Vakıf, müessesinin tarihi çok eskidir. İslâm tarihi ile birlikte vakıflar da yaygınlaşmıştır. Vakıf demek, kısaca bir malı, bir gayreti, Allah rızası için feda etmek anlamlarını taşımaktadır. Asr-ı Saadet döneminde, Ashâb-ı Kirâm da birçok mallarını Allah yolunda vakfetmişlerdir.
İslâm ile birlikte vakıflar, kurumsal bir kimlik kazanmıştır. Bilindiği gibi, Osmanlı döneminde, insanlığın hayrı için birçok vakıf kurulmuştur. Her vakfın ayrı bir çalışma alanı vardı. Bazı vakıflar, cezaevinde mahkûmlara yardım etmek için, kurulmuştur. Bazı vakıflar, yolda kalanlara yardım etmek için kurulmuştur. Kimi vakıflar, genç kızların çeyizlerine yardımcı olmak için, kimileri ise, hayvanların muhafaza edilmesi, hayvanların zarar görmemesi adına faaliyet içerisinde olmuşlardır. İslâm tarihinde, insanlığın faydasına çok ilginç vakıflar kurulmuştur.
İslâm Medeniyeti’nde, vakıfların temel gayesi, insanlığın huzuru ve insanlığın hidayetidir. Yolların yapımında, çeşmelerin yapımında, köprülerin yapımında, mimari işlerde, vakıfların emeği oldukça büyüktür. Vakıflar, yoksulların, kimsesizlerin, mazlumların, yanında yer almış, onlara kendi imkânları nispetince yardım etmişler ve günümüzde de halen yardım etmeye devam etmektedir. İslâm tarihinde ve günümüzde birçok vakıf, “aş evi” kurarak fakirlerin yemek ihtiyacını karşılamışlardır.
Vakıflar, İslâm Medeniyeti’nin bir parçasıdır. Vakıflar, bütün insanlığın hayrı için çalışan müesseseleridir. Vakıflar, ilim adına da büyük hizmetler yapmışlardır. Kütüphaneler, medreseler, vakıf medeniyetinin eserleridir.
Günümüzde de hâlihazırda birçok vakıf, çalışmalarını büyük bir titizlikle sürdürmektedir. Bu vakıflarımız, İslâmî tebliğ konusunda karınca karınca görevlerini yerine getirmeye gayret göstermektedirler. İslâmî vakıflarda hizmet eden, her şahsiyet hiç bir ücret talep etmemekle birlikte, ücretlerini yalnızca Allah’tan beklemektedir. İşte vakıf demek, hayatını malını, mülkünü, Allah yoluna adamak demektir.
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Âdemoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnâdır: Devamlı sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar.” (Müslim, Vasıyye, 14; Ebû Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
Allah’ın Dinin yeryüzünde hâkim olması için gayret sarf eden vakıfların, ilim adamlarının, bu uğurda hayırlı evlat bırakanlar, elbette ki Rasulullah (s.a.s.)’in buyurduğu gibi “amel defterleri” kapanmayacaktır.
Vuslat Dergisi olarak, bu ayki dosya konumuzu “vakıf” konusuna ayırmayı uygun gördük. Dosya konumuz ile ilgili, “Kur’ân’a Hizmet Vakfı” Onursal Başkanı Dilaver Akkoyun ile vakfın faaliyetleri ve gayesi hakkında konuştuk.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Prof. Dr. Yusuf Ziya Keskin, Prof. Dr. Ali Akpınar, Ahmed Kalkan ve Murat Said Özdemir yazılarıyla dosyamıza ışık tuttular.
Ayrıca, Abdullah Dâî, Prof. Dr. Ali Çelik, Seyfulislam Çapanoğlu, Yunus Göktaş, Ahmet Varol, Muhammed İslâmoğlu kendilerine ayrılan sayfalarda, yazılarını sizlerle paylaştılar.
Kıymetli Okurlar,
Bu sayımızda, Recep Arslan hocanın İntişâr Yayınevi’nden çıkan, “Kur’ân ve Sünnet’in Vasıflandırdıkları” isimli kitabı sizlere hediye ediyoruz.
Gelecek sayıda, başka bir konu ile tekrar buluşmak ümidiyle, Allah’a emanet olunuz.
Selâm ve duâ ile…