Ya da ‘meymenetli kimse’lerden olmak...
Merhamet, ‘rahmet’ kökünden türemiş bir kavramdır.1
Rahmette hem acıma duygusu, hem şefkat, hem de iyilik etme şuuru vardır. Bu özellik Allah (c.c.) için kullanıldığı zaman, ihsan ve lütûf; kullar için kullanıldığı zaman ise acıma, bağış ve kalp yumuşaklığı kasdedilir.
Rahmet ayrıca; esirgeme, sevgi gösterme, yardım etme, iyilikte bulunma, bağışlama, yani vicdanlı olmak gibi anlamlara gelir. Merhamet, sıradan bir acıma duygusu değil, bununla birlikte diğerinin ihtiyacını bilip onu karşılamak, ona elinden geldiği kadar iyilik etmektir. Bu duygu, şefkat ve acıma ile başlar, yardım ve nimet vermekle sonuçlanır.
Türkçede ‘rahmet’ kelimesi daha çok Allah’ın merhametle muamele etmesi, bağışlaması ve acıması anlamında kullanılıyor. (Allah ona rahmet eylesin gibi.) Ancak, rahmetin kapsadığı bütün manalar ‘merhamet’ kelimesine de yüklenmiştir. Bir kimse hakkında, ‘rahmetli adam’ denilirse; bununla o adamın öldüğü ve Allah’ın Rahîm sıfatına kavuştuğu veya o kimse için rahmet isteği anlatılmış olur.
Bir kimse hakkında da ‘merhametli kimse’ denilmesi ise, o kimsenin acıma ve şefkat duygusuna sahip olduğu ve bunun sonucunda iyilik yaptığı, sevdiği ve ilgi gösterdiği ifade edilmiş olur.
‘Rahm’ kökünden türeyen, ‘Rahman’, ‘Rahîm’, ‘rahme’, ‘erham’, ‘istirham’, ‘ana rahmi’, ‘sıla-i rahim’ ve Türkçede daha sık kullanılan ‘merhamet’ kelimelerinin hepsinde de acıma, şefkat etme, koruma, ihsanda (iyilikte) bulunma anlamları vardır.
İlginçtir, insanın dünyaya gelmeden önceki cenin-bebek hayatının geçtiği barınağa, mekana da ‘rahim’ deniliyor. Çünkü ana rahmi ‘tohum-cenin-bebek’ olan bu varlığı korur, sarıp sarmalar, ihtiyacını giderir, iyilikte bulunur.
İslâm’da akrabalık açısında önemsenen bir ibadet olan ‘sıla-i rahîm’; akrabalara (yakınlara) gösterilen merhamet, ilgi, sevgi ve iyilik/ihsanda bulunma ahlâkıdır. Mü’min bu duyguyla ve anlayışla, akrabalarıyla ilişkiyi sürdürür, onlarla ilgilenir, onlara destek olur, onlara şefkat eder. İhtiyaçları varsa, kendisinin de gücü yetiyorsa yardım eder, ihsanda bulunur.
Merhamet, insanları canlı veya cansız mahlukâta da iyilik etmeye, yardım etmeye yönelten bir duygudur. Bu da ya fıtrattan yani yaratılıştan -çünkü Allah insanı bu kıvamda yaratır-, ya da iman gücünden gelir.
Rahmet kavramı; sevgi, aşk, şefkat, acıma, rikkat (incelik), müşfiklik, ihsan ve nimet verme, başkasını da hesab katma, empati yapma gibi merhametle ilgili bütün unsurları içerisine alır. Bu bakımdan Allah’ın kullar hakkında en çok işleyen ve en belirgin özelliği ‘rahmet’tir. Allah’ın (c.c.) gazap etmesi veya cezaya çarptırması bir şarta bağlı iken -yani insanlar inkârcı ve aşırı isyancı olurlarsa-, rahmet sıfatı bir şarta bağlı değildir.
Allah’ın rahmeti bütün yaratıklar hakkında geneldir ve varlıklarla ilişkisi temamen ‘rahmet’ bağı iledir. O er-Rahman ve er-Rahîm’dir. Allah (c.c.) merhamet edenlerin en merhametlisidir. Kur’an bunu, “erhamu’r-rahimîn” şeklinde ifade etmektedir.2
Bu ifade Allah’tan başka da merhametli varlıkların olduğunu gösterir. O (c.c.) rahmet sıfatının bir tecellisi (yansıması) olarak kâinatı düzenlemiş, içindeki varlıkları çeşit çeşit yaratmış, her birine ayrı özellikler vermiş, her birinin ihtiyacını karşılamış, her birine acıma ve şefkat anlayışı vermiştir.
er-Rahman, merhameti çok ve sonsuz, rahmetiyle nimet veren anlamındadır ve yalnızca Allah için kullanılır. er-Rahîm sıfatı ise hem Allah için, hem de diğer insanlar için kullanılabilir. Çünkü ‘rahîm’ sıfatı belli bir rahmeti, varlıklar arasında, onların durumlarına göre gerçekleşen bir merhameti ifade etmektedir.
Allah’a iman eden, her işine er-Rahman ve er-Rahîm olan Allah’ın adıyla (Besme ile) başlayan, her rek’at namazda er-Rahman ve er-Rahîm isimlerinin geçtiği Fatiha’yı okuyan mü’min merhametli olur. O isimlerin tecellileri müslümanın üzerinde, hayatının her alanında, varlıklarla olan ilişklerinde açık bir şekilde görülür.
Şüphesiz ki merhametin asıl kaynağı Allah’tır. O kendisini Kur’an’da er-Rahman ve er-Rahîm olarak, yani sonsuz ve mutlak merhamet sahibi olarak tanıtıyor.3
Hz. Musa'nın kavminden seçtiği yetmiş ileri gelen dualarında; “Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik” deyince Allah (c.c.) onlara şöyle bildirdi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 7/156)
Rahmet O’nun Rab olmasının bir gereğidir. “De ki: “Kime aittir göklerde ve yerde olan her şey?” De ki: “Rahmeti ve şefkati kendisine ilke edinen Allah'a”...” (En’am 6/12. Bir benzeri: En'am 6/54)
“Allah, rahmeti kendi üzerine yazdı-ketebe 'ala nefsihi rahmeh” ibaresi Kur'an'da iki yerde geçmektedir. Her iki örnekte de rahmet Allah ile bağlantılı olarak kullanıldı. Diğer ilâhi sıfatların hiç biri bu şekilde tanımlanmamıştır.4
Bunu Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah'a nisbetle söylediği bir hadisinde şöyle açıklıyor. "Allah mahlûkatı yarattığı zaman, kendi katında Arş’ın üstünde bulunan kitabına “Rahmetim gazabıma galebe etti” diye yazmıştır.”5
Allah (c.c.) insanlara hidâyet, beyyinât (açıklayıcı) olarak gönderdiği Kur’an’ı da ‘rahmet olarak niteliyor.” (Nahl 16/89. En’am 6/157)
Yaratıklardaki merhamet Allah’ın er-Rahman ve er-Rahîm isimlerinin onlar üzerindeki tecellisidir. Zira Allah (c.c.) kendine ait bazı isim ve sıfatlarından az bir kısmını yaratıklara, özelde insana da vermektedir.
Konuşma, işitme, görme, bilme, güç ve kuvvet, irade, yapma, acıma ve yardım etme gibi merhamet de Allah'ın canlılara bahşettiği müstesna bir özelliktir.
Sonsuz merhametli ve ihsan sahibi olan Allah’ın gönderdiği peygamberler, özellikle de “âlemlere rahmet için gönderilen” son Peygamber (s.a.s.) (Enbiyâ 21/107) mü’minlere karşı gayet merhametlidir. (Tevbe 9/128)
O güzel Elçi kendini şöyle niteliyor:“Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak rahmet olarak gönderildim.”6
Sonsuz rahmet sahibi Allah’a ve O’nun rahmet Peygamberi’ne inanan mü’minler de, onlara inandıklarından dolayı ‘merhamet’ sahibi olurlar. Allah’a imanın bir sonucu olarak mü’min, inandığı Rabbinin Rahmet sıfatını tanır, o sıfatın güzelliğini öğrenir ve rahmet ile muamele yapmaya çalışır.
Nitekim Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) terbiyesinde, güzel insanlar olarak yetişen sahabelerin kendi aralarında son derece merhametli oldukları haber veriliyor. (Fetih 48/29)
Merhametli (yani vicdanlı) olmak hem Allah’a ve Peygamber’e itaat ediyorum, onları seviyorum iddiasını gereğidir, hem de imanın gereğidir.
Peygamber (s.a.s.)’de mü’minlere merhametli olmayı tavsiye etmektedir. Çünkü rahmetle davranma her türlü güzelliğin, sevginin, barışın, adaletin ve haklara saygının vaz geçilmez şartıdır. Rahmet duygusu taşımayan kimseler; insafsız, aç gözlü, nankör, katı yürekli, iyilikbilmez ve zalim olur.
Akra’ b. Hâbis Hz. Peygamber’i (s.a.s.) torunu Hasan’ı öperken görünce: “Benim on çocuğum var onlardan birini bile öpmedim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu.”7
“... Bu, Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği merhamettir ve Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder.8
Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamberimizin (s.a.s.) şöyle buyurduğunu anlatıyor:
“Allah (c.c.), merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Sizler yeryüzündekilere merhametli olun ki, göktekiler de size rahmet etsinler… Rahim (akrabalık bağı) Rahmandan bir bağdır. Kim onu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar. Kim onu koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.”9
Merhamet duygusu, insan haklarının, güzel ahlâkın, insanlararası güzel ilişkilerin, barış ve güvenin en önemli teminatıdır.
Merhamet ve rahmet duygusu, muhtaç durumda olanı ve sıkıntıya düşeni o durumdan kurtarmayı ve onun yerine ona iyilik etmeyi, nimet vermeyi hedef alan acıma duygularıdır. Bu duygu öncelikli olarak acıma ve şefkat şeklinde başlar, sonunda güzel bir etkilenme olarak iyilik etme ve ni’met verme arzusuyla bitebilir.
Merhamet kelimesi Kur’an’da, bir âyette (Beled 90/16) yer almaktadır.
“Ona iki göz vermedik mi? Dahası bir dil ve iki dudak? Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunu da göstermedik mi? Fakat o, (ucunda cennet olan) sarp yokuşu tırmanmak için hiç bir bedel ödemedi. Bilir misin nedir o sarp yokuş? Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtarmaktır. Veya açlık gününde (muhtaçları) doyurmaktır. (Mesela) yakını olan bir yetimi, ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü...
Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine sabrı ve merhameti (vicdanlı olmayı) tavsiye etmektir.
İşte böyleleri ‘meymene’ sahipleridir.” (Beled 90/8-17)
Buradaki ‘meymene’, sağ anlamındaki ‘yemin’den gelir. Yemin; ‘sağ taraf, bereket, uğur, müjde, hayır ve güç’ manalarında kullanılır.
Cennetlikler ‘ashabu’l-yemîn’dir. Yani onlara cennet müjdesi veya amel defterleri sağ taraflarından verilecek.10
‘Yemin’, hem ‘sağ’ hem de ‘söz’dür. Mecazen ‘sağduyu’yu yani vicdanı da ifade eder.11
Öyleyse ‘meymene’yi, amel defterleri şeklinde açıklamak mümküm olduğu gibi, vicdan sahipleri olarak da anlamak mümkün.
Onlar yukarıdaki âyetlerde sayıldığı yoksula yardım eden, yetimi gözetip kollayan, çağdaş ve çağdışı, modern veya klasik, paralı veya meccanen her türlü köleliğe karşı mücadele eden, Allah’ın dışındaki varlıklara kulluk anlaşyışına direnen kimselerdir.
Onlar birbirlerine bu gibi faaliyetler için gereken tavsiyeyi yaparlar. Birbirlerine merhametli olmayı öğütlerler. İnsanlar arasında merhamet yaygınlaşsın, merhamet ahlâkı çoğalsın diye çaba gösterirler. Merhameti tavsiye aynı zamanda merhameti fiilen yaşamaktır. Merhametli olup insanlara bu konuda örnek olmaktır. Meymenet sahipleri çevrelerine merhameti yaşayarak, merhametli olarak, bizzat göstererek tavsiye ederler.
Onlar merhametli kimseleri onura ederler, çocuklara öncelikle merhamet etmeyi öğretirler. Onların kafa yapılarında merhamet şuuru olduğu gibi, davranışlarına yön veren saik merhamat anlayışıdır. İşte bunlar ‘meymenet’ sahipleridir.
Meymenet; iyi nitelik, uğur, hayır ve bereket demektir.12
(Bizim yörede faydasız işlere, işe yaramaz adamlara, hayırsız çocuklara ‘meymenetsiz’ derler.)
İman edenler esirgeyip korumayı, herkese ve her şeye karşı şefkati ve acımayı bilirler. Hayatlarında bu yüce ve her durumda olumlu sonuçları olan ahlâkı uygularlar.
İman edenler inanırlar ki, yer ve gökler Allah’ın merhametinin eseri olarak ayakta durmaktadır. Anneler merhamet sıfatıyla annedir. Merhamet duygusu olmasaydı çocukların ağır yükü zor çekilirdi. Babalar da öyle. İnsana hizmet sunan pek çok meslek de merhametle yerine getirilir.
İnsan merhamet duygusuyla herkes ederse, bunun sonucu olarak başkalarına iyilik eder, yardımda bulunur, canlı cansız varlıkları korur, gözetir. Adaleti yerine getirir, insanlara ve yaratıklara haklarını verir. Gizli de ve açıkta kimseye ve hiç bir şeye acımasızca kötülük etmez, zarar vermeye kalkışmaz.
Merhamet sahibi olanlar, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, sakatlara, fakirlere, yetimlere, hastalara, zayıflara, mazlumlara acırlar; ihsanda bulunurlar, yani gereken yardımı yaparlar, hak arayanlara yardımcı olurlar, ekmeklerini başkalarıyla bölüşürler. Öncelikle kendilerine başkalarının gözyaşlarını akıtmazlar. Kimsenin yüreğine kor ateş düşürmezler. Akan gözyaşlarını ellerindeki imkânlarla, şartlara göre silmeye çalışırlar.
Ama katı yürekliler böyle değillerdir. Zalimler ve hak yiyiciler, yani kalbinde merhameti körletenler bunun tam tersini yaparlar.
Onlar her şeyi kendileri için isterler. Kendi çıkarları için başkalarına zarar vermekten çekinmezler. Tabiatı (çevreyi) tahrip ederler, karada ve denizde fesat çıkarırlar. Hatta onlar, çıkarları için bütün dünyayı başkaları için yaşanmaz hale getirirler. Düşman ve hasım bildiklerine eziyet ve işkence ederler, zulmederler, yerlerinden yurtlarından göç etmelerine sebep olurlar. Varlıklarını, imkânlarını, mallarını ellerinden haksızca alırlar. Hatta acımasızca öldürürler, katliam yaparlar.
Bütün haksızlıkların, zulüm ve işkancelerin kaynağı merhametsizliktir. Katı yürekli, taş kalpli, çıkarcı, gözleri yaşarmayan, başkasına eziyet etmekten zevk alan, acımasız ve ihsanda bulunmayan insanların yaşadığı dünya ne kötü bir yerdir.
Kalplerde merhamet anlayışı çoğaldığı müddetçe güçsüzler ve mazlumlar azalır, zayıf kimseler daha çok ilgi görürler, tabiat ve çevre daha güzel olur.
Merhameti olmayanda meymenet de yoktur. Böyleleri yarın hesap gününde ceza haberlerini/kitaplarını sol taraflarından alacaklar. Bunlar ‘meş’um’ insanlardır.
Kur’an bunları şöyle anlatıyor:
“Âyetlerimizi tanımayanlar ise (kitabı solundan verilen) uğursuz/bereketsiz kişilerdir. (Beled/19-20)
Meş’um; uğursuz, kötü demektir.13 Meymenetsiz, meş’um kimseler merhameti olmayan, merhameti tavsiye etmeyen, insanlar rasında merhameti yaygınlaştırmak için çaba göstermeyen katı vicdanlı adamlardır.
Bunların çok olduğu toplumlarda maalesef hak ihlalleri, suçlar, saldırılar, haksızlıklar, hatta savaşlar olur. Bunların eline imkan geçince başkalarına bulunanlara eziyet ederler, zulüm ve işkence yaparlar. Hakları sahiplerine vermezler, adaletten saparlar.
Çünkü onlar ‘meymenet sahibi’ yani vicdanlı insanlar değil, vicdanları körelmiş, merhametsiz, bedbaht, gaddar, zalim, hodbin, çıkarcı, bencil (egoist) kimselerdir.
Merhametten yoksun insanların, dünyanın her yerinde neler yaptıklarını, nice haksızlıklara imza attıklarını, insanlara hayatı nasıl zehir ettiklerini görüyoruz.
Son Söz
Mü’minler, tıpkı ana gibi şefkatli, anaların yavrularına taşıdıkları rahmet duygusu gibi duygulu; bütün insanlara, hayvanlara ve tabiata karşı merhametli olmalıdırlar.
Müslümanların yaşadığı yerlerde zulüm, insan hakları ihlâlleri, terör ve katliam, tabiatın tahribi anlamına gelen çevre kirliliği olmamalı. Çünkü İslâm’ın öngördüğü rahmet ahlâkı her şeye merhamet etmeyi, her şeyin hakkını gözetmeyi onlara öğretir.
Çünkü acıma, şefkat ve merhamet, ilgi gösterme ve koruma, iyilik etme ve darda kalana yardım, hakkı elinden alınana merhamet ve onu zorluktan kurtarma, ihsanda bulunma ve haklara saygı, başkasına zarar vermemek müslümanın en başta gelen ahlâk ilkelerdir.
Vicdanı olanların (merhametlilerin) sayısının artması temennimizdir.
Ve tabi ki merhametin nâmütehâni (bitmeyen) çağrısı hâlâ devam ediyor.
Dipnot
1- el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 279
2- Bakınız: A’raf 7/151. Yûsuf 12/64, 92. Enbiyâ 21/83. Aynı ifade bir hadiste de geçiyor: Buhârî, Edebü’l-Müfred, no: 137
3- Bakınız: Fatiha 1/2. Bakara 2/163. Tâhâ 20/90. Haşr 59/22 v.d.
4- Esed, M. Kur'an Mesajı, 1/225
5- Buhârî, Tevhid/15 no: 7404, 22 no: 7422, 28 no: 7453, 55 no: 7553, Bed’u’l-halk/1 no: 3194. Tirmizî, Deavât/109 no: 3543. İbni Mâce Zihd/35 no: 4295. Müslim, Tevbe 14-16/5 no: 6969-6971
6- Müslim, Birr 87/24 no: 6613
7- Müslim, Fedâil/15 no: 2319
8- Müslim, Cenâiz11/6 no: 2135. Buhârî, Cenaiz/32 no: 1284, Merdâ/9 no: 5655, Eyman/9 no: 6655, Tevhid/2 no: 7377, 25 no: 7448
9- Ebu Dâvûd, Edeb/58 no: 4941. Tirmizî, Birr/16 no: 1924
10- Vâkıa 56/27, 38, 90, 91. Müdessir 74/39. İnşikâk 84/7-8
11- İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/1260
12- Türkçe Sözlük, s: 1019
13- Türkçe Sözlük, s: 1014