29 Mart 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / KUR'AN'A GÖRE YETİMLER
  KUR'AN'A GÖRE YETİMLER

KUR'AN'A GÖRE YETİMLER HÜSEYİN KERİM ECE

                                                          

 

                                                            

                                                                                                                            

                                                                                                                                 

Yetim Kimdir?                                       

 

Yetim kelimesinin aslı ‘ye-te-me’ fiilidir. Bu da sözlükte yalnız kalmak, tek başına olmak demektir. ‘el-yetîm’ aslında yalnız, tek başına, yegâne demektir. (Arapça’da tek ve benzersiz veya pek az bulunur kıymetli şeye de yetîm denilir. Bunun için benzeri olmayan, çok değerli inciye “dürr-i yetîm” adı verilir.) ‘Yetîm bir çocuk’ denildiği zaman babasından ayrı tek başına kalmış çocuk anlaşılır.

 

Buradan hareketle babası ölüp yalnız kalan kimseye ‘yetîm’ denir. Annesi ölene el-aciyyu (Türkçe’de öksüz), anne babası ölene de ‘el-ladîmu’ tabir edilir.[1]

 

Dilciler ‘yetîme’ bu ismin veriliş sebebinin onun güçsüzlüğü olduğunu söylerler. Zira ‘ye-tu-me’ ‘adam zayıf düştü, güçsüz kaldı’ demektir.

 

Yetim kelimesi Kur’an’da sekiz âyette tekil, bir ayette ‘yetimeyn’ tarzında ikili, ondört âyette de – yetamâ (yetimler) şeklinde çoğul olarak geçiyor. Yetîmler demektir ama bu haliyle Kur’an’da geçmemektedir.  

 

Hz. Musa ile Allah’ın kendisine ilim verdiği bir kul ile yaptığı yolculukta iki yetimden bahsediliyor. “Ve duvara gelince; duvar o kasabada yaşayan iki yetîm oğlan çocuğuna aitti ve altında [hukuken] onların olan bir hazine [gömülüydü]...”[2]

 

Yetime İlgiyi Teşvik

 

Mekke’de gelen sûrelerde genel manada yetîme yardım, iyi muamele ve ilgi göstermek öne çıkarken; Medine’de gelen âyetlerde yetîmlerin bakımı için daha somut ölçüler yer almaktadır. Bu âyetlerde yetîmlerin korunması daha kesin olarak ifadelerle emrediliyor, onlara yapılacak maddi yardımlardan söz ediliyor. Bu yardımlardan Müslüman toplumda imkânı olan herkes sorumludur.

 

Yetîmlere iyi davranmanın din ile veya hesap gününe iman ile ilişkilendirilerek anlatılması dikkat çekicidir. “Dini (ya da hesap gününü) yalanlayanı gördün mü? İşte böyle biridir yetîmi itip kakan. Yoksulu doyurma arzusu / gayreti duymayan.”[3] 

 

Yani “gördünse bilirsin ya, görmedinse de bil! İşte öldükten sonra bu dünyada işlenecek amellere verilecek karşılığa inanmayan kimseler ya da değerler sistemi olan dini kabul etmeyen kimseler yetîmi iter, kakar, ilgi göstermez, ihtiyacını gidermezler. Böyleleri Allah’tan korkmadıkları için öksüze, zayıf kimselere insaf ve merhamet etmezler, hatta kovarlar, hakaret bile ederler.

 

Yetîmi itip kakanla, onu kötü muamele yapanla yoksulların / fakirlerin ihtiyacını karşılamayan, bu konuda hiç bir arzusu veya çabası olmayan aynı durumdadır. Burada zımnen söylenen: yetîmi gözetmekle ibadetin arasını ayırmak, ‘Allah’a karşı borçluluk bilinci’ anlamındaki dini yalanlamaktır.[4] 

 

Fecr Sûresinde de benzer uyarıları görüyoruz. Allah’ın kendilerine dünyalık imkân verdiği kimseler, aynı imkânlardan mahrum olan yetîm veya yoksullar mümkün olduğu kadar yardım etmeleri gerekir. Ama bunu hakkıyla yapmıyorlar. “Asla! Bilakis siz yetîme izzet ikram göstermiyorsunuz. (onlara karşı cömert değilsiniz) Muhtaçları doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.”[5]

 

Böyle olunca da helâl-haram demeden biriktirilen, aşırı derece, hatta mülkün asıl sahibinden daha çok sevilen mal ve servet yetîme, yoksula, muhtaca ikram ve infak olarak ulaşmıyor.

 

Kur’an bir başka yerde ahirette hoş kokulu tarifsiz içecek içmeye hak kazanan iyilere (ebrar’a) Allah’ın has kulları diyor. Onlar dünyada iken üzerlerine vacip olan hayrı yerine getirirler ve şiddeti dalga dalga yayılan bir günün korkusunu duyarlar. Onlar “ve kendi istek ve arzularına rağmen muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler. (kendi kendilerine derler ki): “Biz sadece Allah rızası için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”[6]

 

Aslında bazı fedakârlıklar ucunda cennet olan bedel ödenmesi gereken işlerdir. Kur’an buna ‘akabe’ye (bir yokuşa) tırmanmak’ diyor. Akabe sözlükte, engin bir vadiden yüksek bir dağa doğru çıkan sarp yokuş demektir.

 

“Fakat insan (ucunda cennet olan) sarp yokuşu tırmanmak için hiç bir bedel ödemedi. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yemek yedirmektir (doyurmaktır), yakınlığı (ya da yakınında) olan bir yetîme veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.”[7]

 

Bu sayılan fedakârlıkları yapmak dışarıdan zor görünse de aslında bu iyi olmak için, cennete ulaşabilmek için, zorluklara dayalı yaratılan insanı yapması gereken şeydir. Kimileri böylesine güzel bir sonuca ulaşmak için ödenmesi gereken bedeli ödemeye yanaşmaz, sayılan yerlere gereken yardımı ulaştırmaktan kaçınır. Bunun için kişinin kuvvetli bir imana sahip olması, sabırlı ve merhametli olması gerekir.

 

Bu bağlamda sabrı ve merhameti birbirine tavsiye etmek de son derece önemlidir.[8]Sarp yokuşu tırmanmak olarak sıralanan yardıma muhtaç kimseler arasında yetîmler de sayılıyor.

 

Yetîmler esasen topluma emanet edilmişlerdir. Bir milletin medeniyet ölçüsü yetîmlerine nasıl baktığı ile orantılıdır. Yetimleri perişan, sahipsiz, itilen ve kakılan, sokaklara terk edilmişse orada medeniyetten, sosyal adaletten, merhametten söz etmek zordur. İslam’a göre iman eden kişinin, kendi çocuğuyla ilgilendiği gibi yakınındaki yetimlerle de ilgilenmesi gerekir.

 

Yakınlığı olan bir yetîme ki, bundan açıkça anlaşılan nesep yakınlığıdır. Bununla beraber komşuluk yakınlığı da olabilir.[9]

 

Bir başka görüşe göre âyetteki ‘yakın veya yakınındaki yetîm’ ifadesi, sadece akraba olan yetîmleri kapsamaz. Bundan amaç kişin yakınlarında olan veya onun ulaşabildiği yetîmler demektir. Zaten herkes yakınındakine el atarsa uzaklarda yetîm kalmaz. Bu yapılırken yetîmin inancına, etnik kökenine bakılmamalı.[10]

 

Kur’an, Hz. Muhammed’e şöyle bir hatırlatmada bulunuyor: “O seni yetîm olarak bulup barınmanı sağlamadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni muhtaç bulup mala tamah etmekten korumadı mı? Öyleyse yetîmi azarlama.”[11] 

 

Duhâ Sûresinde Hz. Peygamber’e dünyada iken verilen nimetler çocukluk döneminde verilen bir örnekle anlatılıyor. Şüphesiz bütün bunlar ona verilen el-Kevser nimetine dahildir.[12]

 

Bilindiği gibi o doğmadan babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında iken de dedesini kaybetti. Ancak O’nun yetîmliği Allah’ın yardımıyla ona hissettirilmeyecek şekilde amcasının yanında bakıma dönüşmüştü. Bundan dolayı peygamberin ilk yıllarında karşılaştığı sıkıntılardan yılmaması gerektiği öğütleniyor, dolaylı olarak Allah’ın kendisine yine yardım edeceği haber veriliyor. Bir açıdan da yetîmlere sahip çıkılmasının önemi ve yolu gösteriliyor.[13]

 

Muhtaçlara ikram edilmemesi; yetîm veya zayıfların horlanması hak, hukuk tanımayan, ya da hakların kuvvet yoluyla alındığı, adalet ve merhametten mahrum zorba toplumların sorunudur. Kur’an hakların çiğnenmesinin ciddi bir hata olduğunu söylediği gibi zayıfların ve yetîmlerin gereği gibi korunmamasını da kınamaktadır. Üstelik onlara yardım etmek, ilgi göstermek, korumak ve aşağılamamak aynı zamanda verilen nimetlere bir şükürdür.

 

Yetîmlere iyi muamele, onlara çeşitli şekillerde iyilik yapmak, malı sevmesine rağmen yetîmlere infak etmek, maddi ve manevi yardımda bulunmak İslâm açısından en makbul ameller (işler) arasındadır, gerçek erdemdir (el-bir’dir).[14]

 

Allah (c.c.), İsrailoğullarına da yetîmleri tavsiye etmiş, onlara iyilik edilmesini istemişti. “Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetîmlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekatı verin" diye de emretmiştik…”[15]

 

Buradaki emir yetimlere şefkat duymaya, onları himaye altına almaya, mallarını korumaya ve onları azarlamamaya yöneliktir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu hadisi bu anlamı tamamlamaktadır. “Ben ve -kendisinin olsun başkasının olsun- yetîmi koruyup gözeten kimse ile şu ikisi gibi cennette birlikte olacağız demiş” ve şehadet parmağı ile orta parmağını işaret etmiştir.”[16]

 

İbn-i Abbas (r.a.) anlatıyor; Rasûlüllah buyurdu ki: “Kim Müslümanlar arasından bir yetîmalarak yiyecek ve içeceğine dâhil ederse, affedilmez bir günah (şirk gibi) işlememişse, Allah onu mutlaka cennetine koyacaktır.”[17] 

 

Kur’an’da yetîmler ve kimsesiz çocuklar için yapılması istenen harcamalara bugünün diliyle  “yetîmler için fon” diyebiliriz. İslâm ta baştan beri yetîm ve kimsesizlerin, ister yakın akrabaları, ister İslâm toplumu, isterse siyasi otorite tarafından olsun, mutlaka korunmasını, aynen diğer çocuklar gibi en iyi şartlarda yetiştirilmelerini öngörüyor. Bu bakım ve himaye işini de ahlakî ilke olarak tavsiye etmekle kalmıyor; belli esaslara, uygulayabilir kurallara bağlıyor.

 

Mesela savaş sonrası elde edilen ganimetlerin beşte birinde yetîmlerin payı vardır. “… Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin (fey’in) beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına, yetîmlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.”[18]

 

Âyette geçen ‘fey’, savaşmadan ele geçen düşman malıdır. Savaş sonucu ele geçen düşman malına da ganîmet denilir. Âyetin açık anlamına göre bu tür mallar, altıya bölünür. Allah'ın hakkı Ka'be'ye ve diğer mescitlerin onarımına harcanır. Bir kısım bilginlere göre de Allah'a pay ayrılması, saygı içindir. Bütün ganîmetler beşe ayrılır: Resûl'e, onun akrabâsına, yetîmlere, yoksullara ve yolculara birer hisse verilir.”[19]

 

Benzer ölçüleri Haşr suresi yedinci âyette de görüyoruz: 

 

Miras taksiminde hukuken hak sahibi olmasalar da yetîmlerin göz önünde bulundurulmaları isteniyor:  “Miras taksiminde, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan, onlara da verin, güzel söz söyleyin.”[20]

 

Buradaki yetîm, Nisa 11. âyette miras taksiminde adları geçmeyen ölen oğlundan kendisine mal kalan dede yetîmleri olabilir. Bu şekilde geçmesi adeta “yetîmlerin hakkı her payın önünde gelir” mesajını taşır.[21]

 

Bu âyet hem sosyal adaleti, hem de İslam’ın tavsiye ettiği merhamet, şefkat, karşılık beklemeden yardım (infak), cömertlik gibi faziletleri işaret ediyor. Az çok mal bırakıp ölen kimsesin terekesinden –varsa- muhtaç yakınlara, yetîmlere, hizmetçilere de bir pay verilmesi tavsiye ediliyor.[22]

 

Yetîmlere nafaka verilir, yani onlara Allah için harcama yapılabilir. “Sana (kime) neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak yapacağını harcama öncelikle anne-babanıza, akrabanıza, yetimlere,yoksullara, yolda kalmışlaradır. Her ne iyilik yaparsanız yapın, Allah onu mutlaka bilir.”[23]

 

Bundan önce gelen âyetlerin akışından buradaki yetîmlerden maksat savaş yetimleridir denilebilir. Bu bağlamda yetîm, velisini Allah’a kurban verdiği için velisi Allah olmuş kimselerdir. Bu yüzden mücahitlerin yetîmleri, İslam’ın çocuklarıdır.”[24]

 

Rivâyete göre yetîmlerin mallarını hile ile yiyenlerle[25], veya rüşd yaşına erişmeden yetimin mal varlığına dokunmama ile ilgili[26] ayetleri inince insanlar yetîmler ile bir arada olmaktan ve onların mallarına bakmayı üstlenmekten sakınır oldular. Bu iş onlara zor göründü ve durumu Peygamber’e ilettiler. Bunun üzerine aşağıdaki âyet indi.[27] 

 

“Bu dünya ve ahiret hakkında... Sana yetîmler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız (hayatı paylaşırsanız), (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Kaldı ki, Allah fesatçılık yapanı ıslah edenden ayırmasını bilir...”[28]

 

Âyete göre düzeltme amacıyla aralarına karışıp mallarıyla ilgilenmek, onların faydalarına olacak şekilde davranmak, onları gelecek için eğitip terbiye etmek, her durumda bu türlü hayırlardan kaçınmaktan daha iyidir. Onların, Müslümanların yakını ise veya herhangi bir şekilde onlara yakın olmak, onlardan haberdar olmak durumu olursa bilinmeli onlar dinde Müslümanların kardeşidir. Dinde kardeş olanlar da kardeşlik hukukunu gözetirler.[29]

 

 

Yetîm Malına Haksızlık Yapmak

 

Kur’an yetîmlerin mallarını haksız yere yiyenleri, onları istismar edenleri cehennemle tehdit ediyor. “Haksızlıkla yetîmlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir”[30]

 

“Yetîmlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.”[31]

 

Onları himaye ederken, varsa mallarını dikkatlice korumak ve zamanı gelince de kendilerine geri ödemek Kur’an’ın emridir. Bu şekilde olan bir çocuk âkil-bâliğ olunca ve rüşd yaşına ulaşınca, artık malı kendisine verilir. Bundan sonra o, kendi malının üzerinde tasarruf hakkına sahiptir.

 

“Evlilik çağına gelinceye kadar yetîmleri(gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin...”[32]

 

“Yetimin malına, kendisi erginlik çağına varıncaya kadar, onu değerlendirmek amacı dışında sakın yaklaşmayın. Verdiğiniz her sözü yerine getirin, çünkü verdiğiniz sözden (hesap gününde) mutlaka sorguya çekileceksiniz!”[33]

 

“ve rüşd yaşına erişmeden önce yetîmin mal varlığına –onun iyiliği olmadıkça- dokunmayın…”[34]

 

Yani, bir kimsenin vesâyeti altındaki yetim rüşd çağına geldiğinde, önceki vasî, ondan borçlanmak veya sahibinin rızası ile ondan yararlanmak suretiyle kanunî yollardan yetîmin malına “dokunabilir”. “Onun iyiliği için olmadıkça” şeklinde çevrilen ibarenin lafzî karşılığı, “en iyi olan şekilden başka bir tarzda” şeklindedir ve yetîmin malını iyileştirme niyetine işaret eder.[35] 

 

Peygamber (s.a.s.)

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul