Şehadetinin 50. Yılında Seyyid Kutub'u Anarken
29 Ağustos 2016, çağımızın büyük bir fikir ve mücadele önderi olan Seyyid Kutub'un şehadetinin ellinci yıl dönümüydü. Bu münasebetle ondan söz eden muhtelif yazılar yazıldı. Çeşitli sosyal etkinlikler düzenlendi. Onun hayatı ve mücadelesi yeniden değişik yönleriyle gündeme getirildi. Biz de bu vesileyle bu ayki yazımızda ondan söz etmek, hayatı ve mücadelesiyle ilgili bazı tespitlerimizi değerli okuyucularımızın ilgisine sunmak istiyoruz.
Hayatından Bazı Notlar
1906'da Mısır'ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen bugün Suudi Arabistan olarak bilinen ancak tarihte Arabistan olarak tanımlanan beldedendir. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan'dan Mısır'a göç etmiş ve burada çiftçilik yapmıştı. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Annesine ithaf ettiği "Kur'an-ı Kerim'de Edebi Tasvir" adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı olduğundan söz eder.
Annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur'an'ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub'a ithaf ettiği "Kur'an'da Kıyamet Sahneleri" adlı eserinde şöyle der: "Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti."
İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesi'nde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru'l-Ulum Fakültesi'ni bitirdi. 1933'te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde "Yeni Fikir" adlı bir dergi çıkardı. 1941'de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Bakanlığı tarafından ABD'ye gönderildi. Aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler'le ilişkiye girdi. 1945'te Amerika'dan döndükten bir süre sonra da bu cemaate katıldı.
Bir dönem o vaktin fikri yönlendirmelerinin etkisinde kalarak sosyalizme yöneldi. Fakat bu, dini ve inancı terk ederek ateizme değil sosyalist ideolojiye yönelmeydi. Bununla birlikte o dönemini cahiliye olarak isimlendirir. Bu dönemde "Dikenler", "Köyden Bir Çocuk" ve "Sihirli Şehir" adlı üç romanı yayınlandı.
Sonrasında tamamen bu tür fikirlerden sıyrılarak hayatı bütünüyle Kur'an-ı Kerim'e göre şekillendirmeyi ideal edindiği İslâmî düşünceyi benimsedi. Bunu da cahiliyeden hidayete erme olarak tanımlar. Sonrasında şehadetine kadar bu çizgi üzerinde kaldı. Biz Allah'ın izniyle bu çizgi üzere kalmasından dolayı zulmen idam edildiği için şehit olduğuna inanıyor ve şehadetini Yüce Allah'ın da kabul etmesini diliyoruz. Elbette esas olan Allah'ın hükmü ve yaptıklarımızın Allah katında geçerli olmasıdır.
Zindan Gözünü Korkutamadı
Şeyhulislam Ahmed ibnu Teymiyye hapse atılırken şöyle demişti: "Düşmanlarım bana ne yapabilir? Ben cennetimi kalbimde, bahçemi göğsümde taşıyorum. Nereye götürülsem onlar benimle beraberdir. Hapsedilmem halvet, öldürülmem şehâdet ve memleketimden sürülmem ise seyahattir."
Seyyid Kutub da bu kararlılığa sahip bir mücadele adamıydı. O yüzden zulüm rejiminin baskıları, şiddeti ve zindana atması onun gözünü korkutamadı. Verdiği mücadeleden bir adım bile geri atmadı.
1954'te tutuklanıp askeri hapishaneye kondu. Hapiste korkunç işkencelere maruz kaldı. Mahkeme onu 15 yıl hapse çarptırdı. On yıl hapiste kaldıktan sonra sağlık durumunun kötüleşmesinden dolayı ev hapsine mahkûm edilmesi şartıyla zindandan çıkarıldı. Fakat yaklaşık bir yıl sonra 1965'te "Yoldaki İşaretler" adlı eserinden dolayı yeniden tutuklandı. Cellatlar bu ikinci tutuklanma ve yargı sürecinde de kendisine çok korkunç işkenceler yaptılar. Bu işkenceler içinde çok susuz kaldığı sırada önüne su koyup içmesine fırsat vermeme gibi son derece ürkütücü psikolojik işkenceler de vardı. Bazen yakın akrabalarını getirip onlara gözleri önünde işkence ederek Seyyid Kutub'a da psikolojik işkence yapıyorlardı.
Tüm korkunç işkencelere rağmen onu davasından vazgeçirememeleri üzerine de idama mahkûm ettiler.
Zalimlerden Özür Dilememesi
Seyyid Kutub'u hapse atarak korkunç işkenceler yapan Abdünnasır cuntası bazen onunla pazarlıklara da girişti. Bunların en meşhuru ise kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla gönderdikleri mesaj olmuştu.
Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şöyle bir öneri göndermişlerdi: "Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır." Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. O yüzden teklifi kendisine iletti. Fakat Seyyid Kutub'un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: "Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer bâtılın zulmüne kurban gidiyorsam, bâtıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!.."
Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam âleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur.
Bir İlim ve Dava Önderi Olarak Seyyid Kutub
Seyyid Kutub hem bir ilim adamı, ilim irfanda önder hem de bir dava ve hareket önderiydi. Hem İslâmî ilimler hem de gelişmekte olan çağdaş ilimler özellikle de edebiyat ve sosyoloji üzerine tahsil gördü. ABD'ye giderek Batılıların ilimlerini bir bakıma kendilerinden ve kendi evlerinde öğrendi. Bu vesileyle aynı zamanda Batı dünyasını, onların anlayışlarını, çizgilerini yakından tanıma fırsatı buldu.
Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu. Fakat sadece ezberlemekle yetinmeyip gereği gibi anlamak, başkalarına da anlatacak kadar derinliğine ulaşmak için büyük çaba gösterdi. Geleneksel medreselerde de okuyarak yüz yılların birikimi olan ilmî mirası tahsil etmeye çalıştı.
Bununla birlikte kendini sadece kitaplara kapatmadı. Öğrendiklerini toplumun bütün kesimlerine taşımak, onları bilgilendirmek ve ilmi bir aksiyona çevirmek için çalıştı. Bu mücadelesinden dolayı yaşadığı dönemin tağutî rejimi tarafından zulüm gördü. Ama o yine de çalışmalarını aksatmadı. On yıl hapiste kaldıktan sonra geçici bir süre için ev hapsine maruz bırakıldığı dönemde de sağlık durumunun iyi olmamasına rağmen sesini kendini duyanlara, dinleyenlere ve mesajlarını alabilenlere duyurmak için çalışmalar yaptı.
İlmî Mirasıyla Seyyid Kutub
Kutub ardından büyük bir ilmî miras bıraktı. Bu mirasından çeşitli şekillerde yararlanılıyor. Fakat onun en çok tanınan ve ismiyle özdeşleşen en önemli eseri Fi Zilali'l-Kur'an (Kur'an'ın Gölgesinde) adlı tefsiridir.
Bu kitabı Arapçadan başka birçok dile ve bu arada Türkçeye de tercüme edilerek çok sayıda baskısı yapıldı. Bu eseri onun yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'i anlama ve anlatma konusunda ilmi derinliğini, kendisine lütfedilen üstün kabiliyet ve yeteneği ortaya koymaktadır. Onun bu eseri şer'i ilimlerde birikimi olmadığı iddiasını da tamamen geçersiz kılmaktadır. Çünkü bu tefsirinde, kendisinden önce yazılmış tefsirlerin birçoğunu tetkik ettiği, onlardan öncelikli ve okuyucu için önemli gördüğü tespitleri, yani Kur'an-ı Kerim'i anlama ve açıklama konusunda oluşmuş ilmî birikimi mükemmel bir şekilde değerlendirdiği görülür.
Ancak o kendisini zirveye taşıyan bu tefsirinin yanı sıra birçok ilmî ve fikri eser de yazmıştır. Hem İslâm âlemini hem de Batıyı iyi tanıyan biri olduğu için her iki tarafın birikimlerini de değerlendirmiştir. Fakat hükmünü ve tavrını ortaya koyma konusunda çizgisi her zaman Yüce Kur'an çizgisi olmuştur.
Seyyid Kutub'a Yöneltilen Eleştiriler
Seyyid Kutub'un da bir beşer olduğunu, hatadan masûm ve eleştirilemez olmadığını kabul etmeliyiz. Fakat eleştiriyi dört kategoride değerlendirmek gerekir. Birincisi bir kimsenin yanıldığı kesin olan hatalarından dolayı eleştirilmesidir. Bu haklı bir eleştiridir. Ama yanılması her zaman kasıtlı olmaz bazen bir hususu eksik bilmesinden kaynaklanabilir. İkincisi kişiye göre değişen yaklaşımlardan dolayı birinin kendi görüşünü ve tercihini esas alarak başkasının yanıldığını ileri sürmesidir. Bu da normal bir eleştiridir. Ama kimse tercihe açık bu tür görüş farklılıklarından dolayı mahkûm edilemez sadece eleştirilebilir. Üçüncüsü sözlerin veya fiillerin maksadı dışına çekilmesi, çarpıtılması suretiyle yapılan eleştiridir. Bu türden olanlar art niyetli ve haksızdır. Dördüncüsü ise bir kimsenin yapmadığı iş veya söylemediği söz yüzünden iftiraya maruz bırakılarak eleştirilmesidir. Bu türden olanlar da haksız eleştiridir ve aynı zamanda zalimcedir.
Moğollara karşı başı dik durmasından dolayı zindanlara mahkûm edilen ve haksız eleştirilere maruz kalan Şeyhulislâm Ahmed ibnu Teymiyye gibi Seyyid Kutub da gerek sözlerinin çarpıtılması ve gerekse kendisine iftira atılması suretiyle haksız eleştirilere maruz bırakılmıştır.
Kutub'a yöneltilen eleştirilerin üzücü olan yanı da son derece haksız ve insaf sınırlarını iyice aşan türden olmasıdır. Bu eleştirilerin çoğu asılsız iddialara veya ifadeleri zorlayan çarpık yorumlara dayanır. Bu haksız ve insafsız eleştiriler özellikle bazı gençlerimizin Seyyid Kutub'dan uzak durmalarına yol açıyor dolayısıyla oldukça önemli bir ilim ve fikir mirası bırakmış o değerli insandan yararlanamıyorlar.
Türkiye'de ümmet bilincinden yoksun ve birtakım taassuplar içinde olan bazı kişiler insanları ondan soğutmak amacıyla çeşitli iddialar ortaya atmışlardır. Bu gibilerin işi insanları, sade ve temiz kaynaklardan uzak tutabilmek için o kaynakların zehirli olduğu söylentileri yaymaktır. Kendileri alternatif kaynaklar ortaya koyamazlar. İnsanların o kaynaklara olan ihtiyaçlarını gidermek amacıyla da Yüce Allah'ın: "Ne semirtir, ne de açlığı giderir" (Gaşiye, 88/7) dediği türden, insanlara bir şey vermeyen ya da asıl kendisi zehirli olan birtakım ürünler sunarlar. Zehirli olduğunu ileri sürdükleri kaynaklar hakkında ise hiçbir test yapma, tanıma, gerçekten zehirli mi yoksa besleyici mi olduğunu araştırma ihtiyacı bile duymazlar. İşte insanlarımızın asıl bu gibiler karşısında duyarlı, onların o zehirleyici dedikodularına karşı uyanık olmaları gerekir.
Müslüman Kardeşler'den Ayrıldığı İddiası
Kutub hakkında konuşulan asılsız iddialardan biri de onun son döneminde Müslüman Kardeşler'den ayrıldığı iddiasıdır. Bu aslında kendileri bu cemaate soğuk bakarken Seyyid Kutub'u reddetmekten çekinen bazı kesimlerin kendilerini haklı çıkarmak amacıyla ileri sürdükleri bir iddiadır.
Varlığı ispat edilmiş bir şeyin yok olduğunun ileri sürülmesi için yok olduğunun kesin delille ispatı gerekir. Yok olduğu, şüpheye binaen iddia edilemez. Bu, mantığın bir kuralı ve fıkıhta hüküm çıkarmanın ana kurallarından biridir.
Seyyid Kutub'un Müslüman Kardeşler'e intisap ettiği kesin delillerle sabittir. Son döneminde bu cemaati terk ettiği iddiası ise asılsız iddialara veya cemaat içinde bazı kişilerin ona yönelttikleri eleştirileri esas alan geçersiz şüphelere dayandırılır. Fakat asıl gerçek bunun tersini söylüyor.
Seyyid Kutub'un kız kardeşi Hamide Kutub'un bildirdiğine göre, Üstad şehadetinden kısa bir süre önce ona şöyle demiştir: "Şayet Hasan Hudeybi'yi (İhvan'ın o zamanki genel mürşidi) görürsen benden ona selam söyle ve kendisine, onun zarar görmemesi için insanın tahammül edebileceği bütün zorluklara tahammül ettiğimi belirt." (Salah Abdulfettah Halidi, "Seyyid Kutub mine'l-Milad ile'l-İstişhad - Doğumundan Şehadetine Seyyid Kutub" sh.474) Ayrıca yine hapishanede kendisine idam kararı haberi ulaşınca şöyle demişti: "Allah'a hamd olsun on beş yıldır şehadete ulaşmak için çalışıyorum. (O zaman İhvan'a katılmasının on beşinci yılıydı.) " (A.e. sh. 473) Yani o Müslüman Kardeşler'in saflarında verdiği mücadelenin tümünü bir bütün olarak değerlendirmiş ve şehadete ulaşmak için çalıştığı dönem olarak nitelemiştir. Cemaatten ayrıldığını ima edecek bir söz dahi sarf etmemiştir. Bütün bunlar da gösteriyor ki o, şehadetine kadar Müslüman Kardeşler'de kalmıştır. Şehadetinden önce bu cemaati terk ettiğine dair hiçbir delil yoktur.
Bu arada şunu da hatırlatalım ki, Müslüman Kardeşler, Seyyid Kutub'u sağlığında bağırlarına bastıkları gibi şehit edilmesinden sonra da fikirlerinin bayraktarlığını yapmış, asla onun düşüncelerinin yayılmasını önlemeyi amaçlayan bir tavır içine girmemişlerdir.
Cemaat içinde de Seyyid Kutub geçmişte olduğu gibi sevilmekte, kitapları tavsiye edilmekte, tefsiri eğitim programlarında okutulmakta ve davasına her zaman olduğu gibi sahip çıkılmaktadır.
Seyyid Kutub'u Doğru Anlamak
Kutub'un düşüncesi Kur'an merkezlidir. Kur'an-ı Kerim'i ölçü onu bize tebliğ eden Peygamber (s.a.s.)'i de örnek olarak kabul etmek gerektiğini insanlara anlatmaya çalıştı. Dolayısıyla onun kendisi veya fikirleri bir ölçü değildir. Ölçü Kur'an-ı Kerim'dir. Seyyid Kutub'un fikirlerinden de bu ölçüyü iyi anlamak için yararlanırız. Ama bizatihi ölçü olarak almayız. "Şu konuda Seyyid Kutub şöyle demiştir" diyerek onun bir sözünü veya tespitini tartışılamaz delil olarak öne süren yaklaşım isabetli değildir. Yerine göre onun yanılmış olabileceğini de kabul etmek ve Kur'an temelli düşünmek, delil olarak Kur'an'ı esas almak gerekir. Seyyid Kutub'un bizzat kendisinin verdiği mesaj, öğretmeye çalıştığı yöntem de budur.
Seyyid Kutub Yaşıyor
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şehitler hakkında şöyle buyurur:
"Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Aksine onlar diridirler ancak siz fark edemiyorsunuz." (Bakara, 2/154)
"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılıyorlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler." (Ali İmran, 3/169-170)
Yüce Allah bu âyetlerde şehitlere lütfedilen bir hayattan, mutluluk ve sevinçten söz ediyor. Ancak bizim bu hayatın farkında olmadığımızı bildiriyor. Bu, Allah katında şehit sayılan herkes içindir. Şehitlerin bazıları da aynı zamanda örneklikleriyle veya dava önderlikleriyle anılarak, insanlara miras olarak bıraktıkları ilimleri aktarılarak insanlar arasında yaşatılırlar. Bu şekilde bıraktıkları ilmî miraslarıyla ve örnek hayatlarıyla yaşatılanlar arasında ise şehit olmayanlar da vardır. Seyyid Kutub'un Allah'ın izniyle her iki hayata birden kavuşmuş, müstesna şahsiyet olduğunu düşünüyor ve temenni ediyoruz.