28 Mayıs 2023 - Pazar

Şu anda buradasınız: / MÂTURÎDÎ'NİN KÖTÜLÜK PROBLEMİNE CEVAPLARI
MÂTURÎDÎ'NİN KÖTÜLÜK PROBLEMİNE CEVAPLARI

MÂTURÎDÎ'NİN KÖTÜLÜK PROBLEMİNE CEVAPLARI Prof. Dr. Recep ARDOĞAN

Bugün insanlığın önünde, özellikle Ortadoğu ve Afrika'da acımasız iç savaşlar, evini ve ailesini kaybeden insanlar, mülteciler, insan kaçakçılarının eline düşen kadınlar ve çocuklar, Batı'da artan obeziteye karşın kimi ülkelerdeki sefalet ve açlık, uyuşturucu trafiği gibi büyük sorunlar; küresel ısınma ve kirlilik, depremler, tsunamiler gibi doğal âfetler vardır.  Bunlar, önemli bir inanç buhranına, şüphecilik ve inkârcılığa daha yol açıyor: Kötülük problemi.

Kötülük problemi;

- Allah (c.c.), mutlak adalet ve iyilik sahibi ise ve her şeye gücü yetiyorsa, dünyada neden acılar ve elemler var?

- Doğal afetlerin ve acıların olması, Allah'ın hikmet, adalet, rahmet sahibi ve her şeye kadir olmasıyla nasıl bağdaşır, gibi muhtelif sorularla ifade edilebilir.

Ateistler de "Dünyada masum canlıların ve çocukların ıstırap yaşamaları ve zulme maruz kalmaları, teistlerin inandığı gibi bir mutlak adalet sahibi bir Tanrı'nın olmadığı anlamına gelir" diyerek kendilerine gerekçe üretirler. Dolayısıyla, kötülük problemi, Allah'ın varlığını ispat ve O'nu tenzihle (adl-i ilahî, ilahî adalet) ilgili temel bir inanç sorunudur. Bu nedenle, Müslüman filozoflar, başta Mu'tezilîler olmak üzere kelamcılar, sufîler ve çeşitli alanlardan ilim adamları kötülük problemine farklı cevaplar vermişlerdir. İmam Mâturîdî de gerek tefsirinde gerekse Kitabu't-Tevhid adlı eserinde bu konuda önemli açıklamalar yapmıştır.

İmam Mâturîdî, Kitabü't-Tevhid adlı eserinde, vahşi canlıların ve zarar veren nesnelerin yaratılmasının hikmetini sorgular. Ona göre, bunun hikmetlerinden biri, insana ahiret azabını hatırlatmaktır.[2] Allah cennet nimetlerini ve cehennem azabını hatırlatacak numuneleri bu dünyada yaratmıştır ki, insan sorumluluk bilinciyle hareket etsin.

Ayrıca, insanların zararlı gördüğü her varlığın, ekosistem içinde bir fonksiyonu ve yararı, her zehirli varlıkta da bir hastalığın ilacı vardır.[3] Daha geniş açıdan daha yetkin bilgiyle bakınca, insanların zararlı gördüğü canlılar, esasında salt zararlı değildir, sadece onlarda bulunan az ya da çok kimi yararlar vardır. Dolayısıyla evrendeki bazı olgular, göreceli olarak kötüdür; görenin bakış açısından dolayı kötüdür. Oysa insan, daha geniş açıdan bakar, daha nitelikli bilgilerle değerlendirirse, kötü gördüğü olguların nice hayırlar içerdiğini de fark edecektir. Her varlıkta ve her oluşta farklı güzellikler ve iyilikler vardır. Bunları sezmek için basiret, görmek için de “iyi gören” göz gerekir. Aşağıdaki ayet, bu gerçeği hatırlatmaktadır:

Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz...”[4]

Bu ayet, savaşın meşru kılınmasıyla ilgilidir. Elbette, barış esastır ve bizatihi (bizzat özünde) iyidir. Ancak savaş da barış ve hukuku tesis etmek için meşrudur, meşru haliyle de iyidir. İnsanların evini, ailesini bırakıp seferberliğe katılması, savaşması, can kaybının olması, nefse zor gelse de neticeleri açısından iyidir. Meşru bir savaş, Müslümanların özgür olmalarını, haklarını korumalarını, adaleti tesis etmelerini; düşmanların sömürüsüne son vermelerini sağlar. Bugün Afrika’da hala pek çok ülkenin Fransa'nın sömürgesi konumunda olması, kendi kaynakları için sömürgeci Fransa’ya vergi ödemesi, zulmü ve sömürüyü ortadan kaldırmak için savaşmanın ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Durum, diğer Batı ülkeleri için de aynıdır, özelikle İngiltere ve ABD’nin bu konuda dosyası oldukça kabarıktır.

[BURAYA CİHAD VEYA SÖMÜRGECİLİK İLE İLGLİ BİR RESİM KONABİLİR]

İmam Mâturîdî de yukarıdaki ayet bağlamında, insanın tabiatı itibariyle bazı yükümlülüklerden hoşlanmayacağını ama bunların Allah tarafından güzel neticeleri itibariyle emredildiğini belirtir. Çünkü cihattan kaçındığında, düşmanın küstahlaşması, Müslümanların esaret ve sömürü altına girmeleri, varlıklarının düşman tarafından yağmalanması, zillet gibi durumlar ortaya çıkar.[5] Aslına bakılırsa, ayette genel bir ilkeye işaret edilmektedir: Hayatta insanın başına hoşlanmayacağı şeyler gelebilir. Ama insan Allah’ın buyruklarına uygun hareket ederek ya bu dünyada ya da ahirette güzel sonuçlar elde edebilir. Bu nedenle insan, olaylara dar açıdan ve nefsani arzularıyla bakmamalı, aceleci ve bencil davranmamalıdır.

İnsanın bir şeyden hoşlanmaması ama onun sonucunun iyi olması ya da bir şeyden hoşlanması ama sonucunun kötü olması, insanın işlerin varacağı sonucu bilmemesindendir. Bunun da hikmeti, insanoğlunun evrenin idaresinde rolünün olmadığını, evrenin sahibinin ve hâkiminin Allah olduğunu bilmesidir.[6] İnsan acizliğini gördüğü yerde Kâdir-i Mutlak olan Allah’ın varlığını sezer ve ona muhtaç olduğunu fark eder. Bir adam düşünelim; emrinde binlerce insan var. Emrediyor ve işler onun istediği gibi yapılıyor. Bu adam, belki firavun gibi rablik iddiasında bulunabilir. Ama bir gün hasta olduğunda, bir işin üstesinden gelemediğini veya bir musibete maruz kaldığını gördüğünde, gerçek Rabbin kim olduğunu bilir.

Allah, insanı irade ve sorumluluk sahibi bir varlık olarak yaratmıştır. İnsanın özgür olması, dolayısıyla iyilik ile kötülük arasında ya da iyi ile daha iyi arasında tercih yapabilmesi için evrende hem iyiliğin hem de kötülüğün farklı derecelerde bulunması gerekir. İşte ilahî hikmete bağlı olarak Allah, evreni meleklerin bulunduğu ve salt iyiliğin olduğu bir âlem olarak değil iyilik ile kötülüklerin iç içe olduğu bir âlem olarak yaratmıştır. Böylece insanoğlu, bâtıla karşı hakkı, dalâlete karşı hidayeti, zulme karşı adaleti, kötülüğe karşı iyiliği tercih etme iradesini ortaya koymakta, manen meleklerden üstün konuma ulaşabilmektedir. Mâturîdîlere göre, sadece peygamberler değil her insan, meleklerden de üstün konuma ulaşabilme potansiyeline sahiptir. 

Bu dünyadaki gerçekliklerden biri de insanların karşılaştığı kötülüklerin önemli bir bölümünün, insanların bilinçli ve iradi fiillerinin sonucu olmasıdır. Bunların sorumluluğu da insanoğluna aittir. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle denilmektedir: 

İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.[7]

Bu ayetin farklı şekillerde anlaşılması mümkündür. Bir yoruma göre, insanların inanç alanındaki sapkınlıklarından, şirk ve inkârlarından dolayı toplumda yol kesicilik, hırsızlık, gasp, adam öldürme ve zulüm gibi kötülükler de baş gösterir. Tıpkı günümüzde, İslam’a düşmanlık eden bazılarının toplumda hiçbir şeyi düzeltmeyip daha kötü hâle getirmeleri gibi... Müslümanları tenkit ederken kendi kötülüklerini mazur göstermeleri ve onları sıradanlaştırmaları; sapkınlıkların propagandasını yapmaları ve çocuklara kadar yaymaya çalışmaları gibi...[8] Bir yoruma göre de insanların inanç ve amel alanındaki kötülüklerinden dolayı, Allah onlara bazı [doğal] musibetler verir.[9] Eğer insanlar bu noktada başına gelenlere ibret nazarıyla bakarlarsa, iyiye ve doğruya dönüş yaparlar. Başlarına gelen musibetler de bu insanların hayrına olur. Ancak insanoğlu, Allah’ın bir uyarı olarak gönderdiği musibetlerin ardından yine ders almazsa, bazı ateistlerin yaptığı gibi kendi hâlini değil de Allah’ın iyiliğini sorgular, O’nu adaletsizlik ve merhametsizlikle suçlarsa hem bu dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olur. Bu da imtihan sürecinin bir gereğidir.

Aslında içinde bulunduğumuz evrende düzen, ahenk, ritim, estetik ve iyilik ön planda ve hâkim konumda olmakla birlikte kötülükler de bulunur. Bu da Allah’ın varlığına delildir.  Çünkü, Allah’ın bilinmesi için âlem, bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu ihsas edecek şekilde yaratılmalıdır ki, insanlar Yaratıcı'yı kavrayabilsin. Evrende bir varlık her yönden mükemmel olsaydı, insanlar onu tanrı olarak görürlerdi.[10] Bu bakımdan âlemdeki varlıkların sınırlılıktan ve kusurdan pay almaları Allah Teâlâ’nın varlığına delildir. Belirtelim ki günümüze bu husus “bozuk saat argümanı” adıyla pek çok ilim adamı tarafından vurgulanmaktadır: Bir adamın etrafında hatasız çalışan saatler olsun. O adam bunların tıkır tıkır işleyen çarklarını gözlemler; zamanla bu, onun nazarında sıradan bir hâle gelir. Belki saatin hep bir bütün olduğunu, tıpkı Güneş gibi geçmişten geleceğe kendi başına işleyip gittiği düşünür. Belki saatin mekanizmasını ve çarklarını önemsiz görmeye başlar. Bozuk bir saat gördüğünde ise bir saatin tıkır tıkır işlemesi için ince bir tasarım ve hassas bir ayar ile iman edildiğini fark eder; tasarımdan harekletle tasarımcının varlığını; Yüce Yaratıcı'nın ilim, hikmet ve gücünü kavrar.[11] [BURAYA GÖRKEMLİ ÇOK GÜZEL BİR SAAT RESMİ KONNULABİLİR] İşte evrene hâkim olan ölçülülük, denge, uyum ve düzen içinde kimi bozuklukların ve doğal âfetlerin olması da insanın tüm düzeni maddenin yapısına bağlamasının önüne geçer. Böylece insanoğlu, düzenin maddenin özünden değil maddeyi yaratanın ilim, hikmet ve kudretinden kaynaklandığını anlar. Evrendeki gaye ve düzenden Yaratıcı'nın varlığı ve yüceliği sonucu ulaşır.

Allah (c.c.) bazen insanı nimetleri bolca vererek gereğince şükrediyor mu diye dener. Nitekim Süleyman Peygamber (a.s.) şöyle demektedir: "Bu Rabbimin lütfundandır; şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak içindir."[12] Nimetlerin gerçek sahibi Allah’tır; insandan alınan nimetler de aslında gerçek sahibine gitmiştir. İnsana düşen, kusurları için tövbe ve istiğfar edip Allah’tan dünyada ve ahirette iyilik ve güzel istemektir. O, ancak böylece iç huzuruna kavuşabilir. Şükür gibi sabır da bir imtihan koşuludur. Kur'an-ı Kerim'de bir ayette de şöyle buyrulmaktadır:

Doğrusu sizi biraz korku ve açlıkla, biraz da mallar, canlar ve ürünlerden eksiltme ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.”[13]

Ayette Allah Teâlâ, başlarına gelen musibetlerden şikâyet etmemeleri için insanları uyarmaktadır. Çünkü dünya nimetlerinin, gençliğin, sağlığın ve hayatın geçici olduğunu bilen kul, bunları kaybettiği musibetlere daha kolay göğüs gerer. Mâturîdî’nin vurguladığı önemli bir hakikat daha vardır: Allah’ın insanlara verdiği hayat, sağlık, huzur gibi çeşitli nimetler, insanlar bunları hak etmiş olduğu değil Allah tarafından iyilik ve lütuf olarak verilmiştir. Üstelik ebedî olarak değil belli bir süre yararlanmaları için verilmiştir. Bu süre bitince o nimetler başkalarına ait olur.[14] Dolayısıyla, bu nimetler karşısında insana düşen tek şey şükretmektir. Bu nimetler elinden gittiğinde bile şükretmelidir. Mâturîdî'nin ayette geçen açlıkla ilgili şu açıklaması da dikkat çekicidir: “Açlığın ibadet niteliğinde olması da mümkündür, oruç gibi. Bir de kıtlık zamanı çekilen açlık gibi bir musibet olabilir, Mekkelilerin senelerce çektikleri kıtlık musibeti gibi.” Yine ayette geçen mallardan eksiltme, “zekât ve sadaka vermekle insanların imtihan edilmesi olabileceği gibi malın kendisinin telef olması da olabilir.”[15] Ayette kastedilen şudur: İnsanlara emredilen çeşitli ibadetleri yerine getirmenin külfetine, zorluğuna sabır göstermek gerektiği gibi musibetlere de sabır göstermek gerekir. Her ikisi de Allah’a kulluğun ve sabrın farklı tezahürleridir.

Ayrıca, dünya nimetlerinin el değiştirmesi, insanın çeşitli nimetlere kavuştuktan sonra bunları kaybetmesi, bazen bunun aksinin olması, düzenin bir parçasıdır. Gerek doğadaki işleyiş gerekse toplum düzeni içinde bunlar elbette olacaktır; aksi hâlde toplumda durağanlık, geçirgenliğin olmadığı sosyal tabakalar ve kargaşa baş gösterir.

Nimetlerin çoğaltılması ve azaltılması bir imtihan olarak iyiliklerin ve faziletlerin ortaya çıkması içindir.

Musibetler, insanın tevekkül ile Allah'a yönelmesini sağlar. İnsanı, sebeplerin Yaratıcısına güvenmeye, sığınmaya; O'nun yakınlığını ve rahmetini hissetmeye sevk eder:

Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, 'İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun' dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!' dediler.[16]

Evrende hem iyiliğin hem de kötülüğün bulunması, insan için tefekkürün ve akıl yürütmenin önünü açar.[17] Aslında zıtların, iyiliklerin ve kötülüklerin bulunması, hayatın farklı renklerinin, zenginliklerin, deneyimlerin ortaya çıkmasına, insanların düşünce, bilgi, medeniyet ve maneviyat alanında ilerlemelerini sağlar.

Evrende sürekli olarak karşıtların bir arada ve birbiriyle mücadeleleri vardır. Bunları en iyi biçimde değerlendirmekteki incelik ise, kötü durumları iyiye çevirme imkânının olduğunu görmek; hakkın, iyinin ve güzelin kazanacağına inanmaktır. Her güçlükte bir rahatlık ve her rahatlıkta bir güçlük olduğu düşüncesi insanın hayatını daha anlamlı hale getirir. Elbette çoğu zaman insan, koşulları kendisi şekillendiremez; ama o, iyimserlikle her koşulda cesaret, özgüven, özsaygı ve yaşama sevinci yitirmeden mücadele edebilir ve mevcut koşulardan en iyi sonuca ulaşabilir.

İnsan, türlü sorunlar ve zorluklar karşısında helal bir çıkış kapısı aramalı, "Bir kapıyı kapatan Allah, diğer bir kapıyı açar" düşüncesi içinde olmalıdır. "...Allah, bir güçlüğün arkasından bir kolaylık yaratacaktır"[18] ayetinin verdiği mesajı unutmamalıdır. Ayet, darlığa düşenler için darlığın arkasından kolaylığın geleceğine dair bütün ümmete Allah’ın bir vaadidir. Bu vaat, hem ümmetin bireyleri için hem de Peygamber ve ashabı örneğinde olduğu gibi bütün olarak İslam toplumu için bir müjde olarak düşünülebilir.[19] O zaman ne bireyler olarak ne de İslam toplum olarak asla ümitsizliğe kapılmamak gerekir. Aksine Allah’ın sözüne iman ümit dolu olmayı gerektirir ki, bu ümit ve Allah’a tevekkül, ideallerin gerçekleşmesi için temel bir motivasyon kaynağıdır.

Sonuç olarak İmam Mâturîdî'nin kötülük problemine çeşitli cevaplar verdiği görülmektedir. Bununla birlikte genel Ehl-i Sünnet'in Mu'tezile'nin salah ve aslah görüşüne reddiye olarak kimi zaman kötülük problemini dile getirip ortada bıraktığını görmekteyiz. İmam Mâturîdî'nin de bu eleştirinin kapsamında olduğunu belirtmeliyiz. Ancak o, Allah'ın hikmetini de vurgulamış, bu bağlamda kötülük problemine de cevap vermeye çalışmıştır. Bu konudaki farklı açıklamalar, insanların zihinlerinde oluşabilecek çeşitli şüpheleri giderecektir. Ayrıca, insanlar için hayata iyimser gözle bakmasını; çeşitli sorunlara rağmen şükretmesini, içsel huzur ve yaşama sevinci duymasını; zorluklara rağmen Allah'a tevekkül etmesini ve O'nun rahmeti ve yardımı noktasında ümit içinde olmasını da sağlayacaktır.

 

KAYNAKLAR

Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, I-17, trc. B. Topaloğlu ve dğr., ed. Y. Ş. Yavuz, Ensar Yay., İst. 2019-2020.

Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, Trc. B. Topaloğlu, İSAM Yay. , Ank. 2009.

Ardoğan, Recep, Güzel Düşün Güzel Gör, klm Yay, Kahramanmaraş, 2018.

 

 

 

SPOT İÇİN

1- Maturidi, Kitabü't-Tevhid adlı eserinde, vahşi canlıların ve zarar veren nesnelerin yaratılmasının hikmetini sorgular. Ona göre, bunun hikmetlerinden biri, insana ahiret azabını hatırlatmaktır.

2- Allah, insanı irade ve sorumluluk sahibi bir varlık olarak yaratmıştır. İnsanın özgür olması, dolayısıyla iyilik ile kötülük arasında ya da iyi ile daha iyi arasında tercih yapabilmesi için evrende hem iyiliğin hem de kötülüğün farklı derecelerde bulunması gerekir.

3- İnsan, türlü sorunlar ve zorluklar karşısında helal bir çıkış kapısı aramalı, "Bir kapıyı kapatan Allah, diğer bir kapıyı açar." düşüncesi içinde olmalıdır. "...Allah, bir güçlüğün arkasından bir kolaylık yaratacaktır." ayetinin verdiği mesajı unutmamalıdır.

 

 


[1] KSÜ İlahiyat Fak., 3kelam@gmail.com, https://3kelam.wixsite.com/sosyal-kelam

[2] Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, trc. B. Topaloğlu, İSAM Yay., Ank. 2009, s. 139.

[3] Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 138.

[4] 2/Bakara, 216.

[5] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, trc. B. Topaloğlu, Kemal Sandıkçı, ed. Y. Ş. Yavuz, Ensar Yay.,  İst. 2019,  II, 27-28.

[6] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, II, 28.

[7] 30/Rûm, 41. Ayrıca bk. 23/Mü'minûn, 71.

[8] Bunun çarpıcı bir örneği, kimi kamu kurumlarının da ortaklığı olan bir etkinlikte bazı çocukların farklı cinsel yönelimlere sahip olduğunun sosyal medyada propagandasının yapılması ve “LGBTİ ÇOCUKLAR VARDIR” yazılı afişler basılmasıdır. Bk. https://www.takvim.com.tr/guncel/2020/04/30/son-dakika-chpli-sisli-ve-kadikoy-belediyelerinden-lgbt-meclisi-cocuklari-da-alet-ettiler

[9] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, trc. Fadıl Aygan,  ed. Y. Ş. Yavuz,  Ensar Yay.,  İst. 2019,  XI, 236.

[10] Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 167-168.

[11] Ardoğan, Recep, Güzel Düşün Güzel Gör, klm Yay, Kahramanmaraş, 2018, s. 139.

[12] 16/Neml,40.

[13] 2/Bakara, 155.

[14] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, I, 277.

[15] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, I, 277.

[16] 3/Âl-i İmrân 173. Ayrıca bkz. 33/Ahzab 22.

[17] Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 139.

[18] 65/Talak, 7.

[19] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, trc. Kemal Sandıkçı, ed. Y. Ş. Yavuz, Ensar Yay.,  İst. 2020, XV, 243.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul