Allah Resûlünün (s.a.s.) Mekkeden Medineye hicreti, dünya
tarihinin akışını değiştiren en önemli olaylardan biridir. Bilindiği gibi Hz.
Peygamber, amcası Ebû Tâlibin hayatta olduğu yıllarda birçok sıkıntıyla
karşılaşmasına rağmen Haşimoğullarının ona verdikleri destek devam etti.
Müşrikler ambargo kararı alınca Haşimoğulları ve kendileriyle birlikte hareket
eden Muttaliboğulları, Ebû Tâlib mahallesinde bir araya gelerek karşılaşmaları
muhtemel sıkıntılara karşı tedbir aldılar. Ambargonun sona ermesinden sonra Hz.
Peygamber, Mekkeye gelen kabileler arasında tebliğ faaliyetlerini sürdürdü.
Ancak bütün çabasına rağmen umduğu desteği bulamadı.
Hz. Peygamberin amcası Ebû Tâlibin vefatı ve diğer amcası
Ebû Lehebin Haşimoğullarının başına geçmesinden kısa süre sonra yakınlarının
kendisine verdiği desteğin azalması, onu yeni bir arayışa yöneltti.
Mekkelilerin İslâmı kabul etmeyi reddetmeleri ve
Müslümanlara dinlerini yaşayabilecekleri imkânı tanımamaları üzerine Hz.
Peygamber, kendisinin de hicret edebileceği, Müslümanların dinlerini rahat
yaşayabilecekleri, Mekkeyle bağlarının devamına imkân veren bir yer aramaya
başladı. Bu amaçla nübüvvetin 10. yılı Şevval ayının sonlarında Tâife bir yolculuk
yaptı. Hz. Peygamber bu yolcuğa evlatlığı Zeyd b. Hârise ile birlikte çıkmıştı;
ancak Tâiflilerden umduğu desteği alamadığı gibi Mekkeye dönerken şehrin ayak
takımı peşine takılarak kendisine sövüp hakaret ederek taş attı. Hz. Peygamber,
saldırılardan korunmak amacıyla Mekkeli iki kardeş olan Utbe ve Şeybe b. Rebîaya
ait bir bahçeye sığınmak zorunda kaldı. Mekkeye dönen Hz. Peygamber, şehre
Nevfeloğullarından Mutim b. Adînin koruması altında girdi.
Hz. Peygamberin Tâif yolculuğu ve Mekkeye gelen
kabilelerle görüşmesi, destek için Kureyşe alternatif bulma gayreti içine
girdiğini göstermektedir. Hz. Peygamber, kabilelerle yaptığı görüşmelerde
Müslüman olmaları halinde dünyada ve ahirette mükâfata sahip olacaklarını
söylüyordu. Âmir b. Sasaaoğullarını İslâma davet ettiğinde, dinleyenlerden
biri kendilerini Arapların hedefi yaptıktan sonra iktidarın onlara verilip
verilmeyeceğini sordu. Hz. Peygamberin iktidarın Allahın elinde olduğunu, onu
dilediğine vereceğini ifade etmesi üzerine adam, Kendimizi senin için
Arapların hedefi haline getireceğiz; sonra da iktidar başkalarının olacak öyle
mi? Senin söylediklerine ihtiyacımız yok! diyerek Hz. Peygamberin teklifini
reddetti.
Allah Resûlünün (s.a.s.) tebliğ faaliyetleri çerçevesinde
birkaç Medinelinin Müslüman olması ve ardından da Akabe biatlerinde Hz.
Peygambere biat etmeleri, Müslümanlar için önemli bir alternatif oldu. Müslümanların
Medineye hicretleri, genel olarak İkinci Akabe biatinden kısa bir süre sonra
başladı. Bazen yalnız, bazen gruplar halinde, kimi zaman gizlice, kimi zaman da
açıkça ve meydan okuyarak hicret ettiler. Bundan böyle Mekke fethine kadar
hicret, hak-batıl mücadelesinde taraf olmanın en önemli göstergesi olarak
mütalaa edilmiştir.
Baskıya maruz kalmaya devam edip hicret edemeyen Müslümanlar,
bundan dolayı sorumlu tutulmamışlar; dinlerini özgürce yaşayabilmeleri için
Müslümanlara mücadele etmeleri emredilmiştir: Size ne oldu ki, Allah
yolunda ve Rabbimiz! Bizi şu, halkı zalim kentten çıkar; bize katından bir
koruyucu ver; bize katından bir yardımcı ver! diyen zavallı erkek, kadın ve
çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Nisâ 4/75)
Mekkede bulunan Müslümanların hemen hepsi Hz. Peygamberden
önce hicret ettiler. Bunun istisnalarından biri Hz. Ebû Bekrdir. Hz. Ebû Bekr,
daha önce Habeşistana hicret teşebbüsünde bulunmuş; ancak İbnud-Duğunne
tarafından yoldan çevrilmiş ve onun koruması altında Mekkeye geri dönmüştü.
Bir süre sonra Mekkeliler, İbnud-Duğunneden sesinin duyulmasından rahatsız
oldukları için evinde ibadet ederken Ebû Bekrin sesinin duyulmasını
engellemesini istediler. İbnud-Duğunne Mekkelilerin isteklerini Ebû Bekre
iletince onun korumasından çıkarak Allahın korumasına sığındığını ilan etti.
Medineye hicret imkânı ortaya çıkınca Ebû Bekr hicret etme arzusunu Hz.
Peygambere birkaç kez iletti; ama her seferinde Allahın ona bir yol arkadaşı
verebileceğini söyleyerek, kendi hicretini ima etmek suretiyle hicretine mani
oldu.
Medineye ilk hicret eden kişi Mahzûmoğullarından Ebû
Selemedir. Ebû Selemenin Akabe biatinden yaklaşık bir yıl önce hicret ettiği
nakledilir. Ebû Seleme, eşi Ümmü Seleme ve küçük yaştaki oğluyla yola çıktı;
ancak amcazadeleri olan hanımının akrabaları, eşini götürmesine izin vermeyince
kendi akrabaları da küçük oğlunu annesinden ayırdılar. Bu ayrılık, bir yıl
kadar sürdü; daha sonra Ümmü Selemenin durumuna acıyan akrabaları, kocasının
yanına gitmesine izin verdiler. Bunun üzerine küçük çocuğunu da yanına alan Ümmü
Seleme, Medineye gitmek üzere yola koyuldu. Bir süre tek başına yolculuk
yaptı. Yolda karşılaştığı Abduddâroğullarından -o sırada daha Müslüman olmamış-
Osman b. Talhanın refakatiyle kocasının yanına gitti.
Müslümanların çoğu birbirleriyle anlaşarak gizli bir şekilde
Medineye gitmek üzere yola koyulurken Ömer b. el-Hattâb Kâbeye giderek meydan
okuyup bir grup akrabası ve arkadaşıyla yola çıktı. Müşrikler, Hz. Ömerin
meydan okumasına karşılık vermediler.
Medineye daha zor şartlar altında hicret etmek zorunda
kalan Müslümanlar da vardı. Mekkeye köle olarak getirilip Abdullah b. Cüdân
tarafından azat edilen Suheyb b. Sinan er-Rumî hicret etmek isteyince
Mekkeliler tarafından engellendi. Maddî durumu iyi olan Suheybe malını
Mekkede kazandığını, o malları Mekkede bırakmadan hicretine izin
vermeyeceklerini söylediler. O da bütün mallarını onlara bırakarak hicret etti.
Süheyl b. Amrın oğlu Abdullahın
hicreti ise epey maceralı oldu. Daha önce Habeşistana hicret eden Abdullah,
Medineye hicrete izin verildiğini duyunca oraya hicret etmek için Mekkeye
döndü; ancak babası tarafından hapsedildi. Hapisten kurtulabilmek için
atalarının dinine döndüğünü söyleyince babası onu hapisten çıkardı. Daha sonra
da Bedir savaşına beraberinde götürdü. Müslümanlarla müşrikler Bedirde karşı
karşıya geldiklerinde Abdullah savaş başlamadan bir fırsatını bulup
Müslümanların tarafına geçerek hicret edebildi.
Mekkeli Müslümanların Medineye hicreti, Kureyşli
müşriklerin kısa sürede işin ciddiyetini anlamalarını sağladı. Hz. Peygamberin
hicret etmesi, onlar için büyük sorunlar doğurabilirdi. Meseleyi müzakere etmek
amacıyla Dârun-nedvede bir toplantı yapıldı. Toplantıya Kureyşin bütün
boyları katılmadı. Katılımcı kabileler, daha önce meydana gelen, Mekkedeki
görevlerin dağıtılması gibi ihtilaflar sırasında gerçekleştirilen ittifakların
şekillendirdiği tarafgirlikle burada bulunmuşlardı. Toplantıya katılan
Abduddâr, Mahzûm, Sehm ve Cumah boyları, İslâmdan önce Mekkede görevlerin
dağıtımı sırasında Abduddâroğullarını destekleyen el-Ahlâf grubunu oluşturan
kabilelerdir. Abduşems ve Nevfel kabileleri, Haşimoğullarının akrabaları
olmalarına rağmen daha önce aralarında vuku bulan gerginlikler nedeniyle onlara
karşı bir tavır almışlardı.
Nevfeloğullarından üç kişinin toplantıya katılması, ilginç
bir durumdur. Bunlardan biri Mutim b. Adînin oğlu, biri kardeşi diğeri ise
amcasının oğludur. Hz. Peygambere koruma verdiği halde Mutimin yakınlarının
bu toplantıya katılması, bir çelişki gibi görünmektedir. Muhtemelen bu sırada
Mutim b. Adî vefat etmiş olduğu için yakınları, korumaya aykırı bir tutum
takınmış olabilirler.
Görüşmenin temel konusu Hz. Peygamberin nasıl etkisiz hale
getirileceğiydi. Hapse atılması ya da sürülmesi yönündeki öneriler, kabul
görmedi. Kesin çözüm olarak görünen tek yol, öldürülmesiydi. Fakat bunu
gerçekleştirmek kolay değildi. Zira Haşimoğullarından birisinin öldürülmesi,
Mekkede önü alınamaz düşmanlıklara ve kan davalarına sebep olabilirdi. Bunun
için Ebû Cehlin önerisiyle her kabileden güçlü bir gencin bu iş için
görevlendirilmesine karar verildi. Böylece Haşimoğulları bütün kabilelerden
intikam alamayacakları için diyet alarak barış yapmak zorunda kalacaklardı.
Hz. Peygamberin söz konusu toplantıdan nasıl haberdar
olduğu hususunda farklı rivayetler nakledilir. Genellikle Hz. Cebrailin Hz.
Peygamberi toplantıdan haberdar ettiği anlatılır. Kâfirler seni tutup
bağlamaları, öldürmeleri ya da sürmeleri için sana tuzak kuruyordu. Allah tuzak
kuranların en iyisidir. (Enfâl 8/30) ayetinin bu sırada nâzil
olduğu rivayet edilir. Bir rivayete göre ise Zühre kabilesinden birisiyle evli
olan Resûlullahın büyük halası Rukayka bt. Sayfî b. Haşim, Hz. Peygamberi
Kureyşlilerin kararından haberdar etmişti.
Hz. Peygamberi öldürmekle görevlendirilen gençler onu
öldürme girişiminde bulundukları sıralarda Yüce Allah, Medineye hicret
etmesine izin verdi. Müşriklerin Hz. Peygambere suikast düzenlemeye karar
vermeleriyle hicrete izin verilmesinin aynı zamana denk gelmesi, Hz.
Peygamberin Mekkede mücadele etme imkânını sonuna kadar kullandıktan sonra
başka bir yol kalmadığında hicretine müsaade edildiğini söylememize imkân
vermektedir.
Hicrete izin verilince Hz. Peygamber, âdeti olmadığı halde
günün sıcak bir zamanında Hz. Ebû Bekrin evine giderek onunla görüştü;
kendisine hicrete izin verildiğini, onunla beraber hicret edeceğini söyleyince
Hz. Ebû Bekr sevinçten ağladı. Hz. Ebû Bekr, daha önce iki binek devesi satın
alarak onları hazırlamıştı. Bu develerden birisini Hz. Peygambere vermek
isteyince Peygamberimiz, deveyi ancak bedeli mukabilinde kabul edebileceğini
söyleyerek satın aldı. Hz. Peygamberin hicret yolcuğunu yaptığı bu devesi,
Kasvâ adlı devedir.
Hicret kararı, Hz. Ebû Bekrin ailesi ile Hz. Ali dışında
kimseye duyurulmamıştı. Zira kararın duyulması halinde müşrikler hicreti
engelleyebileceklerdi. Yolculuk sırasında kendilerine rehberlik yapmak üzere
Diloğullarından müşrik olan Abdullah b. Uraykıtı ücretle yol kılavuzu olarak
tuttular.
Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekr, üç gün sonra Sevr dağındaki
mağarada buluşmak üzere yolda binek olarak kullanacakları develeri Abdullah b.
Uraykıta teslim ettiler.
Hz. Peygamber, yola çıkmadan önce Mekkelilerin yanında
bulunan bazı emanetlerini sahiplerine vermek üzere Hz. Aliye teslim etti. Hz.
Ali, kendisine verilen görevleri yerine getirdikten sonra Medineye gidecekti.
Hz. Peygamber, Hz. Aliden hicret edeceği gece evinde
yatmasını istedi. Hz. Peygamberi öldürmek üzere görevlendirilen gençler, gece
evinin önünde pusu kurdular. Önce evine saldırıp onu öldürmeyi düşündüler;
fakat daha sonra dışarı çıkmasını beklemeye karar verdiler. Müşrikler, kapının
önünde beklerken Hz. Peygamber yerden bir avuç toprak aldı ve üzerlerine
serperek aralarından geçti. Onların arasından geçerken, Yâsin suresinin (36) 1.-10. ayetlerini okuduğu rivayet edilir.
Müşrikler, sabah Hz. Peygamberin yatağından
Hz. Alinin kalktığını görünce şaşırdılar.
Hz. Peygamber, evinden ayrılarak Hz. Ebû Bekrin evine
gitti. Onlar için Hz. Ebû Bekrin evinde yol hazırlığı yapılmıştı. Birlikte,
Mekkenin güneyinde, şehre yaklaşık bir saatlik mesafedeki Sevr dağının
tepesinde bulunan mağaraya gittiler. Gizlilik içinde evin arkasındaki küçük bir
kapıdan çıkarak oradan ayrıldılar.
Medineye gitmek üzere yola çıktığı halde Hz. Peygamberin
önce Mekkenin güneyindeki Sevr dağına gitmeyi tercih etmesi, Mekkeli müşrikleri
yanıltmak ve etrafın sakinleşmesini beklemek içindi. Akabede Medinelerle
yapılan anlaşmayı bilen müşrikler, onu evinde bulamayınca Medine yolunu kontrol
altına alacakları belliydi. Bu sebeple Hz. Peygamber, zaman kazanabilmek için
Medineye doğru yola çıkmak yerine güneye giderek izini kaybettirdi.
Aralarında Ebû Cehlin de bulunduğu müşrikler, Hz.
Peygamberi evinde bulamayınca Hz. Ebû Bekrin evine gittiler. Ebû Cehl, Hz.
Ebû Bekrin kızı Esmaya babasının nerede olduğunu sordu. Esma, bilmediğini
söyledi. Bunun üzerine sinirlenen Ebû Cehl Esmayı tokatladı. Tokadın
şiddetinden kulağındaki küpesi fırladı.
Müşrikler, bütün aramalara rağmen Hz. Peygamberi
bulamayınca başına ödül koydular. Onları yakalayana ya da öldürene diyetlerini
ya da yüz deve verileceğini ilan ettiler. Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekr için
ayrı ayrı ödül konduğu rivayet edilmekle birlikte, müşrikler için, başına ödül
konacak kadar önemli bir düşman kabul edilen kişi, Hz. Peygamberdi. Bundan
dolayı muhtemelen ödül, Hz. Peygamber için konmuş olmalıdır.
Müşriklerin Hz. Peygamberi yakalamak için tuttuğu iz
sürücülerden Kurz b. Alkame, Sevr mağarasının kapısına kadar gelmiş ve orada
bir örümceğin ağ ördüğünü görmüştü. Müşriklerden biri, ağın Muhammedin (s.a.s.)
doğumundan eski olduğunu söyledi. Bunun dışında Hz. Peygamberle Hz. Ebû
Bekrin mağarada gizlendikleri sırada izlerinin müşrikler tarafından
bulunmasına engel olan başka gelişmeler de anlatılmaktadır. Örümceğin mağaranın
kapısına ağ örmesi, bir ağacın Hz. Peygamberi saklayacak şekilde mağaranın
ağzında bitivermesi, güvercinlerin mağaranın girişine yuva yapması şeklinde
bazı nakiller mevcutsa da bunları ihtiyatla karşılamak gerekir. Kuşkusuz bu tür
hâdiseler Allah için mümkündür; ancak ilk kaynaklarda benzer bilgilerin az
bulunması, ya da bazen ihtiyatla karşılanacak tarzda nakledilmiş olması,
dikkatli olmamızı gerektirmektedir. Bunlara benzer bazı küçük kayıtların
sonraları abartılmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Müşrikler, mağaranın kapısına kadar
geldiklerinde kendi aralarında Hz. Peygamberin yakınlarında olup olmadığını
konuşuyorlardı. Bu sırada Hz. Ebû Bekri bir telaş aldı; Hz. Peygamber ise onu
sakinleştirmeye çalışıyordu. Hz. Ebû Bekr, mağaradan dışarıya bakıp müşriklerin
ayaklarını gördüğünde heyecanla, Ey Allahın Resûlü! Ayaklarının aşağısına
baksalar bizi görecekler! dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ey Ebû Bekr!
Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun? diye cevap
verdi.
Hz. Peygamber Sevr mağarasında üç gece
kaldı. Bu sürede Hz. Ebû Bekrin oğlu Abdullah akşamları mağaraya gelerek
müşriklerin konuşmalarını ve Hz. Peygamber hakkında söylediklerini onlara
naklediyordu. Gece mağarada kalan Abdullah, tan yeri ağarmadan yanlarından
ayrılıp geceyi Mekkede geçirdiği intibaını vermek için şehre dönüyordu.
Abdullah ayrıldıktan sonra Hz. Ebû
Bekrin azatlısı Âmir b. Füheyre mağaranın yakınlarına getirdiği koyunları
peşinden sürerek onun ayak izlerini kaybettiriyordu. Sürü oraya getirilince Hz.
Peygamber ile Hz. Ebû Bekr, ihtiyaçları olan sütü de alırlardı. Sevr
mağarasında üç gün kaldıktan sonra, üçüncü gecenin sabahında daha önce rehber
olarak tutulmuş olan Abdullah b. Uraykıt mağaraya geldi.
Hz. Peygamber, peygamberliğin 14. yılı
(m. 622) Rebiülevvel ayının beşinde Pazartesi günü, Hz. Ebû Bekr ve yanlarında
bulunan kılavuzla birlikte yola çıktı. Âmir b. Füheyreyi de yanlarına
almışlardı.
Hz. Peygamberin yol kılavuzu Abdullah
b. Uraykıt, onları daha az kullanılan, fakat bu yolculukları için daha emin
olan sahil yolundan Medineye götürdü. Hz. Peygamberin bilinen ve kullanılan
yoldan Medineye gitmesi halinde yakalanma ihtimali yüksekti. Bundan dolayı ilk
anda akla gelmeyen ve pek kullanılmayan bir yol tercih edildi.
Kureyşlilerin Hz. Peygamberi ölü veya
diri yakalayanlara ödül verecekleri haberi, Müdlicoğullarının bulunduğu bölgede
de duyulmuştu. Hz. Peygamber yola çıktıktan sonra Salı günü Müdlicoğullarının
bölgesi olan Kudeyde ulaştı. Sürâka b. Mâlik b. Cuşum, kabilesi olan Müdlicoğullarından
bazı adamlarla otururken, yanlarına gelen kabilelerine mensup birisinden,
yaşadıkları bölge olan Kudeydin sahiline yakın bir yerden geçen birkaç kişinin
varlığını duyunca bunların Hz. Peygamber ile arkadaşları olduklarını anladı.
Adama göz kırparak susmasını istedi. Zira Hz. Peygamber için belirlenen ödülü tek
başına almak istiyordu. Kısa bir süre daha oturduktan sonra kalkıp gitti. Evine
giden Sürâka, zırhını giyip silahını kuşanarak yola çıktı. Amacı, Hz.
Peygamberi yakalayıp Kureyşlilere teslim ederek yüz develik ödülü almaktı.
Sürâkanın geldiğini gören Hz. Ebû
Bekr, tedirginlik içinde, Ey Allahın Resûlü! Yanımıza kadar gelindi! dedi.
Hz. Peygamber mağarada söylediği sözleri tekrar etti: Tasalanma! Allah
bizimledir (Tevbe 9/40). Sürâka, Hz. Peygamberin bir şeyler
okuduğunu duyacak kadar yakınlarına gitti. Bu sırada atının ön ayakları kuma
batmaya başladı. At, dizlerine kadar kuma battı; Sürâka, atından düştü; atını
hareket ettirmeye gayret ettiyse de başarılı olamadı.
Karşılaştığı olay karşısında hayretler
içinde kalan Sürâka, Hz. Peygamberin diğer insanlardan farklı bir özelliğinin
olduğuna inandı. Ondan eman diledi ve içinde bulunduğu durumdan kurtulması için
Allaha dua etmesini rica etti. Hz. Peygamber dua edince Sürâkanın atı kumdan
kurtuldu. Sürâka, Kureyşlilerin Hz. Peygamberi ele geçirmek için yürüttükleri
faaliyetlerinden bahsetti. Onlara yol azığı vermek istediyse de Hz. Peygamber
teklifini kabul etmedi.
Sürâka, Hz. Peygambere kendisinden bir
isteği olup olmadığını sordu; Hz. Peygamber, peşlerinden gelecek kimseleri
engellemesini istedi. Enes b. Mâlikin dediği gibi, Sürâka, günün başında
Allahın Peygamberi aleyhine çalışan, onun canına kasteden bir kimse iken,
günün sonunda onun hayatını savunan bir silah olmuştu!
Hz. Peygamberle yolda karşılaşanlardan
birisi Eslem kabilesinin liderlerinden Büreyde b. Husayb idi. Hz. Peygamberi
yakalamak için bir müfrezeyle önünü kesti; ancak kendisiyle bir süre sohbet
ettikten sonra Resûlullahın İslâm çağrısına olumlu cevap vererek Müslüman
oldu. Daha sonra mızrağına bağladığı sarığıyla Hz. Peygambere sancak açarak
arazilerinden çıkıncaya kadar ona refakat etti.
Bunlardan başka yolculuk sırasında Hz.
Peygamber, Talha b. Ubeydullah ile karşılaştı. Talha, Şama düzenlediği bir
ticaret seferinden geri dönüyordu. Hz. Ebû Bekre Şam işi elbiseler verdi. Hz.
Peygamber ve Hz. Ebû Bekr bu elbiselerden giydiler. Onlarla birlikte Medineye
gitmek istediyse de işlerini bitirdikten sonra hicret etmesi için Mekkeye
gitmesi uygun görüldü. Talha daha sonra Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekrin
aileleriyle birlikte hicret etti.
Medineliler, Hz. Peygamberin hicret
etmek üzere yola çıktığını öğrenince her gün sabah namazını kıldıktan sonra
yüksek bir yere çıkıp Resûlullahın gelişini gözetlerler, sıcaklık epey
artıncaya kadar orada beklerler; Resûlullahın gelmediğini görünce de bir gün
sonra tekrar gelip beklemek üzere evlerine dönerlerdi. Hz. Peygamberin Kubâya
ulaştığı gün de sıcak şiddetleninceye kadar beklediler; daha sonra da evlerine
gittiler. Bu sırada Resûlullahı kendisine ait hisardan gören bir Yahudi, yüksek
sesle bağırarak Müslümanlara bekledikleri kervanın gelmekte olduğunu haber
verdi. Bunun üzerine Müslümanlar tekrar toplanıp şehir dışına çıkarak Hz.
Peygamberi karşıladılar.
Hz. Peygamber, 12 Rebiülevvel Pazartesi
günü Medine yakınındaki Kubâya, Amr b. Avfoğullarının yanına ulaştı. Orada
Külsûm b. Hidmin evine indi. Kubâda bulunduğu sırada, Müslümanlarla sohbet
etmek amacıyla Sad b. Heysemenin evine giderdi. Bekâr olan Sadın evi, bekâr
Muhacirlerin kaldığı bir yerdi. Bundan dolayı evine Bekârlar Evi
denirdi.
Hz. Peygamber, Pazartesi gününden Cuma
gününe kadar Kubâda kalarak Cuma günü yola çıktı. Bu arada Hz. Ali, Mekkede
üç gün kalmış; Resûlullahın verdiği emanetleri sahiplerine iade ederek yola
çıkmış ve Hz. Peygambere Kubâda yetişmiştir.
Hz. Peygamber Kubâdan Yesribe
giderken Sâlim b. Avfoğullarının arazisinde Rânûna vadisinde ilk Cuma namazını
kıldırdı.
Buraya kadar anlattıklarımıza göre Hz.
Peygamber 2 Rebiülevvelde Mekkeden ayrılıp Sevr mağarasına gitmiş; 5
Rebiülevvele kadar orada kaldıktan sonra yola çıkmış ve 12 Rebiülevvelde
Kubâya ulaşmıştır. Burada birkaç gün kaldıktan sonra 16 Rebiülevvelde, o
günkü adıyla Yesribe hareket etmiştir.
Hz. Peygamber, Kubâdan hareket etmeden
önce dayıları Neccâroğullarına haber göndermiş; onlar da kılıçlarını kuşanarak
gelmişlerdi. Resûlullah devesine binerek Ebû Bekri terkisine aldı; etrafında
Ensâr ve Neccâroğulları olduğu halde şehre girdi. Hangi kabilenin mahallesinden
geçtiyse yanlarında kalmasını teklif ederek, ona her türlü desteği
sağlayacaklarını söylediler. Ancak Resûlullah, devesinin yolunu açmalarını,
deveye nereye çökeceğinin emredildiğini söyledi. Resûlullahın devesi, Neccâroğullarından
Sehl ve Süheyl adlı iki yetim kardeşe ait olan bir araziye çöktü.
Muhtemelen Medinelilerin muazzam
ilgisiyle karşılaşan Hz. Peygamber, onları kırmamak için böyle bir çözüm yolu
bulmuştu. Böylece Hz. Peygamber, Medinedeki hassas dengelerin bozulmasına
sebep olabilecek davranışlardan kaçınıyordu. Şehre geldiğinde Evslilere konuk
olsa Hazrecliler, Hazreclilere konuk olsa Evsliler kırılacaktı. Bu hikmetli
yolla iki taraf da kırılmadan mesele halledildi.
Hz. Peygamber, devesinin çöktüğü yerin
yakınında evi bulunan, Neccâroğullarının bir kolu olan Hâriseoğullarından Ebû
Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârînin evine misafir oldu. Mescit inşa etmek üzere
belirlenen yer de Neccâroğullarının bölgesindeydi. Neccâroğulları, Hz.
Peygamberin dedesi Abdulmuttalibin annesi Selmanın kabilesiydi. Selma,
Neccâroğullarının Adîoğulları kolundandır. Hz. Peygamberin dedesi
Abdulmuttalib [Şeybe], burada büyümüştü. Hz. Peygamberin babası Abdullah
ticaret için Şam taraflarına gittiği bir yolculuk dönüşünde hastalanınca
Yesribte, dayıları Adîoğullarının yanında bir ay kalmış; vefat edince de oraya
defnedilmişti. Yine Hz. Peygamber küçüklüğünde annesiyle birlikte Medineye,
dayızadelerinin yanına bir yolculuk yapmış ve burada bir süre kaldıktan sonra
dönüşte annesini kaybetmişti. Bütün bunlar Hz. Peygamberin ailesi ile Adî b.
Neccâroğulları arasındaki münasebetlerin hicretten önce de devam ettiğini
göstermektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamberin kendisine destek olabilecek
dayılarının yanında kalmayı düşünmüş olması da mümkündür. Öte yandan Arap
geleneğine göre Hz. Peygamberin dayızadelerinin yanında kalmasının isabetli
bir karar olduğu görülmektedir. Çünkü Hz. Peygamberi yanlarına kabul etme ve
koruma görevi öncelikle onlara düşer. Ancak Resûlullah, meseleyi akrabalık
ilişkilerine indirgememek istemiş olacak ki, Adî b. Neccâroğullarının
yanlarında kalması hususundaki tekliflerini reddetmiş; onların yakınları olan
Mâlik b. Neccâroğullarının yanına inmiştir.
Resûlullahın
Medineye girişinden itibaren evinde kaldığı Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd, Hz.
Peygambere hizmet etmek için azami derecede özen gösterdi. Resûlullahı evinin
ikinci katına yerleştirmek istediyse de o, bunu kabul etmedi. Hz. Peygamber, ev
sahiplerinin rahatsız olmaması için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bu
arada Neccâroğulları, Hz. Peygambere nöbetleşe yemek götürüyorlardı.
Mescidin
inşasından sonra Hz. Peygamber, azatlıları Zeyd b. Hârise ile Ebû Râfii
Mekkeye göndererek ailesini getirtti. Hz. Peygamber bunun için Hz. Ebû
Bekrden 500 dirhem borç almış ve ayrıca kendilerine iki deve vermişti. Hz. Ebû
Bekr de oğlu Abdullaha haber göndererek ailesini Mekkeden getirmesini istedi.
Zeyd b.
Hârise, Hz. Peygamberin hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ümmü Külsûmu, kendi
hanımı Ümmü Eymen ve oğlu Üsâmeyi Medineye götürdü. Mekkeliler, şehirden
ayrılmalarına engel olmadılar. Çünkü böyle bir davranış, asil insanlara
yakışmazdı. Zeyd, Hz. Peygamberin diğer kızı Zeynebi Medineye götüremedi;
zira o zamanlar müşrik olan kocası Ebul-Âs b. Rebî tarafından alıkonmuştu. Hz.
Ebû Bekrin oğlu Abdullah ise annesi Ümmü Rûmân, kız kardeşleri Esma ve Âişeyi
Medineye götürdü.
Hz.
Peygamberin Medineye gidişi, Kureyşlileri çok rahatsız etti. Orada
barınmasını engellemek için hemen girişimlere başladılar. Bu amaçla o sırada
Medinede sözü dinlenen bir kimse olan Abdullah b. Übeye tehditkâr bir mektup
yazdılar. Mektupta, Hz. Peygamberle savaşarak onu öldürmelerini veya şehirden
çıkarmalarını, aksi takdirde Mekkelilerin onlara saldırıp erkeklerini
öldüreceklerini ve kadınlarını cariye olarak alacaklarını söylüyorlardı. İbn Übey
mektubu Medinelilerle müzakere ederken Hz. Peygamberin bundan haberi olmuş;
Abdullaha giderek böyle bir durumun meydana gelmesi halinde kendilerinin
zararlı çıkacaklarını hatırlatmıştır.
Hz.
Peygamberin Medinedeki ilk günleri toplumu yeniden yapılandırmakla ve ümmetin
temelini atmakla geçti. Bir taraftan farklı özelliklere sahip Muhacirlerle
Ensâr arasındaki farklılıkları sorun olmaktan çıkarıp İslâm birliğini sağlamaya
çalıştı; öte yandan da şehrin önemli bir unsuru olan Yahudilerle iyi ilişkiler
geliştirmeye gayret etti. Ancak Yahudiler, onun attığı adımlara beklediği
cevabı vermekte oldukça cimri davrandılar.