Cihâd konusu, şüphe yok ki tahrif ve tebdîle uğrayan meselelerimizin başında gelmektedir. Bizzat Müslümanlardan olan cemaat ve kişiler, Allah (Subhanehû ve Teâlâ) yolunda Cihadı başkalaştırma ve aslından koparma yolunda birbirleriyle yarışmaktadırlar. Adeta; iffetsiz kadınların, afîfeleri sevmemesi gibi, bu kişiler de gerçek mücahidleri sevmemektedirler. Bugün Mücahidler terörist olarak adlandırılırken; beşerî sistemler uğrunda çaba sarfeden liderler ve askerler, adeta mücahitleştirilmekte ve şehadet gibi ulvî bir kavram, tağuta peşkeş çekilmektedir.
Kuranda, Cihaddan bahseden ayetlerin sayısı 100ün üzerindedir. Özellikle Tevbe Suresinde müminler, adeta Cihad konusunda eğitilmektedirler.
Hadis eserlerinde de Cihad konusu, en geniş şekilde ele alınan konulardandır. Buharî Sahîhinin Kitabul-Cihad bölümünde, konuya 198 bâb ve 287 hadis ile değinmiştir. Muslim ise Kitabul-Cihad ves-Siyer bölümünde konuya 51 bâb[1] ve 150 hadis ile değinmiştir. Diğer bütün hadis eserlerinde de konuya mustakil kitablar oluşturulup, konuyla alakalı hadisler bir araya getirilmiş ve ahkâmı, çeşitleri gibi, cihad ile alakalı bütün konulara değinilmiştir. Biz bu çalışmamızda, en özet şekliyle Hadislerde geçen Cihad kavramını incelemeye çalışacağız.
Cihad Nedir?
Takat, güç, kuvvet, mecal, meşakkat gibi anlamlara sahip جهد kökünden türeyen Cihad; Düşmana karşı savunu yaparken bütün takatini, gücünü, kuvvetini ve mecalini sarf etmek[2]demektir.
Hangi Cihad Allah Yolundadır?
Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) yiğitlik veya toprak ve kabile müdafaası ve gösteriş için savaşan kimselerden hangisinin Allah yolunda savaşçı olduğu sorulunca şöyle dedi:
Her kim İslam, yeryüzüne hâkim ve otorite olsun diye savaşırsa o kimse; Allah yolunda savaşıyor demektir.[3]
Görüldüğü gibi; vatanı, milleti ya da demokrasi yolunda savaşanlar, asla Allah yolunda savaşıyor değillerdir ve bu kişilere asla şehid denilemez.
Cihadın Çeşitleri
Cihad iki çeşittir:
1) Açık Düşmanla Cihad
2) Gizli Düşman/Nefs ile Cihad
Açık Düşmanla Cihad
Bu cihad, zahirdeki İslam düşmanlarıyla yapılan Cihaddır. Böylesi bir Cihad; mal, can ve dil/söz/kalem ile yapılır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.[4]
a- Mal ile Cihad: Bir ayetin dışında bütün ayetlerde, mal ile yapılan cihad, can/beden ile yapılan cihaddan önce zikredilmiştir. Bu husus, mal ile yapılacak cihadın önemine işaret etmektedir. Mal ile yapılan Cihad; Allahın verdiği malı Onun yolunda harcamak, ilme ve âlimlere yardımcı olmak, Mücahidleri techiz etmek, Mücahid ve şehid ailelerine sahip çıkmakla ifa edilir. Konuyla ilgili birkaç hadis şöyledir:
Her kim Allah yolunda bir harcama yaparsa o yaptığı harcama için kendisine yediyüz misli sevap yazılır.[5]
Mücahidi donatmak ve onun ihtiyacını karşılamak, sadakaların en değerlisidir. Hepimize tehdit içeren bir hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan gazinin aile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belâya uğratır. [6]
b- Can ile Cihad: Bu da, Allah yolunda kıtal etmektir ki; Allaha iman, vaktinde kılınan namaz, ana-babaya itaatten sonra amellerin en faziletlisidir. Abdullah ibn Mesûd (radıyAllahu anhu) şöyle demiştir:
Ben Rasûlullaha, Hangi amel daha faziletlidir? dedim. Vaktinde kılınan namazdır buyurdu. Ben: Sonra hangi amel? dedim. Rasûlullah: Sonra ana babaya itaat ve iyi muamele etmektir buyurdu. Ben: Sonra hangi amel? dedim. Rasûlullah: Allah yolunda cihâd etmektir buyurdu.[7]
c- Söz/Kalem ile Cihad: Bu cihad, özellikle münafıklara ve zalim sultanlara karşı yapılır. Tevbe: 73. ayeti düşündüğümüzde; münafıklara karşı kıtâl mı edileceği, yoksa sadece söz ile mi cihad edileceği konusu ihtilaflıdır. Ali (radıyAllahu anhu) bu ayetle münafıklarla da kıtâl edileceğini anlarken; İbn Mesûd ve İbn Abbâs (radıyAllahu anhum), münafıklara karşı dil ile cihad edileceğini söylemişlerdir. Hâfız İbn Kesîr (v: 774/1373) bu iki görüşü cem etmiş ve İmamın(halifenin) duruma göre bazen onunla, bazen diğeriyle cezalandırabileceğini ve hükmün Halifenin ictihadına göre şekillenebileceğini ifade etmiştir.[8]
Zalim devlet başkanlarına hakkı söylemek ise, en üstün/en değerli cihad sayılmıştır. Çünkü bunda, zalim idarecinin onu cezalandırma tehlikesi sebebiyle, can ile cihad da söz konusudur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
En üstün cihâd, zâlim olup haksızlık yapan devlet idarecisine gerçeği söylemektir.[9]
Gizli Düşman/Nefs ile Cihad
Şüphe yok ki; nefs ile mücahede etmeksizin, açık düşman ile cihad edilemez. Nefis terbiye edilmeden ve kalbin kıblesi tam olarak Allaha yönelmeden, Allah yolunda kafirlerle de savaşılamaz. Nefsini mağlub edememiş bir savaşçının kalbinde; mutlaka ganimet, asabiyet, kadın ve yiğitlikle anılmak gibi heva ürünü hasletler bulunacaktır. Böyle birinin cihadı da, her ne kadar Allah yolunda savaşıyor gibi gözükse de, aslında Allah yolunda olmayacaktır. Bu sebeple Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
Mûcâhid nefsinin isteklerine karşı cihâd ederek günahlardan uzak durmak için mücadele eden kimsedir.[10]
Abdullah b. Ömerin de (radıyAllahu anhumâ), kendisine cihadı soran kişiye; Önce nefsinden başla ve onar karşı cihad et diye karşılık verdiği rivayet edilmektedir.[11]
Ancak; bu ve benzeri haberleri delil getirip, ümmetin kadınlarının ırzları kirletilip, çocukları ve erkekleri katledilirken, köşelerine çekilip nefs ile cihad ettiklerini ve aslında kendi yaptıklarının, savaşta ayakları tozlanan mücahidlerin amelinden daha faziletli olduğunu iddia eden sûfîlere de itiraz etmek durumundayız. Nefs ile cihadın önemi, yukarıda açıkladığımız sebeplerden dolayıdır. Yoksa; açık düşmanla cihadın küçük cihad, onların yaptıklarının ise büyük cihad/cihad-ı ekber olmasıyla hiçbir bağlantısı yoktur. Bu apaçık bir buhtân ve talihsiz bir yanılgıdır.
Cihada Denk Amel
Rasulullahın muhtelif hadislerinde yapmış olduğu istisnalar hariç; Allah yolunda düşman ile cihad etmeye denk gelecek bir amel yoktur.
Tirmizînin hasen dediği bir diğer hadis de şöyledir:
Rasûlullahın ashabından bir kimse tatlı su kaynağı bulunan bir toplumun yanından geçti oranın manzarası ve o iş hoşuna gitti ve şöyle dedi: Keşke insanlardan uzaklaşıp manzarası güzel şu toplumun yanında yerleşsem ! Ama Rasûlullahdan izin almadan bu işi yapmayacağım dedi ve durumu Rasûlullaha anlattı. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: Yapma! Şüphesiz ALLAH yolundaki birinizin (yaptığı cihad) fazileti, evindeki yetmiş yıl namazından daha efdaldir. ALLAH'ın sizi bağışlamasını ve Cennetine koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda savaşın. Kim, Allah yolunda deve sütünün sağılması kadar bile kısa sürede olsa savaşırsa Cennet o kimseye vâcib olur.[12]
Görüldüğü gibi; bu son hadis özellikle sûfîlerin cihad-ı ekber anlayışlarına ciddi bir reddiyedir. Halktan uzaklaşıp uzlete çekilmek isteyen bu sahabiye Rasulullah Yapma diyor ve Allah yolunda yapılan cihadın hepsinden daha efdal olduğunu haber veriyor.
Cihad Ahkâmı
Cihadın her türlüsü, kıyamete dek var olacaktır. Herkesin gücü nisbetinde, kafir ve münafıklarla cihad etmesi vacibdir. Kimi düşmanla göğüs göğse çarpışırken, kimisi Allahın şeriatı dışında hükmedenlere hak sözü söyleyecek, kimisi mücahedesine kalemiyle devam ederken, kimisi sosyal platformlarda üzerine düşeni yapacak. Kimisi mücahidleri techiz ederken, kimisi de mücahidlerin ardlarında bıraktıkları emanetlere sahip çıkacak. Bir Müslüman için, bu seçenekler dışında başkaca bir seçenek yoktur. Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet mukabilinde satın almıştır. Sadece, canını satan kazanmıştır.
Kafirlerin dört koldan İslama savaş açtığı bir dönemde, Cihad ayetlerini ve ahkâmını tahrif etme çabaları, asla iyi niyet ürünü değildir. Evet, bu din, insana ve doğaya değer verir; ama en çok Müslümana değer verir. Öyle ki; bir Müslümanın canı, Kabeden daha değerlidir. Doğaya ve ağaçlara değer veren bu din, düşmanın gözünü korkutmak için gerektiğinde ağaçları yakmaya da müsaade etmiştir. Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Benî Nadr kabilesinin hurmalıklarını kesmiş ve yakmıştır.[13]Bunun üzerine Allah Haşr: 5. ayeti indirmiştir. Yine Benî Kureyzâ kabilesinden en az 500 kişiyi, kuyular kazdırıp, kafalarını keserek cezalandırmıştır. Benî Kurayzayı bilmeyen, bu dini tanımamış; anlayamayan ve sindiremeyen de, bu dini anlayamamış ve sindirememiştir. Ne yazık ki bugün, dinlerinden utanan Müslümanlarla iç içeyiz. Sanki Kafirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun diye emreden, bu dinin Sahibi olan Allah değilmiş gibi, Şeriatta var olan birçok uygulama, medyanın da etkisinde kalan Müslümanlarca saldırıya tutuluyor. Müslümanlar adeta hadlerini bilmezce Allahı ve Rasulünü eleştiriyorlar; belki farkında değiller. Biz iddia ediyoruz ki; bugün Cihada ve cihad yanlılarına eleştiride sınır tanımayanlar ve hatta onları Müslümanlardan dahi saymayanlar, Rasulullahın hayatını bilmeyenlerdir. Rasulullahın Medineye Hicretinden sonraki hayatına kısaca göz atmak dahi, Onun ve ashabının hayatının asla cihaddan ayrı olmadığını ortaya koyacaktır.
Kadınların Cihadı
İslamın ilk dönemlerinde, kadınlar da bilfiil düşmanla çarpışıyor ve cihad ediyorlardı. Ancak daha sonra bu uygulama terk edildi ve Rasulullah kadınlar için Cihada denk yeni müjdeler vererek, kadınlardan bu ağır yükü kaldırdı.
Konuyla ilgili hadislerden birkaçı şöyledir:
(Birgün) Âişe (radıyAllahu anhâ); Yâ Rasûlallah! Biz (Kur'ân'da) cihâdı en faziletli amel görüyoruz. Biz cihâda çıkamaz mıyız? diye sordu. Rasulullah: (siz kadınlar için) cihâdın en faziletlisi mebrûr (yâni makbul) haccdır buyurdu.[14]
Enesten (radıyAllahu anhu) rivayet edilen Hasen isnadlı bir diğer hadis de şöyledir:
Kadınlar: Ey Allahın Rasulü! Erkekler cihadın faziletini alıp götürdüler. Cihadın faziletini yakalayacak bir amelimiz var mı? diye sorduklarında Rasulullah şöyle dedi: Evet, her birinizin kendi evinde yaptığı iş ve hizmet, kendisini cihadın faziletine ulaştırır.[15]
Râvîleri Sahih şartlarına uygun bir diğer hadis de şöyledir:
Ümmü Kebşe adlı bir kadın: Yâ Rasûlallah! Falanca orduyla cihâda çıkmama müsaade buyurun diye izin istedi. Rasûlullah: Hayır dedi. Bunun üzerine kadın: Yâ Rasûlallah! Ben savaşmak arzusuyla değil sadece yaralıları tedavi etmek ve hastalara bakmak (hastalara su vermek) gayesiyle çıkmak istiyorum. Bunun üzerine Rasûlullah: Bir sünnet haline gelecek olmasaydı ve falanca kadın cihâda çıktı denilecek olmasaydı sana müsâde ederdim, ancak evinde kal! buyurdu.[16]
Son zamanlarda sıkça işittiğimiz üzere, kadınların yanlarında mahremleri olmaksızın cihada(!) gitmeleri asla caiz değildir. Hatta mahremleri dahi olsa, zaruret bulunmadıkça bunun cevazına bir yol bulunamaz. Bu hususa da yeri gelmişken değinmeyi uygun görüyoruz.
Buraya kadar anlattıklarımız, Hadislerde Cihad konusuyla alakalı en özet bilgilerdi. Elbette böylesi önemli bir konu, makale formatında işlenemeyecek kadar geniş bir konudur. Buna rağmen; elimizden geldiğince meselenin en güncel taraflarına, en muhtasar şekilde değinmeye çalıştık. Rabbimizden bu çabamızı, rızası için yapılmış bir Salih amel ve kardeşlerimiz için de faydalı bir çalışma kılmasını niyaz eder, son olarak da şu hususa dikkatleri çekmek isteriz:
Allah Subhanehu ve Teâlâ, Saff Suresi 13 ve 14. ayetlerde mealen şöyle buyurur:
Kendisini seveceğiniz bir şey daha var: Allah'tan bir zafer ve yakın bir fetih! Mü'minleri müjdele!
Ey iman edenler! Allah'ın (dininin) yardımcıları olun...
Allah iman edenlere, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin dedikten sonra, Allah'ın yardımcıları olun demektedir. Buna rağmen bizlerse oturduğumuz yerden Allah'ım Sen bizim ve dininin yardımcısı ol diye dualar etmekteyiz.
Allah kâfirleri bizim ellerimizle kahretmek istiyor; ama biz Allah'ım kâfirleri kahret demekteyiz.
Adeta; Musa'ya (aleyhisselam) Rabbinle Sen gidin savaşın, biz burada oturacağız diyen İsrailoğulları'na dönmüşüz; ama İsrailoğulları'nın kahrolmasını bekliyoruz.
Şunu asla unutmamalıyız ki;
إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ / Şüphesiz Allah fasık bir topluluğa hidayet etmez![17]
Sözümüzün sonu, âlemlerin Rabbine hamd etmektir.
Dipnot
[1]- İmam Muslim eserinde sadece Kitab isimleri kullanmıştır. Kullanımı kolaylaştırmak açısından bâb başlıkları daha sonraki ulemâ tarafından eklenmiş ve buna son halini İmam Nevevî vermiştir.
[2]- Râgıb el-Isfehânî, Ebul-Kâsım Huseyn b. Muhammed, el-Mufredât fî Ğarîbil-Kurân,(Müfredât-Kuran Kavramları Sözlüğü, Çev: Yusuf Türker), Pınar Yayınları, İstanbul, 2012, s. 348, 349
[3]- Buharî, Cihad, 15(25); Muslim, Emirlik, 42; Tirmizî, Cihadın Fazileti, 16(1646); İbn Mâce, Cihad, 13(2783)
Tirmizî bu hadisin hasen sahîh olduğunu ifade etmiştir. Tirmizînin bu kullanımına göre; hadisin hem hasen, hem de sahîh senedlerinin olduğu anlaşılır.
[4]- Ebû Dâvûd, Cihâd 17(2504); Nesâî, Cihâd, 1(3045); Dârimî, Cihad, 38(2436); Abdullah Aydınlı, Sünen-i Darimi Tercüme Ve Şerhi, Madve Yayınları, İstanbul, 1996, c. 5, s. 259; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları, İstanbul, 1988, c. 9, s. 486.
İbn Hıbbân, Hâkim, Nevevî ve Zehebî hadisin sahîh olduğunu söylemişlerdir.
[5]- Tirmizî, Cihadın Fazileti, 4(1625); Nesaî, Cihad, 45(3135)
Tirmizi bu hadis için hasen sahîhtir demiştir.
[6]- Ebû Dâvûd, Cihâd, 17
[7]- Buharî, Cihad, 1(1)
[8]- Ayrıntılı bilgi için bkz: İbn Kesîr, Ebul-Fida İsmail b. Ömer, Tefsîrul-Kurânil-Azîm (İbn Kesîr Tefsiri, Çev: Savaş Kocabaş), Polen Yayınları, İstanbul, 2011, c. 5, s. 221 vd.
[9]- Tirmizî, Fiten, 13(2174); İbn Mâce, Fiten, 20(4011); Ebû Dâvûd, Melâhim, 17(4344); Nesâî, Biat, 37(4138)
Tirmizî kendi rivayeti için hasen demektedir. Rivayet yollarının çokluğu sebebiyle hadis, sahih li-ğayrihî olmaktan uzak değildir.
[10]- Tirmizî, Cihadın Fazileti, 2(1621)
Tirmizî hadis için hasen sahihtir demiştir.
[11]- İbn Receb el-Hanbelî, Câmiul-Ulûm vel-Hikem(Hadislerle İlim ve Hikmet, Çev: Ali Kaya), Semerkand Yayınları, İstanbul, 2013, c. 2, s. 60
[12] - Tirmizî, Cihadın Fazileti, 17(1650)
[13]- Muslim, Cihad ve Siyer, 10(29); Buharî, Meğazi, 14(76)
[14]- Buharî, Cihad, 1(3)
[15]- İbn Hâcer, Şihâbuddîn Ebul-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî, el-Metâlibul-Âliye fî Zevâidil-Mesânidis-Semâniye(Çev: Adem Yerinde, H. İbrahim Kaçar), Ocak Yayıncılık, İstanbul, 2010, c. 2, s. 84 (Hadis No: 1595)
[16]- İbn Hâcer, age, c. 2, s. 256 (Hadis No: 1970)
[17]- Munafıkûn: 6