
"(Yakub) dedi ki: 'Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum. Ben, Allah'dan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum.
Oğullarım gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez."[1]
Rabbimiz Allah Azze ve Celle'nin, yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarına hidayet rehberi olarak vazifeli kılıp gönderdiği Nebîlerinden biri olan Yakub (a.s.) böyle diyordu Mısır'a tekrar gönderdiği oğullarına!..
"Gidin, Yusuf ve kardeşini araştırın, onlardan bir haber getirin. Allah'ın rahmetinden asla umut kesmeyin!.. Çünkü ancak kâfir olanlar Allah'ın rahmetinden umut keserler..."
Allah Teâlâ'nın en salih kullarından birisi olan Yakub (a.s.), yegâne Rabbi Allah'a tevekkül etmiş ve O'ndan yana ümit var olmuştur... Bu tevekkülün ve bu umudun sapasağlam oluşu, Allah'a olan katıksız imanın neticesidir...
Olayın evveli, hayat kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de beyan olunmuş, Yakub (a.s.)'ın oğlu Yusuf (a.s.) yıllar önce kardeşleri tarafından yabana götürülmüş bir kervana verilerek "Ken'an" bölgesinden uzaklara götürülmesi sağlanmıştı... Böylece Yusuf (a.s.) kaybolmuş, yıllar sonra anne bir kardeşi olan Bunyamin de aynı kardeşleri tarafından kıtlık yılında Mısır'a götürülmüş, o sırada Mısır'da "Aziz" makamında bulunan Yusuf (a.s.), Allah'ın kendisine gösterdiği gibi, kardeşini yanında alıkoymuş, Yakub (a.s.)'ın diğer çocuklarından biri Mısır'da kalmaya karar vermiş, diğerleri Ken'an'a dönerek olayı babalarına anlatmışlardı...[2] Allah'ın Nebîsi Yakub (a.s.), Allah'ın kendisine vahyetmesiyle, onların bilmediklerini bildiği için, kendilerine Mısır'a gitmelerini, Yusuf (a.s.) ile kardeşini araştırmalarını ve Allah'ın rahmetinden umut kesmemelerini buyurmuştu...
Önce Yusuf (a.s.)'ı, sonra Bunyamin'i kaybeden Yakub (a.s.):
"Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah, (pek yakın bir gelecekte) onların tümünü bana getirir. Çünkü O, bilenin, hüküm ve hikmet sahibi olanın kendisidir."[3] deyip yegâne Rabbi Allah'a tevekkül etmiş ve bütün umudunu, rahmetinden umut kesilmeyen Allah'a bağlamıştı...
Çok sevdiği iki oğlunun kayıplara karışmasıyla imtihan edilen Allah'ın Nebîsi Yakub (a.s.), Allah'a umudunu bağlayarak tevekkül edip sabrın en güzeliyle sabrederken, sebeblere sarılmaya azamî derecede dikkat ediyor, kaybolanları bulmaları için oğullarını Ken'an beldesinden Mısır'a gönderiyor ve onlara nasıl davranacaklarını talimatını veriyor...
Allah'ın rahmetinden umut kesmemek, sağlam tevekkül ve sabır, kendilerini mutlu neticeye ulaştırdı: kaybedilenler bulundu ve birbirine hasret kalanlar, Allah'ın izniyle buluşup kavuştular...[4]
Gerçeğin tâ kendisi olan bu kıssayı her okuduğumuzda ve her hatırladığımızda, yüzyıldan beridir çağın zalim tağutlarının işgal ettiği İslâm topraklarında esaret altında yaşayan İslâm Milleti gündeme gelmektedir... Ümmet, en çok sevdiklerini yitiren bir dertliye dönmüştür... Başta, 3 Mart 1924 tarihinde Hilafetin kaldırılmasıyla Ümmet, başını yitirmiş, bundan dolayı başsız kalmıştır... Bununla beraber izzetini yitirmiş, esaret ve zillet içine düşmüştür... Vatanı paramparça edilmiş, her bir parçasına bir gayr-i İslâmî düzen yerleştirilmiş ve bir zalim tağutun emrine verilmiştir... Böylece müslümanların birlik ve beraberlikleri dağılmış, kardeşlikleri bozulmuş, velâyet bağları kopmuş ve zillet içinde esaret hayatı gündeme gelmiştir...
Başları olan imameti kaybettiklerinden itibaren ümmet, günyüzü görmemiş, yüzü gülmemiş, düşmanlar hakim, dostlar mahkum olmuşlardır...
Akîdesi şu olan vasat ve şahid ümmet:
"Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan Halife'dir. İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının câiz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur."[5]
Bugün ne hâldedir?..
En hayırlı ümmet, katıksız iman ettiği Rabbi Allah'ın şu emrine muhatab iken:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu, Allah'a ve Rasulüne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir."[6]
Bugün ne yapmaktadır?..
Merhamet olunmuş ümmet, yegâne önderi ve örneği olan Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'in şu talimatı hakkında nasıl davranıyor?
Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Dünyanın ücra bir köşesinde bile olsa, üç kişinin içlerinden birini kendilerine emir seçmeden öyle kalmaları helâl değildir."[7]
Bir asırdan beridir işgal edilen ve paramparça olmuş vatan toprağında, bunca kaybettiklerini arama konusunda daha ciddî bir hareket ortaya koyamayan müslüman kitleler, ne yazık ki, kendilerini esir eden tağutî düzenleri benimser hâle geldiler... Başlarını, birliklerini, izzetlerini, âdetlerini, kültür, edeb ve ahlâklarını kaybettiklerinin farkında bile değildir insanların çoğu!..
Egemen tağutî düzenin eğitim ve kültürü ile yetişenler, neleri kaybettiklerini düşünemiyorlar bile! Çünkü küfür ve şirk düzenleri olan gayr-i İslâmî işgal güçleri, onları özbenliklerinden koparmış, eğitim ve öğretim sistemleriyle her türlü medya aracılığı ile istedikleri vatandaş tipini oluşturmuşlardır... Tağutî düzenlerin yasalarına saygılı ve bağımlı vatandaşlar, hayat nizamı İslâm'ın hükümlerinden habersiz, kendilerini müslüman kabul eden, fakat tağutî düzeni İslâm'a tercih etmek zorunda olduklarını savunan bir duruma getirilmişlerdir...
Bütün bu olumsuz şartlarda yepyeni bir İslâm nesli yetişmektedir, Rabbimiz Allah'ın izni ve yardımıyla... Tevhid ve iman ehli olan bu muvahhid mü'min nesil, kaybedilmiş değerlerin farkında ve kaybedilenlerin bulunabileceği umudundadır!.. Yegâne yardımcıları Rabbimiz Allah'a dayanıp güvenen bu Tevhid nesli, Allah'dan ümitvar olup O'ndan asla umut kesmemiş ve kaybedilenlerin bulunacağından dolayı şübhesi olmayan bir nesildir...
Bunca zorluklara ve engellere rağmen yegâne İlah Allah Teâlâ'nın şu emrine kulak verip, dinlemiş ve itaat etmiştir Tevhid nesli:
"De ki: 'Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin! Şübhesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir."[8]
Tevhid neslinin her mü'min müslüman ferdi bilip inanmıştır ki, Rabbleri Allah şöyle buyurur:
"Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı yok sayıp inkâr edenler, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir. Ve işte onlar, acı azap onlarındır."[9]
"(İbrahim) dedi ki: 'Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?"[10]
Katıksız iman ehli olanlar, yine bilip inanmışlardır ki:
"Allah, iman edenlerin velîsi (dostu ve destekleyicisi)dir. Onları, karanlıklardan nûra çıkarır."[11]
"Andolsun, Biz senden önce kavimlerine Rasuller gönderdik de, onlara apaçık belgeler getirdiler. Böylece Biz de suçlu günahkârlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimize bir haktır."[12]
Muvahhid mü'min kullarını karanlıklardan nûra çıkaran ve onların velîsi olan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, onlara yardım etmeyi üzerine almıştır... Üzerine hak kıldığı yardımı mutlaka gerçekleştiren Allah Teâlâ, zaman içinde kullarını imtihan etmektedir... Bu imtihan, O'nun hikmeti gereğidir... Elbette, Rabbimiz Allah'ın hikmetinden sual edilmez...
Mü'min müslüman kulların kulluk vazifesi, imtihan sırasında sızlanmamak ve sabırlı davranıp direnmektir... Allah, sabredenlerle beraberdir ve sabredenleri müjdelemektedir:
"Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmakla imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele."[13]
"Yoksa siz, daha önce gelip geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Rasul, beraberindeki mü'minlerle: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu. Dikkat edin! Şübhesiz Allah'ın yardımı pek yakındır."[14]
"Biz senden önce, şehirler halkına kendilerine vahyettiğimiz dışında (başkalarına elçi olarak) göndermedik. Hiç yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görmüş olsunlar? Korkup sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?
Öyle ki Rasuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Biz, kimi dilersek o, kurtulmuştur. Suçlu günahkâr topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir."[15]
Rahmân ve Rahîm Allah Teâlâ böyle buyurdu!
İmtihanlarını, kulluk vazifelerini yerine getirip sabrederek kazanan kullarına yardım eden velîleri Allah Azze ve Celle onları sıkıntılarından ferâhlığa, esaretlerinden kurtuluşa erdirir... Hiç şübhesiz Allah'ın yardımı pek yakındır!..
Allah'ın Nebîsi Yakub (a.s.)'ın sabrettiği gibi sabredenler, Allah'a tam tevekkül edenler ve O'ndan umudunu kesmeyenler, kaybettiklerini bulacaklardır... Bu, Allah'ın va'didir ve Allah, va'dinden asla caymaz!
"İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah'dan korkup sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir.
Ve onu, hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır."[16]
Böyle buyurdu iman edenlerin velîsi Allah!
Muvahhid mü'minler, yüz yıllık işgalden dolayı nelerini yitirdiklerinin farkında ve Allah'dan ümitvar oldukları inancında oldukları için, üzerlerine düşen görevi, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti ölçüsünce yerine getirmeye gayret ederken, sabır silahına sarılarak mücadelelerini devam ettirmektedirler... Selef-i Salihin gibi davranmaya çalışan Tevhid nesli, güzel ve hayırlı sonucun muttakîlere aid olduğunu bilmekte ve iman etmektedirler...[17]
Habbâb ibnu'l-Eret (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Ka'be'nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerin işkencelerinden) şikayet etmiştik.
-Ya Rasulallah, bizim için Allah'dan nusrat dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah'a duâ edemez misin? demiştik.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi, o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurda başı iki kısma ayrılırdı.
(Bir başkasına da) demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkenceler, o mü'mini dininden çevirmezdi.
Allah'a yemin ederim ki, şu İslâm Dini, herhâlde ve muhakkak sûrette kemâle erecektir. Hattâ o derece ki, bir suvarî (tek başına) San'a'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle) gidecek de Allah'dan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır ve bir de yolcu (koyun sahibi ise) koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!"[18]
İslâm ve mü'minlerin düşmanlarının her çeşit engellerine, zulüm ve işkencelerine rağmen muvahhidler sabrettiler, direndiler, bundan dolayı Allah onları muzaffer etti...
"İbnu't-Tîn der ki:
-Kendilerine bu işkencenin yapıldığı kimseler, Enbiyâ ya da onlara tabi olan kimseler idi. Ashab-ı Kirâm arasında da kendisine bu işkence yapıldığı takdirde sabredecek kimseler vardı.
Ashab-ı Kirâm'dan olsun, onların peşinden gidenler arasından ve onlardan sonra gelenlerden olsun, Allah yollunda eziyet görüp de ruhsat olanı yapacak olsalar da kendileri için uygun bir iş olacak kimseler hâlâ var olagelmiştir."[19]
Salih Selefimiz, Allah'a tevekkül ederek sabredip direndi ve sonunda Allah onları zafere ulaştırdı... Mekke'de işkence ve zulüm altında iken, Rabbimiz ve İlâhımız Allah, onlara hicreti nâsib etti... Hicret emrine uyan muvahhid mü'minler, Medine gibi bir nimete kavuştular... Medine'de hem hürriyete, hem devlete hem de daha sonra Mekke'yi fethedecek bir güce ve kuvvete sahib oldular... Allah'ın rahmetinden umut kesmediler, acele etmediler, sabrettiler ve böylece en hayırlı neticeyi elde ettiler...
Allah ve Rasulü (s.a.s.)'in va'd ettikleri mutlaka gerçekleşir, gerçekleşti ve gerçekleşecektir!..
Yaratılış gayemiz olan yalnızca Allah'a ibadet etmek, Allah'ın emrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)'in gösterdiği şekilde gerçekleştirdiği zaman, Rabbimiz Allah'ın va'di, bir hak olarak yerine gelecektir...
Bize, acele etmemek ve sabırlı olmak emredildi... Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olduğumuz ve ânın vacibini yerine getirdiğimiz vakit, kurtuluş kapısının açıldığı vakittir... Ümmet olarak hayırdan yana değişmeyi gündeme getirdiğimizde, Allah toplumu değiştirecektir...[20] Bu değişmeyen "Sünnetullah"tır...
Ümmetin en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kirâm, sabrettiler ve kulluk vazifelerini her şartta yerine getirmeye çalıştılar... Dayandılar... Direndiler... Allah da onları izzetli bir hayat ile yaşatıp zafere ulaştırdı... Onlar kurtuluşun, Allah yolunda ve Allah için olmanın sonucu olduğuna inandılar... İnandıkları gibi yaşadılar ve yalnızca Allah için olmayı hedeflediler... Allah'dan umut kesmediler ve her zorlukla beraber kolaylığın olduğundan dolayı şübheye düşmediler... Başlarına gelenlerin birer imtihan olduğunu bildiler, sabredip çileye katlandılar ve sonunda kazananlardan oldular...
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor:
(Bi'r-i Maûn olayında yetmişlerin kumandanı olan Munzir b. Amr, evvelâ Harâm b. Milhân ile iki arkadaşını ileriye gönderdi.)
Ümmü Süleym'in erkek kardeşi olan Harâm b. Milhân gitti. O'nun beraberinde aksak bir adam ve bir de Benû Fulan'dan diğer adam da gittiler. Harâm b. Milhân, iki arkadaşına şu talimatı verdi:
-Ben, Benû Âmir'in yanına varıncaya kadar siz benden uzak durmayın! Eğer onlar bana eman verirlerse, siz bana yakın durumdasınız. Yok beni öldürürlerse, siz hemen diğer arkadaşların yanına koşar haber verirsiniz!
Harâm b. Milhân, Âmir ile cemaatına:
-Bana eman veriyor musunuz ki ben, Rasulullah'ın elçiliğini yerine ulaştırayım? dedi.
O, böyle konuşmada iken düşmanlar, içlerinden bir adama işaret verdiler. O da, Harâm'ın arkasından O'na yaklaştı ve O'na mızrağını sapladı.
Râvi Hemmâm:
-Zannederim ki, mızrağı saplayan kişi, bu mızrağı Harâm'ı öbür yanından, yani göğsünden dışarı çıkarmıştır, demiştir.
Harâm b. Milhân, bu darbeyi alınca (bedeninden fışkıran kanına ellerini bulayıp başına, yüzüne sürmüş ve):
-Allahu Ekber! Ka'be'nin Rabbine yemin ederim, ki ben kazandım! diye haykırmış.
Akâbinde Harâm'ın arkadaşı olan adama da yetişildi (Müşrikler onu da öldürdüler). Sonra yalnız bir tepenin başında bulunan o sakat adam müstesna, müşrikler o Sahabîlerin hepsini şehid ettiler.
Bu sırada yüce Allah, bizim üzerimize şu sözleri indirdi de sonra bu sözlerin metni, okunması neshedilenlerden oldu:
"Bizler, muhakkak Rabbimize kavuştuk. O, bizden razı oldu, bizi de razı etti."[21]
Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle der:
-Yüce Allah, Peygamberi için Maûne Kuyusunda öldürülen Sahabîleri hakkında Kur'ân olarak vahiy indirdi de, bizler onu sonradan lafsı Kur'ân'lıktan kaldırılıp nesh oluncaya kadar okuduk:
"Kavmimize tebliğ ediniz ki bizler, Rabbimize kavuştuk, Rabbimiz, bizden razı olmuş, biz de O'ndan razı olmuşuzdur."[22]
Çağdaş zalim tağutî güçler tarafından vatanları paramparça edilerek işgal edilmiş, din, can, mal, akıl ve nesil emniyetlerini yitirmiş olan esaret altındaki muvahhid mü'minler, bu mahkumiyetin bir imtihan olduğu şuuruyla sabredip üzerlerine düşen görevlerini hakkıyla yerine getirmeli, kaybettiklerine kavuşabilmek için her zorluğa katlanabilmelidirler... Direnebilenler kazanıyorlar!..
Köylüsünden şehirlisine, kadınından erkeğine, gencinden yaşlısına, tahsillisinden okumamışına her yaş ve her seviyedeki müslümanların vahdetlerini sağlayarak tek cephe oluşturmalıdırlar... Tağutî işgal güçlerine karşı sıkılmış tek yumruk haline gelmeli, baş başa baş İslâm'a bağlanarak bir vücûd olmalıdırlar...
Rabbimiz Allah Teâlâ:
"Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir."[23]
Allah'ın velîsi olup, Allah'ı veli edinerek kaybettikleri değerleri bulmak için seferber olan iman ehli şahsiyetler, Allah'ın izni, keremi ve yardımıyla umduklarına kavuşacaklardır...
Ümmet asırlık esaret ve mahkumiyeti bir imtihan olarak görmeli, imtihanı zaferle sonuçlandırmak için gerekeni yerine getirmeli, vazifesinde kusur işlememeye gayret etmelidir... Hatâlardan kusurlardan ve günahlardan "Nasuh Tevbe" ile tevbe etmeli, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti üzere olmalı, ihlâs ile kulluk görevlerini yerine getirmeli, mü'minler arasında kardeşlik bağlarını geliştirip sıkılaştırmalıdırlar...
"Yalnız İslâm, başkası değil" hakikatına herhangi birşey karıştırılmamalı!... İslâm, Asr-ı Saadetteki saflığı ve eşsizliği ile kabul edilip, her türlü sentezcilik reddedilmeli... Allah ve Rasulü (s.a.s.)'e katıksız iman edenler, Allah ve Rasulüne tam teslim olmalıdırlar... İman, takva ve teslimiyet ile Allah'dan ümitvar olup mücadeleye devam edilmelidir!...
Dipnot
[1] . Yusuf, 12/86-87.
[2]. Bkz. Yusuf, 12/1-85.
[3]. Yusuf, 12/83.
[4]. Bkz. Yusuf, 12/88-99.
[5]. İmam Ebu'l-Mu'în en-Nesefî, İslâm İnançları ve Mezhebler Arasındaki Görüş Farkları, çev. Cemil Akpınar, Konya, T.Y. Sh. 179.
[6] . Nisa, 4/59.
[7]. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2014, C. 12, Sh. 366, Hds. 17739. C. 11, Sh. 89, Hds. 15589.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, çev. Mahmut Bilici-Yaşar Güngör, İst. 2009, C. 6, Sh. 503, Hds. 6362,Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'den.
[8]. Zümer, 39/53.
[9]. Ankebut, 29/23.
[10]. Hicr, 15/56.
[11]. Bakara, 2/257.
[12]. Rum, 30/47.
[13]. Bakara, 2/155.
[14]. Bakara, 2/214.
[15]. Yusuf, 12/109-110.
[16]. Talak, 65/2-3.
[17]. Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Âkıbet (güzel ve hayırlı sonuç) takva sahiblerinin (muttakîlerin)dir." Taha, 20/132.
[18]. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-İkrâh, B. 1, Hds. 4.
Kitabu'l-Menâkıb, B.25, Hds. 116.
Kitabu'l-Menâkıbi'l-Ensar, B. 28, Hds. 71.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 97, Hds. 2649.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.17, Sh. 298, Hds. 24953. C. 16, Sh. 26, Hds. 22953.
Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetü'l-Evliyâ ve Tabakâtu'l-Esfiyâ, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2015, C. 11, Sh. 509, Hds. 3475.
[19]. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî-Muhtasar, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2007, C. 7, Sh. 526.
[20]. Ayet-i Kerimede şöyle buyrulur:
"Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz." Ra'd, 13/11.
[21]. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Meğâzî, B. 30, Hbr. 127-128.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmâre, B. 41, Hbr. 147.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 17, Sh. 538-539, Hbr. 25248-25249.
[22]. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Meğâzî, B. 30, Hbr. 131.
Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.19, Hbr. 29
[23]. Bakara, 2/153.
SPOT İÇİNDİR
Başları olan imameti kaybettiklerinden itibaren ümmet, günyüzü görmemiş, yüzü gülmemiş, düşmanlar hakim, dostlar mahkum olmuşlardır...
Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olduğumuz ve ânın vacibini yerine getirdiğimiz vakit, kurtuluş kapısının açıldığı vakittir...
Mü'min müslüman kulların kulluk vazifesi, imtihan sırasında sızlanmamak ve sabırlı davranıp direnmektir...