
İslâm’da en fazla ahlaka vurgu yapılan alanlardan biri ticaret hayatıdır. Çünkü ticaret, toplum hayatının olmazsa olmazlarındandır. Hayatın idamesinin en temel dayanaklarındandır. İnsanlığın en fazla ihtiyaç duyduğu alanlardan olmasının yanında, kişisel çıkarların en fazla gözetildiği dolayısıyla çıkar çatışmalarının yaşandığı bir alandır.
Kur’an, sosyal adalete vurgu yaptığı toplumda zenginler ve yoksulların olacağını kesin olarak belirtmiştir ve açık bir biçimde özel mülkiyet ve miras haklarını savunur. Bununla beraber, yoksullara yardım etmelerini zenginlerden ısrarla talep eder. Bu noktada infak ve zekat, kurumlaştırılmış bir yardımseverlik şekli olarak öne çıkar. Her Müslüman zengine, servetinin belirli bir miktarını fakir kardeşleri için infak etmesi tavsiye edilmiştir.
İslâm’ın kavramsal olarak ticarete açık oluşu, onun Orta Çağ’da son derece görkemli bir medeniyet oluşturmasının en önemli sebeplerinden biridir. İslam dünyası, o günlerde dünya ticaret yollarının merkezindeydi ve Müslüman tüccarlar bu durumdan oldukça başarılı bir biçimde yararlanmışlardı.
İslâm iktisadı, insan merkezli bir iktisadi yapının oluşmasını sağlayan ilkeleri içerir. İnsan hem üretimi belirleyen temel faktördür hem de kendisi için üretim yapılan üstün bir varlıktır. O, üretim biriminde üreticidir. Tüketim biriminde de tüketicidir. İnsan hem ekonominin arz cephesinde hem de tüketim cephesinde aktif rol üstlenen bir varlıktır. O, diğer üretim faktörlerinden farklıdır. İslâm dünyasında yetişen bilim adamları iktisadi konularla da uğraşmışlar ve yaşadıkları dönemlerde toplumun karşılaştığı iktisadî sorunlara çözümler üretmişlerdir. İslâm dünyasında, iktisat ayrı bir bilim dalı olarak geliştirilmemiş; İslam hukuk ve ahlâkının bir bölümü sayılmıştır. Bu nedenle bilim adamlarının iktisadî görüşleri, diğer görüşlerden ayrılarak tasnif edilmemiştir.
İslâm iktisadı mülkiyet üzerinde sınırsız tasarrufu yasaklar. Bu bakımdan kapitalizm ve sosyalizm arasında uçurumlar vardır. İslâm hukukunda ise bireyin mülkiyet üzerindeki tasarrufu çeşitli şekillerde sınırlandırılmıştır. Zira helal çizgisi dâhilinde bile olsa, israf olarak nitelendirilen gereksiz ve keyfi kullanımlar yasaklanmışken; mal varlığının bir kısmını zorunlu olarak dağıtma mecburiyeti söz konusudur. Her ikisi de sadece dışsal nedenlere değil, içsel nedenlere de dayalı olarak hayata geçirilir. Her halükarda, insanın mülkiyete karşı sınırsız doğal hakkı olduğu İslam tarafından reddedilmiş ve mülkiyetin emanet olduğu vurgusu yapılmıştır. “Allah'a ve Rasûlüne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.” (Hadid 7)
Vuslat Dergisi olarak bu ay İslâm’ın iktisat anlayışını işledik. Neden bu konuyu işleme ihtiyacı hissettik? Batılı oryantalistlerin, İslâm toplumunun ticari hayata dair ilkeler getiremediği iddiaları olmuştur. Modernizmle birlikte Batı’nın insanlığı sömürmek için iki kutba ayrıldığı bilinmektedir: kapitalizm ve sosyalizm. Kapitalist ekonomilerde özel mülkiyet olmazsa olmazdır. Kapitalist sistemde bireyler sınırsız mülkiyet hakkına sahiptir. Sosyalist ekonomilerde özel mülkiyet hakkı yoktur. Sosyalizmde evler, arsalar, araziler ve tüm üretim araçları kamunun mülkiyetindedir. İslam iktisadı ise insan merkezli bir iktisadi yapının oluşturulmasını amaçlar. İnsanın maddi ve manevi yönünü birlikte ele alır. Bu önemli konuda makaleleriyle katkıda bulunan kıymetli hocalarımıza teşekkürü bir borç telakki ediyoruz.
Selâm ve duâ ile.