Lafzen ve manen mütevatir olarak EbuHureyre, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhum) ve diğer sahabilerden naklen, Resulullah (s.a.s.) kendisine itaatle ilgili Allah Teala’nın şöyle vahiy indirdiğini haberverdi:
(Ey Muhammed! Onlara) Deki: “Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (Al-i İmran,3 / 31)
“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki rahmet olunasınız.” (Al-i İmran, 3 /132)
“Her kim o Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4 / 80)
“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat ediniz....” (Enfal, 8 / 20)
“...Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan da sakının...” (Haşr 59, /7)
“Allah’a itaat edin; Rasüle de itaat edin.” (Teğabun, 64 / 12)
"Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin" de.Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluk ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir.Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz.Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir." (Nûr, 24/ 54)
Şayet Allah Resulüne itaat veya itaatten yüzçevirme ile ilgili ayetleri burada nakletmiş olsak uzunca bir yer tutar. Onun için bu ayetlerle yetiniyoruz.
İslam, ilk insanın babasız yaratılmasından bu yana gönderilmiş, hayatın tek rehberi olan dindir. Şirk ve küfür ise bu dine karşı mücadelesini ısrarlı bir şekilde sürdürmüştür. Günümüzde de bu devam etmektedir. Sadece değişen şekiller olmuştur.
“Bunu birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır onlar azgın bir topluluktur.” (Zariyat, 51/ 53)
Allah (c.c.) insanı yeryüzünde halife ilan ederken, Müslümanları adaletin tesisi için insanların başına bir yönetici olarak tayin etti.
“ Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Al-i imran, 3/ 110)
“Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde şahid olsun.” (Bakara,2 143)
Ve Allah (c.c.) bu ümmete kesin olarak emretti ki; Müslüman yeryüzünde yaşadığı sürece şirk ve küfür ile mücadele edecek, Allah’ın dinini hakim kılacak.
“Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız.” (Enfal, 8/ 39)
Bundan dolayı Müslümanlar, küfür ve şirk düzeninde mazlum olarak yaşamaya göz yumamazlar. Eğer asıl sahip oldukları yeryüzünün bir metrekaresi kafirler tarafından işgal edilirse, adaletin tesisi, zülmün izalesi, hükmü Allah’a has kılmak, ve insanları kula kulluktan kurtarmak için cihad ederler.
Müthiş bir potansiyeldir bu anlayış (iman). Tabi ki bu anlayış, Kur’an’ın Resulullah tarafından tefsir edilmesiyle elde edilebilir bir anlayıştır. Şayet Kur’an hevaya göre tefsir edilirse bu anlamdan çok uzak, hatta tam tersi manalar çıkarılabilir.Aslında Resulullah’ı saf dışı bırakmanın asıl amacı da burada yatmaktadır. Biz de satırlarımızda bu konu üzerinde duracağız inşallah. Örnek olarak bir ayetle başlayalım:
“Eğer Allah'a şükreder, inanırsanız, O sizi niye azaba çarptırsın ki?” (Nisa,4/ 147)
Nisa suresindeki bu ayetin “eğer şükreder ve inanırsanız” kısmını Resulullah (s.a.s.) tefsir etse, bu tüm hayatı kapsayan, tevhid, cihad, ibadet gibi zorlu yolun özet ifadesi olarak karşımıza çıkar. Ama herhangi bir şahıs Resulullah’ı (s.a.s.) aradan çıkartıp kendi görüşüne ve hevasına göre tefsir etmeye kalksa, bunu günde bir iki kere esnedikten sonra “Allah şükür ya rabbi”ye bağlayıp işi bitiriverir.
İşte bunun farkında olan şeytan kendi dostlarına vahyetti ve onları doğru yoldan uzaklaştırdı.
“Ve şeytanlar mutlaka sizinle mücâdele etmeleri için dostlarına vahyederler.” ( En’am, 6/ 121)
İşte bu dostlarından biri olan İngilizler, yüzyıllardır gözlerini diktikleri Hindistan sömürgesini elde tutmak için, kendilerinin baş belası olan Müslümanlara bu oyunla geldiler. Yoksa Müslümanlar onlara karşı cihad ilan edip, kendi ellerindeki sömürgeyi kaybedebilirlerdi.
19.yy sonlarında Mirza Gulam Ahmed’e (Lânetullâhi aleyh) İngilizler destek verip, cahil olan halkı kendilerine karşı itaate davet ettirdi. Cihadın yanlış bir düşünce olduğu, bütün insanların sevilmesi gerektiği gibi zırvalıkları halka telkin etti. Taki kendisi hadis inkarından sonra peygamberlik iddiasına ulaşana kadar.
Bu işin sonu da hep böyle olmuştur zaten. Sünneti inkar eden, (Resûlü inkar eden demek) zamanla kendisini ya alenen resul ilan eder veya Resûlü teşride yetki sahibi görmediği halde, sözle söylemese de kendisi o yetkideymiş gibi davranır. Hatta bakarsınız birilerine bu yetkiyi devredivermiş, hem de ibadet şuuruyla…
Kadıyanilik (ahmadiye) diye hala devam eden bir cemaattir. Cemaatin başında Mirza Gulam Ahmed’in torunu, Mirza Masrur Ahmed vardır. Mirza Gulam Ahmed’in kendisi, bir müslümanla lanetleştikten bir yıl sonra ishalden tuvallette ölmüş ve bir gün sonra tuvaletten çıkarmışlardı. Fazla uzatmamak adına bu konuyu kısa kesiyoruz. Ancak daha fazla bilgi için bu kadıyanilik hakkında yazılmış eserlere müracaat edilebilir.
Yine Yahudi asıllı Ignác (Yitzhaq Yehuda) Goldziher (1850-1921) bu alanda yetiştirilmiş müsteşriklerden birisidir. Peygamberi saf dışı bırakıp kendisini Kur’an’ı yorumlamada yetki sahibi gören bir zavallı…
Türkiye’de hadis inkarını temsil eden, aynı zamanda hortlatan orjinallik hastası ruh hastaları eğer incelenirse, bu müsteşriğin kopyaları oldukları bariz bir şekilde görülür.
Ve yakın tarihte bu akımın temsilcilerinden bazıları şunlardır;
SPRENGER, Aloys (1813-1893)
Mevlevi Cerağ Ali (1844-1898)
Nevvab Muhsinül-Mülk (1907),
Eltaf Hüseyin Hali (1914),
Seyyid Emir Ali (1920)
Ahmed Din (1936),
Hafiz Muhammed Eslem Ceracpuri (1955)
Gulam Ahmed Perviz (1985).
Abdullah Çakralvi (1870-1914),
Mevlevi Ahmeddüddin Emratseri (1861-1936).
Fazlur Rahman (1919-1988) ve Muhammed Gazzali gibi daha onlarca kadar hadis inkarcısı.
Kimi tamamen reddederken kimi aklına uymayanları reddediyor. Bu akımın Türkiye de ki temsilcilerini burada anmadık, çünkü soluğu kendi mahkemelerinde alırlar… Allah Resulü’nün hükmünü kabul etmezler, sahabeyi kabul etmezler ama tağutun hakimini saygıyla, rükûlarla kabul ederler…
Ortak sayılabilecek İddialarını kabaca sıralarsak:
-Metluv vahiy dışında vahiy söz konusu değildir. Sünnet, vahyin bir çeşidi olarak ortaya çıkmamıştır.
-Peygamberin yaptığı işler peygamberliğiyle ilgili değildir.
-Keramet ve mucize ile alakalı hadisler inkar edilmelidir.
-Akla muhalif hadisler atılmalıdır.
-Kur’an zamana göre tekrar yorumlanmalıdır.
-Kur’an’daki mucizeler akla uyacak şekilde tevil edilmelidir.
-Cihad hakkında ki hadislerin bir çoğu uydurmadır. Sahih olanlarda ve mevcut ayetlerde ise saldırı değil savunma kastedilmektedir.
-Hadislerde geçen hukuk sistemine dair tüm rivayetler uydurmadır. Kişi sadece yaşadığı modern döneme ayak uydurmalı ve iyi bir insan olmalıdır.
-Hz. Peygamber’e Kur’an dışında vahiy gelmemiştir. Ona düşen sadece tebliğdir.
-Sünnet ve hadislerle amel etmek şirktir.
-Kur’an açıktır ve açıklanması için Resul’e ihtiyaç yoktur. O bir çok ayeti kendi dönemine göre yorumlamıştır.
-Hz. Peygamber Kur’an dışında hüküm koyamaz.
-Ayetlerde beyan edilen Resul’e itaatten maksad, demokrat ve laik olsa da idarecilere itaattir.
-Kendi aralarında da birlik olmadığı için namaz vakitlerini 2,3,4,5 diye farklı şekilde kabul edenler olmuştur.
-İçlerinde bazı ılımlılar mütevatir hadisleri kabul etmiştir.
-Sünnetin bağlayıcılığı yoktur vs.
İçlerinden bir çoğu bu görüşlerde birleşmişlerdir. En ılımlıları Mevlana Fazlur Rahman ve Muhammed Gazali olmasına rağmen, onların iddaları da şöyledir:
Fazlur Rahmana göre:
-Gayb, kıyamet alametleri, siyasi, mehdi, mesih hakkındaki hadisler ve fiten hadisleri uydurmadır.
-Kaderden bahseden hadisler uydurmadır.
-Sünnetin Kur’an gibi bağlayıcılığı yoktur.
Muhammed Gazali’ye göre:
-Kuran’a ters düştüğü iddia edilen tüm hadisler reddedilmelidir. Buhari ve Muslim’deki bazı hadisler illetlidir.
-Şarkı türkü dinlemeyle ilgili hadisler, peygambere sihir yapılmasıyla ilgili hadisler, Hz. Musa ile ölüm meleği hakkındaki hadis ve ölü arkasından ağıt yakma hadisi uydurmadır.
-Hadisler kesin ilmi veya tarihi bir hakikat ile çelişirse reddedilir, çünkü bu tarz hadisler zan ifade eder.
Bu görüşleri şöyle bir incelediğimiz zaman, Türkiye’de isim yapmış-veya yapmaya çalışan- bir çok kişinin bu görüşlerde yabancı müsteşriklerle uyuştuklarını ve fikirlerinde onları taklit ettiklerini görürüz.
Resul (a.s.) kendisine itaat edilsin ve Kur’an’ı açıklasın diye gönderilmişken, Resule isyan eden ve imanın rüknü olan Peygamber’e imanı gerçekleştiremeyen ve sapıklıkta evre atlayan bu kesim, bir kominist ve sosyalist kafirin sözlerini hayranlıkla dinliyor yazıyor-çiziyor ve onlara itaat ediyor. Hatta bu tipler, Ebu Hureyre’yi ( r.a.) insafsız bir şekilde çok konuşmakla itham ediyor ama kendileri susmak nedir bilmiyorlar.
“Biz her peygamberi ancak, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilsin diye göndermişizdir.” (Nisa, 4/ 64)
“O peygamberleri açık deliller ile ve kitaplar ile göndermiştik. Sana da , insanlara indirileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik, ta ki iyice düşünsünler.” (Nahl, 16/ 44)
“Biz sana bu kitabı ,insanlara anlaşmazlığa düştükleri meseleleri açıklayasın ,müminlere ise yol gösterici ve rahmet kaynağı olsun diye indirdik.” (Nahl, 16/ 64)
Bu meselenin hakikati ile ilgili o kadar ayet var ki tüm ayetleri burada nakletmemiz mümkün değil. Zaten Resulullah ne ile gönderildi ki? Kelime-i tevhid davasını zikrederken kendisine iman ve itaate davet etmiyor muydu?Peygamber’e iman Mekkeli müşrikler için mi geçerli sadece? Muhammedurresulallah ne demektir bundan başka? Peygamber’e nasıl iman edilebilir?
Şayet Peygamber’e iman bedenine imansa, bize göre çürememiş olsa da toprak altında yatıyor, Onlar bu rüknu nasıl yerine getiriyor eğer sünnetine (hadislerine) itaat gündemde yoksa?
Hadis inkarı kişinin kendi hevasına uymanın en net adıdır. Dediğimiz gibi Resul Kur’an ile kişinin arasından çekilirse hiçbir kıstas kalmaz, haramlar hemen helal olur.
Özel hükümler genel, genel hükümler özel olur.
Namaz sadece günde bi kaç defa Allah‘a dua etmek , İslam ise bir sistem, bir hayat nizamı olmaktan çıkar gönüllere haps oluverir.
Dikkat ederseniz takvalı olmak ayet-i kerime ile sabit olmasına rağmen, hadis inkarcılarının hayatına asla takva bulamazsınız. Haramlarla iştiğal ettiklerini, özellikle müzik dinlediklerini görürsünüz, zaten bir çoğunun dış görüntüleri de müslümana benzememektedir. (gerçi iç görüntüleri de öyle ya…)
Aslında mealciler veya hadis inkarcıları, haricilerin ürkek yavrularıdır. Aralarında ki tek fark, samimiyet ve cesarettir. Eğer o samimiyet ve cesaret bunlarda olsaydı, bunlarda da aynı bakış açısı ve mantığı görecektiniz net bir şekilde. Bunlar sadece haricilerin dünyevileşmiş korkak halidirler.
Bu tipler ne olduklarını, neyi ve kimi taklit ettiklerini asla açıklamazlar. Bunun sebebi sürekli olarak “ben buldum, ben keşfettim” gururunu yaşayabilmektir. Zaten tüm oluşum bunun üzerine kurulmuştur.
Selefi kardeşlerin meselesine benzedi bu, mezhep sahibi olmaktan utanırlar, fakat aslında Hanbeli olan İbni Teymiyye’den (rh.a) nakil yapmaktan gurur duyarlar… Halbuki Hanbeli deyip çıkın işin içinden, bu gizem niye?
İnşallah ilerde avamın hadislerle amel etme tehlikesine değineceğiz.
Allah hidayet etsin. Ne diyelim… Bir kürt düşünürün dediği gibi;
“Gözünü kapayan yalnız kendisine gece yapar…”
Evet, maalesef hadislerin inkarı sanıldığı gibi o kadar masum değil. İşin içinde emperyalist dünyanın çıkarları var. Kur’an’ı tahrif edemeyecekleri için onun manasını söküp almak, aslan olan İslam ümmetinin tırnaklarını sökerek, kediye çevirmek istiyorlar. Bunu da Kuran’ın tefsiri, İslam’ın yaşanır hali olan sünnet (hadis)i yok ederek yapabilirler.
Bugün maalesef az da olsa samimi görünen insanlar bile, içlerine sinmese de, akıllarına uyduğu için bu furyaya kapılmış. Aklın ve bilimin kesin olmayışını Vuslat Dergisi haziran sayısında izah etmiştim.
Şayet en küçük bir usul-ü hadis risalesini açıp okusalar, işin onların sandığı gibi basit olmadığını anlayacaklar ve kendilerinin iman ettiğini söyledikleri kitabın bu metod ile geldiğini çok açık bir şekilde görecekler.O zaman ya müsteşrikler gibi Kur’an’ı da tahrif etmek, ayetleri elemek veya kökten reddetme yoluna gidecekler, veya ehli sünnetin yoluna gelip selamete erecekler.
“…Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için deliller vardır.” (Rad, 13/ 3)
Şimdi de sünnetin Resul’e yine Allah tarafından verildiğini ispat eden, Kur’an’da Peygamberi doğrulayan, Kur’an dışında vahyi (vahyi gayr-ı metluv) ispat eden delillere bakalım inşallah.
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, eğer Kur’an selim bir akılla okunursa, birçok peygamberin sadece metluv vahiy çeşidiyle vahiy almadıkları görülecektir.
Kendisine risalet verilmeyen nebiler buna örnektir. Ve risaletle beraber yani suhufla beraber gayr-ı metluv vahiy alan resuller de vardır. Bu bizim için Kur‘an’da geçtiği için metluv vahiydir fakat kendileri için gayr-ı metluvdur.
Hz. Nuh’a emredilen gemi yapımı, Hz. Musa’nın su için taşa vurması, sopasını yere atması, kavmini firavundan kurtarmak için gece yola çıkarması, kızıldenizi yarması için asasını yere atması, Hz. Yusuf’a kardeşlerinin ona yaptıklarını bir gün onlara hatırlatacağını bildirmesi, Lut aleyhisselam’ın kavminin helakı için inen meleklerin İbrahim (a.s.) ile konuşması, Hz. Davud’a zırh yapma sanatının öğretilmesi, Zekeriya (a.s.)‘ın oğlu olacağına dair müjde, Süleyman aleyhisselam’a kuş dilinin öğretilmesi gibi…Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Direkt olarak Kuran’da bu konun ispatı için bir çok örnek vardır ancak biz bunların bir kısmı ile yetineceğiz.
1-Hikmet
Bakara süresi 129, 151, 231, Al-i İmran 164, Nisa 113, Ahzab 24 ve Cuma 2 ayetleri, kitap ve hikmetin bir arada geçtiği ayetlerdir ki hikmetin sünnet olduğu konusunda birçok ilim ehlinin söz birliği vardır. Bunlardan bazıları; İbni Abbas, Katade, İmam Şafii, İmam Taberi ve İbni Kesir’dir.
Kitapla beraber hikmetin verilmesi, kitabın dışında vahyin verildiğini açıkca ortaya koyar.
Hikmet konusunun detaylı bilgisi için Ebubekir Sifil’in “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi” veya Bilal Tan’ın “Kur’an’da Hikmet Kavramı” kitaplarına bakılabilir.
2-Beyan vazifesi
“O peygamberleri açık deliller ve kitaplar ile göndermiştik. Sana da, insanlara indirileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik, taki iyice düşünsünler.” (Nahl, 16/ 44)
Resulün bu işte kendi başına bırakılmadığını belirten ayetlerden biri olan Kıyamet suresinin 16 ile 19. ayetlerine bakalım;
“(Resûlüm!)onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.” (Kıyamet, 75/ 16-19)
Resul’e, beyan görevinin kendisinde olduğunu söyleyen Allah (c.c.), bunun kendi gözetiminde olduğunu yukarıdaki ayette net bir şekilde belirtiyor. Dolayısıyla bu ayetlerle Kur’an dışında bir vahyin geldiğini anlamak zor değildir.
3-Resulullah’ın (s.a.s.) gördüğü rüyanın ayetle doğrulanması
Hz . Peygamber (s.a.s.) gördüğü rüya üzerine kabeyi tavaf için yola çıktı, ancak Hudeybiye anlaşması ile bir sonraki sene tavaf için anlaşma imzaladı. Bu olay üzerine şu ayet nazil oldu;
“Andolsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse güven içinde başlarınızı traş etmiş veya saçlarınız kısaltılmış olarak korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir.Size bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.”(Fetih, 48/ 27)
4-Peygamber’in (s.a.s.) Hanımına verdiği bir sır ile ilgili ayetin nazil olması
Resulullah (s.a.s.) hanımlarından Hz. Aişe’ye bir söz söylemişti, O da bunu diğerlerine aktarmıştı. Hz. Aişe Resulullah’a, “bunu başkalarına aktardığımı nasıl bildin” diye sorması üzerine, Tahrim suresindeki şu ayet inzal oldu;
“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: «Bunu sana kim söyledi?» dedi. Peygamber «Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi.» dedi.” (Tahrim, 66/ 3)
Kur’an’da bu sözün başkalarına aktarıldığını haber veren ayet yoktur. Böyle bir ayet olmadığına göre, Allah’u Teala’nın Resulü’ne (s.a.s.) Kur‘an’ın yanı sıra vahiy indirdiği ispatlanmış olur.
5-Allah Teala’nin Bedir savaşında yardım vaadi
“Allah (c.c.) iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vâd ettiğinde siz silahsız olan topluluğun (kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz.” (Enfal, 8/ 7)
Bahsedilen bu vaad, Kur’an’da başka bir ayette yoktur. Bu da demek oluyor ki Resul’e Kur’an dışında vahiyle vaadde bulunulmuştur.
Başka bir ayet-i kerimede:
“Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza 'Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim' diye cevap verdi.” (Enfal, 8/ 9)
Oysa Kur’an’da bu vaat mevcut değildir. Zira bu vaadi de Allah, Kur’an’da değil, vahyi gayri metluvla vahiy etmiş, Resulüne bildirmiştir.
6- Kıblenin değiştirilmesi
“İnsanlar içinde bir kısım beyinsizler takımı, "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse onu hidayete erdirir." (Bakara, 2/ 142)
“Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Senin üzerinde bulunduğun kıbleyi ise sırf peygambere uyanları, ökçesi üzerinde dönenlerden ayırt edelim diye yaptık. Bu iş elbette Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir.Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara, 2/ 143)
“Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini görüyoruz.Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz.Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.” (Bakara, 2/ 144)
“Senin üzerinde bulunduğun kıble…” ifadesinden anlaşılıyor ki ilk kıble vahiyle tayin edilmiştir. Şayet Resul (s.a.s.) kendi içtihatlarıyla kıbleyi değiştirebilseydi, ayetteki “yüzünü göğe doğru yöneltiğini görüyorduk. Seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz” ifadesi anlamsız olurdu. Çünkü Resul (s.a.s.) bunun için sıkıntıya girmez ve beklemezdi. Çok istediği halde kabeye dönmeme sebebi, vahyin olmayışıdır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. (Konunun detaylı bilgisi için bknz; Sünnet-Vahiy İlişkisi , Mustafa Genç)
Bunca delil varken gayr-ı metluv olan sünnetin bir kısmını veya tamamını inkar etmek ne ile açıklanabilir?. Sünnetin bize ulaşma şekliyle alakalı bir itiraz yapılırsa, Kuran’ın bize ulaşmasıyla arasında ki fark nedir,ravi sayısından başka.
Bir din düşünün ki bu din hakkında herkes konuşsun (kendileri de) ama Resul’e o hak verilmesin. Bu din İslam olamaz. Kur‘an’ı yeterlidir bahanesiyle Kur‘an’da ki Resul’e itaat edin ayetlerini (manasını bozmak suretiyle) inkar edenler, nasıl bir kitap inancına sahipler anlaşılabilir değildir. Kur‘an sürelerinin isimleri,esbabı nuzulu,süre içindeki ayet sayısı yani tasnif ve tedvini hangi ayetle sabittir? Hangi ayet bakara süresine bu bakara süresidir demektedir mesela?
“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?Oysa içinizden böyle yapanların cezası dünya hayatında perişanlıktan başka birşey değildir.Onlar Kıyamet günü de en ağır azaba çarpılacaklardır.Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara, 2/ 85)
Bugün en büyük mukaddesatımız olan sünnete saldıranlar, tağutların kucaklarında gitar çalmaktan başka ne yapmaktadır da, kendisine Müslümanım diyenler bu zalimlere kulak asmaktadırlar.İşgal edilmiş topraklarda işgalini uzun sürdürmek isteyen tağutlar, bu konuyu sıkı sıkı takip etmektedir. Fark ettiyseniz maddi ve manevi tüm imkanlar seferber edilmiştir bu anlayışa. Artık ünlenmek isteyen, birazda para kazanmak isteyen önce hadis inkarını gündeme getirmeli, Buhari’yi karalama cesareti göstermeli ki televizyon programlarına çıkabilsin.
Bu hareketin yeni sömürü stratejisi olduğunun farkına varılmalı ve bir an önce ehli sünneti savunan alimler tarafından bu taifelere karşı gerektiği şekilde savunma yapılmalıdır. Gerekirse bunların ehli sünnet menhecinin dışına çıkmış sapık, zındık ve gerektiğinde küfre girmiş insanlar oldukları açık dille beyan edilmelidir ki, ehli sünnet kalesi yıkılmasın. Bu yapılanların bazılarının küfürden başka açıklaması yoktur zaten…
Söylecek çok sözümüz var. Ama yapacak tek şeyin söylecek sözümüzün olması içimizi daraltıyor!