid’in mütemmim cüzü olarak “çağa tanıklığı” ile zulme, fesada, sömürüye ve bunlara  ma’kes olan cahili düzenlere karşı asil bir duruş, bir red anlamına da gelir. Çağına tanık olmak ve Allah nezdinde bu tanıklığı belgelemek sadece müşahede ile olmaz, bilakis kötülüklerle savaşmakla ve hakkı ikame etmeye çabalamakla, hulasa çağını düzeltmeye talip olmakla mümkün olur. “Şehadetin temeli kesin ilim ve mutlak adalet, yani kıst’tır. İnsanın şahitliği de adaleti kendi hayatında kaim kılmaktır. Bu ise kesin bir ilim ve takva ile mümkündür.” (Zülaloğlu, s.686, 2010) “Ey iman edenler! Allah için şahitler (şehitler) olarak kıst’ı (adaleti) yerine getirenler olun.” (Nisa 135)demokrasi

Şehadet; lügat ve ıstılah anlamıyla görüldüğü gibi özünde “tanıklık etmek/hazır bulunmak” demektir. Müslüman yaşadığı çağa tanık olan ve çağında olup bitenlerin hemen yanı başında hazır olan kimsedir! Çağına tanıklığı/hazır müşahedesi ise üç şekilde vuku bulmaktadır:

Birincisi; Vahye tanık olmaktır! Bunun anlamı, vahye uymak, gereğince İslam’ı yaşamak ve örneklik oluşturmaktır. Allah’u Teala’nın yaşanılan çağda barışın, huzurun, adaletin sağlanması ve zulmün yeryüzünden silinmesi maksadıyla insanoğluna ilettiği İslam rükünlerinin, emir ve yasaklarının tamamının doğruluğuna sadakatle inanarak –insanlık nezdinde- buna şahitlik etmektir. Ve bu şahitliğin gereği olarak, bu uğurda yapılması gereken her türlü mücadeleyi ölümü dahi göze alarak vermektir. Ölümü göze almak “tanıklığının” bir gereğidir!

İkincisi; Zulme tanık olmaktır! Müslüman, kendi çağında yapılan zulümlere, katliamlara, savaşlara, işkencelere, sömürüye, mazlumların ezilmesine, hulasa her türlü kötülüğe de tanık olan kimsedir. İnsanlığın şeref ve haysiyetini korumakla yükümlü olan müslüman, aynı zamanda tanıklığının gereği olarak bu zulüm düzenleriyle mücadele etmek durumundadır. Bu onun olmazsa olmaz sorumluluğudur ve bu uğurda “şehit” olmakta  “tanıklığının” bir gereğidir!

Üçüncüsü; Bizzat Allah tarafından sunulan mükâfata tanık olmaktır! Al-i İmran 169.ayette geçen “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz! Onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanırlar.” müjdesi gereğince, “diri olarak” bulundukları boyutta Allah’ın kendilerine sunduğu rızıklara ve mükâfatlara tanık olmaktadırlar. Ancak gayp aleminde gerçekleşecek bu durum Allah’ın vadine tanıklığın gereğidir.

İslam’a göre, “ahret-mükafat” müjdesinde şehitlik öylesine yüce bir mertebedir ki, Allah’ın lütfuyla diri olan şehitlere ölü denmesi yasaklanmış, bütün günahları bağışlanmış, cennet nimetlerine kavuşturulmuş ve özel rızıklarla taltif edilmiş, resuller ve sıddiklerle birlikte haşredilmişlerdir.

Burada konuyu tamamlayıcı iki kavrama daha işaret etmekte fayda var; vasat ümmet ve cihad.  Öncelikle müslümanlar Kur’an’da “vasat ümmet” olmakla emrolunmuştur. Vasat ümmet olmak ise; çağına bigâne ve yabancı olarak kalmayı, hiçbir şeye bulaşmadan orta yolu tutturmayı değil, bilakis kendi çağında adaleti, eşitliği, özgürlüğü, iyiliği, zulme karşı çıkmayı ve yardımlaşmayı esas alır. Bu “vasat ümmetin”, haliyle müslümanların şiarıdır ve her müslüman kendi çağına “tanıklığıyla” bunu gerçekleştirmekle mükelleftir. “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet kıldık.” (Bakara 143) “O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da “müslümanlar” adını verdi ki Peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz.” (Hac 78)

Cihada gelince; şehitliğin/şehadetin önkoşuludur. Şehitlik, içerisinde İslam’ın bir farizası olan “cihadı” da barındırır. Allah yolunda adalet ve eşitliği sağlamak, zulmü ortadan kaldırmak için yapılması emredilen “cihad” eylemi şehadetin ilk basamağıdır. Ve asırlardır şehit kanıyla sulanmış bu topraklar, tarih boyunca adaletin ve iyiliğin tecellisi olarak bu türden cihadın aşinasıdır.

SONUÇ YERİNE

Şehadet/şehitlik konusunda ülkemizde, yıllar içinde her ideolojik düşünceye sahip grupta ve halkımız arasında birden fazla tanımlama ortaya çıkmıştır. Bu tanımlamaların müşterek adı “şehitlik” olsa da, her bir tanımlama kendi içinde köklü farklılıklar içermektedir. Bu farklılıkları, yukarda verdiğimiz bilgiler ışığında dörde indirgeyebiliriz:

  1. Devlet nezdinde: Flu bir maneviyat eşliğinde seküler bir tanımlama yapar; “vatan savunması uğrunda” ölen herkes şehittir. Bu anlayışta ahiret-mükâfat inancı hem vardır (inançlı olanlar için), hem de yoktur (inançsız olanlar için).
  2. İdeolojik gruplarda: Marjinal ideolojik grupların hepsi doğrudan seküler bir tanımlama yapar; “kendi ideolojisi/davası uğrunda ölenler şehittir. Ahiret-mükâfat inancı yoktur.
  3. Halk arasında: her inançtan yahut inkârdan insanı kapsadığından hem dini, hem seküler bir tanımlama yapar: “vatan savunmasında ölenleri” ve sevdiğini kurtarma/yüceltme telaşıyla, kanserden, veremden, kovidden (sağlık çalışanları için), trafik kazasından vs. ölenleri şehit sayar/saymak ister. Ahiret-mükafat inancı büyük çoğunluğunda vardır, daha az bir bölümünde ise yoktur.
  4. Müslümanlar (Bilinçli olanlar): Dini içerikte tanımlama yaparlar, bunun dışında kalanı şehit olarak kabul etmezler; yalnızca Allah yolunda (emrettiği hükümler doğrultusunda) can verenler şehittir. Ahiret-mükafat inancı vardır.

Yakın vadede, taraflar açısından “şehitlik” kavramına ipotek koymak yahut farklı tanıma zorlamak gibi talepler/eylemler olması mümkün görünmemektedir. Aslında buna gerekte yoktur. Her şeyin ilacı olan zaman hangi tanımın daha kalıcı olduğunu gösterecektir! Bu açıklamalar eşliğinde, şehadet/şehitlik kavramının kökenini bilerek, her grubun “şehitlik” tanımının farklı olduğunu kabul edeceğiz ve ona göre tercihimizi yapacağız. Terörü hedefleyenler ve ülkemize ihanet içinde olanlar haricinde, kimse kimsenin ölüsünü mutad olan tanımlaması dışında isimlendirmemeli ve bu ayrımın farkında olarak istismar etmemelidir! Bütün taraflar, bu dört kesimin “şehit” tanımlamasının ne olduğunu bilerek hareket etmelidir; red ve kabullerini –karşılıklı saygı içinde- buna göre ortaya koymalıdır.

Şimdiden akla gelecek bir soruya da cevap sadedinde şunları zikretmiş olalım; 15 Temmuz gecesi Darbeye karşı direnirken can verenler şehit midir değil midir tartışması bize düşmez, doğru da değildir! Zira can verenler arasında müslümanların da olduğu bir gerçektir. Niyetin esas olduğunu söylemiştik, ancak İslam’ın şehadet tasavvuru ile 15 Temmuz'da ölenlerin tasavvuru arasındaki farkı da belirtmek sorumluluğundayız. Örneklemek gerekirse, esas itibarıyla iki müslümandan birinin yola çıkışı aniden gelişen bir olay üzerine "niyete" dayalı bir çıkış iken, diğerinin yola çıkışı tamamıyla İslam davasına adanmış planlı bir çıkıştır! Niyetleri bilen, kalplerdekini okuyan elbette Allah'tır ve sonunda amellerin mükâfatını verecek olan da O'dur!

Bizim dikkat çekmeye çalıştığımız husus, yukarda bahsettiğimiz sorunlu alanlar göz önüne alınarak; 15 Temmuz dolayısıyla, Dini kaynaklı şehit-şehadet, gazi, cihad, kutsal-mukaddes kavramları ve seküler kaynaklı şehit kavramı/şehit makamı/şehit heykeli/şehit kültü çevresinde müslümanların seküler sisteme eklemlenmesi, bunun için “şehadet geceleri” düzenlemesi ve bu tür söylem ve eylemlerinin İslam inancına uyup uymadığını sorgulama gereğini duymamasıdır. Müslümanlar olarak bu gidişattan ve ilerde evrileceği yerden amelen ve vicdanen sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız.

Her türlü hamaset nutuklarının, yüceltme ve kutsamaların ötesinde, farklı inanç, ideoloji ve yaşam tarzına sahip insanları aynı potada eritmek amacıyla şehadet/şehitlik kavramını istismar etmenin anlamı yoktur. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da müslümanların tercihi ve tavrı şehadetin İslami tanımını seçmek ve ona göre yaşamak olmalıdır!..

“Rabbimiz! Bizler indirdiğine inandık ve Resule uyduk. Bizi şahitler ile beraber yaz!” (Al-i İmran 53)

Necdet Meşe

Ocak 2021

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Müfredat, Rağıb El İsfehani, Pınar Yay, 2007

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Şehid md.

Dini Kavramlar Sözlüğü, Şehadet-Şehid md. DİB Yayınları

Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar Sözlüğü, Fevzi Zülaloğlu, Ekin Yay. 2010

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul