Bir insanın fazilet bakımından hangi seviyede olduğunu anlamak istiyorsak, onun, toplumun en alt seviyesini teşkil eden diğer insanlarla olan münasebetine bakmamız gerekir. Kişinin, kendi seviyesindeki insanlarla olan münasebetlerinin normal olması tabiî bir durum olup yüksek ahlakın tezâhürlerinden sayılmaz. İslâma göre insanlar arasındaki farklılıklar, toplumsal hayatın düzenli gitmesi ve bir imtihan vesilesi olması içindir. Devlet başkanı ile köle arasında insan olma bakımından herhangi bir fark olmadığı için, devlet başkanının dahi en alt sosyal tabakada yer alanlara karşı insan gibi muamele etmesi gerekir. Asıl büyüklük, büyük farklılıklara rağmen insanın kendisini büyük görmemesindedir.
Kuran karşısında Hz. Peygamberin (s.a.s.) üç temel görevi vardır:
Tebliğ, beyan ve tatbik. Konumuz itibariyle burada bizi en çok ilgilendiren görevi tatbiktir. Cenab-ı Allah, Hz. Peygamberi (s.a.s.), iman edenler için Güzel Örnek [1]seçmiştir. Esasen Rasûlüllahın (s.a.s.) tatbik görevi de böyle bir neticeyi gerekli kılmaktadır. Yine Rasûlüllahın (s.a.s.) böyle bir görevi olduğu içindir ki, Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.) istekli olmasa bile ona bazı hükümleri şahsında uygulatmıştır. Hz. Zeyneble evlenmesi olayı[2] bunun en açık örneğidir. Rasûlüllahın (s.a.s.) güzel örnek oluşunun en güzel tezâhürleri kölelerle ilişkilerindedir. Onun kölelerle olan ilişkilerini bazı prensipler dâhilinde, şu şekilde ortaya koymak mümkündür:
1. Köleleri âzad etmeyi âdet haline getirmesi
Cenâb-ı Allah köle âzad etmeyi, aç olan yetimi veya yoksulu doyurmayı sarp yokuşu aşmak[3] şeklinde nitelemiştir; Hz. Peygamber (s.a.s.), nübüvvetten önce de sonra da köle âzat etmeyi, yetimi ve fakiri doyurmayı kendisine âdet edinmişti. O, hiçbir köle ve cariyeyi uzun süre köle olarak hizmetinde çalıştırmamış, en kısa zamanda onları âzad etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) kimilerine vesayet, kimilerine satın alma, kimilerine hediye, kimilerine savaş yoluyla olmak üzere Ümmü Eymen, Zeyd b. Hârise, Ebû Asîb, Ebû Râfi (Eslem), Sefîne, Ebû Kebşe, Enese, Selmâ, Hudre, Radvâ, Meymûne bint Sad, Sâlih Şukrân, Sevbân, Rebâh Esved, Yesâr, Fedâle, Ebû Müveyhibe, Râfi ve Kerkere[4]gibi, isimleri bilinen ve bilinmeyen otuz dolayında köle ve cariyeye sahip olmuş ve bunların hepsini kısa zaman sonra âzad etmiştir. Öyle ki vefat ettiği zaman mülkiyetinde herhangi bir köle bulunmuyordu. Hz. Peygamberin eşlerinden Cüveyriye bu durumu şöyle anlatıyor: Allaha yemin olsun ki, Allah Rasûlü (s.a.s.) vefat ettiği zaman dinar, dirhem, köle, cariye ve başka bir şeyi miras olarak bırakmadı. Bıraktığı şey beyaz katırı ve silahı ile bir miktar arazı idi. Araziyi de sadaka olarak bırakmıştı.[5]Mısır Mukavkısının hediyesi olan Mâriye ise İbrahimi dünyaya getirmek suretiyle ümmü veled statüsüne yükselmiş, Hz. Peygamberin (s.a.s.) vefatından sonra hayatına hür olarak devam etmiştir.
2. Kölelere karşı şefkatli, merhametli ve sevgi dolu olması
Hz. Peygamber (s.a.s.) kölelere karşı son derece şefkatli ve merhametli, aynı zamanda bir o kadar sevgi dolu bir zattı. Onlara karşı davranışları ve onlar hakkındaki tavsiyeleri bu durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Rasûlüllahın (s.a.s.) ilk kölesi, annesi Âmineden kendisine intikal eden dadısı Ümmü Eymen idi. Annesinden sonra kendisine annelik yapan bu köle/cariye için Hz. Peygamber (s.a.s.)Ümmü Eymen annemden sonra annemdir derdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini çok sevdiğinden, onun yüksek hatırı için vefatından sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) zaman zaman Ümmü Eymeni ziyaret etmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi.[6]
Rasûlüllah (s.a.s.), âzadlı kölesi Zeyd b. Hâriseyi çok sevdiği gibi, oğlu Üsâmeyi de çok severdi. Hz. Aişe diyor ki: Bir gün Üsâme, ayağı kapının eşiğine takılarak yere düştü ve yüzü yaralandı. Rasûlüllah, bana Yüzündeki kirleri temizle dedi. Ben bu kirleri temizlemekten (iğrendiğim için) dediğini yapmadım. Bunun üzerine Rasûlüllah, Üsâmenin yüzündeki kirleri emerek tükürmeye başladı. İşte şefkat ve merhametin zirvesi.
Bir rivayete göre Hz. Peygamber, Üsâme hakkında şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Üsâme b. Zeyd bana insanların en sevimlisidir. Sizin iyilerinizden olmasını umuyorum. Onun hakkında iyilik tavsiyesinde bulununuz. Hz. Peygamberin kendisini çok sevmesi sebebiyle Üsâmeye Rasûlüllahın sevdiği anlamına gelen Hıbbu Resûlillâh, ya da el-Hıbbu İbnül-Hubbi denirdi.[7]
Hendek meselesinden sonra Ensârla Muhâcirler, Selmânı daha çok takdir edip sevmişler ve aralarında paylaşamayarak Selmân bizdendir demeye başlamışlardı. Bu durumu gören Rasûlüllah (s.a.s.) araya girerek Selmân bizden, Ehl-i Beyttendir buyurmuşlardır. İnsan bir köleyi ancak bu kadar sevebilir.
Hz. Peygamberin (s.a.s.) satın alıp hürriyetine kavuşturduğu otuz küsur köleden biri olan Ebû Kebşe, Onunla birlikte başta Bedir ve Uhud olmak üzere bütün gazvelere katılmıştır. Bedir gazvesinde Müslümanların sadece yetmiş devesi olduğundan Hz. Hazma, Zeyd b. Hârise ve Ebû Kebşe ile Hz. Peygamberin (s.a.s.) Habeş asıllı âzâdlı kölesi Enes (Üneys) aynı deveye nöbetleşe binmişlerdir.[8]Bu olay da, Hz. Peygamberin (s.a.s.) hürlerle köleleri, kendisi ile diğer insanları nasıl eşit tuttuğunu gösteren muhteşem bir örnektir. Buna benzer bir olay da Hz. Ömerin Kudüse girişinde yaşanmıştır. Kudüse giriş sırasında deveye binme sırası Hz. Ömerin kölesine geldiği için halk köleyi Ömer sanmışlardı.
Cenâb-ı Allah kendisine ortak koşulmamasından hemen sonra ana-baba ve akrabanın yanı sıra kölelere de iyi davranmayı [9]emretmiş; Hz. Peygamber (s.a.s.) de her zaman kölelere karşı iyi davranılmasını ve onlara güzel sözler söylenilmesini tavsiye etmiştir:
Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teâlâ onları sizin ellerinizin altına (emaneten) koymuştur. Kimin kardeşi elinin altında ise, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı işi buyurmasın, eğer buyurursanız onlara yardım edin.[10]
Birinize hizmetçisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere oturtmayacaksa, hiç olsun bir iki lokma veya bir iki yiyecek versin. Zira yemeğin hareket (pişirme) ve muamele (zahmeti)ni o çekmiştir.[11]
Birlikte veya ayrı yemek yemek bir statü meselesidir. Aynı seviyede olanlar genellikle aynı mekânda ve aynı sofradan yemek yerler. Arada statü farkı olanlar ise ayrı yerlerde veya ayrı sofralardan yemek yerler. Hz. Peygamber (s.a.s.) köle ile efendi arasında dünyevî olarak bir statü farkı olduğunu kabul etmekle birlikte -köleliğin kabul edilmesi bu statünün kabulü anlamına gelir-, kişinin kölesiyle birlikte yemek yemesini tavsiye etmesi, gerçekte bu statünün pek de önemli olmadığını gösterir. Yani hür olmak, gerek insanlık gerekse fazilet bakımından bir üstünlük sebebi değildir.
Sizden kimse kölem, cariyem demesin. Köle de Rabbî (sahibim), rabbetî (sahibem) demesin. Mâlik (efendi) oğlum, kızım desin. Memlûk (köle) de seyyidî (efendim), seyyidetî desin. Zira hepiniz Rabbin melûklerisiniz. Rabb da aziz ve celîl olan Allahtır.[12]Köleye oğlum, kızım şeklindeki hitap şeklinin onu onurlandırmak ve şereflendirmek anlamına geldiği açıktır.
3. Tavsiyesine uymayan cariyeye kızmaması
Berîre, Hz. Âişenin satın alıp özgünlüğüne kavuşturduğu bir cariye olup âzad edilmeden önce Mugîs b. Cahş adında bir siyahînin hanımı idi. Hürriyetine kavuştuktan sonra evliliğini sürdürüp sürdürmeme konusunda dinî bakımdan serbest olduğunu öğrenince kocasından ayrılmayı tercih etti. Bu ayrılığa dayanamayan Mugîsin Medîne sokaklarında ağlayarak dolaşması ve Hz. Peygambere (s.a.s.) Berîrenin kendisiyle yeniden birleştirmesi için yalvarması üzerine, Rasûlüllah (s.a.s.) Berîreyi evliliğinin devamı konusunda ikna etmeye çalışmıştı. Fakat o, Hz. Peygamberin (s.a.s.) bu arzusunun bir emir olup olmadığını öğrenmek istemiş; Rasûlüllahın kendisini buna zorlamadığını, sadece arabuluculuk yaptığını anlayınca da kararında ısrar etmişti. Berîrenin bu davranışı Hz. Peygamberi rahatsız etmemişti. Çünkü o, şeran kendisine verilmiş olan bir hakkı kullanıyordu. Berîre, bu davranışındın sonra da hiçbir şey olmamış gibi yine Hz. Peygamberin ailesine hizmet etmeye devam etmiştir.[13]Bu olay tek başına çok yönüyle muhteşem ve bir o kadar ibretâmiz bir hadisedir.
4. Vazife taksiminde ehliyet ve maharete itibar etmesi
Hz. Peygamber (s.a.s.) vazife taksiminde hür-köle, Arap-Acem ayırımına itibar etmemiş; görevlendirmelerini ehliyet ve maharet kriterlerine göre yapmıştır. Buna dair bazı örnekler şöyledir:
a. Dünyada en yüksek görev devlet başkanlığıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu göreve en lâyık kişi Ebû Bekir olduğu için vefatından sonra ümmetinin ona beyat etmelerini istemiş olmakla birlikte, gerektiğinde bir kölenin de devlet başkanı olabileceğine dair kapıyı açık bırakmış, Enes b. Mâlikten gelen bir rivayete göre şöyle buyurmuştur: Dinleyin ve itaat edin. Üzerinize emîr olarak başı kuru üzüm tanesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Allahın Kitabını tatbik ettiği müddetçe, (ona itaatten ayrılmayın).[14] Bu şuurla yetişen Hz. Ömerin de (Ebû Huzeyfenin âzatlısı) Sâlim hayatta olsaydı, hiç çekinmeden onu tavsiye ederdim.[15]
İmametin Kureyşe ait olduğunu ifade eden hadis sebebiyle köleler devlet başkanlığına gelememiş olmakla birlikte, Abbâsîler zamanında önemli idarî görevlere gelmişler ve Abbâsîlerin dağılmasından sonra da Mısırda Memlûkler (Kölemenler) Devletini kurmuşlardır. Böyle bir imkân olsa olsa İslâmın eşitlikçi ruhunun hâkim olduğu memleketlerde olabilirdi.
Devlet başkanlığı gibi, devlet başkanlığına vekâlet de önemli bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) 27 kez[16]savaş (gaza) maksadıyla Medîneyi terk etmiş; bu seferler esnasında genellikle Ensârdan bir kişiyi Medinede yerine vekil bırakmıştır. Fakat bir istisna olarak hicretin ikinci senesinde meydana gelen Safevân Gazvesinde yerine vekil olarak Muhâcirlerden âzad edilmiş bir köle olan Zeyd b. Hâriseyi[17]bırakmıştır.
b. Devlet başkanlığından sonra en önemli görev ordu komutanlığıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.), bazen Medînede kalıp, dışarıya sahâbeden bir zâtın komutasında ordu ve seriyyeler gönderirdi. Bunların sayısı hakkında 35-48 arasındaki rakamlar verilmektedir.[18] Hz. Peygamberin ordu ve seriyye komutanı olarak görevlendirdiği bu kişilere Emîr denirdi ve bunlar genellikle muhâcirlerden seçilirdi. Birisi Mûte savaşındaki ordu komutanı olmak üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) âzatlı kölesi Zeyd b. Hâriseyi tam dokuz kez seriye komutanı olarak görevlendirmiştir. Hz. Peygamberın Mûte savaşında Zeydi birinci, Cafer b. Ebî Tâlibi ise ikinci komutan olarak atanması da Onun Zeyde verdiği yüksek değerin bir başka göstergesidir.
Hicretin on birinci senesinde vefatından bir müddet önce hazırladığı ordunun başına Üsâme b. Zeydi getirmesi, yine Rasûlüllahın genel olarak kölelere özel olarak da Zeyd b. Hârisenin hatırasına ne kadar değer verdiğini gösteren başka bir olaydır.[19]
c. Devlet işlerinde müsteşar olmak da önemli bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) en önemli devlet işlerini istişare etme konusunda köle-hür ayırımı yapmazdı. Hicretin beşinci senesinin Şevval ayının sonlarında Mekkelilerin 10 bin kişilik bir ordu hazırlayıp Medîne üzerine yürüyecekleri haberini alınca, vakit geçirmeden Ashâb-ı Kirâmı toplayarak kendileriyle istişare etti. Onlara Düşmanla Medîne dışında mı savaşalım? Yoksa Medînede kalarak müdafaa savaşı mı yapalım? diye sordu. Konu hakkında çeşitli görüşler ileri sürüldü. Bu arada Selmân-ı Fârisî ilginç bir teklifte bulundu:
Yâ Rasûlellah! Biz Fars topraklarında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zamanlarda, etrafımızı hendeklerle çevirip savunurduk dedi.[20] Bu teklif hem Hz. Peygamber, hem Sahâbîler tarafından makul karşılandı ve ittifakla bu yönde karar alındı. Hz. Peygamber ve Sahâbîler Biz savaşlarda ne yapacağımızı bir köleye mi soracağız? demediler. Aksine savaşlarını bir kölenin tavsiyesi istikametinde gerçekleştirdiler. İşte köleye değer vermek böyle olur!
d. Hayatı boyunca Hz. Peygamberin yanından hiç ayrılmayan Bilâl-i Habeşî, bir taraftan Hz. Peygamberin (s.a.s.) bazı özel işlerini görürken diğer taraftan devlet işlerine bakardı. Beytülmâl işlerine bakmak, Hz. Peygamberin emriyle ödemeler yapmak, elçileri ağırlamak, seriyye kumandanlarına sancak vermek, kadın esirleri muhafaza etmek gibi işler ona aitti.
e. Dünyevî görevler gibi dinî görevler de önemlidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu görevleri de en uygun kişilere verirdi. Eğer en uygun kişiler köle ise bu görevi onlara vermekten çekinmezdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekkeyi fethettikten sonra Kâbe-i Muazzamaya gidip tavaf etti; Kâbeyi içinde ve çevresinde bulunan putlardan temizlendi. Öğle namazı vakti girince ezan okumak gerekiyordu. Bu görevi de o zaman Sahâbenin içinde sesi en gür ve en güzel olan bir köleye, Bilâl-i Habeşîye verdi. Bilal de içinde hissettiği sonsuz bir hazla Kâbenin üzerine çıkıp, o gür sesiyle müşrikleri çatlatırcasına ezan okuyarak tevhîd-i ilâhîyi ilân etti. Mekkenin fethinde yaptığı bu görev, onun için hayatının en tatlı anlarındandı. Sonra o bu görevi Raslüllahın vefatına kadar devam ettirdi.
Hz. Peygamber gibi onun manevî eğitiminden geçmiş sahâbe de aynı şekilde her işi ehline vermeye çalışırdı. Hicret yolculuğu sırasında Rasûlüllah (s.a.s.) henüz gelmeden önce Sâlim, Kubada aralarında Hz. Ömer ve Ebû Seleme el-Mahzûmî gibi sahâbîlerin de bulunduğu topluluğa namaz kıldırır; bu sebeple kendisine muhacirlerin imamı denmiştir. Sâlim, Ebû Huzeyfenin eşi Sübeytenin kölesi idi. Sübeyte Sâlimi âzad etti, sonra da eşiyle birlikte onu evlatlık edindiler. Evlâtlıkların gerçek babalarına isnad edilmesini emreden âyet[21]nazil olunca Sâlim, Ebû Huzeyfenin mevlâsı olarak anılmaya başlanmıştır.
Bir görevlendirme olmamakla birlikte salâhat ve maharetleri sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.s.) Kurannın dört kişiden öğrenilmesini istemiş ve şöyle buyurmuştur: Kurânı dört kişiden alınız: Bunlardan biri Sâlimdir. Diğer üçü ise İbn Mesûd, Übey b. Kâb ve Muâz b. Cebeldir.[22]Sâlimin güze Kuran okumasına ilişkin şöyle bir olay rivayet edilir: Bir gün Hz. Âişe, mescitte duyduğu güzel Kuran tilavetini dinlemeye dalarak eve geç gelir. Hz. Âişenin gecikme sebebini öğrenen Hz. Peygamber (s.a.s.) mescide gider ve Sâlimin Kuran okuduğunu görünce Cenâb-ı Allaha şöyle hamd eder: Ümmetim içinde bunun gibileri var eden Allaha ham olsun.[23]
5. Etrafındaki köle ve cariyeleri evlendirmesi
Cenâb-ı Allah Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin [24]diye buyuruyor. Tatbik vazifesi gereğince Hz. Peygamberin (s.a.s.) de bu emre imtisal etmiştir. Nitekim onu etrafındaki köle ve cariyeleri en uygun kişilerle evlendiren bir peygamber olarak görmekteyiz:
Ümmü Eymen, Hz. Peygamberin kendisine annesinden miras kalmış kölesi ve dadısıydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) onu, yine kendisinin bir başka âzatlı kölesi olan Zeyd b. Hârise ile evlendirmiş ve bu evlilikten Üsâme doğmuştu.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ikinci defa Zeydi halası Ümeyye bint Abdülmuttalibin kızı Zeyneb bint Cahş ile evlendirmişti. Hz. Zeyneb ve ailesi bu evliliği istemedikleri halde sırf Peygamberin arzusunu yerine getirmek için buna razı olmuşlardı. Sonradan Zeyd, Zeynebi boşayınca Cenab-ı Allah doğrudan Hz. Peygamberi onunla nikâhlamıştı. Bu evliliğin sebebini Cenâb-ı Allah Biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın[25]şeklinde açıklamıştır.
Cahiliye döneminde Bilâl-i Habeşî Kureyşten Ümeyye b. Halefin kölesi idi. İslâm geldiğinde Bilâlin Müslüman olduğunu öğrenen Ümeyye, ona ağır işkencelerde bulundu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Bilâli Ümeyyeden satın aldı ve onu âzad etti. Aslen bir köle olmakla birlikte Müslüman olduktan sonra her yönüyle toplumun üst tabakasından biri olarak kabul edildi. Bir rivayete göre Ebû Bükeyr oğulları, Rasûlüllaha gelerek kız kardeşlerini evlendirmek istedikleri kişinin adını vererek onu evlendirmesini istemişler, Rasûlüllah (s.a.s.) da onlara Bilâli tavsiye etmiştir. Birkaç kez gidip geldikten sonra Hz. Peygamberin, Bilâlin cennet ehlinden olduğunu söyleyerek tekrar onu teklif etmesi üzerine kız kardeşlerini onunla evlendirmişlerdir. Hz. Peygamberi örnek alan Abdurrahman b. Avf kız kardeşini Bilâl-i Habeşî ile evlendirmiştir.[26]
Hz. Peygamberin (s.a.s.) amcası Abbâs, Ebû Râfii kendisine bağışlamıştı. Abbasın müslüman olduğu müjdesini alınca Hz. Peygamber (s.a.s.), Ebû Râfii âzâd etti ve onu câriyesi Selmâ ile evlendirdi.[27]
Mısır Mukavkısı, Hz. Peygambere (s.a.s.) hediye olarak iki cariye göndermişti. Cariyeler iki kız kardeş olup bunlardan birinin ismi Mâriye, diğerinin ismi Sîrîn idi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mâriyeyi kendine cariye olarak aldı, Sîrîni ise şâiri Hassan b. Sâbite hediye etti.[28]
İslâmın kölelere verdiği değer sayesinde kısa zamanda âzatlı köleler toplumun mânevî önderleri haline gelmişlerdir. Eğer Kuranın ve Hz. Peygamberin gösterdiği yoldan hiç sapılmasaydı İslâm dünyasında kölelik iki yüz sene içinde yok olup giderdi. Toplumsal şartlar gereğince İslâm köleliliği tam olarak kaldırılmamış olmakla birlikte, köleleri bir obje olmaktan çıkarılmış, dünyevî ve uhrevî her türlü makama çıkabilecek bir insan olma seviyesine yükseltmiştir. Tarih içinde görülen ârızalar İslâmdan değil, noksanlığı nükseden insandandır.
Dipnot
* Akdeniz Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
[1]- Ahzâb, 33/21.
[2]- Ahzâb, 33/37.
[3]- Beled, 90/11-16.
[4]- İbn Sad, Ahmed b. Sad b. Menî el-Hâşimi el-Basrî, et-Tabakâtül-kübrâ, (thk. Muhammed Abdülkâdir Atâ), Beyrut, 1418/1997, I, 385-387.
[5]- İbn Sad, Tabakât, II, 241.
[6]- İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, Feza Gazetecilik A.Ş., Almanya Baskısı, trz., XII, 414.
[7]- Halid Erboğa, Üsame b. Zeyd, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. IV, s. 277-278; İ.Canan, Hadis Ansiklopedisi (Kütüb-i Sitte), XXII, 325; Adnan Demircan, İslâm Tarihinin İlk Döneminde Arap-Mevâlî İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996, s. 57-58.
[8]- İbn Sad, Tabakât, III, 36.Ali Yardım, Ebû Kebşe, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), X, 176.
[9]- Nisâ, 4/36.
[10]- Buhârî, Îmân, 22, Itk, 15, Edeb, 44; Müslim, Eymân, 40; Ebû Dâvûd, Edeb, 133; Tirmizî, Birr, 29.
[11]- Buhârî, Etime, 55, Itk, 18: Tirmizî, Etıme, 44; Ebû Dâvûd, Etıme, 51; Müslim, Eymân, 42.
[12]- Buhârî, Itk, 17; Müslim, Elfâz, 14; Ebû Dâvûd, Edeb, 83.
[13]- Emin Âşıkkutlu, Berîre, DİA, V, 503-504.
[14]- Buhârî, Ahkâm 4, Ezân 54, 56.
[15]- Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 20.
[16]- İbn Sad, Tabakât, II, 3.
[17]- İbn Hişâm, Sîre, I, 601; İbn Sad, Tabakât, II, 6.
[18]- İbn Sad, Tabakât, II, 3; Kettânî, et-Terâtibul-idâriyye (Nizâmül-Hukûmetin-Nebeviyye), Beyrut, trz, I, 314.
[19]- İbn Sad, Tabakât, II, 145-147.
[20]- İbn Sad, Tabakât, II, 51.
[21]- Ahzâb, 33/5.
[22]- Buhârî, Fezâilül-ashâb, 26, 27; Fezâilül-Kurân, 8.
[23]- Müsned, VI, 165; İbn Mâce, İkâme, 176.
[24]- Nûr, 24/-32.
[25]- Ahzâb, 33/37.
[26]- A. Demircan, İslâm Tarihinin İlk Dönemlerinde Arap-Mevâlî İlişkisi, s.58.
[27]- İbn Sad, Tabakât, IV, 54-55; Abdullah Aydınlı, Ebû Râfi, DİA, X, 211.
[28] İbn Sad, Tabakât, I, 107, 200.