"İyilik
ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve
Allah'dan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek
şiddetli olandır."1
Böyle
buyuruyor hükmünde ve hakimiyetinde ortağı olmayan Âlemlerin Rabbi Allah
Teâlâ!..
Bir
ülkede, bir bölgede ve bir beldede beraberce yaşayan mü'min müslüman kullarına
böyle buyurur Allah Azze ve Celle!.. "İyilik ve takva üzerinde
yardımlaşın!" İyilik, yani birr, Allah'ın razı olduğu ve meşrû kılınan her
şey, İslâm'a uygun her hâl ve hareket... Takva ise, Allah'dan gereği gibi
sakınmak, korkmak, O'nun rızasını kaybetmemek ve rızasının devamlılığı için her
işte hassas davranmak, emrolunduğu gibi dosdoğru olmak!..
Mü'min
müslümanlar, içinde bulundukları sosyal yapı içinde adâletli olmak ve âdil
davranışı hayat hâline getirmekle mükelleftirler...
"De
ki: 'Rabbim, adâletle davranmayı."2
"Ey
iman edenler, âdilşahid olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa
olan kininiz, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvaya daha
yakındır. Allah'dan korkup sakının. Şübhesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan
haberi olandır."3
"Şübhesiz
Allah, size emanetleri ehline (sahiblerine) teslim etmenizi ve insanlar
arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size
ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir."4
Sosyal
yapıda adâleti sağlamaya ve âdil olmaya gayret eden müslümanlar, sosyal adâleti
gerçekleştirmeye çalışır, sosyal dayanışmayı gündeme getirirler...
"İyilik
ve takva konusunda yardımlaşın."
Ferra:
-Birbirinize
yardım edin, demiştir.
İbn
Abbas (r.anhuma) da:
-el-Birr
(iyilik), emrolunduğun şeydir. Takva da, Men' olunduğun şeyi terk etmekdir,
demiştir.
Atâ
ise:
-İsm,
günahlar,Udvan ise, Allah'ın hududunu çiğnemektir, demiş.5
Mü'min
müslümanların yaşadığı toplum, gerek İslâm'ın egemen olduğu "Daru'l-İslâm"
olsun, gerekse İslâm'ın mahkum edilip sosyal hayattan dışlandığı ve
yasaklandığı "Daru'l-Harb" olsun;müslümanlar, iyilik ve takva üzere
yardımlaşır, günah ve haddi aşma, yani, Allah'ın hududunu çiğneme konusunda
asla yardımcı olmaz,aksine iyiliği emr, kötülükten alıkoyma görevinden dolayı
"İsm ve Udvan" da ısrar edenleri bundan alıkoymaya çalışırlar..
Sosyal
adâleti sağlamaya gayret edenler, bu konuda yardımlaşır, insanların iyiliğini
ve hayrını ister, onların barış içinde huzurlu bir hayat yaşamalarını gündeme
getirmeye, Allah'a kul olmaları ve hidayet bulmaları için çaba sarf ederler...
İnsanların hidayetlerine vesile olmak, mü'min müslümanlar arasında kardeşlik bağlarını
sağlamlaştırmak ve velâyeti gündeme getirmek ne kadar sevablıolduğunu
bilirler... Ve bilirler ki, kendileri için arzu ettikleri şeyi, mü'min
kardeşleri için arzu etmenin kâmil imanın bir gereği olduğunu!..
Sosyal
adâletin sağlanması için, sosyal dayanışma şarttır
Sosyal dayanışma, ancak
Allah'ın ve Rasulullah (s.a.s.)'in beyan buyurduğu meşrû çerçevede
gerçekleşmelidir... O da, iyilik ve takva üzere olandır...
Rabbimiz
Allah, kadın olsun, erkek olsun katıksız iman edip salih ameller işleyen
kullarının özelliklerini beyan ederken şöyle buyurur:
"Mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velîleridirler. İyiliği emreder,
kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah ve
Rasulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şübhesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Allah,
mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedî kalmak üzere, altından
ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va'detmiştir.
Allah'dan olan hoşnudluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk
budur."6
Büyük
kurtuluş ve büyük mutluluk!
Mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velîleri oluşlarını îdrak edip
inanarak hayata geçirmeleri... Birbirlerinin velîleri oluşları, birbirlerine destek ve yardımcı
oluşlarıdır... Mü'min oldukları için birbirlerinin kardeşleri olan şahsiyetler,
iyilik ve takva üzere, Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e itaatlarında kusûr etmez,
gerek bedenî gerek malî ibadetlerini hakkıyla yerine getirir. Önderleri ve
örnekleri Rasulullah (s.a.s.)'den öğrenip gördükleri gibi işlemeye devam
ederler...
İyilik
ve takva üzere yardımlaşıp dayanışan mü'min müslümanlar, iyiliği toplumda
yaymak, takvayı insanlarda kökleştirmek için iyiliği emrederler, yani,
"emrbi'l-ma'ruf" yaparlar... Elleriyle, dilleriyle, nasihat ve
tebliğleriyle bunu gerçekleştirirler... Toplumda yaşayan insanları
kötülüklerden alı koyarlar, yani, "nehyi ani'l-münker" yaparlar...
Allahın hükümleriyle hükmedilmeyen ve Allah'ın hududunun çiğnendiği bir ülkede
yaşayan muvahhid mü'minler, Allah'a karşı yapılan bu isyanı görünce kalbleriyle
buğzeder, dilleriyle bunun kötülüğünü anlatır ve elleriyle karşı koymaya,
yapılmasına engel olmayan bütün imkânlarıyla çaba gösterirler... Bu hayırlı
çalışmada birbirlerine destek verip yardımlaşırlar... Çünkü böyle davranmak,
şahid ve vasat ümmetin olmazsa olmaz özelliğidir...
"Siz,
insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Ma'ruf (iyi ve İslâm'a uygun)
olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz."7
Âlemlerin
Rabbi Allah'a katıksız iman edem mümin müslümanlar, bu imanlarının gereği olan
dayanışmayı oluşturur, her türlü iyiliği emredip, her çeşit kötülükten alıkorlar...
Böylece, fazilet sahibi iman ehli olanlar gibi, toplumdaki insanların da
fazilet sahibi iman ehli olmalarına vesile olurlar... Malum olduğu üzere, bu
faziletli ve izzetli görevin yerine gelmesi için sosyal dayanışma şarttır...
Birbirini destekleyip yardımcı olanlar, bu konuda başarılı olurlar... Ayet-i
Kerimelere dikkat edilecek olunursa, Allah Teâlâ bu görevi, Ümmetin bütününe
emretmektedir... Kadın olsun, erkek olsun her katıksız iman edip salih ameller
işlemeye gayret eden mü'min müslümana görev olarak verilmiştir... Onlar,
birlik-beraberlik içinde toplumdaki işlenen kötülüklerle mücadele edecek ve
kötülükleri ortadan kaldırmaya çabalayacaklar... İyilikleri, hem kendileri
yapacak hem de toplumda yapılmasına yardımcı olacaklar... Bu dayanışmaları, bu
beraberlikleri, Allah'ın izniyle onları
başarılı kılacaktır... Çünkü niyetleri iyi, amelleri iyi, hedefleri iyi ve
iyilik üzeredirler... Hem kendilerinin kurtuluşlarını, hem de toplumun
kurtuluşunu istemektedirler...
İşte
Rasulullah (s.a.s)'in dilinden bunun en güzel örneği!..
Nu'mânibnBeşîr
(r.a.) rivayet eder:
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah'ın
(men' ettiği) sınırları üzerinde duran kimse ile, o sınırların içine düşen
kimselerin benzeri, bir gemi halkının benzeri:
Onlar,
gemi üzerinde Kur'a attılar. Bazısına geminin üstü düştü, bazısına da altı
(ambar kısmı) isabet etti.Geminin alt kısmında bulunanlar, sudan almak
istedikleri zaman, yukarıdakilerin üzerine uğruyorlardı.
Bunlar
(kendi kendilerine):
-Biz,
nâsibimiz olan ambarda bir delik açsak (ezâlanmamış) ve üstümüzdekilere ezâ
vermemiş oluruz, dediler.
Şimdi
geminin üstünde bulunanlar, geminin alt kısmında bulunan insanları bu
dilekleriyle başbaşa bıraksalardı, hepsi helâk olurlardı. Fakat onların
(cinayet işleyecek) ellerini tutsalardı, hem kendileri kurtulur, hem de
mücrimleri toptan kurtarırlardı."8
Allâme
İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.), "Fethu'l-Bârî" adlı Sahih-i Buhârî
Şerhi'nde şunları kaydeder:
"Allah'ın
sınırlarının (koyduğu kuralların) korunması da böyledir. Koruyanlar kurtulduğu
gibi, diğerleride kurtulur. Aksi hâlde günah işleyenler, günahları sebebiyle,
susanlarda günaha ses çıkarmamaları sebebiyle helâk olurlar.
Bu
hadis, iyiliği emri terk etmenin cezayı hak etme sebebi olduğunu, âlimin hükmü,
bir darb-ı meselle (örnek bir olay zikrederek) açıklamasının caiz olduğunu,
komşuların daha büyük zarar göreceklerinden korktuklarında birbirlerinin küçük
sıkıntılarına sabretmeleri gerektiğini, alt kattaki komşunun, üst kattakine
zarar verecek bir şey yapmasının câiz olmadığına, alt kat komşusu üst kattakine
zarar veren bir şey yaptığında bunu düzeltmesi gerektiğini, üst kattaki
komşusunun alt kattakinin zarar vermesine engel olma hakkının bulunduğunu
gösterir."9
Bir
apartmanın sakinleri birbirine komşu oldukları gibi, bir sokak, bir cadde, bir
köy, bir ilçe, bir il ve bir ülkenin insanları birbirlerine komşudurlar...
Hattâ, dünyanın küçük bir köy hâline geldiği günümüzde ülkeler ve kavimler birbirlerine
komşu hâline gelmişlerdir... Hepsi birbirlerinden mesuldurlar... Hem iyilik
konusunda, hem de kötülük konusundabirbirlerini etkilemektedirler... Bunun
için, iyilikleri çoğaltmak ve kötülükleri engellemek ve ortadan kaldırmak için
sosyal dayanışma ânın vâcibi olmuştur... Sosyal dayanışma olmalıdır ki, sosyal
adâlet ortaya çıksın ve etkin olsun... Kötülükler ve kötülükleri yapanlar
elbirliği ile önlensin ki, toplumu huzursuz eden sebebler ortadan kaldırılmış
olsun...
Huzeyfe
(r.a.) rivayet eder.
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Nefsim
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder kötülükten
nehyedersiniz ya da Allah, kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab
gönderir.Sonra Allah'a yalvarıp duâ edersiniz amma duânız kabul edilmez."10
Rabbimiz
Allah katıksız iman eden kullarını böyle bir fitneden dolayı uyarıyor, nasıl
olmalarını ve nasıl davranmalarını emir buyurup öğretiyor:
"Ey
iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve
Rasulüneicâbet edin. Ve bilin ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer
ve siz gerçekten O'na döndürülüp toplanacaksınız.
Ve
sizlerden yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmayan bir fitneden korkup
sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli
olandır."11
Bir
toplum, Allah'ın ve Rasulü (s.a.s.)'in çağrısına, yani davetine icâbet ederse,
huzurlu ve mutlu bir hayata kavuşur... Çünkü Allah ve Rasulü, genelde tüm
insanları, özelde mü'min müslümanları, dünyada izzetli, huzurlu ve mutlu bir
hayata davet eder,gerçekten icâbet edenlere ahirette ebedî cennet hayatı vardır
ki, bütünüyle izzet, huzur ve mutluluktur...
Toplumdaki
sosyal dayanışmayı sağlamak için her ferd, hangi konumda olursa olsun üzerine düşeni,
Allah ve Rasulullah (s.a.s.)'in emrettiği gibi dosdoğru olup yerine
getirmelidir... Ferd olarak sorumluluğunu idrak eden kişi, görevini hakkıyla
yerine getirirse, onu aşan konularda diğer ferdlerle dayanışıp yardımlaşarak
başarılı bir sonuca ulaşır... Her ferd, ferdî ve toplumsal görevlerinin
şuurunda olur da gereğini yaparsa, Allah'ın izniyle ulaşılması gereken huzur,
mutluluk ve kurtuluşa erer... Çünkü toplumun her ferdi, kendi çapında
sorumluluk sahibidir...
Abdullah
ibn Ömer (r.anhuma)'dan.
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Dikkat
ediniz! Her birerleriniz çobandır ve her birerleriniz elinin altındakilerden
sorumludur. Şöyle ki, insanlar üzerinde bulunan en büyük imam (İslâm Devlet
Başkanı) da bir çobandır ve o da idaresi altında bulunanlardan sorumludur. Erkek,
kendi ev halkı üzerinde bir çobandır, o da eli altındakilerden sorumludur.
Kadın da, kocasının ev halkı ve çocukları üzerinde bir çobandır ve oda onlardan
sorumludur. İnsanın hizmetçisi de, efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve
oda mallarının korunmasından sorumludur.
Dikkat
edin! Hâsılı her birerleriniz güttüğünüz şeylerden sorumlusunuzdur."12
RâvîRasulullah
(s.a.s.)'in:
"İnsan,
babasının malında bir çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur."
buyurduğunu zannediyorum, demiştir.13
Bu
Toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket edilince, mutlu hayata, huzurlu
yaşantıya ve izzetli duruşa ulaşılacağı bilinen bir gerçektir... Bu "Sünnetullah"'tır
ve Sünnetullah'ta bir değişme olmaz!..
"Gerçekten
Allah, kendi nefis(öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta
olanı değiştirip bozmaz."14
Bir
toplum hidayet istediğinde ve kendisini hidayete hazırladığında, Allah ona
hidayet nâsip eder... Hidayet üzere gereği gibi salih ameller işledikleri
müddetçe, bu iyilik, bu güzellik ve bu hayır devam eder... Eğer hidayete
ulaşmış bir ferd yada bir toplum, ulaştıkları hidayeti terk eder de dalâlete
saparlarsa, Allah'da onlara dalâlet verir... Dalâletten ve cehâletten yana
tavır alan bir toplum, elbette izzetini yitirip zillete düşer... Kendileri
bozulmayı isleyince, Allah'da onlara bozulmayı nâsib eder...
Bu
günkü İslâm topraklarında işgal ve zillet içinde yaşamaya gayret eden
müslümanlar, işgalden kurtulup hürriyete, zilletten kurtulup izzete kavuşmak
istiyorlarsa, mutlaka, "Allah'ın ipi"ne hep beraber sarılarak birlik
ve beraberliklerini oluşturmalı, başlar, bir baş etrafında toplanmalı,
parmaklar birleşip yumruk olmalıdır...
"Allah'a
ve Rasulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp
yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Şübhesiz Allah, sabredenlerle
beraberdir."15 emrine riâyet edip hep beraber güç birliği yapan
ümmet:
"Gevşemeyin,
üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz."16müjdesiyle müjdelenmişlerdir...
Üç
kıtalık tek bir ülke olan İslam ülkesi, parçalanarak kırktan fazla ülkeciklere
bölündü ve her ülkenin başına bir zalim tağut yetkili kılınap tağutî bir düzen
egemen oldu... Yüz yıldan beridir İslâm'ın hayattan soyutlandığı, hayatında
İslâmsız bırakıldığı ve ayrıca İslâm'ın hükümlerinin yasaklandığı ülkelerde
esaret hayatı yaşayan mü'min müslümanlar, "Yenide İslâm'a" deyip
silkinmeli, yüz yıllık derin gaflet ve cehâlet uykusundan uyanmalı, dirilip
dâvâsına sahip çıkmalıdırlar... Dâvâları, hak din olan "İslâm" yani
"Kelime-i Tevhid" dâvâsıdır... Yeryüzünde fitne yok oluncaya ve
yalnız Allah'ın dini hakimoluncaya kadar mücadele ve mücahedeyi sürdürecek olan
Ümmet, İman ve İslâm üzere vahdeti sağlamalı, İhsân anlayışı ile hareket
etmelidir... Bu Tevhidî vahdet, bu sosyal dayanışma zaman içinde güç ve kuvvet
sahibi olmayı gündeme getirecek, parçalar birleşip bütün olacak, yeryüzünün
vârisleri olan muvahhidmü'minler, miraslarına sahiplenip kurtuluşa
ereceklerdir...
Bu
sosyal dayanışma, bu Allah yolunda ve Allah için birbirine yardımcı olma
sonuçta İslâm'ı hâkim, mü'min müslümanları iktidar sahibi kılacak, iyiliğin
emri, kötülüğün nehyi gerçekleşecek, böylece sosyal adâlet gündeme gelecektir...
Adâlet,
bir şeyin tabiatına uygun yere konulmasıdır... Bu da, ancak İslâm'ın
uygulanması ile gerçek olur... Toplumda insanlar arasında Allah'ın indirdiği
hükümlerle hükmedilince adâlet ortaya çıkar... İslâm'ın olmadığı yerde adâlet
olmaz, orada zulüm egemen olmuştur, hem de en büyük zulüm! Allah'ın
hükümlerinin yasaklandığı yerlerde, şirk ve küfür hakim demektir... Şirkin, en
büyük zulüm olduğu ayet-i kerimede beyan edilmiştir...17 Bir ülkede
İslâm'ın hükümleri yasaklanıp, tağutun hükümleriyle hükmolunursa, orada şirk
egemen olunur ki, adâletten söz etmek imkânsızdır...
Bir
evde, bir sokakta, bir mahallede, bir köyde, bir ilçe ve bir ilde dolayısıyla
bir ülkede adâlet olunması isteniyorsa, İslâm'ın hayata egemen olması istenmesi
ve gerçekleştirilmesi, olmazsa olmaz bir şarttır... Sosyal adâlet ancak
İslâm'ın egemenliğiyle gündeme gelip sağlamlaşır... İslâm ile hükmedilince
sosyal adâlet oluşur... Bunun için sosyal dayanışmanın sağlanması lazımdır...
Bu, her mü'min müslümanın vazifesidir... Sosyal adâleti sağlayan ve âdil
olanlar, Rasulullah (s.a.s.) tarafından övülmüş ve Allah katındaki dereceleri
beyan olunmuştur...
Abdullah
İbnAmr (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Doğrusu
adâletle iş görenler, Allah katında nûrdan minberler üzerinde Rahmân'ın sağında
olacaklardır. O'nun her iki eli sağdır: Bunlar, hükümlerinde ve aileleri ile
mütevellisi oldukları kimseler hakkında adâlet gösterenlerdir."18
Ve
Âlemlerin Rabbi Allah:
"Şübhesiz
ki Allah, âdil olanları sever."19 buyurdu!..
Dipnot
1-Mâide,
5/7.
2-A'raf,
7/29.
3-Mâide,
5/8.
4-
Nisa, 4/58.
5-İbnu'l-Cevzî,
Zadü'l-Mesir Fi İlmi't-Tefsir, çev. Doç. Dr. Abdulvahhab Öztürk, İst.2009, c.2,
sh.11.
6-Tevbe,
9/71-72.
7-Âl-i
İmrân, 3/110.
8-
Sahih-i Buhârî, Kitabu'ş-Şerike, B.6, Hds.11.
Kitabu'ş-Şehâdât,
B.31, Hds.48.
Sünen-i
Tirmiî, Kitabu'l-Fiten, B.11, Hds.2264.
Ayrıca
bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, sh. 267,270,273,329.
9-İbn
Hacer el- Askalânî, Fethu'l-Bârî-Muhtasar, çev. Soner Duman, Vdğ. İst 2007,
c.5, sh.6,6.
10-
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.9, Hds. 2259.
Ebu
Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya-Kerim
Aytekin, İst. 1996, C.2, sh.334.
İmam
Hafız İbnKesîr, İbnKesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst.2011, c.5, sh.14,
Hds.3320. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, sh.388,390,391'den.
11-Enfal,
8/24-25.
12-
Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkâm, B. 1, Hds. 2.
Kitabu'l-Cuma, B. 11,
Hds. 18.
Kitabu'l-Vesâyâ, B. 9,
Hds. 14.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İmâre, B. 5, Hds. 20.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-Cihad, B. 27, Hds. 1757.
Ayrıca
bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh. 5, 54, 108, 111, 121.
13-
Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Vesâyâ, B. 9, Hds. 14.
14-Ra'd,
13/11.
15-Enfal,
8/46.
16-Âl-i
İmrân, 3/139.
17-
Bkz. Lokman, 31/13.
18-
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmâre, B. 5, Hds. 18.
İmam
Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Hüseyin
Yıldız, İst. 2011, C. 5, Sh. 595. Hds. 5885.
Ayrıca
bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh. 160.
19-Hucurat,
49/9.