İslam dünyasının her parçasının büyük bir imtihan geçirdiğine şahit olmaktayız. Bir kısmı iç savaşlarla, bir kısmı katliamlarla, bir kısmı terörle terbiyeye tabi tutuluyor. Her nefs Rabbimizin yed-i kudretinde olduğuna göre, hangi ortamda olursa olsun dayanma gücü, çektiği acılar ve sergilediği duruş Rabbiyle arasındaki ilişkiye göre şekilleniyor. O halde acil olarak yapılması gereken şey, hiç bir yaprağın boşuna deprenmediği bu dünyada, olan bitenin manasını ve Hak Teâlâ’nın bize verdiği mesajı anlamaya çalışmak ve duruşumuzu ona göre gözden geçirmek. Allah (c.c.)’ın rızasını ve yardımını celp edecek duruşu sergileyebilmek. Aç canavara tahabbüb gösterip iştihasını arttırmaktan bahsetmediğimiz açık tabii. Bir köşeye çekilip tesbih çekmekten de. Hani o: "Bin yıllık ibadetten hayırlı bir lahza tefekkür" var ya? Dünyamız için yeterince, hatta yeterinden fazla düşündüğümüzü anlayarak fikriyatımızı Rabbimize olan kulluğumuza yöneltmek. Kalbimizi O zül celalin bize yol göstereceğini bildirdiği kaynaklara açmak.
O Allah (c.c.) ki, kullarını yoktan var etti. Onlara, Rabb'leri olduğunu bildirdi. Her kul elest meclisinde O (c.c.)'nun Rabb'liğini gönüllü veya gönülsüz, kabul etti. Sözünde sadık olanlar canlarını ve mallarını Cennet karşılığı Allah (c.c.)'a satmış olduklarının bilinciyle bu dünyayı ahiret tarlası gibi görüp ona göre yaşarlar. Kâfire her say'inin karşılığı aynen ödenirken bunlar Rabb'lerinin terbiyesindedirler, gerektiği kadar verilir. Kafir olan yanlış yolda da gitse çalıştığı ölçüde başarılı olurken, Mü'min olan yanlış duruşunda muvaffak kılınmaz ki bu da onu yoktan var edenin ona olan rahmetinin bir tezahürüdür. Uyarılır, musibetlere uğrar. Bu musibetlerden öğreneceğimiz çok şeyler vardır. Zira genellikle ceza, kusurun nev'inden gelir. Örnek olması için şu hadisi şerifleri hatırlayalım:
Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)'den mervidir:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Iyne yoluyla alış-veriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah, size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız!1
Yine buyurdular ki:
"Ümmetim Dünyaya ta'zim ettiği (Dünyaya önem verip gözünde, gönlünde büyüttüğü) zaman kendisinden İslam’ın heybeti çekilip alınır. Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münkeri terk ettiği zaman da vahyin bereketinden mahrum bırakılır. Birbirine sövmeye başladıklarında da Allah’ın gözünden düşerler."2
Müslümanların sayıca çok olsalar bile selin önünde saman çöpü hükmünde olacağı, kâfirlerin birbirlerini yemeğe davet eder gibi Müslümanların üzerine çağıracakları günü haber veren Allah Rasulü (s.a.s.), "O zaman Allah (c.c.), düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve kalplerinize ‘vehn’ atacak! O, Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur" buyurmuştur.3
Enaniyet, çekememezlik, merhamet, rikkat, tefekkür eksikliği nedeniyle oluşan ihtilaf duygularına İslami kılıflar giydirerek kedimizi aldatabiliriz. Ama bizi bundan sakındıran ayeti kerimelerin hükmü cereyan eder ve etmektedir de:
"Allah'a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za'fa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."4
O halde ümmetin başına gelen felaketleri o felaketlerin indiği başlarda değil, ilk önce iki elimizin arasına koyacağımız kendi başımızda ve sonra hor ve hakir olduğu ilan edilmiş olduğu halde Dünyasını önceleyen, ahiretini unutan; Rabbinin buyruğuna diklenip dururken Dünya için eğilen bütün başlarda aramak aklın yoludur. "Onlar zaten bizi arkadan vurmuşlardı, layıklarını buldular" söylemiyle Rabbinin gazabını celbetmek pahasına vicdanının zaten cılız olan sesini söndürmeye çalışanlar bilmelidirler ki, yanlarında kalan tek iyi şeyi, Rasulullah (s.a.s.)'ın Mü'min vasfı olarak bildirdiği hassasiyetlerini köreltmeye çalışmakta, ayrıca geçmişte yapılanlarda hiç bir suçu olmayan kardeşlerine iftira vebalini üstlenmektedirler:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.”5
Hz. Peygamber (s.a.s.) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Bir mü’minin diğer mü’min kardeşlerine karşı ilgisi, birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.”6
Son olarak şu hadis-i şerifi hatırlamakta yarar var:
“Her pazartesi ve perşembe günleri ameller Allah'a sunulur, Allah-u Teâlâ kendisine ortak koşmayanlardan sadece mü'min kardeşi ile arasında düşmanlık olan kimseler hariç hepsini bu günlerde affeder.” (Meleklere de): “Barışıncaya dek onları bırakınız, buyurur.”7
İnsanlar zalim olabilir, ancak Mevla (c.c.) kaderinde adildir! Ümmetin başına gelenler bütün ümmete mesajdır. Sadece Müslüman oldukları için Myammar'da karnındaki bebeğiyle birlikte doğranan, Orta Afrika'da öldürülüp etleri yenen, Bangladeş'te alimleri göz göre ipe götürülen kardeşlerimizin başına gelenlerin elbette hikmeti vardır. Ancak bu, mesafenin uzaklığı, deri renklerinin farklılığı, kör milliyetçilik tarafından pompalanan tarihsel hınç gibi nedenlerle canımızı acıtamıyorsa bilelim ki, bizim başımıza gelen musibet bunlardan bin beterdir. Etimizin yenmesine, tünellerde ya da kendi evimizin enkazında yaşamak zorunda olmamıza gerek yok. Kendimiz meluna tuş olmuş bir enkaz haline gelmişiz; mankurtlaşmış, ruhsuz bir cesede Rabbinden iki cihanda rahmet bekleyen bir şaşkın olmayı seçmişizdir.
Oysa yüce Rabbimiz Fetih suresinde ne buyuruyor?
"Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir."8
İşte kalplerdeki bu kenetlenme, bizzat her kalpte tevhid'in hakim olması, nefsin aradan çıkması nedeniyle olmuştur. Allah (c.c.) bunu nasip etmeden, iki nefsin bile birbirleriyle anlaşabilmesi mümkün değildir. Ashabı kiram için dahi bu birleşme ancak Hak Teala’da birleşme şeklinde tezahür edebilecekti, bütün bir insanlık için de böyledir:
"Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da O' nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı."9
"Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalblerini (böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azizdir, hakimdir." 10
Biz, köpeğinden başka dost edinemeyen Batılı insan tipini eleştirirken, yavaş yavaş ona benzememize neden olan bir fitnenin içine yuvarlanmamaya azami dikkat kesilmeliyiz. O da şahsi görüşler, eğilimler, duyguların Allah (c.c.) ve Rasulü'nün önüne geçmesidir.
Rabbimiz Hucurat suresinin hemen başında buyurmuştur ki:
"Ey inananlar! Allah'ın ve peygamberinin önüne geçmeyin, Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir."
Merhum Seyyid Kutub bu ayetin tefsirinde şu tesbitlerde bulunmuştur:
Ey iman edenler! Ne kendiniz hakkında ve ne de çevrenizde yaşantınızla ilgili işlerde yüce Allah'a ve O'nun Peygamberine karşı öneride bulunmayınız. Bir konu hakkında yüce Allah Peygamberinin dili ile bir şey söylemeden önce sizler konuşmayınız. Sizler bir konu hakkında, yüce Allah'ın ve O'nun elçisinin sözüne başvurmadan hüküm vermeyiniz.
Mücahid de:
"Bir konu hakkında yüce Allah Peygamberinin dili üzere hükmünü verene kadar, Peygambere danışmadan kendi başınıza hareket etmeyiniz" der.
Hz. Dahhak ise:
"Yüce Allah'ı ve Peygamberini bırakıp da dininizin hükümleri ile ilgili olarak hüküm vermeyiniz," der.
İbni Abbas'tan nakledilen yorumu; "ayetin anlamı dışında Kitap ve Sünnet’te aykırı olarak bir şey söylemeyiniz, demektir" şeklindedir.
O halde iman edenlerin yüce Allah nerede olmalarını istiyorsa orada durmaları ve yüce Allah'ın huzurunda gerek kendi haklarında gerekse başkaları hakkında hüküm ve yöneltmesini bekleyerek, emredileni yapmak, dağıtılandan hoşnud olmak ve hep O'na teslim edip O'na teslim olmak üzere beklemeleri gerekir.11
Bugün Allah (c.c.)'ın Kitab'ını birbirlerini geçersizleştirmek, yaralamak ve hatta tekfir etmek için kullanan Müslümanlar nasıl o övülen ümmet olma vasfına gelebilecektir?
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Şeytan Arap yarımadasında, Müslümanların kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesmiştir. Ama onların aralarında sürtüşme çıkarmaya çalışacaktır."12
Yine, Hz. Peygamber (s.a.s.) mescitte minbere çıkarak yüksek bir sesle şöyle seslenmiştir:
“Ey diliyle ikrar edip kalbiyle iman etmeyenler! Müslümanlara eza ve cefa etmeyin, onları küçümsemeyin, aşağı görmeyin, kusurlarını araştırmayın. Çünkü bir Müslüman kardeşinin ayıplarını araştıran bir kimsenin ayıplarını da Allah araştırır. Hak Teâlâ da bir kimsenin kusurlarını tetebbu ederse, onu rezil rüsva eder.”13
Ma’ruf-i Kerhi ise şöyle demiştir:
"Allah, bir kuluna hayır dilediği zaman, ona salih amel kapısını açar. İnsanlarla mücadele ve münakaşa etme kapısını kapatır. Allah-u Zülcelâl bir kimseye de şer murad ederse, onu azabına uğratmak ve cehennem ateşine atmak için salih amel kapısını ona kapatır. Münakaşa ve mücadele kapısını o kimseye açar.”
Önemli olan sözü kimin söylediği değil, ne söylendiğidir bazen. Hepimiz, icraatta sınıfta kalıp laf cambazlığına soyunanlardan mıyız diye kendimizi hesaba çekelim.
Yegâne önderimiz ve rehberimiz buyuruyor ki:
“Başkasının ayıplarını söyleyeceğin zaman kendi ayıplarını hatırla.”14
“Ne mutlu o kimseye ki, ayıpları, kendisini başkasının ayıplarını görmekten alıkoydu.”15
Biz ne zaman Kitabımızın ve Önderimizin (s.a.s.) buyruklarından, kamil ümmet vasfından uzaklaştık? Nasıl bu hale geldik? Sorularının cevabını bulmadan, Musa (a.s.) itaat etmemeleri yüzünden sahrada 40 yıl dolaşmak zorunda kalan Beni İsrail misali, çilemiz bitmeyecek gibi.
Rasulullah (s.a.s.) buyurmuştur ki:
"Ben, bir aylık mesafede olan düşmanımın içine düşen bir korku ile yardıma mazhar oldum." 16
Bugün korku Müslüman'a düşünce, cesaret de tabii ki diğerine düşüyor. Oysa Rasulü Zişan Efendimiz bizleri asırlar öncesinden uyarıyor:
“Benim ümmetimi zalimden korkar gördüğün zaman, ona “sen de zalimsin” demelisin. Onlar artık dirileri yanından ayrılmış, çöllerin ortasında kalmış, manen bir ölü gibidirler.”17
Vasat ümmetin vazifesi, her hal ve şartta zulmü defetmek, bu noktada zalime meyletmekten, zalim Mü'min kardeşi olsa da adaletten ayrılmaktan, zulme rıza göstermekten şiddetle kaçınmaktır.
“Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.” 18
Hz. Enes b Malik RA'den rivayetle, Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"- Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.
Ashab-ı Kiram:
– Ya Rasulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım ederim. Ama zâlimse nasıl yardım edebilirim? diye sordu.
Peygamberimiz, ellerini tutup engel olma manasında:
– Onu zulümden alıkoyarsın, buyurdu."19
Bir diğer Hadis-i Şerifte:
“Zalimin bekası için dua eden kimse Allah’ın mülkünde O’na asi olunmasını istemiştir” buyrulmuştur. 20
"Sizden bir kimse çirkin bir iş (münker) gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Ki bu imanın en zayıf olanıdır." 21
Kamil manada iman etmenin şiarlarından olan iyilikle emrederek kötülüğü nehyetme, yegane hayat rehberimiz Rasulullah’ın da hiç bir koşulda vaz geçmemiş olduğu Kur’ani düsturumuzdur:
“Siz insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere yaratıldınız. İyiliğin yapılmasını emreder, kötülüğün yapılmasını yasaklarsınız ve Allah'a iman edersiniz... ...” 22
Lokman (a.s.)’ın oğluna vasiyetinde de, bu yolda bulunup, gelebilecek eziyetlere katlanmak mutlak bir ifadeyle yer almaktadır:
“Yavrum, namazı gereği üzre kıl, iyiliği emret ve fenalıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan, çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işlerdendir.”23
Bu mutlak farz yerine getirilmediğinde cemiyette tefessüh başını alıp gider, şairin dediği gibi:
“Çünkü biz savaşmasak… Etlerimiz kokar, gökyüzünü kokutur!”
O zaman düşmanın zulmü de olsa, başımıza gelenin yegane sebebinin Allah (c.c.)’ın emrini terk etmek olduğunu bilmek durumundayız.
“Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüzçevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır.” 24
"Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez."25
Bundan hemen önce gelen ayet-i kerime imana karşı küfrün velayetinden teberriyi emrederken bu âyet de Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dinî vecibelerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü sevgi ve ilişkiden uzak durmayı emrediyor. Velayeti doğru tutmayı emreden ayeti kerimeyi, bunu başarmak için kalplerdeki putları temizlemenin gereğine işaret eden izliyor!
Ceza kusurun nev'inden gelir demiştik. Bugün yaşadığımız topyekun bozgun, kalplerin bozulmasının sonucu değilse nedir? Daha ileri giderek diyebiliriz ki, İslam alemindeki dağınıklık kalplerin dağınıklığının sonucu olduğu gibi, Müslümanların Dinullah'ı hakim kılabildikleri toprak parçalarının kalmaması kalplerindeki parçalanmışlıkların sonucudur. Sizlerle paylaştığım Filistin haritasında Müslümanların elinde kalan yerlere bir bakın. Kalbimizde Rabbimizin hükmünü yaşattığımız kısmı buradan görebilirsiniz. Bu haritanın tersine doğru işletilmesi de, kalbimizin hükmü ilahi'ye teslim olduğu kısmının genişlemesi ile mümkün.
İlk olarak kendi yüreğimizi fethetmemiz gerekiyor. O yüreği her zerresi Hak Teala yolunda olan bir bütün haline getirmeden ne vahdeti, ne de Rasululah (s.a.s.)'ın müjdelendiği, Ashab-ı Kiram'ın nasiplendiği yardımları Adili mutlak'tan beklemek, kulluk edebine sığmaz.
Merhum Mehmet Akif'in dizelerini hatırlayalım:
“Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.”
Bizzat Kur'an ile övülen ve mesuliyeti hatırlatılan o hayırlı ümmet olmanın gereğini inşallah bir sonraki kısımda incelemek nasip olur.
Dipnot
1- Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İcare, B. 54, Hds. 3462. İbn Kesir, A.g.e. C. 7, Sh. 3441.
Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C. 2, Sh. 84)'den.
2- İbn Ebi Dünya, Ramuz-el ehadis:. İslam-Müslüman-90, Ma'ruf-Münker-18
3- Ebu Davut, melahim 5
4- Enfal suresi, 8/46. ayeti kerime meali
5- Sahih-i Buhari 6- A.g.e.
7- Muvatta, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace.
8- Fetih suresi, 48/29. ayeti kerime meali
9- Ãl-i İmran suresi; 3/103. ayeti kerime meali
10- Enfâl Suresi, 8/63. ayeti kerime meali
11- Fi Zilalil Kur'an, Hucurat suresi 49/1 tefsirinden.
12- Müslim.
13- Tirmizi, İbn Hıbban
14-Buhârî, el-Edebü’l-Müfred
15- Beyhakî, Şuabu’l-îmân
16- Buhârî, Teyemmüm 3, Salât 56,l Humus 8; Müslim, Mesâcid 3, (521); Nesâî, Gusl 26, (1, 210-211)
17- Camiu’s-sağir. c.1,hds:429
18- Hud suresi, 11/113. ayeti kerime meali.
19- Buhârî, Tirmizî
20- Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433
21- Müslim, İman, 78
22- Ali İmran suresi, 3/110. ayeti kerime meali.
23- Lokman suresi, 31/17. ayeti keirme meali.
24- Maide suresi, 5/49. ayeti kerime meali.
25- Tevbe Suresi, 9/24. ayeti kerime meali.