Sünnetin fıkıh ilmindeki önemini anlamak için Peygamberin vahyin dışındaki söz ve fiillerinin ümmet için bağlayıcı olup olmadığını anlamak gerekmektedir. Bu haberler mucizeleriyle ispatlanmış Resullerin haberidir. Bu yüzden peygamberin haberi iki şekilde değerlendirilir.
1-Lafzı da, manası da Allaha (c.c.) ait olan haberler ki; Kuran, İncil, Tevrat, Zebur gibi. Buna Vahyi Metluv (Tilavet olunan Vahiy) de denir.
2- Allah (c.c.) tarafından denetlenen Peygamberlerin bütün söz ve davranışlarıdır O kendi hevasından konuşmaz. O'nun söylediği vahy'den başkası değildir. (Necm,53/3-4 ) Buna Vahyi gayri Metluv (Tilavet olunmayan Vahiy) denir.
Peygamberlerin vahyin dışında bir fiil yapmaları mümkün değildir. Velev ki hata veya zelle sonucu böyle bir şeye meylettiklerinde:
Neredeyse Seni, Sana vahyettiğimizden fitneye düşürüp uzaklaştıracaklardı Ve eğer biz seni korumasaydık, Sen onlara meyledecektin. O zaman da biz, sana dünyanın da, ahretin de iki kat azabını tattırırdık... (İsra, 17/ 73-75)
Yüzünü ekşitti ve döndü. Ona ama geldi diye. Ne biliyorsun belki O temizlenecek. Veya öğüt alacak. Ama ihtiyaç duymayana gelince, Sen Onun sesine özeniyorsun Onun temizlenmesinden Sana ne! (Abese, 80/ 1-7)
Görüldüğü gibi Peygamberler her an denetlenmektedirler. Peygambere müdahale ediliyorlarsa, yaptıkları hata veya zelle kabilinden yanlıştır, fakat zıddı hükümdür. Eğer ki müdahale edilmiyorlarsa, Allah (c.c.)ın Onların yaptıkları ve söylediklerini desteklemesi ve rızası söz konusu olur ki buda vahyin diğer çeşidi olan Vahyi Gayri Metluvdur. (Tilavet olunmayan vahiy) Buda Peygamberlerin, Vahiy gelmeye başladıktan sonra bütün hayatlarının da Müslümanlar için şer-i bir ölçü olduğunu gösterir.
Allah (c.c.) Kuranda şöyle buyurmaktadır:
Allah'ın o şehir halkının (malından), Rasûlüne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen ganimet), artık Allah'ın, peygamberinin, ona yakınlığı olanların, yetimlerin ve yoksulların ve yolcularındır. (Bu) içinizden zengin olanların arasında elden ele dolaşan bir mal (servet) olmaması içindir. Ve resûl, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o taktirde ondan vazgeçin. Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, ikabı (azabı) şiddetli olandır. (Haşr, 59/ 7)
Âlimlerimiz Peygamberlere tabi olma hakkında şunları söylemişlerdir:
İbn Cüreyc dedi ki: Size bana itaat kabilinden olup getirdiği şeyleri siz de yerine getiriniz. Bana masiyet türünden olup size yasakladığı şeylerden siz de uzak durunuz.
el-Maverdî dedi ki: Bunun genel olarak Hz. Peygamberin bütün emir ve yasaklar hakkında yorumlandığı söylenmiştir. Çünkü o, ancak salah olan bir işi emreder ve ancak fesâd olan bir işi yasaklar.
İmam Kurtubi bu ayet hakkında tefsirinde şunları nakletmektedir:
Bu ayet-i kerime'nin Peygamberimizin bütün emir ve yasakları hakkında geçerli olduğuna dair Selef-i Sâlîhin'den rivayetler vardır:
Abdurrahman b. Zeyd dedi ki: İbn Mesud ihrama girmiş olduğu halde elbiselerini de giyinmiş olan birisi ile karşılaştı, ona: Bu elbiseleri üzerinden çıkar, dedi. Adam ona: Bu hususta bana yüce Allah'ın Kitabından bir âyet okuyabilir misin? dedi. O da: Evet dedi. "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının" buyruğunu okudu.
Abdullah b. Muhammed b. Harun el-Firyâbî dedi ki: Ben Şafiî (r.a.)'ı şöyle derken dinledim: Bana istediğiniz hususa dair soru sorunuz. Ben de size yüce Allah'ın Kitabından ve Peygamberimizin sünnetinden cevap vereyim. (el-Firyâbî) dedi ki: Ben ona şunu sordum: Allah halini ıslah etsin. Eşek arısı öldüren, ihramlı kimse hakkındaki görüşün nedir? Dedi ki: Rahman ve rahim Allah'ın adı ile. Yüce Allah buyurdu ki: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının." Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O, Abdu'l-Melik b. Umeyr'den, O, Rib'i b. Hirâş'dan, O, Huzeyfe b. el-Yeman'dan dedi ki: Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki: "Benden sonraki iki kişiye Ebu Bekir ve Ömer'e uyunuz." Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O, Mis'ar b, Kidâm'dan, O, Kays b, Müslim'den, O, Tarık b. Şihab'dan, O, Ömer b. el-Hattab (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Ömer eşek arısının öldürülmesini emretmiştir.
İlim adamlarımız der ki: Bu son derece güzel bir cevaptır. İhramlı iken eşek arısını öldürülmesinin caiz olduğuna fetva verdiği gibi, bu hususta Ömer'e uyduğunu ve Peygamber (s.a.s.)'in da ona uymayı emrettiğini, yüce Allah'ın da Peygamber (s.a.s.)'ın söylediklerini kabul etmeyi emir buyurduğunu açıklamaktadır, Buna göre eşek arısının ihramlıyken öldürülmesinin caiz oluşu Kitab ve Sünnetten çıkarılmış olmaktadır.
Vahiy Yönünden Sünnet
Şunu iyice belirtmek isteriz ki, sünnet hiç şüphesiz vahiy mahsulüdür. Hiç mümkün müdür ki, Kuran-ı Kerim vahiy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaaz edilen hükümlerin vahiy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allahın (c.c.) dini olmazdı. Hâlbuki sünnetin vahiyliğini ispatlayan birçok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.
1. Kuran-ı Kerimdeki deliller:
a- O kendi hevasından konuşmaz. Onun söylediği vahiyden başkası değildir. (Necm 53,/ 3-4 )
b- Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde: Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız (Ahzab, 33/ 34 ) buyurmaktadır.
Ayet-i Kerimeden anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı bir şeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka bir şey olması düşünülemez.
c- Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerini de öğrettik. (Nisa, 4/ 113 ) İkinci Ayet-i Kerimede ise, hikmet Kuran gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahiy edilmektedir.
d- Ey Peygamber (s.a.s.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kuran) toplanması ve okunması bize aittir. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir (Kıyame, 75/ 17-19 ) Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahiy yoluyla Kuran-ı Hz. Peygambere ilka ettirdikten sonra, yine o Kuranın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu vurgulamıştır. Böylelikle Kuranın beyanı olan sünnetinde vahiy yoluyla geldiği anlaşılmaktadır.
e- Biz sana, insanlar arasında Allahın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik (Nisa, 4/ 105 ) Yine bu Ayet-i Kerimede Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.s.)e gösterdiği şekilde hükmedebilsin diye gönderildiğini bildirirken Kuranı Kerime izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahiy mahsülü oluşunu gösterir.
f- Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allaha ve Rasulune havale ediniz (Nisa, 5/ 59 ) demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsulü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kuranın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafını çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kuranın vahyi ile yetinirdi.
g- Ve resûl, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o takdirde ondan vazgeçin. (Haşr, 59/ 7 )
2) Sünnetten deliller:
a) Resulullah (s.a.s.): Size Allah (c.c.)ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz1sözüyle Kuran ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü Sünnetin Kurandan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.
b) Hz. Peygamberin, Haberiniz olsun, bana Kuran ve onunla birlikte misli verildi2 demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kuranın mesabesinde olduğunu gösterir.
c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyyeden şöyle dediğini nakleder: Vahiy, Resulullaha (s.a.s.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de, ona Cebrail getirirdi3
d) Ebû Rafî (r.a.)den rivâyete göre, başkaları bu hadisi merfu olarak rivâyet ettiler şöyle demiştir: Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış durumda iken, bilmiyorum Allahın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken) bulmayayım.4
Mıkdam b. Madikerib (r.a.)den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: Dikkat edin! Sizden biriniz koltuğuna kurulduğu halde benden bir hadis kendisine ulaşacak ta o kimse şöyle diyecek: Bizimle sizin aranızda Allahın kitabı var. Bu kitapla neyi helal olarak bulursak onu helal sayar haram olan hususları da haram kabul ederiz. Gerçekten Allah Rasûlünün haram kıldığı bir şey Allahın haram kıldığı gibidir.5
e) Diğer bir rivayette ise, Cebrail Rasulullaha (s.a.s.), aynen Kuran-ı indirdiği gibi sünneti de indirdi ve ona Kuran-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi6
Hukuk ve Yasama Alanında Sünnet
Sünnet, hukuk ve yasama için, Allah'ın kitabından sonra ikinci kaynaktır. Bundan dolayı -şer" i hükümler için delil ve kaynak oluşu bakımından sünnet bahsinin bütün fıkıh usulü kitaplarında geniş bir yer kapladığını, bütün mezheplerin konuyu enine boyuna ele aldığını görmekteyiz. İmam Ahmed şöyle demiştir: "Sünnet, Kur'an'ı beyan edicidir ."7Bu hususta isabetli olan yaklaşım da budur. Çünkü sünnet bir yandan kitabı beyan ederken, diğer yandan Kitabın yörüngesinde döner ve ondan dışarı çıkmaz. İbadet ve muamelelerde fert, aile, toplum ve devlet için sünnetin bir yasama kaynağı oluşunda herhangi bir tartışma yoktur.
Nitekim İmam eş-Şevkânî şöyle demiştir: "Velhasıl, sünnetin hüccet oluşu, hükümlerin teşriînde müstakil oluşu, dini bir zarurettir ki, İslâm dininden nasibi olmayandan başka kimse buna muhalefet etmez."8
Hangi mezhep olursa olsun, fıkıh kitaplarını okuyan kişi fukahanın vardığı fıkhı sonuçlarda, kavli, fiili ve takriri sünnetle istidlallerde bulunduklarını görecektir. Hatta bu açıdan, fıkıh tarihinde Hadîs Ekolü ve Re'y Ekolü isimleriyle bilinen mezhepler arasında bile fark yoktur. Çünkü esas olarak sünnet, her iki tarafça da kabul edilmiştir. İhtilaf, hadîs kabul şartlarında ki ve onunla amel konusundaki ihtilaflarının bir sonucu olarak, ayrıntı ve uygulama ile ilgilidir.
Yusuf El-Kardavi Sünneti Anlamada Yöntem adlı kitabında konuyla ilgili şu bilgileri vermektedir:
Fukahanın hepsi hüküm verirken sünnete müracaat etmektedir. Burada şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Mezhebi ister yaşasın, ister tarihe karışsın, tâbi olunsun veya olunmasın, çeşitli ekollerden, farklı bölgelerden müslüman fakihlerin hepsi delil olarak sünneti almayı ve hükümlerde ona müracaat etmeyi; Allah'ın dininden vazgeçilmez bir parça olarak görüyorlar, onun emri dışına çıkamıyorlardı. Bu hususta Re'y ekolüne mensup olan ile hadîs ekolüne bağlı olanların durumu aynıydı.
Beyhakî, Osman ibn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam Malik'e gelip bir mesele sordu. Malik ona: 'Resûlullah şöyle şöyle buyurdu' dedi. Bu defa adam; 'Senin görüşün nedir?' deyince. Malik: 'O (Resûl)'nun emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin gelmesinden yahut acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.' (Nur, 63) ayetiyle cevap verdi." Yine Beyhakî'nin İbn Vehb'den rivayet ettiğine göre Malik şöyle demiştir: "Âlimlere 'Niçin böyle dedin' denilmesi önceki insanların sorduğu şeylerden değildi. Çünkü o zamanlar onlar, rivayetle yetiniyorlar ve ona razı oluyorlardı."
Yine Beyhakî, Yahya b. Durays'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Süfyan'ın yanındaydım, ona bir adam geldi ve dedi ki: 'Ebu Hanife'yi yadırgamıyor musun?' (Süfyan); 'Ne olmuş ona?' dedi. Adam; 'Onu şöyle derken işittim: (Herhangi bir hükmü) Önce Allah'ın kitabından alırım, eğer onda bulamazsam, Resûlullah'ın sünnetinden, Allah'ın kitabı ve Resulü'nün sünnetinde de bulamazsam O'nun ashabının görüşünü alırım. Onlardan ise dilediğiminkini alır, dilediğiminkini bırakırım. Yalnız onların sözünden başkasının sözüne bakmam. Amma iş, ibrahim eş-Şa'bi'nin, İbn Şîrîn, el-Ha-sen, Atâ ve İbn'l Müseyyeb'e (daha başka âlim isimleri de saydı) gelince onlar ictihad eden bir topluluktur ve onlar gibi ben de ictihad ederim."
Yine Rabi'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Şafii bir gün bir hadîs rivayet etmişti. Bir adam ona: 'Ey Ebu Abdillah, buhadîsi alıyor musun?' dedi. Bunun üzerine o: 'Ben ne zaman Resûlullah'tan (s.a.s.) sahih bir hadîs rivayet eder de onu almazsam, sizi şahit kılarım ki aklım gitmiştir."
Yine Rabi, Şafiî'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kitabımda Resûlullah'ın (s.a.s.) sünnetine aykırı bir şey bulduğunuzda, Resûlullah'ın (s.a.s.) sünnetini alıp-kabul ediniz ve benim söylediğimi terk ediniz."9
Kardavi, Hadîs ile Fıkhı birleştirmenin zarureti hakkında da şöyle demektedir:
Sünnet, fıkhın köklü bir kaynağı olunca, hadisçilerin fıkıh ilmini iyi bilmeleri gerektiği gibi, fakihlerin de hadîs ilminde derinleşmeleri gerekir. Kapatılması gereken ilmî açıklardan birisi, fıkıh ile uğraşanlarla, hadisle uğraşanlar arasındaki açıklıktır ki bu, benim uzun yıllardır üzerinde durduğum bir husustur. Çoğunlukla fıkıhla uğraşanlar, hadis ilminin dallarını iyi bilmezler; Özellikle cerh ve ta'dil ilmi ve râvileri sika veya zayıf sayma gibi hadîs ilmi dallarında derinleşmemişlerdir. Bunun içindir ki, hadîs sarrafları olan bu ilmin imamları yanında sabit olmayan hadîsler, bazen fıkıhçılar yanında rağbet görür. Buna rağmen onlara kitaplarında yer verirler ve ister helal veya haram, isterse vaciplik veya mübahlık derecesinde olsun verdikleri hükümlerde onları delil gösterirler. Dahası bazen kitaplarda zikredilen öyle hadîslerle delil gösteriyorlar ki bunların ne ipi var, ne halkası, ne aslı biliniyor, nede senedi!
Hadîsle uğraşanlar ise genelde, fıkıh ve usulünü bilmeyi, ondan hazinelerini ve inceliklerini çıkarabilme gücünü elde etmeyi ihmal ederek, imamların görüşlerine vakıf olmamakta, onların farklılık ve ihtilaf yollarını, ihtilaflarının sebeplerini, ictihadlarının çeşitliliğini iyi kavrayamamaktadırlar.10
Hâlbuki her grup, kendisindekini tamamlayabilmesi için diğerinin ilmine muhtaçtır. Fakihe hadîs gereklidir, çünkü fıkıh hükümlerinin çoğu sünnet ile sabittir. Hadisçiye de fıkıh gereklidir, ta ki taşıdığını kavrayabilsin, sadece nakilci olmasın veya onu manasından başka bir şekilde anlamasın. Bu durumu, geçmiş âlimlerimiz de anlamışlar ve onu ihmal edenleri şiddetle ayıplamışlardır. Hatta Süfyan ibn Uyeyne gibi bazı âlimlerden rivayet edilmektedir ki onlar şöyle demiştir: "Eğer yönetim bizim elimizde olsaydı, gerçekten fıkıhla uğraşmayan her hadîsçiyi ve hadîsle uğraşmayan her fıkıhçıyı hurma dalıyla döverdik."Ne gariptir ki hükümlerde zayıf hadîsle amel edilmeyeceği üzerine ittifak edilmesine rağmen, fıkıh kitaplarında birçok zayıf hadîs bulunmaktadır. Çoğunluk ise, zayıf hadîsleri, sadece faziletler, terğib ve terhibde kabul etmiştir.
Hadisçiler hadisleri bizlere aktaran ravilerin sağlamlığını veyahutta zayıflığını ortaya koyabilmek için çeşitli usuller geliştirirken, Fakihlerde metinleri doğru anlayıp hüküm çıkarabilmek için çeşitli usuller geliştirmişlerdir.
Bunlardan bazıları şunlardır: Esbabu Vurudil hadis: hadislerin söyleniş sebepleri - Zaman-ı Vurudil hadis: hadislerin söyleniş zamanı - Dirayetul hadis: metinlerdeki gizli hükümleri çıkarmak - Garibul hadis: hadislerde geçen ve azkullanılan garib lafızların manalarını araştırmak - İlelul hadis: hadis metinlerine karışmış kusurlu kelime ve manaları çıkarmak -Nasih ve Mensuh: yeni gelen bir hükmün önceki hükmü kaldırması - Müşkilul hadis: metindeki Kuran, Sünnet, İcma, Kıyas, Akıl, Tecrübe-i Nazar, Örf ve diğer umumi kaidelere aykırı manaları doğruya tevil etmek - Muhteliful hadis: birbirine zıt manaları olan hadislerdeki ihtilaf ve çelişkileri çözmek - Tefhimul Hadis: metindeki manaları tahkik ederek içindeki hükümleri hayata aktaracak hale getirmek -...vs gibi daha birçoklarını burada zikredemeyeceğimiz usul ve kaideler bulunmaktadır. Bunlara ulaşmak isteyenlerin muhtelif hadis ve fıkıh usulü kitaplarına müracaat etmelerini tavsiye ederiz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Peygamberimizin sözleri ve fiilleri bize eskilerin masalları şeklinde gelişi güzel ulaşmamıştır. Bilakis hadisleri bizlere Kuranı muhafaza edip ulaştıran peygamberin güzide öğrencileri Sahabe-i Kiram ve onların güzide öğrencileri tabiun tarafından tek tek tahlil, tahkik ve tenkitleri yapılarak özenle ulaştırmışlardır. Bizde onlara tabi olanlar olarak bu haberlere kuvvetlilik derecesine göre inanıyor ve gereği gibi amel ediyoruz. İşte Ehl-i Sünnet inancı budur. Tarih boyunca hadisler üzerinde şüpheler oluşturmaya çalışan batılı müsteşrikler ve onlara tabi olan yerli işbirlikçilerinin savundukları batıldır ve bizim onlarla alakamız yoktur. Bu aslında Kuranın üzerinde şüphe oluşturma projesidir. Eğer siz hadisleri bize yazıp nakledenler hakkında şüpheler oluşturmak suretiyle bir sefer bu güvenlik duvarını yıkarsanız, batıl ehli bu sefer hadisleri hıfzedip yazarak bize ulaştıran aynı Sahabe ve Tabiinin Kuranı da hıfzedip yazarak bize ulaştırdıkları için bu seferde Kuran üzerinde birtakım şüpheler oluşturmaya gayret edeceklerdir. Dolayısıyla Kuranı bize ulaştıran o güzide insanların rivayet ettiği hadisleri de kabul etmek Ehl-i Sünnetin itikadıdır. Doğru olan da budur, en iyisini bilen Allahtır.
Dipnot
1- Hâkim, Müstedrek, İmam Malik, Muvatta
2- Ebu Davud Hds:4604
3- Sünen-i Darimi
4- İbn Mâce, Mukaddime: 2; Ebû davud, Sünnet: 17 ,Tirmizi,İlim:2663
5- İbn Mâce, Mukaddime: 2; Dârimî, Mukaddime: 6, Tirmizi, İlim:2664
6- Suyutı El-Miftahul Cenne
7- İbni Abdilberr, Camiu Beyanil-ilm ve fadlih, C: 2
8- Şevkani , İrşadüL-Fuhul, Sf: 33,Mustafa El-Halebi baskısı
9- Yusuf El-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, Sf: 52-53
10- Yusuf El-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, Sf: 52-53