Muvahhid,
mü'min, müslüman, muttakî, yegâne Rabbi Allah Teâlâ'ya itaat eden, ilimden tam
pay almış, ilmiyle âmil olan ve peygamberlere vâris bir âlim!.. Diliyle ve
ilmiyle müşriklere karşı cihad eden, şirk düzenlerini temelden sarsıp
yıkılmalarına vesile olmaya çalışan bir mücahid!.. Sadık olan ve sadıklarla beraber
olup "Azîz İslâm Milleti"'nin vahdetini sağlamaya gayret eden bir
önder şahsiyet
Rabbi Allah'ın verdiği ömrü ve imkanları O'nun uğrunda
harcayan, Ümmet'in yeniden canlanması, izzetini elde etmesi, yeryüzünün vârisi
olması için gece-gündüz elinden gelen her hayırlı işi yapmaya uğraşan hayırda
öncü bir rehber!..
Yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah
Azze ve Celle şöyle buyurur:
"Kulları
içinde Allah'dan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkar. Şübhesiz Allah,
üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
Gerçekten
Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık
olarak verdiklerimizden gizli ve açık infâk edenler, kesin olarak zarara
uğramayacak bir ticareti umabilirler.
Çünkü
(Allah), ecirlerini noksansız olarak
öder ve kendi fazlından onları arttırır. Şübhesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul
edendir. "1
Katıksız
iman etmiş muvahhid bir mü'min ve Rabbi Allah'a tam teslim olmuş bir müslüman
İman, kendisiyle amel edilen ilim ve itaat bir araya gelince kemâlât ortaya
çıkar
Kâmil mü'min, ilmiyle âmil muttakî bir âlimdir
Muttakî âlim, Rabbi
Allah'a ve önderi Rasulullah (s.a.s.)'e itaat eden bir şahsiyettir
Rabbimiz
Allah Teâlâ:
"Kim
Allah'a ve Rasul'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği
peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır
onlar."2
Eb'ud-Derdâ
rivayet eder.
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Şübhesiz
ki âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler, altın ve gümüş miras
bırakmazlar, sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nâsip ve
kısmet almış olur."3
Allah ve Rasulü
(s.a.s.)'in ayet ve hadislerde vasıflarını beyan buyurdukları ve övdükleri
âlimlerden tevazzü ehli bir âlim: Molla Sadreddin
Sadreddin Yüksel
Hocaefendi!.. Allah, ondan razı olsun ve rahmet eylesin
Allah'ın
velîleri olan muvahhid mü'minlerden bir muvahhid mü'min
Allah'a dost, Allah'a
dost olanlara dost ve Rasulullah (s.a.s.)'in vârislerinden bir vâris
Rasulullah (s.a.s.)'in bıraktığı Kitab'a yani Kur'ân'a ve Sünnet'e sımsıkı
bağlanan, sahip çıkıp hakkıyla korumaya gayret eden bir vâris
"Âlemlere
rahmet olarak gönderilen" Rasulullah (s.a.s.), sadık vârislerine şöyle buyurur:
"Size
iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız sürece, asla doğru yoldan
sapmayacaksınız. Bunlar: Allahın Kitab'ı ve Nebî'sinin Sünneti'dir
"4
İlmi
ve diliyle cihad eden mücahid bir âlim
Yegâne önderi Rasulullah (s.a.s.)'in
izinde O'nun Sünneti üzere yaşayan, tavizsiz bir mücahid şahsiyet
Rabbimiz
ve İlâhımız Allah şöyle buyurdu:
"Öyleyse
kâfirlere itaat etme ve onlara ( Kur'ân'la ) büyük bir cihad ver."5
Enes
b. Mâlik (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Müşriklere
karşı mallarınızla, canlarınızlar ve dillerinizle cihad edin!"6
Allah,
hangi çağda, hangi durumda ve hangi ülkede olursa olsun kâfirlere, yani
Allah'ın hükmüyle hükmetmeyen, Allah'ın hükümlerini egemen oldukları beldelerde
devre dışı bırakıp yasaklayan ve Allah'ın indirdiği hükümleri yerine
ilâhlaştırdıkları hevâlarının hükümleriyle hükmedenlere asla itaat
edilmemesi,onlarla büyük bir cihad verilmesi emrini buyuruyor!..
İmam
Kurtubî (rh.a.), meşhur tefsirinde bu cihadı, "İbn Abbas, 'Kur'ân ile,'
İbn Zeyd'de, 'İslâm ile' diye açıklamışlardır" diyor ve şöyle devam ediyor
:
"Kılıç
ile de cihad et, anlamında olduğu da söylenmiştir. Ancak bu uzak bir
ihtimaldir. Zira Sûre, Mekkî bir Sûre'dir ve savaş emrinden önce nâzil
olmuştur. 'Büyük bir cihad' dan kasıd aralıksız ve durgunluk devresi olmayan
bir şekilde cihad etmektir."7
Kur'an
ile, İslâm ile, mü'min müslümanlara dosdoğru yolu gösteren, onları ilmiyle
irşâd eden, her sorularını cevaplamaya, her problemlerini çözmeye çalışan,
hastalıklarını tedavi edip yaralarını sarmaya gayret eden Sadreddin Hocaefendi
(rh.a.), Kur'ân düşmanlarına, İslâm düşmanlarına, İslâm milletinin düşmanlarına
karşı dili ile, ilmi ile büyük bir cihad vermiş ve bu konuda asla taviz
vermeyerek cihadını ömrünün sonuna kadar devam ettirmişti
Rasullullah
(s.a.s.)'in hadilerinde beyan buyurduğu "dil ile cihad" konusunu,
hadisi şerh eden Prof.Dr. Nureddin Itr, şu şekilde açıklamaktadır:
"Dille
yapılan cihad:
Bu
tür cihad, gazete, radyo, televizyon, camide verilen hutbeler, internet
üzerinden yayınlanan programlar, inatçı kâfirlere delîl gösteren ve onların
şübhelerini ortadan kaldırmaya çalışan veya müslümanların zihinlerinden bâtıl
düşünceleri ve hasta anlayışları yok etmeyi amaçlayan risâleler ve kitablar
yazmak, düşünce alanındaki savaşa aid veya insanların kalblerindeki iman gücünü
arttırıp müslümanların dinleri hakkında bilinçlenmelerini sağlamakla ilgili her
çeşit çalışma gibi, medya ve fikirle ilgili faaliyet çeşitlerini kapsar. Bütün
bunlar, sayısı oldukça kabarık ve çok değerli görevlerdir ki, onlar sayesinde
dinî ilimleri öğrenmeye çalışanlar ve müslümanların işleri konusunda fikir
yürütüp düşüncelerini açıklayan ıslah edici düşünürler, sorumluluklarını daha iyi
yerine getirirler."8
Rabbimiz
Allah, kendisini rahmetiyle kuşatıp, cennetlik kullarından eylesin Sadreddin
Yüksel Hocamız, bir yanda binlerce ilim talebesi yetiştirirken, onlara İslâmî
ilimler öğretirken, diğer yanda gerek yüzyüze, gerekse telefon vasıtasıyla
kendisine sorulan sorulara cevaplar vermekte, bir yanda da İslâm düşmanlarıyla
ilmi ve dili ile cihad etmekte idi
Evi ve telefonu, müslümanların her ân
başvurduğu, dertlerine çare bulduğu, mes'elelerinin fetvasını aldığı bir hâle
gelmişti
İslâm Fıkhına hakim ve " ehl-i tercih" olan Hocaefendi,
bıkmadan-usanmadan Ümmetin dertleriyle uğraşıyor, onlara çâreler bulmaya,
problemlerini çözmeye gayret ediyordu
Siyasetten
hukuka, ekonomiden eğitime, ailevî ve sosyal mes'elelerinin tümü Hocaefendinin
ilgi sahasının içindeydi
Ümmetin bütün mes'eleleriyle ilgilenir ve
problemlerine çözümler üretir
Her mü'min müslümanın derdini dert edinir ve ona
çâre olmaya çalışırdı
Ümmetin dertleriyle dertlenen ve ilmiyle dertlere çâre
bulmaya çalışan Hocaefendi, mevcud lâik, demokratik gayr-i İslâmî düzenin
yöneticileri tarafından zulme uğrayarak, defalarca gözaltına alındı, hakkında
mahkemelerde dâvâlar açıldı, soruşturmalar oldu
Fakat bütün bu eziyetler,
çileler ve cefalar, onu asla yıldırmadı, bıktırmadı, aksine daha çok gayretli
olmasına vesile oldu
Bereketli ilerlemiş yaşına rağmen, olayları yakından
takib ediyor, çağın tağutları tarafından işgal edilen İslâm topraklarında
gelişen hadiselerden haberdar oluyor, o konuyla ilgili İslâm'ın hükmünü gündeme
getirip, gerek çevresine sözlü olarak, gerekse basın yoluyla yazılı olarak
ümmete duyuruyordu
Örnek
olarak O'nun, " İslâm Açısından Lâiklik" adlı makalesini ele
alalım!.. Sadreddin Yüksel Hocaefendi bu makalesinde, işgal altındaki İslâm
topraklarında esaret altında bulunan müslümanlara dayatılan demokrasi ve
lâiklik kavramlarını gündeme getirerek, İslâm açısından bir elemeye tabî tutmuş
ve İslâm ölçüsüyle ölçerek hükmünü vermiştir
Laîkliğin,
İslâm'la hiçbir ilişkisinin olmadığı, İslâm dışı bir anlayış olduğunu, batıda
gelişmesinin kendi şartlarında olumlu bir durum arzettiğini, kilisenin olumsuz
tavırlarına bir tepki olarak ortaya çıktığını fakat İslâm'da böyle bir şeyin
olmayacağını delilleriyle ispat etmektedir
Şöyle
diyor Sadreddin Hocaefendi (rh.a.):
"Laîkliğin
batı dünyasında revaç bulup yerleşmesi, hiç de yadırganacak bir şey değildi,
normaldi. Zaten batının o günkü şartları onu gerektirmekte idi. Çünkü kilise,
geri kalmış halka karşı zalimlerle işbirliği yapmıştı. Hatta her fikri gelişmeye
ve her yeni ilmî buluşa karşı çıkıyor ve engelliyordu. Akıllara ambargo koyduğu
gibi, kalblere de koymuştu. Kimisine para mukabilinde cennet tapusunu satıyor,
kimisine de cennet kapısını kapatıyordu. Velhasıl kilise, gırtlağına kadar
haram kazanca batmıştı. Bir yanda da Avrupa kilise kurbanlarının kanlarında
boğuluyordu. Çünkü yüzlerce, binlerce masum insan Engizisyon mahkemelerinin
kararları ile idam sehpaları altında can veriyordu. Zindanların karanlıklarında
kayıp olup gidenler de hariç
Kâinat
da İlâhî bir kanun var: Her fiilin aynı güçte fakat zıt istikamette tepkisi
olur. İşte bu kanuna binaendir ki, ilim
ile kilise arasında çetin bir mücadele, şiddetli bir savaş başladı. Nihayet bu
savaş, lâikliğin Avrupa'da ilân edilmesiyle sonuçlandı. Kilise hâkimiyeti de,
kilisenin duvarları arasına çekilmek zorunda kaldı.
Avrupa'nın
tarihî şartları, dinin devlet hayatında çıkarılmasının yaygınlaşmasını
gerektirdiği gibi, çok kere yahudîlerin eliyle büyük tahrifata uğramış
hristiyanlığın şartları da laikliğie son derece müsaiddi.
Artık
bundan sonra, Amerikalı yazar Wiliam Farkar'ın 'Santraç Tahtasındaki Taşlar'
adlı eserinde söylediği gibi, yahudîler, aslında eserleri olan laiklik
prensibinin koruyucusu kesildiler. Gaye, evvelce tahrif ettikleri dini,
kilisede hapsetmek sûretiyle tamamen ortadan kaldırmaktı. Bütün bunlardan sonra
kiliseye hapsedilen dinde feci ve doğal bir değişme meydana geldi. Değişme
şöyledir: Kilisede yapılan ibadet, artık müzik nâmeleri arasında yapılır. Onu,
loş ışıklar altında tahrik edici şarkılar refakatinde yapılan dans toplantıları
takip eder. Hem de ruhânîlerin gözleri önünde, hattâ yönetimleri altında
Kiliselerdeki ibadet şekilleri budur."9
Laikliğin
tarihî gelişimini çok çarpıcı ifadelerle beyan eden bu özetten sonra, laiklik
anlayışının İslâm Dünyasına nasıl sokulduğunu şöyle beyan ediyor Sadreddin
Hocaefendi (rh.a.):
"Laik
Avrupa ferde, teknolojide hayli mesafe almıştı. İşte bu maddî tekniğin
cazibesine kapılan kimseler, laikliği olduğu gibi İslâm Dünyası'na aktarmak
istedikleri zaman, bilerek veya bilmeyerek hiç İslâm Dünyası'nın şartlarına
bakmadılar eğilmediler. Hâlbuki İslâm Dünya'sının tarihinde dinin, devlet
hayatından çıkarılmasını gerektiren tek bir neden mevcud değildir. Çünkü İslâm
âlimleri tarafından ilme ve ilim adamlarına bir baskı, bir zulüm yapılmamıştır.
Ve yine İslâm tarihinin hiç bir döneminde Engizisyon Mahkemeleri kurulmamış,
cennet tapuları satılmamış ve kişinin ebedî saadetinden mahrum edildiğine dair
kararlar çıkarılmamıştır.
Aslında
İslâm, dinin devlet hayatından çıkarılmasına asla müsade etmez. Zira İslâm
hukukunda devlet, dinin bir parçasıdır, zıddı değil
O
hâlde İslâm nazarında devletsiz bir din olamaz. Tıpkı dinsiz bir devletin
olmadığı gibi. Şübhe yok ki, hayatın her yönüne el atan yüce İslâm nizamı, laiklik
prensibiyle asla bağdaşmaz. Yani, kendisinin sadece inanç ve ahlâk sahasında
geçerliliğine, diğer sahalarda ise laik rejimin hükümran olmasına kesinlikle
rıza gösteremez. Çünkü İslâm, hem inançtır, hem ahlâktır ve hem idaredir,
parçalanmayı kabul etmez.
İslâmî
anlayışa göre, ahlâkda da, ibadette de ve idarî meselelerde de sadece ve sadece
Cenâb-ı Hakk'a itaat edilir. Aksi takdirde Allah'a şirk koşulmuş olur.
Batı,
İslâm Dünyası'na ayak bastığı günden beri laikliği çeşitli vesilelerle yaymak
için son gayretiyle çalışmaktadır. Hatta yerli temsilcilerini iktidar koltuğuna
oturttuktan sonra, laikliğin yayılışına sağlayacak tüm vesilelere daha fazla
önem vermektedir.
Batı,
tüm ilmî ve teknolojik bilgilerini laikliği korumak uğrunda seferber
etmiştir."10
Laiklik
anlayışının İslâm nizamı ile asla bağdaşmadığını vurgulayan Sadreddin
Hocaefendi, "İslâm hem dindir, hem devlettir" diyor ve şöyle devam
ediyor:
"Devlet,
hukuk ıstılahında devamlı olarak belirli bir ülkeye yerleşip, gerek dâhiliği ve
gerekse haricî bütün işleri bir yönetici kadrosu tarafından tanzim edilen bir
topluluktur. Demek devlet üç şeyle gerçekleşir: Millet, ülke ve yönetici kadro.
Bunlar, devletin elementleridir. Bu elementler bir araya gelince, devlet
teşekkül eder ve ondan sonradır ki devlet, kendisine uygun bir düzen, bir rejim
seçer. Demek evvelâ devlet oluşur, sonra uygun bir düzen düşünülür. Umumiyetle
devlet budur.
İslâm
devleti ise, O, ancak evvelce mevcûd olan İslâm nizamına göre teşekkül eder.
Demek oluyor ki İslâm nizamı devletten önce vardır. Devlet, ona göre kurulur.
İslâm, hem dindir, hem devlettir dedik. Çünkü birçok ayet ve hadis, hem
yönetenin ve hem yönetilenin karşılıklı vazife ve hukuklarına işaret
etmektedir. Nassların bir kısmında ferdlerin ferdlerle, hakim zümrenin ve hatta
devletlerin münasebetlerinden bahseder. İşte bu gibi nasslar, İslâm'ın bir
devlet nizamı olduğunu gösterir. Kısacası İslâm, en ufak teferruatına varıncaya
kadar hayatın bütün mes'elelerine dair ahkâm getiren, cevab veren İlâhî bir
nizamdır.
İslâm'da
devlet kurma fikri, Hicret'ten sonra doğmuş bir fikir değildir. Ondan evvel
vardı. Zira devlet fikri, İslâm nizamının bir gereği, icâbı, hatta korunması
için bir zarurettir. Aksi takdirde İslâm nizamından başka herhangi bir rejim
müslümanlara uygulanırsa, onların inanç ve dinleriyle ters düşer ve nihayet
sayısız huzursuzluklara da yol açar.
"Aralarında
Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyflerine uyma. Sakın onlar, Allah'ın
sana indirdiği ahkâmın bir kısmından seni vazgeçirmesinler. Eğer onlar, indirilen
hükümleri kabulden yüz çevirirlerse, bil ki yüce Allah, günahlarının bir
kısmıyla -yüz çevirme suçuyla- onları
cezalandırmak istiyor. İnsanların çokları muhakkak ki, Allah'ın emrinden dışarı
çıkanlardır.
Onlar,
hâlâ cahiliyet devrinden kalma olan hükümleri mi arıyorlar? İnananlar nezdinde
hükmü, Allah'ın hükmünden daha güzel kim var?"11
Sadece
Avrupa kültürünü alan bazı kimseler: " İslâm dindir. Din ise kul ile Allah
arasındaki bir münasebetten ibarettir. İdare ile, devletle alâkası yoktur"
diye iddia emektedirler. Biz, bu iddialarına karşı diyoruz ki, eğer İslâm
nizamında din, devletten ayrı bir şey olarak gösterilmişse o vakit bu iddiaları
doğrudur, yerindedir. Yok eğer İslâm Nizamı, din ile dünyayı bir arada cem etmişse,
camî ile devleti aynı ânda kucaklamışsa o zaman iddiaları çürüktür, daha
doğrusu iftiradır.
Şu
kültürlü(!) güruhun malumu olsun ki Kur'ân-ı Kerim, Allah ve Rasulüne karşı
savaşanın, hırsızın, zinâ edenin, masum insanlara iftira atanların, dünyevî cezalarını
beyan buyurmuştur. İsterseniz bu husustaki ayetleri sıralayalım:
"Ey
iman edenler, maktuller hakkında size kısas farz kılındı."12
"Bir
mü'minin, diğer bir mü'mini (yanlışlık eseri olmadan) öldürmesi yakışmaz. Kim
bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse, mü'min bir köleyi âzâd etmesi ve maktulün
ailesine (mirasçılarına) teslim edilecek bir kan bedeli vermesi lazımdır."13
"Allah
ve Rasulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesâd çıkaranların cezası,
ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yahut elleriyle ayakları çapraz olarak
kesilmesi yahut da bulundukları yerden başka bir yere sürülmeleridir."14
"Erkek
hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin."15
"Zinâ
eden kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer değnek vurun."16
"İffetli
ve hür kadınlara (zinâ isnadıyla) iftira eden, sonra dört şahit getirmeyen
kimselere seksen değnek vurun."17
"Daha
geride ukubât ve cezaları ifade eden çok nasslar vardır. O nasslarda beyan
edilen cezalardan kimisinin miktarı belli ve muayyendir. Meselâ, mürtedliğin
cezası gibi. Kimisinin de miktarı tayin edilmemiş, ancak İslâm Devlet Reis'inin
takdirine bırakılmıştır. İslâm'da bu gibi cezalara tazir adı verilir. Meselâ
başkasına küfür etmenin ve emanette hıyanetin cezası gibi.
İşte
Kur'ân-ı Kerim, bu çeşit ayetleriyle suçların işlenmesine karşı ceza
maddelerini vaz'etmiştir. Suçlara karşı dünyevî cezalar vaz'etmekse doğrudan
doğruya devletle idareyle alâkalıdır. Eğer İslâm, din ile devletten ibaret
olmasaydı, bu hükümleri, bu cezaları getirmezdi. Demek İslâm, bu nassları bu
ahkâmları uygulayacak bir devletin kurulmasını istemektedir."18
Sadreddin
Yüksel Hocamız (rh.a.), uzun makalesinde, yegâne hayat düstûrumuz Kur'ân-ı
Kerim'den bir çok ahkâm ayetlerini delil getirerek, yüce İslâm Nizam'ının hem
din, hem de devlet olduğunu ispat etmekte ve İslâm'da laik anlayışının asla
yeri olmadığını ortaya koymaktadır.
"İslâm'da Laikliğin Yeri Yoktur" ara
başlığından sonra şu gerçekleri gören gözlerin önüne sermekte ve idrak
edebilenlere sunmaktadır:
"İslâm'da laikliğin yeri hiç yoktur. Zira İslâm
Kitabı olan Kur'ân-ı Kerim, laikliği şiddetle reddetmektedir."
"Hüküm ve hâkimiyet Allah'a mahsustur."19
Kur'ân böyle diyor. Laik düzen ise, Allah'ın hükmüne
yer vermemek suretiyle O'nun (Allah'ın) hâkimiyetini reddetmiş oluyor.
"Biz, sana hak Kitabı indirdik ki, Allah'ın
sana öğrettiği hükümlerle hüküm edesin (yani, tâ ki insanların Kur'ân'ın ihtiva
ettiği hükümlerle idare edesin)."20
Bu ayet-i kerimede ki hitab, evvelâ Peygamber
Efendimize, sonra onu temsil eden İslâm Devlet Reislerinedir. Böyle biline
"(Siz ey mü'minler Rabbiniz tarafından size
indirilen ahkâmlara tabi olunuz, sadece ona uyunuz.)"21
Allah'ın indirdiği Kitab'la-Kur'ân'la hüküm
etmeyenler, (sözgelimi, herhangi bir beşeri sistemi ona tercih edenler gibi)
kesinlikle kâfirdirler. (Çünkü Allah'ın vaz'ettiği kanunu reddetmek, O'nun Ulûhiyetini
reddetmek demek olur.)22
"Allah ve Rasulü bir hüküm verdikleri zaman
hiçbir mü'min, ne kadın, ne erkek, hükümleri karşısında muhayyer değildir.
(Yani, ona uymak zorundadır). Kim Allah'a ve Rasulüne muhalefet ederse,
hükümlerine göre hareket etmezse o, apaçık bir delâlet içindedir."23
Laik rejim, İslâm'da ki ahkâmları parçalar. Yani, yüzde
doksan dokuzunu reddeder. Ancak yüzde birisine (ibadete) karışmaz. Kur'ân-ı
Kerim'de bu duruma karşı şöyle buyuruluyor:
"Siz, Kitabın bir kısmına inanıp da, bir
kısmını red mi ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların cezası, dünya
hayatında rüsvaylıktan başkası değildir. Kıyamet gününde de en şiddetli bir
azaba uğratılacaktır."24
İslâm dini, dünya idaresine de yeterlidir. Onun
içindir ki dini, dünyadan ayırmak merdudtur. Kur'ân-ı Kerim böyle sakat bir
tasarrufa fitne, cahiliyyet ve küfür adını takmıştır."25
Sadreddin Hocamız, aynı makalesinin bir yerinde,
"İslâmî Açıdan Demokrasi" ara başlığından sonra şunları beyan eder:
"Demokrasi, aslında ferdin diktatörlüğüne,
sınıf ya da belli bir ailenin hâkimiyetine de sed çeken bir yönetim biçimidir.
Milleti veyahut da milletin büyük bir çoğunluğunu, idarede, yönetimde ortak
kılmaktır. Daha doğrusu idareyi, milletin bir grup temsilcisine teslim
etmektedir. Bu suretle demokrasi, dikta idaresini tasfiye eden bir yönetimdir.
Buraya kadar güzel. Fakat demokrasi, Avrupa Menşe'li
bir rejim olduğuna göre, İslâm'ın kabul etmediği bir felsefeden doğmuştur. Ve o
felsefe, onun temel taşıdır. Evet, demokrasi rejimine göre, devlette ferd
esastır. Devlet, ferdin maslahatı için vardır. Ferd,bütün tasarruflarında
-ister iktisadî olsun ister ahlâkî ister fikrî- mutlak bir hürriyete sahiptir. Devletin
yegâne vazifesi de, ferdlerin hürriyetleri çatışmasın diye hürriyetleri
düzenlemektir. Bu felsefe, İslâmî görüş ve anlayıştan çok uzaktır. Zira
demokrasiye temel teşkil eden felsefe, fikrî sahada iman ile küfrü, ahlâkî
sahada hiçbir hudud tanımamak ile faziletlere bağlı kalmayı ve iktisadî sahada
aşırı sermayecilik ile cemiyetin maslahatı için hududlandırılmış sermayeciliği
bir görür. Her iki zıdda da aynı müsamahayı gösterir.
İslâm ise,
dinsizliğe, rezâlete ve zulme müncer olan mutlak hürriyete kat'i surette
müsaade etmez. Ve bunca zıt temayülleri aynı muameleye tabi tutmaz.
Meselâ İslâm, iktisadî mes'elelerde en adâletli bir görüşe sahiptir. Zira, İslâm, ne kapitalist düzen gibi,
toplumun hakkını ferde yedirir ve ne de sosyalist rejim gibi, ferdin hakkını
topluma peşkeş eder. Her ikisinin de hakkını muhafaza eder. Bu, bir...
İkincisi, demokrasi denilen, rejim temelde, ana
fikirde İslâm'la çatışır. İslâm'a zıt düşer. Çünkü demokrasi diyor ki: "Kanunları
vaz'eden de beşerdir, tatbik eden de." Yani beşer, evvelâ kanunların
çıkarır, sonra çıkardığını uygular. Demek demokrasi, rejim (kanun çıkartma)
yetkisini insanlara verir. Bu hakkı Allah'a değil, insanoğluna tanır. İslâm ne
diyor?
İslâm'ın dediği de şudur: Kanunun vazıı, Cenâb-ı
Hakk'tır. Beşer, ancak o mevcûd İlâhî
Nizam'ın tatbikçisidir. Demek İslâm'a göre kanun çıkartma yetkisi, Allah'a
mahsustur...
Görülüyor ki demokrasi, Allah'ın hâkimiyetini
reddeder. Evet, kanunlarının kaynağı olan Allah'ın Kitabı hakem ve merci olarak
kabul edilmezse, Allah'ın hâkimiyeti reddedilmiş olur. Hâkimiyet diye bir şey
kalmaz. Hulasa, demokrasi rejimi kökte, temelde ve sonuçlarda İslâm'la çatışır
ve İslâm'a son derece ters düşer. Müslüman, İslâm ile demokrasiden hangisini
alırsa, öbürünü red etmiş olur. Kişi, müslüman olarak ikisinin arasını da cem
edemez. İkisini mecz edemez. Çünkü zıt şeylerdir
ARTIK HERŞEY BUNA GÖRE.
Yukarıda
temas ettiğimiz gerçek, dost ve düşmancada ma'lûmdur. Meselâ, D. Fetra Cral
diyor ki :
- İslâm, sadece ibadet değil, aynı zamanda idarî bir
nizamdır da.
Dr. Şaht :
- İslâm ibadetten ziyade, bir takım hukukî ve idarî
nazariyeleri temsil etmektedir diye konuşur.
Hulasa-ı Kelâm İslâm, son derece ilmî ve mükemmel
bir nizamdır, dini de devleti de kucaklamıştır."26
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, kendisine rahmet edip
ebedî yerini cennet eylesin Sadreddin Yüksel Hocamız, bu çok kıymetli ilmî
makalesinden yaptığımız alıntılardan da apaçık anlaşıldığı gibi, ele aldığı
konuyu ilmî ölçülerde incelemekte ve bir İslâm âlimine yakışır şekilde
detaylarıyla anlatmaktadır
Hem İslâm'ın ilmî usulünü, hem de günümüzün
akademik metodunu kullanarak problemlere çözüm sunuyor ve insanları uyarıp irşâd
ediyor
O, muvahhid, mücahid ve öncü bir İslâm âlimi idi!..
Dipnot
1-
Fatır, 35/28-30.
2-
Nisa, 4/69.
3-
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B. 1, Hds. 3641.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-İlm, B. 19, Hds. 2822.
Sünen-i
İbn Mace, Mukaddime, B. 17, Hds. 223.
Sahih-i
Buhârî, Kitabu'l-İlm , B. 11, (Bab başlığında)
Sünen-i
Dârimî, Mukaddime, B. 32, Hds. 349.
İmam
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C. 1, Sh. 260, Hds.
12/209.
4-
İmam Mâlik, Muvatta', Kitabu'l-Kader, Hds. 3.
İmam
Hafız el-Munzirî, Hadislerle İslâm-Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyük
Çınar, Vdğ. İst. T.Y. C. 1, Sh. 99, Hds.
6. Hakim, İbn Abbas (r. anhuma)'dan rivayet edip, "isnadı sahihdir"
demiştir.
el-
Hafız Şihabuddin Ahmed b. Ali İbn Hacer
el-Askalânî, Terğib ve Terhib, çev. Abdulvehhab Öztürk, İst. 1982, Sh.27,
Hds.16.
İmam
Suyutî, Câmiu's-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst.
1996, C.2, Sh.340, Hds.2058 (3923). Ebu Bekir eş-Şahiî'den.
İbn
Hişam, İslâm Tarihi - Sîret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985,
C. 4, Sh. 346.
5-
Furkan, 25/52.
6-
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 17, Hds. 2504.
Sünen-i
Nesâî, Kitabul-Cihad, B. 1, Hds. 3082.
Sünen-i Dârimî, Kitabul-Cihad, B. 38, Hds.
2436.
Ayrıca
bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 124, 153, 251.
Hakîm,
Müstedrek, C. 2, Sh. 85.
7-İmam
Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi'l-Kur'ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2001, C. 12,
Sh. 585.
Ayrıca
bkz. İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.
2011, C. 8, Sh.51.
8-
Prof. Dr. Nureddin Itr, Bulûğu'l-Merâm Şerhi, çev. Dr. Ahmed Efe, Vdğ. İst.
2013, C. 4, Sh. 181.
9-
İslâm Açısından Laiklik, Sh. 2-3.
10-
İslâm Açısından Laiklik, Sh. 3-4.
11-
Mâide, 5/49-50.
12-
Bakara, 2/178.
13-
Nisa, 4/92.
14-
Mâide, 5/33.
15-
Mâide, 5/38.
16-
Nûr, 24/2.
17-
Nûr, 24/4.
18-
İslâm Açısından Laiklik, Sh. 5-8.
19-
Yusuf, 12/40.
20-
Nısa, 4/105.
21-
A'râf, 7/3.
22-
Mâide, 5/44.
23-
Ahzab, 33/36.
24-
Bakara, 2/85.
25-
İslâm açısından Laiklik, Sh. 27-28.
26-
İslâm açısından Laiklik, Sh. 25-27.