Müminlerin annesi Âişe
(r.anha) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)'in ilk
vahiy başlangıcı uykuda doğru rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki,
sabah aydınlığı gibi açık-seçik zuhûr etmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık
sevgisi bırakıldı. Artık Hîra Dağındaki mağara içinde yalnızlığa çekilip,
orada âilesinin yanına gelinceye kadar âdedi muayyen gecelerde tehannüs -ki
taabbüd demektir- eder ve yine azıklanıp giderdi. Nihayet Rasulullaha bir gün
Hirâ mağarasında bulunduğu sırada hak (yani vahiy) geldi. Şöyle ki:
Ona, Melek geldi ve:
İkrâ (oku)! dedi.
O da:
Ben okumak
bilmem.cevabını verdi.
Rasulullah buyurdu ki:
O zaman Melek, beni alıp
takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine:
İkrâ (oku)! dedi.
Ben de Ona:
Okumak bilmem, dedim.
Yine beni alıp ikinci defa takatim
kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine:
İkrâ (oku)! dedi.
Ben de:
Okumak bilmem, dedim.
Nihayet beni alıp üçüncü
defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp:
Yaratan Rabbinin adıyla
oku.
O, insanı bir alaktan
yarattı.
Oku, Rabbin en büyük kerem
sahibidir. ( Alak, 96/1-3) dedi.
Bunun üzerine Rasulullah,
(kendisine vahyolunan) bu ayetlerle (korkudan) yüreği titreyerek döndü ve
Hadice bintu Huveylidin yanına girerek:
Beni sarıp örtünüz, beni
sarıp örtünüz! dedi.
Korkusu gidinceye kadar
vücûdunu sarıp örttüler. Ondan sonra Rasulullah, vâkı olan hadiseyi Hadiceye
haber vererek:
Kendimden korkuyorum.
dedi.
Hadice (r.anha):
Öyle deme. Allaha yemin
ederim ki, Allah, hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabana bakarsın,
işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin
kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda zuhûr eden
hadiselerde (halka) yardım edersin, dedi.1
Nûr Dağındaki Hırâ
mağarasında inzivaya çekilmiş ve ibadetle meşgul olan Rasulullah
Muhammed (s.a.s) e,
Allah'ın emriyle Melek Cebrail (a.s) gelip:
İkrâ (oku)! diyor.
Rasulullah (s.a.s) :
Okumak bilmem. diye cevab
veriyor.
O (s.a.s), okuma-yazma
bilmiyordu, çünkü ummî bir şahsiyetti...
Ummî, yazmayan ve bir
kitaptan okumayan anlamına gelir diyor Rağıb el- Isfahânî (rh.a.) Müfredât
adlı eserinde ve devam ediyor:
el-Ferrâ der ki :
Bunlar, herhangi bir
kitapları olmayan Araplarıdır. Yüce Allah'ın:
"Yanlarındaki Tevrat ve
İncil'de yazılı buldukları Rasule, o ummî Nebîye uyarlar. (A'râf, 7/157)
ayetinde geçen ummî kelimesi, yazma alışkanlığı olmayan ümmete mensûb olan
kişidir. Çünkü O da onların âdeti üzere yetişmiştir.
Başka bir görüşe göre, ummî
denmesinin nedeni, Onun yazamayan ve bir kitaptan okumayan olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu, Onun için bir fazilettir. Çünkü O, hafızasını yeterli
bulmuş ve Allahın güvencesine dayanmıştır. Allah:
Biz sana okutacağız ve sen
unutmaycaksın. ( Alâ, 87/6) buyurur.
Bir başka görüşe göre, Peygambere
ummî denmesinin sebebi, Onun Ummul-
Kurâlı (Mekkeli) oluşundandır. 2
Eski lügat âlimleri,
kelimenin okuma ve yazma ile ilgili mânâsını, Arapların o zamanki hayat
şartlarını göz önünde bulundurarak şöyle açıklamışlardır:
Ummî, ummden iştikak ettiği
takdirde, annesinden doğduğu gibi kalmış tabiatı bozulmamış, değişmemiş
mânasına gelir. İnsanın annesinden başlayarak yakınlarından ve çevresinden
görerek, yaşayarak öğrendiği şeyler vardır. Fakat, bazı bilgilere ve bu arada
okuma ve yazmaya doğuştan sahib olunmaz, dar mânâsıyla çevreden alınmaz,
husûsî yollarla kazanılır.
Kelimenin Umma (ümmet,
topluluk, bir kabilenin bir kısmı bir bölüğü)den türemiş olması, (msl.
Mekkeden Mekkî gibi) da neticeyi değiştirmez. Çünkü bu takdirde de ummî, bağlı
bulunduğu topluluğun, kabilenin arasında yetişmiş, şahsiyeti doğuştan getirdiği
melekelerle ve çevresinden aldıkları, öğrendikleri ile şekillenmiştir. 3
Hz. Peygamberin ummîliğinin
kelimenin okuma yazma bilmeme, eğitim almamış olma' biçimindeki anlamına
uygunluğu konusunda Müfessirler arasında görüş ayrılığı yoktur. Tahsil görmemiş
bir ummî iken, Kurân gibi bir Kitab getirilmiş olması Onun bir mûcizesi kabul
edilir. Bu sebeble başkaları için bir eksiklik sayılan ummîliğin, Rasul-ı Ekrem
için bir meziyet kabul edildiği vurgulanır. 4
Ummî kelimesi ve Rasulullah
(s.a.s)in ummîliği böyle açıklanmıştır lügatlarda ve ansiklopedilerde
Hayat Kitabımız Kurân-ı
Kerimde şöyle buyurur Tabbimiz Allah Teâlâ:
Onlar ki, yanlarındaki
Tevratta ve İncilde (geleceği) yazılı bulacakları Ummî Nebî olan Rasule
uyarlar. O, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor,
temiz şeyleri helâl, mundar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki
zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve
Onunla birlikte indirilen nûru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.5
Onlar, yani Ehl-i Kitab,
yanlarındaki Tevrat ve İncilde, Ummî Nebî Rasulullah Muhammed (s.a.s.)in
vasıflarını buluyor ve okuyorlardı
Atâ ibn Yesâr (rh.a.)
anlatıyor:
Ben, Abdullah ibn Amr İbnil
-Âs (r.a.)a kavuştum da Ona:
Sen, bana Rasulullah
(s.a.s.)in Tevratta yazılı olan sıfatlarından haber ver, dedim.
Abdullah ibn Amr, tekidli
olarak şöyle cevab verdi:
Evet, Vallahi,
Rasulullahın Kurândaki sıfatlarının bazısıyla Muhakkak Tevratta
vasıflandırılmıştı (ki şöyledir) :
Ey Peygamber, Biz seni
hakikaten bir şahid, bir müjdeci, bir
korkutucu ve ummîlere bir koruyucu olarak gönderdik. Sen, elbette Benim kulum
ve Rasulümsün. Ben sana, Mütevvekkil adını verdim. Bu Peygamber, kötü huylu, katı kalbli, çarşılarda çağırgan
değildir. O, kötülüğe kötülükle mukâble etmez, fakat O, kötülüğü af ile,
mağfiret ile karşılar. Allah, eğrilmiş, sapmış olan Milleti bu Peygamber ile
onları La ilâhe illallah demeleri sûretiyle doğrultmadıkça, O Peygamberin ruhu
asla kabzetmeyecektir. Allah, birçok kör gözleri, birçok sağır kulakları,
birçok kapalı kalbleri bu Tevhid kelimesiyle açacaktır.6
Ayet-i kerimede Rasulullah
(s.a.s.) için Ummî Nebî denilmiştir
İslam âlimleri Ummî Nebîden kasdın
Rasulullah Muhammed (s.a.s.) olduğunda söz birliği etmişlerdir
İbn Ebi Hâtim ve
Ebuş-Şeyhin bildirdiğine göre İbrahim en-Nehâî:
Yanlarındaki Tevrat ve
İncilde yazılı buldukları o Resule, O ummî Nebîye uyanlar
(Araf, 7/157)
ayetinde açıklarken:
- Hz. Muhammed, okuma ve
yazmayı bilmezdi, demiştir.
Abd b. Humeyd, İbn Ebi Hâtim
ve Ebuş-Şeyhin katâdeden bildirdiğine göre, ayette geçen Ummî Nebîden
kasdedilen, okuması ve yazması olmayan Hz. Muhammed (s.a.s.)dir.7
Kadı Beydavî diye meşhur
olan Kadı Nasıruddin Ebu Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirâzî el-
Beydavî (rh.a.) Envarut-Tenzîl ve Esraru't-Te'vîl adlı ünlü tefsirinde
şöyle der:
Ona Rasul demesi, Allah
Teâlâya nisbetledir. Nebî demesi de
kullara nisbetledir. Ummî o da okuyup yazmayandır. Böyle nitelemesi, bu
hâliyle beraber ilminin mükemmel oluşu, Onun bir mucizesi olduğunu vurgulamak
içindir.8
Ebul Berekât Abdullah ibn
Ahmed en nesefî (rh.a.) "Medârikut Tenzil ve Hakâikut Tevil adlı
tefsirinde şunları kaydeder:
Kendisine aid bir kitab,
yani Kurân vahyettiğimiz ve mucizeler sahibi olan, okuma ve yazması da
bulunmayan Peygambere aid özellikleri yanlarında bulanlar, yani
İsrailoğullarından olup da Ona uyanlar, Tevrat ve İncilde Onun niteliklerini
görmüş, okumuş ve öğrenmişlerdir.9
İmam Taberî (rh.a.),
Câmiul Beyan Fî Tefsiril Kurân adlı ünlü eserinde, Rasulullah (s.a.s.)in
okuma yazma bilmeyişi, yani ummî oluşu hakkındaki ayeti açıklarken şunları
kaydeder:
Rahmetimi kendilerine
tahsis ettiğim o insanlar, Tevratta ve İncilde sıfatlarını yazılı olarak
buldukları, okuyup yazması olmayan, Allahın elçisi Muhammede tâbi
olanlardır.10
İmam Fahruddîn er- Râzî
(rh.a.)in, Mefâtihul Gayb adlı tefsiri Tefsîr-i Kebîr diye şöhret bulmuştur
Fahruddîn er Râzî , bu ünlü
eserinde, Rasulullah (s.a.s.)in okuma yazma bilmeyişini çok güzel ve mutmaîn
kılan bir açıklaman ile beyan etmiştir
Onun bu açıklamasını hep birlikte
okuyalım:
Onun ummî olması:
Zeccal şöyle demiştir:
Ummî kelimesi, Arab
milletinin özelliklerini taşıyan kimse mânâsınadır. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.s.) :
Biz, yazı ve hesab
bilmeyen ummî bir toplumuz buyurmuştur.
Çünkü Arabların çoğu okuma
ve yazma bilmiyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.)in kendisi de böyle idi. Bu
sebeble Cenâb- ı Hak, Onu Ummî diye
tavsif etmiştir.
Muhakkik âlimler ise şöyle
demişlerdir:
Hz. Peygamber (s.a.s.)in,
bu izaha göre Ummî oluşu, Onun mucizelerinden birisidir. Bunu, birkaç yönden açıklayabiliriz:
a) Hz. Peygamber (s.a.s.),
Allahın Kitabını o insanlara hem de (vahyedilmiş şekliyle) manzûm olarak,
hiçbir kelimesini değiştirip bozmaksızın, tekrar tekrar okuyordu. Bir Arab
hatibi, irticâli olarak bir hitabe okuyup, daha sonra bunu tekrarladığında,
ister istemez ya ona bazı şeyler ilave ediyor, ya da ondan az çok bazı şeyler eksiltiyordu. Hz.
Muhammed (s.a.s.) ise, yazı yazmayı ve yazılanı okumayı bilmediği hâlde, hiçbir
ziyâdede, eksiltmede ve değiştirmede bulunmaksızın Allahın Kitabını okuyordu.
İşte bu da, Onun mucizelerinden biridir. Nitekim Allah Teâlâ:
Seni okutacağız ve sen
(asla) unutmayacaksın. (Alâ, 81/6) buyurarak, bunu işaret etmiştir.
b) Eğer, Hz. Peygamber
(s.a.s.) yazabiliyor ve okuyabiliyor olsaydı, zaman zaman önceki ümmetlerin
Kitablarını okuduğu, böylece bu bilgilerin o okumalar neticesinde meydana
geldiği hususunda itham edilirdi. Amma O, hiçbir öğretim ve okumada
bulunmaksızın, pek çok ilimleri ihtiva eden bu yüce Kurânı getirince, bu,
Onun mucizelerinden birisi olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hakkın:
Sen, bundan evvel ne bir
Kitab okumuş, ne de onu elinle yazmış değildin. Eğer böyle olsaydı, bâtıl söyleyenler
şübheye düşebilirdi. (Ankebut, 29/48) ayetinden kastedilen budur.
c) Yazı yazmayı öğrenmek
kolay bir iştir. Çünkü en az akıllı ve en az zeki olanlar bile, az bir gayretle
yazıyı öğrenebilmektedirler. Binâenaleyh yazıyı öğrenmemek, anlayış ve idrakte
büyük bir eksikliğin olduğuna delâlet eder. Hem sonra Cenâb-ı Hak, Hz.
Peygamber (s.a.s.)e, önceki ve sonraki herkesin ilimlerini vermiş ve Ona,
hiçbir insanın ulaşamadığı bilgiler ile sayısız hakikatleri lütfetmiştir. Akıl
ve anlayış bakımından olan bu büyük gücün yanısıra, Hak Teâlâ, Onu öyle bir
şekilde yaratmıştır ki, Onun aklı ve anlayışı çok az kimselerin bile
kolaylıkla öğrenebildiği yazıyı öğrenmeye ihtiyacı olmamıştır. İşte böylece,
birbirine zıd bu iki durumu birleştirmek, âdetâ iki zıddı uzlaştırmak gibi
olmuştur. bu da, harikulâde bir hadise olup bir mucize yerine geçmiştir. 11
Bu konuda bütün şübheleri
ortadan kaldıran bu açıklamadan sonra konuyu pekiştiren İmam Kurtubî (rh.a.),
el- Câmiu Li Ahkâmil- Kurân adlı tefsirindeki şu bilgileri de nakledelim:
Yüce Allahın zikrettiği
Ummî sıfatı, ummî olan ümmete mensub kişi demektir. Yani, asıl doğduğu hâli
üzere devam eden okumayı ve yazmayı öğrenmeyen ümmet anlamına gelir.
Bu açıklamayı, İbn Azîz yapmıştır.
İbn Abbas (r. anhuma) ise
der ki:
Sizin Peygamberinizi ummî
idi. Ne okurdu, ne yazardı, ne de hesab yapardı. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
Sen, bundan evvel ne bir
kitab okumuş ne de onu elinle yazmış değildin. (Ankebut, 29/48)
Sahih (-i Buhârî)de İbn
Ömerden rivayete göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuş:
Biz, ummî bir ümmetiz. Ne
yazarız, ne de hesab yaparız.12
Şöyle de denilmiştir:
Peygamber (s.a.s.), Um el
Kurâ (şehirlerin anası) olan Mekkeye nisbet edilerek ummî denilmiştir.
Bu açıklamayı en Nehhâs
kaydetmektedir.13
Abdullah b. Amr b. El-Âs
(r.a.) anlatıyor:
Bir gün Rasulullah (s.a.s.),
vedâlaşan biri gibi yanımıza çıktı ve şöyle buyurdu:
Ben, Ummî Nebî Muhammedim.
Ben, Ummî Nebî Muhammedim. Ben, Ummî Nebî Muhammedim.Benden sonra peygamber
gelmeyecektir. Bana sözlerin ilki, sonu ve az sözle çok şey ifade etme özelliği
verildi. Cehennemin bekçilerini ve Arşın taşıyanları bildim. Aranızda olduğum
müddetçe beni dinleyip itaat ediniz. Aranızdan alındığım zaman ise, Allahın
Kitabına sarılıp, helâlini helâl, haramını da haram kabul ediniz.14
İsmail Hakkı Bursevî,
Rûhu'l Beyân adlı tefsirinde şöyle diyor:
Ummî, okuyup yazma bilmiyen
kimse demektir. Peygamberimiz (s.a.s.)in ummî olması, Onun mucizelerinden
biridir. Eğer O, iyi bir şekilde okuma-yazma bilseydi, getirdiği Kurândaki
mevcud ilimleri, öncekilerin ve sonrakilerin Kitablarını inceleyerek elde
ettiği töhmetine maruz kalırdı. Amma Peygamberimiz (s.a.s.), hiç ilim tahsil
etmeden, okuyup yazmadan, öncekilerin ve sonrakilerin ilmini içine alan
Kurân-ı Azîmi getirdiği için bu, Onun en açık ve büyük mucizelerinden biri
oldu.15
Ebu Hüreyre (r.a.)ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Peygamberlerden hiçbir
Peygamber yoktur ki, Ona mucizelerinden (kendi zamanlarındaki) insanların
inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen ise, ancak
Allahın bana vahyettiği (Kurân-ı
Kerim)dir. Bunun için kıyamet gününde ben, Peygamberlerin en çok tâbii
bulunanı olacağım ümid ederim.16
Ayet ve hadislerden
zikredilen deliller ile İslâm âlimlerinin açıklamalarından apaçık anlaşılan
gerçek, Rasulullah Muhammed (s.a.s.) okuma-yazma bilmeyen Ummî Nebî oluşudur
Bu konuda herhangi bir itiraz şübhe söz konusu olmamıştır
Ancak başta Kadı
Ebul Velid el-Bâcî olmak üzere bazı İslâm âlimleri, Rasulullah (s.a.s.)in
son zamanlarında az da olsa okuma-yazma öğrendiğini beyan etmiş ve Sahih-i
Buhârîde yer alan bir hadisi delil göstermişlerdir
El- Berâ (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.),
(altıncı hicret yılında) Zul-Kade ayında umre yapmak istedi (ve yola çıktı).
Mekke ahâlisi bunu kabul etmeyip Peygamberin Mekkeye girmesini engellediler.
Nihayet Peygamber, (Hudeybiyede) Mekkelilerle (gelecek yıl) Mekkede üç gün
ikâmet etmek üzere bir barış anlaşması yaptı. Barış yazısını yazdıkları zaman:
Bu, Allahın Rasulü
Muhammedin üzerinde sulh anlaşması yaptığı yazıdır. Başlığını yazmışlardı.
Mekkelilerin müşrik elçileri:
Bizler, bu Allahın
Rasulü oluşunu ikrâr etmiyoruz. Eğer biz, senin Allahın Rasulü olduğunu
biliyor olsaydık, seni (Mekkeye girmekten) men etmezdik. Lâkin sen, Abdullah
oğlu Muhammedsin dediler. Rasulullah:
Ben, Allahın Rasuluyum ve
ben, Abdullah oğlu Muhammedim. dedi.
Bundan sonra Aliye:
Rasulullah lafzını sil!
buyurdu.
Ali:
Hayır, vallahi, ben senin (Rasulullah)
unvânını ebeden silmem! dedi.
Bunun üzerine Rasulullah,
yazıyı aldı (Rasulullah lafzını sildi) ve:
Bu, Muhammed ibn
Abdullahın üzerinde sulh anlaşması yaptığı maddelerdir diye yazdı.17
Ve şu haber:
Ebuş Şeyh, Mücahid
vasıtasıyla, Avn b. Abdillahdan babasının şöyle dediğini bildirir:
Hz. Peygamber (s.a.s.), vefat etmeden önce
okudu ve yazdı.
Mücahid der ki:
Bunu şabîye anlattığımda:
Doğru söylemiş. Arkadaşlarımızın da böyle
dediğini duydum, karşılığını verdi.18
Muhammed Abdülhay el-Kettânî
(rh.a.) et- Terâtîbul İdâriyye adlı eserinde, İmam Ebul- Velid el- Dâcî
ve Onun görüşüne katılan diğer âlimlerin bu konudaki beyanlarını, kaynaklarını
zikrederek kaydetmektedir.19
El- Kettaânî, bu konuda şunu
tavsiye etmektedir:
Derim: Daha önce zehebînin
İbn Mendenin biyografisinde zikrettiği husus bundan daha güzel olup ona itibar
et!
Ve itibar edilmesi tavsiye
edilen Zehebînin açıklamalarını şöyle kaydeder:
Zehebî yine Tezkire de
(2,35) İbn Mendenin biyografisinde Avn b. Abdillah b. Utbeye varan senediyle,
Onun babasından yaptığı şu rivayeti tahric eder:
Nebî (s.a.s.) , yazmadan ve
okumadan vefat etmedi.
Zehebî, bunun ardından şöyle
der:
Yazmak nedir bilmeyen bir
ummî olmasından sonra, Rasulullah (s.a.s.)ın biraz yazmayı öğrenmesinin
cevâzına mâni nedir? Muhtemelen vahiy Kâtiblerine, hadisleri ve hükümdârlara
gönderilen mektubları yazanlara imlâda bulunmasının çokluğundan dolayı, yazıdan
biraz öğrenip anladı ve Hudeydi günü yüce ismini (Muhammed b. Abdullah) yazdığı
gibi bir-iki kelime yazdı. Alâmeti (tuğra-imza) yazdıkları hâlde ummî olan
birçok hükümdar gibi, bu kadar az miktarda yazmış olması, Onu ummî olmaktan
çıkarmaz.20
İmam Kurtubî (rh.a.):
Bundan önce sen, hiç kitab
okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, bâtılda
olanlar kuşkuya kapılırlardı. 21 ayetinin tefsirinde Kadı Ebul-
Velîd el- Bâcî ve Onun görüşünü paylaşanların görüşlerini söz konusu etmiş,
delillerini tahlile tabi tutmuş, lehte ve aleyhte olan kanaatleri beyan
etmiştir
22 Daha sonra kendi görüşünü şu şekilde açıklamıştır:
Derim ki: O, tek bir harf
dahi yazmamıştır. Ancak yazı yazanlara emirler vermiştir. Aynı şekilde ne
okumuş, ne de harfleri hecelemiştir.23
İmam Hafız İbn Kesîr
(rh.a.), Tefsirul- Kurânil-Azîm adlı meşhur tefsirinde yine aynı ayetin
tefsirinde şunları beyan eder:
Sonra yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
Bundan önce sen, hiç kitab
okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Yani, ey Muhammed, sen bu
Kurânı getirmeden önce, kavminin arasında hiçbir kitab okumadan ve
doğru-dürüst yazı yazamadığın hâlde bir ömür geçirdin. Hattâ kavminden ve başkalarından
herkes, senin okuyup yazması olmayan Ummî bir adam olduğunu biliyor. Önceki
kitablardaki niteliği de bu şekildedir.
Nitekim yüce Allah:
Onlar ki, yanlarındaki
Tevratta ve İncilde (geleceği) yazılı bulunan Ummî Nebî olan Rasule
uyarlar. (Arâf, 7/157) buyurmaktadır.
Evet, kıyamete kadar
Allahın salât ve selâmının üzerine olmasını dilediğimiz Nebîmiz böyle idi.
Doğru-dürüst yazamazdı, eliyle tek bir satır, hattâ bir harf dahi yazamazdı.
Bunun yerine Onun önünde vahyi ve çeşitli bölgelere gönderdiği mektubları
yazan kâtibleri vardı.
Kadı Ebul-Velîd el-Bâcî ve
Onun izinden gidenler gibi müteahhir fukaha arasında Nebî (s.a.s.)in
Hudeybiye günü , bu, Muhammed b. Abdullahın üzerinde sulh yaptığı ahiddir
diye yazdığını iddia edenlere gelince, onları, bu iddiada bulunmaya iten
Buhârînin Sahihindeki bir rivayette 'sonra alıp yazdı' şeklindeki ibaredir.
Bu rivayet ise, sonrra emretmesi üzerinde yazdı şeklindeki diğer rivayet
ışığında anlaşılmalıdır.24
İşte bundan dolayı mağrib ve
meşrık fukahası arasında el-Bâcînin bu kanaatini kabul edenlere karşı şiddetli
tepki gösterilmiş ve böyle bir görüşü kabul etmediklerini ifade etmiş, bu
hususta çeşitli sözler söylemiş, ilim meclislerinde buna dair hutbeler
vermişlerdir. Hâlbuki adam - yani el-Bâcî göründüğü kadarıyla Onun bu
satırı, güzel bir şekilde yazı yazmayı biliyordu iddiasında bulunmak için
değil, mucize olarak yazdığını söylemiş görünmektedir.
Bazılarının rivayet etmiş
olduğu Nebî (s.a.s.), yazmayı öğrenmeden önce vefat etmemiştir şeklindeki
hadise gelince, zayıf ve asılsız bir rivayettir.25
Ummî Nebî (s.a.s.)!..
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ
şöyle buyurur:
Göklerde ve yerde olanların
tümü, Melik, Kuddüs, Azîz, Hakîm olan Allahı tesbih eder.
O, Ummîler içinde,
kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp temizleyen ve
onlara Kitab ve hikmeti öğreten bir Rasul gönderendir. Oysa onlar, bundan önce
gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler. 26
De ki : Ey insanlar, ben,
Allahın sizin hepinize gönderdiği bir Rasuluyum. Ki göklerin ve yerin mülkü
yalnız Onundur. Ondan başka ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Öyleyse
Allaha ve Ummî Nebî olan Rasulüne iman edin. O da, Allaha ve Onun sözlerine
inanmaktadır. Ona iman edin ki, hidayete ermiş olasınız. 27
Dipnot
1- Sahih-i Buhârî, Kitabu
Bed'i'l-Vahy, B. 1, Hds. 3.
Kitabu't-Tefsir, B. 352, Hds. 477.
Kitabu't-Ta'bir, B. 1, Hds. 1.
Kitabu't-Enbiyâ, B. 24, Hds. 67.
Sahih-i Müslim Kitabu'l-
İman, B. 73, Hds. 252.
Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'l-Menâkıb, B. 13, Hbr. 3873.
Muhammed İbn İshak, Siyer-i
İbn İshak - Hz. Muhammed'in Hayatı, çev. M. Şafi Bilik, İst. 2012, Sh. 179, Md. 140.
İbn Hişam, İslâm Tarihi -
Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985, C. 1, Sh. 312-316.
Taberî, Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, çev. Zâkir Kadirî Ugan - Ahmet Temir, İst. 1992, C. 4, Sh.
92-93.
İbnü'l-Esir, el-Kâmil
Fi't-Tarih - İslâm Tarihi, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1985, C. 2, Sh. 49-50.
İbn Kesîr, el-Bidâye
ve'n-Nihaye - Büyük İslâm Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, C. 3, Sh.
9-10.
2- Rağıb el-İsfhânî,
Müfredât, çev. Prof. Dr. Abdulbaki Güneş - Dr. Mehmet Yolcu, İst. 2010, Sh.
94-95. (E. M. M. Md.)
3- İslâm Ansiklopedisi,
M.E.B. yayınları, İst. 1993, C. 13, Sh. 104. Nihad M. Çetin'in kaleminden.
4- Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, İst. 2012, C. 42, Sh. 309-310. Mehmet Suat Mertoğlu'nun
kalemin'den.
5- A'râf, 7/157.
6- Sahih-i Buhârî,
Kitabu'l-Buyû, B. 50, Hbr. 75.
Kitabu't-Tefsir, B. 276, Hbr. 360.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime,
B. 2, Hbr. 6.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr
et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan
Karakaya - Kerim Aytekin, İst. 1996, C. 4, Sh. 132.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C. 2, Sh. 174.
7- Celâleddin es-Suyutî ,
ed-Dürrü'l-Mensûr Fi't-Tefsir
bi'l-Me'sûr, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2012, C. 6, Sh. 571.
8- Kadı Beydâvî, Beydâvî Tefsiri, çev. Doç. Dr. Abdulvahhab
Öztürk, İst. 2011, C. 2, Sh. 293.
9- İmam Nesefî, Nesefî
Tefsiri, çev. Harun Ünal, İst. 2007, C. 4, Sh. 307.
10- et-Taberî, A.g.e. C. 4,
Sh. 131.
11- Fahruddîn er-Râzî,
Tefsîr-i Kebîr-Mefâtihu'l-Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1991,
C. 11, Sh. 98.
12- Sahih-i Buhârî,
Kitabu's-Savm, B. 13, Hds. 23.
Sahih-i Müslim,
Kitabu's-Siyâm, B. 2, Hds. 15.
Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu's-Siyâm, B. 4, Hds. 2319.
Sünen-i Nesâî,
Kitabu's-Siyâm, B. 17, Hds. 2140-2141.
Not: Bu hadisin şerhinde İbn
Hacer el-Askalânî (rh.a.) "Fethu'l-Bârî"'de şöyle der:
"Hz. Peygamber (s.a.s.),
birinci çoğul şahıs kipi (biz) kullanmıştır. Burada kastedilen kişi, Rasulullah
(s.a.s.) bu sözü söylediği sırada orada bulunanlardır. Fakat herkes bu durumda
değildir. Bu bakımdan yazma ve hesap bilmeyen kişiler, ya orada bulunanların
çoğuludur ya da Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini kasdetmiştir."
İbn Hacer el-Askalânî ,
Fethu'l-Bârî - Muhtasar, çev. Soner Duman - Mehmet Odabaşı, İst. 2006, C. 4,
Sh. 417.
İmam Nevevî (rh.a.) ise,
"el-Minhâc" adlı Sahih-i Müslim Şerhin'de şunları kaydeder:
"Biz, ummî bir ümmetiz.
Ne yazarız, ne hesap ederiz. Ay şöyledir ve böyledir ve böyledir.' buyruğu ile
ilgili olarak bilim adamları şöyle demektedirler: Ummî demek, annelerin bizi
doğurduğu hâl üzere kalmışız demektir. Yazma da bilmeyiz, hesap da yapmayız.
Ummî Nebî de bu kökten gelmedir. Bunun, anneye nispet ismi olduğu da söylenir.
Aynı zamanda bu, annenin sıfatıdır. Çünkü bu sıfat, çoğunlukla annelerin
niteliğidir."
İmam Muhyiddin en-Nevevî,
Sahih-i Müslim Şerhi - el-Minhâc, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 5, Sh.
289.
13- İmam Kurtubî, el-Câmiu
Li Ahkâmi'l-Kur'ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1998, C. 7, Sh. 480.
14- Celâleddin es-Suyutî ,
A.g.e. C. 6, Sh. 571. İbn Merdûye'den.
Nûreddin el-Heysemî,
Mecmau'z-Zevâid, çev. Adem Yerinde, İst. 2007, C. 1, Sh. 460. Hds 778. Hadis,
Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup senedinde zikri geçen İbn Lehîa zayıftır.
15- İsmail Hakkı Bursevî,
Rûhu'l-Beyân, çev. Doç. Dr. Ömer Çelik - Cafer Durmuş, İst. 2006, C. 6, Sh.
354.
16- Sahih-i Buhârî, Kitabu
Fedâili'l-Kur'ân, B. 1, Hds. 3.
Kitabu'l-İ'tisâm, B. 1, Hds. 7.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-İman, B. 70, Hds. 239.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel,
Müsed, C. 4, Sh. 341, 451.
17- Sahih-i Buhârî,
Kitabu's-Sulh, B. 6, Hds. 9.
Kitabu'l-Cizye, B. 19, Hds. 25.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad
ve's-Siyer, B. 34, Hds. 90-92.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C. 4, Sh. 289, 291, 302.
18- Celâleddin es-Suyutî ,
A.g.e. C. 6, Sh. 572. Aynı sahifenin 2 nolu dipnotunda:
"Beyhakî (7/42).
Beyhakî hadisin kopuk olduğunu söyledi. Ravileri arasında zayıf ve meçhul
kişiler vardır." diye kaydedilmiştir.
Nûreddin el-Heysemî, A.g.e. C. 14, Sh. 212,
Hbr. 14017. Bunu Teberânî rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
-Bu, münker bir hadistir.
Ebu Ukayl ise zayıftır. Bu durum, yüce Allah'ın Kitabı'yla çelişir.
19- Kettânî, Hz.
Peygamber'in Yönetimi - et-Terâtîbu'l-İdâriyye, çev. Doç. Dr. Ahmet Özel, İst.
2003, C. 1, Sh. 322-327. 2. Baskı.
20- Kettânî, A.g.e. Sh.
325-326.
21- Ankebut, 29/48.
22- İmam Kurtûbî, A.g.e. C.
13, Sh. 412-415.
23- İmam Kurtûbî, A.g.e. C. 13, Sh. 415.
24- Enes (r.a.) anlatıyor:
Kureyş, içlerinde Süheyl b.
Amr olduğu hâlde Rasulullah (s.a.s.)'le sulh yapmışlar.
Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.s.), Ali'ye:
"Besmeleyi yaz!"
buyurmuş.
Süheyl:
- Bismillah'a gelince, biz
besmelenin ne olduğunu bilmiyoruz. Lâkin sen, bizim bildiğimiz. 'Senin adınla
Allahım' ibaresini yaz! demiş.
Sonra Rasulullah (s.a.s.):
"Allah'ın Rasulü
Muhammed'den yaz!" buyurmuş.
Müşrikler:
-Biz, senin Rasulullah
olduğunu bilsek sana tâbi' olurduk. Lâkin sen kendi isminle babanın ismini yaz!
demişler.
Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.s.):
"Muhammed b. Abdullah
yaz!" buyurmuş.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B. 34, Hds. 94.
25- İmam Hafız İbn Kesîr,
İbn Kesîr Tefsiri, çev. M. Beşir
Eryarsoy, İst. 2012, C. 8, Sh. 348-349. Ayrıca bkz. Sh. 349'daki 210 nolu
dipnottaki tahkika!..
Not: Bu konuda, Ahmed
Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1983, C. 8, Sh. 584-585 yer
alan açıklamalarına bakınız!
26- Cum'a, 62/1-2.
27- A'râf, 7/158. Ayrıca
bkz. Sebe', 34/28.