28 Mart 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / KURAN KISSALARI TARİHSELCİLİĞİNE REDDİYE
KURAN KISSALARI TARİHSELCİLİĞİNE REDDİYE

KURAN KISSALARI TARİHSELCİLİĞİNE REDDİYE Cengiz Duman


                                                                                                                   

 

Kur’an-ı Kerim’in iki önemli özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Tevrat, Zebur ve İncil gibi ilahi menşeli kitaplar silsilesinin son kitabı olmasıdır. Bu hususu Kur’an şöyle vurgular: “Biz sana da kendinden önce gelmiş olan kitapları (Tevrat, Zebur, İncil ) doğrulamak ve böylece onları koruma altına almak üzere, gerçeği bildiren kitabı indirdik.”[1] 

 

İkincisi, Kur’an-ı Kerim, bilinen kitap formatının aksine tek parça yani bütün bir kitap halinde inzal edilmemesidir. Kur'an, ihtiyaç hâsıl olduğu, gerek duyulduğu haller oluştuğunda veya oluşmaya başladığında aşama aşama (tedricen) nazil olmuştur. Dolayısıyla Kur'an topluca indirilmemiş, gelişen olaylara istinaden ya Allah'ın takdiri ya Rasulullah'ın isteği ya da toplumdaki beklentileri karşılamak üzere bölüm bölüm nazil olmuştur. Kur’an bu konumunu şöyle beyan eder:“İnkâr edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu (tertilen) kısım kısım okuduk.”[2] 

 

Kur’an’ın bu iki önemli özelliği aynı zamanda onun muhataplarına hitap/anlatım metodunu da belirlemiştir. Kur’an; Tevrat, Zebur ve İncil kitapları sonrası inen bir kitap olduğu için mevcut konuları da onların (geçmiş kitaplar) muhteviyatının aynısı olmuştur. Kur’an bu hususu şöyle dile getirmektedir: “Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler.”[3]  Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler.”[4]  

 

Binaenaleyh Kur’an, geçmiş Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarını, menşei ve muhteviyatının ayniliği itibariyle de olsa tasdik etmektedir. “Fakat o (Kur’an), kendinden öncekileri (Tevrat, Zebur, İncil)  tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”[5] 

 

Yine Kur’an aynı zamanda bu kitaplar (Tevrat, Zebur); peygamberlerine vahyedilen asıllarının (orjinallerinin) kaybolmalarından sonra “ruhban/din adamı” sınıfı tarafından yeniden derlenmeleri ve (İncil) yazıya geçirilmeleri esnasında muharref hale getirilmiştir.  Kur’an bu hususu şöyle vurgular: "Ey Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hristiyanlar): Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi…”[6]   "Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor."[7]

 

 “Modern kritikçilerin usullerine yakın bir usulle Tevrat’ı detaylı olarak kritik eden İbni Hazm, her konudaki aşırı ve keskin ifadesiyle, Yahudilerin “Hamişa Humşey Tora” dedikleri ve Musa’nın Tevrat’ı olduğunu söyledikleri Tevrat’ın mel’un ve mekzup bir kitap, yazıcısının ise Allah’a, peygamberlerine ve kitaplarına hakaret eden bir zındık olduğunu belirtmiştir.”[8]  

 

Bu yüzden Kur’an;  Tevrat, Zebur ve İncil sonrası gelmiş bir kitap olması hasebiyle geçmiş bu kitaplardaki muharref kısımları, yaptığı açıklamalarla tashih etmektedir. “Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.” Neml,27/76

 

Kur’an-ı Kerim’in hitap/anlatım metodunu etkileyen yukarıda sıraladığımız iki önemli husus bilhassa kendini kıssalar konusunda göstermektedir. Çünkü Kur’an, kendisinden önce nazil olan ve bilhassa Tevrat ve İncil’deki kıssaların tamamına yakınından bahsetmektedir. Derveze bu hususa şöyle vurgu yapmaktadır: “Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hristiyanlar), özellikle Yahudiler, duydukları bu kıssaların, kendi ellerindeki kitaplarla, onların tefsirleriyle, şerhleriyle veya kendi aralarında dilden dile aktardıkları haberlerle çeliştiklerini, onlardan farklı olduklarını, o güne kadar aralarında yaygın olarak anlatılan peygamberler kıssalarıyla bağdaşmadıklarını görselerdi, hiç kuşkusuz tartışırlar, peygamberimize ve Kur’an’a eleştiriler yöneltirlerdi. İğneleyici ifadelerle bu çelişkileri her yerde anlatırlardı. Hiç kuşkusuz, Kur’an da onların inkârları ve yalanlamaları bağlamında, bu tür davranışlarını konu edinirdi.”[9]

 

Kur’an, kendisi ve önceki kitaplar ilişkisini açıklarken şunları beyan eder: “Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır. İbrahim ve Musa'nın kitaplarında.“[10]  İsrail oğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini (ayetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.”[11]   “Haydi, İsrail oğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!” “Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: "Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?" dedi. "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?" dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.”[12]    Bu ve benzeri nice ayetler, Kur’an’ın anlatım metodu içerisinde geçmiş kitaplarda yazılı konuların var olduğunun altını çizmektedir.

 

Yani Kur’an, geçmiş kitaplarla (Tevrat, Zebur, İncil) aynı muhteviyata sahip ve bu muhteviyatın büyük bir kısmını oluşturan kıssaları, tevhidi ve hidayet edicilik açısından yeniden anlatırken geçmiş kitaplardaki anlatım metodunu ayniyle uygulamamaktadır. Bunun bir sebebi de geçmişte anlatılan ve tasdik ettiği malumatı aynıyla tekrar etmemek ve aynı zamanda bu muhteva içerisinde tevhidi anlamdaki sapmaları (tahrif)  göstermek ve izah etmektir. 

 

Bu yüzden Kur’an,  Tevrat ve İncil’deki bilinen kıssaları aynıyla değil, onlardan kısa/mücmel bölümler halinde benzeri anlatımlar yaparak, bu bölüm/bölümler üzerinden, tevhidi açıdan mesajlar vermektedir. Bu husus Kur’an’ın, geçmiş kitapları tasdik ve tashihinin bir yansıması olduğu kadar aynı zamanda onlardaki benzeri muhteviyat üzerinden kıssaları anlatım metodunun yansımasıdır.

 

Kur’an, Tevrat veya İncil’de de anlatılan Yahudi ve Hıristiyanların en ince ayrıntılarına kadar bildiği Tevrat veya İncil kıssasını aynen o kitaplardaki gibi tekrarlamamakta; Arap toplumu edebî üslubunca mücmel/kısa, parçalı veciz bir biçimde öğüt ve ibret anlatımı olarak beyan etmektedir. Kur’an’ın bu üslubuna dair örnekler verelim: “Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.”[13] “Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbâtın Yahudi yahut Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”[14]  ayetlerinde bahse konu olduğu gibi Kur’an; hem Yahudi ve Hristiyanların yanlış inançlarını hem de onların kitaplarında yer alan muharref iddiaları, parçalı/bölümler eşliğinde kısa/öz anlatılarla tashih etmektedir.

 

Kıssaları anlatım metodu olarak, Arap toplumu edebî ortamını baz alan Kur’an, bu ortamın edebî verileri ile muhataplara seslenmiştir. Arap toplumundaki hitabet ve diğer anlatımlarda metod olarak genelde şairler veya onların değişik versiyonları olan kassaslar (hikâye ve romancı) aracılığıyla; kısa, parçalı (kronolojik olmayan) ve Arap şiirinin vurucu vasıfları kullanılarak tarihsel nitelikli aktarımlar yapılmaktaydı. M. Watt bunu şöyle ifade eder: “Arapların tarihsel perspektifini anlamak için, onların insanlarla ve insan ilişkileriyle çok ilgilendikleri; fakat bunu, olayların birbirini takip ettiği yarı matematiksel düz bir çizgi şeklinde tasarlanmış düzenli bir zaman çerçevesinde algılamadıklarını tespit etmek durumundayız.”[15]    Dolayısıyla Arap toplumu ediplerinin şiir, kıssa ve hitabet gibi eserlerinde;  Tevrat ve İncil’de olduğu gibi tarihsel, kronolojik –sıralı- bir anlatım metodu uygulanmadığını; onların daha ziyade vurgu yapacakları ortam ile alakalı kısımları seçerek bunlar üzerinden kabile veya kişisel başarı, övünme v.b  gibi mesajları aktardıklarını gözlemlemekteyiz. Kabile veya kişilerin başarı ve üstünlükleri üzerine kurulan cahiliye Arap şiir, mitoloji, hikâye vasıtalı; şair ve kassas dünyası da hitabettiği cahiliye Arap toplumuna, olayları ve kişilerin yaşamlarını parçalı/bölümlü ve de kısa olarak aktarmak zorundaydı ki, kendisini dinleyen dinleyicileri cezbetsin! İşte bu yüzdendir ki, Kur’an-ı Kerim hitabettiği muhatap “Arap toplumuna, onların bu dilsel/edebî altyapısı tarzında seslenerek, kişi veya kitleleri istediği tevhidi hedefe yönlendirmeye çalışmıştır. Kur’an-ı Kerim, Arap toplumu edebî sahasının bu uygulamasını baz alarak kıssalarında; Arap toplumunca bilinen olay ve kişileri hem aynı şekilde “rutin” olarak anlatmamış hem de mesaja uygun bölümleri seçerek mesajını kısa/öz/mücmel bir şekilde hacmini arttırmadan daha işlevsel hale getirmiştir.”[16]

 

Kur’an’ın bu anlatım metodunun bir sebebi de onun bir bütün halinde nazil olmayıp tedricen inmiş olmasıdır. Bundan dolayı bilhassa kıssalarda, geçmişte yaşanmış olayların kronolojik sıralaması içerisinden, hitabettiği konuyla ilgili bölümler/fragmanlar seçerek bunlar üzerinden mesajını iletmiştir. 

 

Kur’an-ı Kerim, nazil olduğu Arap toplumunca bilinen kıssalardan anlatmaktadır ki, bu kıssaların çoğu kendinden evvel nazil olan Tevrat ve İncil gibi kitaplarda da zaten mevcuttur. Derveze bu gerçeğin altını şu şekilde çizmektedir: “….Daha önce inen ve Kur’an’da anlatılanların benzerini, eksiğini, fazlasını veya farklısını içeren kitapları görmüşlerdi….”[17]Bu yüzden Kur’an, örnek verdiği kıssaları, Tevrat ve İncil’deki detaylı muhtevasıyla aynen tekrar etmeyerek mücmel/öz/kısa olarak belagat, fesahat ve icazatlı ifadeler biçiminde bildirmektedir.

 

Bundan dolayı Allah, Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği kıssalarda; muharref kutsal kitaplardaki kıssaların asıl metinlerine (Yahudi ve Hristiyan) Ruhbanlarınca ilave edilerek veya eksiltilerek başkalaşmaya vesile olmuş olan ve me­sajdan uzaklaştıran ekleme-çıkarma ve buna benzer diğer tevhide ve hidayete aykırı muhtevayı tebdil ve tadil ederek, tahriften arındırarak, Kur’an muhataplarının öğüt ve ibret alacağı şekilde yeni metinler halinde mücmel (kısa-özet) olarak muhataplara sunmuştur.

 

Tahrif olan bu kitaplardaki kıssalar ile doğrusu, diğer bir ifadeyle hidayete yönelik içeriği Kur’an tarafından bildiri­len kıssalar karşılaştırıldığında, kıssalar arasındaki Allah’ın mesajına aykırılık ve uygunluk rahatlıkla gözlemlenebilecektir. M. İslamoğlu bu olgunun altını şöyle çizmektedir:  “Ne ki elbette Tevrat’ın tümü tahrif edilmemiştir. Tevrat’ın hangi ayetlerinin tahrif edilip hangilerinin tahrif edilmediğini anlamanın tek yolu onun Kur’an’la sağlayının yapılmasıdır.”[18]

 

Bu olguya dair Kur’an’dan örnekler verelim: “Kur’an’a göre tevhidi akidenin önderi Süleyman peygamber, hem söylemleri hem eylemleri ile Tevhidi bir örneklik teşkil etmesi gerekirken, Tev­rat metinlerinde peygamberliği hazfedilmiş ve hayatının sonunda müşrik olan bir krala dönüş­türülmüştür:  “Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüre­ğini Tanrısı Rab’be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar’ın tanrıçası Aştoret’e ve Ammonlular’ın iğrenç ilahı Molek’e taptı.”[19]Bundan Hz. Süleyman bir peygamber değil sadece İsrailoğulları Kralı olarak bildirilmektedir.

 

Yine Tevrat’ta, Lut (a.s.) kıssası anlatıldıktan sonra; Lut (a.s.)’un kızlarının babaları ile yaptıkları fuhşiyat anlatılarak, anlatılan kıssa, Lut’a ve iman etmiş olan onun iffetli muvahhide kızlarına iftira eden metinlere dönüştürülmüştür: “O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında de­ğildi. Böylece Lut’un iki kızı da öz babalarından hamile kaldı. Bü­yük kız bir oğlan doğurdu ve ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar’ın atasıdır. Küçük kızın da bir oğlu oldu ve adını Ben- Ammi koydu. O da bugünkü Ammonlular’ın atasıdır.”[20]

Mısır’dan çıkış sonrası çöl yolculuğu ve ardından, Arz-ı Mev’ud’a yerleşme emri alan İsrailoğullarına, bu hususta yardım etmeyen Moav ve Ammon’lular, İsrailoğullarının tepkisini çekmişlerdir. Tevrat’ın yeniden “derlenişi” esnasında İsrailoğulları “Rabbi”leri marifetiyle, Tevrat’taki Lut kıssasının içeriğine; bu kavimlere kızgın­lıklarını; yine İbrahim peygambere isyan ettiğini kabul ederek kız­gın oldukları ve peygamber kabul etmedikleri Lut aracılığıyla, hem Lut’u hem de Moav ve Ammon’luları böyle bir iğrenç! kıssa rivayeti ilavesiyle kötülemişlerdir.

 

Kur’an-ı Kerim’in nüzul şartlarının bir gerekliliği olarak oluşan bilhassa kıssalarla ilgili parçalı, kısa hitap/anlatım üslubu; İslam ilimlerinin tedvin edilmeye başlanılmasıyla tam anlamıyla değerlendirilemediği için problemler oluşmaya başlamıştır. Kur’an kıssalarının parçalı, bölümler halinde kısa ve öz olarak vazedilmesini; Kur’an ve ondan önce nazil olan ilahi kitaplar bağlamında birlikte algılamanın sahih metodolojisini geliştiremeyen ilk dönem âlimleri ve onların takipçilerinin oluşturduğu geleneksel/kadîm çizgi; Kur’an kıssalarının tefsirlerini, İsrailiyat ve indî yorum olarak nitelenen yorum ve rivayetler ile mufassallaştırarak adeta onları mitoloji/efsane yumağı haline dönüştürmüşlerdir.

 

Kur’an kıssalarının anlaşılmasında, geleneksel tefsir ve siyer anlayışının binlerce yılda oluşturduğu büyük bir olumsuzluk arzeden mitolojik ve hurafe karışımı kültürel birikimin antitezi olarak son yüzyıl içerisinde Kur’an kıssalarının doğru anlaşılması üzerine bir başka olumsuz yaklaşım/çizgi oluşmaya başlamıştır. Kur’an kıssalarının yaşanmışlığı/vakiiliğini sorgulayan bu muhalif akım, Kur’an’da yer alan çoğu kıssanın ya sembolik ya modifiye ya da hayali/sanatsal olduğunu iddia etmeye başlamışlardır.

 

Halefullah’ın, Kur’an kıssaları hakkında bu minvaldeki çarpıcı yorumundan bir örnek verelim: “Bu tür iddiaların meydana çıkmasının nedeni, bizatihi Müslümanların, Kur’an kıssalarını, tarihsel temele göre anlama üzerindeki ısrarlarıdır. Şayet bu metodu bırakıp, Kur’an’ı sanatsal-edebî metoda göre anlamaya çabalasalardı  (……)  müşriklerin ve misyonerlerin yollarına engel koymuş olurlar, onların, peygamber (s.a.s.) ve Kur’an’a saldırmalarına mani olmuş olurlardı.”[21]   Halefullah Kur’an kıssalarının; yaşanmış/vakii değil, sembolik/hayali veya Arap toplumundaki efsanelerin Cenabı Hakk tarafından tevhidi bazda modifiye edilmiş sanatsal anlatılar olduğu iddiasını dillendirmektedir.

 

Kur’an kıssalarının vakiiliği aleyhindeki bu görüşlerin Türkiye versiyonlarında ise benzeri ilginç görüşlere rastlanmaktadır. H. Zeyveli: “Kur’an, bu kıssaları tarihî birer belge niteliğinde değil, Arap toplumundaki edebî ve menkıbevî özellikleriyle kullanmıştır. Kur’an bu kıssalar üzerinde –tabir caiz görülerek- bir senaristin, yazılı bir eseri sahneye aktarırken yaptığına benzer, bazı tasarruflar yapmıştır.”[22]  İddiasındadır. Böylece H. Zeyveli, takipçisi olduğu Halefullah’ın izinde olarak; Kur’an kıssalarının, Cenabı Hakk tarafından modifiye edildiğini öne sürmektedir.

 

Halefullah’ın, Türkiye’deki takipçilerinden biri olan Mustafa Öztürk; "Daha açıkçası, Kur'an'ın çoğu kez fragmanlar halinde aktardığı kimi kıssalardaki özgül tarihselliğin kimi zaman nübüvvet müessesini korumak kimi zaman dinî-ahlâkî bir mesaj sunmak gibi esaslı bir gaye uğruna tağyir edilmiş olması yadırganmamalıdır."[23]şeklinde Kur’an kıssalarının, Cenabı Hakk tarafından “tağyir” edildiği gibi çok absürt! Bir iddiayı ileri sürmektedir.

 

Kur’an kıssalarının vakiiliğinin aleyhindeki sistemati­ze fikirler, ilk defa, 1947 yılında Mısır’da yayınlanan, Halefullah’ın, El-Fennu’l-Kasasi fi’l-Kur’an adıyla meşhur teziyle gündeme gelmiştir. “Bu konuyu ilk defa, ciddi bir şekilde tartışan kişi, Mısırlı âlim Muhammed Ahmed Halefullah olmuştur.”[24]

 

Aslında M. Halefullah’ın, Kur’an kıssalarının niteliği hakkındaki iddialarının asıl kaynağı, Kahire Üniversitesinde iken hocası olan Taha Hüseyin’dir[25]. Halefullah, onun bu konudaki fikirlerini daha ileri taşıyarak sistematiğe bağlamıştır.

 

Halefullah’ın,El-Fennu’l-Kasasi fi’l-Kur’an adlı tezindeki Kur’an kıssalarının tarihselliğine dair siste­matize ettiği iddiaları şöyledir: “Kur’an, tarih biliminin temel unsurlarından zaman ve mekânı be­lirtmemiştir. Kur’an’da zaman belirten tek bir kıssa yoktur. (...) Kur’an’ın insan zihnini sadece arızi (kasıtsız) olarak yönelttiği az sayıdaki mekân isimleri bir tarafa bırakılacak olursa, Kur’an nere­deyse mekân unsurunu da belirtmemiştir. (...) Kur’an kıssalarında, şahıs isimlerine hiç yer verilmemiştir. (…) Kur’an olayların verilişi ve anlatımlarında kronolojik ve doğal sıralamaya dikkat etmemektedir. Sıralamaya aykırı davranmakta ve onu değiştirmektedir.”[26]

 

Kur’an kıssalarının vakiiliğini sorgulamak amacıyla M. Halefullah tarafından 1947’li yıllar­da kaleme alınan doktora tezi çalışmasıyla, İslam dünyasında baş­layan sistematiğe dayalı fikri hareketin; 90’lı yıllar Türkiye’sine gelindiğinde, Türkiye’deki İslami camiayı da etkilemeye başladığını gözlemlemekteyiz.  

 

H. Zeyveli, Halefullah’tan etkilendiği anlaşılan ve Kur’an kıssalarının vakiiliğini (tarihi gerçekliğini) sorgulayan iddia­larını, iki ayrı tarihte yaptığı sempozyum konuşmalarında şöyle dile getirmiştir:  “Tarihi öğe dediğimiz zaman, önce tarihi, yani zamanın belirli ve muayyen bir tarihini ya da coğrafya ve şahıslarını kastediyoruz. Bunlar tarihin belli başlı öğeleri iken, Kur’an’ın birçok yerinde bu üç öğeyi de tamamen ihmal ettiğini müşahede etmekteyiz.”[27]

 

Halefullah’ın Kur’an kıssalarıyla ilgili fikirlerinin Türkiye’deki ilk dillendiricisi ve adeta sözcüsü ko­numunda olan Hikmet Zeyveli; 1996 yılında tertip edilen, II. Kur’an Sempozyumu’nda 1994 yılında Kur’an kıssalarındaki tarihsel öğe­ler olarak dile getirdiği üç ana öğeyi beşe çıkararak genişlettiğini ve Halefullah’ın tezindeki tasnifle aynılaştırdığını gözlemlemekteyiz. “Gerçekten tarihî olayların özelliklerini gözeterek Kur’an kıssalarını incelediğimizde, onların, tarihî olayların vazgeçilmez karakteristik öğelerinden mahrum oldukları görülür. Bilindiği gibi tarihî olaylar sadedinde: 1- Zaman, 2- Kronoloji, 3- Mekân, 4- Şahıslar, 5- Olayların bütünlüğü, önem arz etmektedir ki:  Kur’an’ı Kerim’in hiçbir kıssasında zaman verilmemiştir. Kur’an’da öyle kıssalar vardır ki, ne zaman, ne mekân ve ne de şahıs isimleri yer almaz. Kur’an kıssalarında olayların meydana geliş sırası (kronoloji) da her zaman dikkate alınmamıştır. (...) Kur’an’da ‘Yusuf kıssası’ istisna edilirse hiçbir kıssa bütün ola­rak verilmemiştir. Aksine parçalar (fragmanlar) halinde serdedil­miştir. (...) Kur’an kıssalarında bir olayın bütün olarak anlatımı da hedef­lenmemiştir. Bazen bir kıssanın bir bölümü ile diğer bölümü ara­sında büyük zaman atlamaları görülür. (…)”[28]

 

Halefullah, Kur’an kıssaları hakkında sistematize ettiği fikirler ile Kur’an kıssalarının tarihsel anlamda gerçekliğinin olmadığını ileri sürmektedir. Bunu da seküler anlamdaki tarihçilik anlayışı ile yapmaktadır. Bu yüzden modern tarih anlayışının icat ettiği bilhassa “takvimsel zaman” unsurunu Kur’an’da arayan Halefullah bulamayınca kıssaların vakii değil, hayali/sanatsal/edebi/modifiye edildiğini iddia etmektedir.

 

Halefullah’ın, Kur’an kıssalarının tarihselliğine dair sistematik fikirlerinden ilki olan “Zaman/tarih” unsuru üzerinde Kur’an perspektifinden şunları söyleyebiliriz: Kur’an-ı Kerim, nazil olduğu dönem muhatapları olan Arap cahiliye toplumunun dil, kültür ve sosyal anlayışı üzerinden onlara hitap etmiştir. Bu yüzden anlattığı kıssalarında, Arapların algılarında olmayan ve onlara pratik olarak fayda sağlamayacak tarihsel bir öğe olan “za­man” unsurunu kullanmamıştır. Kur’an kıssalarındaki, var olmayan bu olgu, Kur’an öncesi nazil olan Tevrat ve İncil’de de yoktur. Bu­nun anlamı; tarihin bir bilim/disiplin olarak oluşturulduğu yakın döneme kadar, pratik olarak, geçmiş toplumlarda tarihsel bir unsur olarak ‘zaman’ unsuru tesis edilmemiş veya kullanılmamış olduğu­dur. Bundan dolayı, Tevrat, İncil ve Kur’an; anlattıkları kıssaların içeriğinde, ‘zaman’ unsuruna yer vermemişlerdir. Bundan dolayı Kur’an kıssalarında modern anlamdaki “takvimsel zaman”ı aramak beyhudedir. Bu unsur olmadığı için de Kur’an kıssalarının vakiiliğine muhalefet etmek te abesle iştigaldir.

 

Sistematize fikirlerin ikincisi olan “sıralı tarih” diyebileceğimiz “kronoloji” Kur’an’ın beyan ettiği kıssaların çoğunda bulunmamaktadır. Bunun başlıca sebebi yukarıda değindiğimiz gibi Kur’an’ın, beyan ettiği kıssalarda, Arap cahiliye arka planına (“ma’hud”) uygun tarihsel ve edebî bir anlatım tarzını benimsemesi bulunmaktadır.

 

Arap arka planında, onların hatipleri olan şair, kassas gibi kişilerin anlatım uslübu olan geçmiş tarihi olaylardan kısa parçalar alarak onlar üzerinden yaptıkları veciz vurgularla dinleyenleri etkileme metodunu Kur’an-ı Kerim’de uygulamış ve Tevrat ve İncil kitaplarında detaylı anlatılan kıssalardan seçilen mücmel/kısa bölümler üzerinden muhataplarına belagat, fesahat ve icazatlı bir hitapla, tevhidi ve hidayet edici mesajlar vermiştir. Bu sebeple Kur’an; geçmiş kitaplarda anlatılan kıssalardaki kronolojik/tarihi sıralamaya aykırı olarak kıssalardaki olayları nüzul ortamına göre takdim ve tehirli olarak sunmuştur.

 

Halefullah, Kur’an kıssalarındaki  “kronoloji” unsuru hakkındaki fikirlerini ileri sürerken Kur’an’ın, Tevrat ve İncil kitapları arasındaki tasdik ve tashih bağlamını nazarı dikkate almadığını gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla geçmiş kitaplardaki kıssalarda, “kronoloji” unsuru da varken onları tasdik eden Kur’an,  hitap tarzı gereği bunları bilinen şekliyle aynen anlatmamaktadır. Bilakis Kur’an, ya o bilinen kıssaların kesitlerinden benzeri bir kesit anlatıp,  geçmiş kitaplardaki muharref kısımları tevhidi açıdan tashih etmekte ya da bilinen bu kıssalardakine benzer bir başka bölüm üzerinden gereken hatırlatmaları belagat, fesahat ve icazatla yaparak tevhidi açıdan vurucu mesajlar vermektedir. Bu olgu tamamıyla Kur’an’ın kitap formatında inmemiş olması ve de geçmiş kitaplar sonrası gelmesi hasebiyle onların devamı olmasından kaynaklanan bir durumdur.

 

Bundan ötürü Kur’an-ı Kerim, anlattığı kıssalarında parçalı/bölümlü anlatımı seçerek; yalnızca nüzul sebebine uygun fargmanları anlatmış ve bu anlattığı sahnenin, tarihsel unsurlarını değil, muhatap topluma vereceği mesaj/mesajları kuvvetlendirme yoluna gitmiştir. 

 

Kur’an, kıssalar hususundaki mufassallaştırma/detayları ise geçmiş kitaplardaki mufassal anlatımlara ve süreç içinde Kur’an perspektifinde edinilecek yeni bilgilere (mesela arkeolojik veriler gibi) bırakmıştır. Bu hususa bir örnek verelim: Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.”[29]  Kur’an da açıkça belirtilmeyen Hz. Yakub’un kendisine haram kıldığı yiyeceğin mahiyeti de onun oğullarının adları da yaşadıkları yerler de diğer Kur’an’da yer verilmeyen detaylar da hep Tevrat’tadır. Kur’an bu olguyu  De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.” ifadesiyle kabul ve tasdik etmektedir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, İsrailoğullarına;  Kur’an ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) konumunu izah etmek için Yakub kıssasının yaşanmış kronolojisinden bir bölümü, tarihsel unsurlarına önem vermeden beyan ederek bu mücmel anlatım üzerinden tevhidi mesajlarını iletmekte bu yolla muhataplarını hidayet etmektedir.

 

Kur’an-ı Kerim, kıssalarını beyan ederken onların tarihsel öğeleri­nden biri olan mekân/coğrafya’ya dair bilgi­leri çoğunlukla hazfetmiştir. Bunun bir sebebi, Kur’an kıssalarının, Kur’an’ın nazil olmasından önce inmiş olan Tevrat ve İncil gibi kitap­larda da yer almasındandır. Çünkü bu kadim kitaplarda da Kur’an’da vazedilen çoğu kıssa, benzer şekilde yer almaktadır. Üstelik Tevrat ve İncil kitaplarında anlatılan kıssalarda, tarihsel öğelere detaylıca yer verilmiştir.

 

Kur’an, Tevrat, İncil kitaplarında ve Arap kültürel hayatında şu veya bu şekilde bilinen kıssaları, mücmel (veciz/kısa/öz) olarak tevhid ve hidayet vurgusu yüksek anlatımlar halinde beyan etmiştir. Ancak diğer kitaplarda ve Arap kültürel hayat­ında olan bilgilerin tamamını en azından reddetmemiş, yanlış olanla­rı tashih ederek onlardaki mufassal malumatı, tevhidi istikamette, hidayet eksenli olarak kullanılmasını sürece bırakmıştır. “Moder­nist yorumcular” eliyle Kur’an kıssalarında illaki aranan tarihsel unsurlardan biri olan “şahıslar” unsuru da bu anlattığımız çerçeve içerisinde anlaşılmalıdır. Mesela Kur’an,  “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat.”[30] Diyerek,  Âdemoğulları olarak vasfettiği Hz. Âdem’in çocuklarının isimlerini, mesleklerini ve diğer tarihsel nitelikli detay unsurları zikretmemiştir. Neden?  Çünkü bunların isimleri, meslekleri ve diğer tarihsel detaylar Tevrat’ta verilmektedir. “Daha sonra Kayin'in (Kabil) kardeşi Habil'i doğurdu. Habil çoban oldu, Kayin ise çiftçi.”[31] 

 

Âdemoğulları, Habil ve Kabil hakkındaki mücmel anlatımı ile Kur’an; hem Tevrat ve İncil ile aynı olan ilahi menşeini (bağlam) arz etmekte hem de Tevrat’taki kitap formatında olan anlatım ve bilgilere tekrar ve aynen yer vermemektedir. Kur’an bu vakii olayın tarihsel detayları ile değil, zaten detaylar Tevrat’ta bulunmaktadır. Bu kıssa vasıtasıyla Kurban, takva, haksız yere adam öldürmeye dair mesajlarını iletmektedir. İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.”[32] Ayrıca bu kıssa aracılığıyla Yahudi ve Hristiyanlara; Araplar içinden seçilen peygamberin (Hz. Muhammed), İsrailoğulları peygamberi silsilesinden bir peygamber ve getirdiği mesajın aynı menşeili tevhidi bir mesaj olduğunu bu yolla beyan etmekte ve ona itaat etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

 

Halefullah’ın, Kur’an kıssalarında aradığı tarihsellik unsurlarından sonuncusu olan kıssalar/olay bütünlüğü hususunda da şunlara dikkat etmek gerekmektedir. Kur’an genelindeki ve özellikle kıssalarında görülen parçalı ve mücmel anlatım, tamamen Kur’an’ın, tedricen inmesinin getirdiği bir özelliktir. Aşama aşama nazil olan Kur’an’ın, hitabettiği muhatap toplumun istek ve sorularına binaen sergilediği parçalı ve mücmel anlatım, aynı zamanda onun Arap kıssa, şiir ve hitabet gibi edebî anlatım sanatı tekniklerini kullanmasını da gerektirmiştir. Bu yüz­den kıssalar parçalı, mücmel şekilde oluşmuş ve aynı zamanda bela­gat, icazat, fesahat yüklü anlatımlar haline gelmiştir. “Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik.”[33] 

 

23 yıl boyunca tedricen nazil olan Kur’an, geçmiş Tevrat ve İncil kitapların­da anlatılan kıssaları aynen tekrar etmek yerine, aşama aşama nazil olduğu esnada, lüzum gördüğü bölümleri, kısa ve veciz şekilde mücmel arz ederek, aynı zamanda, Tevrat ve İncil ile tevhidî çizgide buluşma sağlamıştır. Bu suretle, mufassal (detaylı) açıklamaları Tevrat ve İncil’de olan, Kur’an kıssaları olgusu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Kur’an kıssalarındaki kıssalar/olay bütünlüğü Tevrat, İncil ve Kur’an ekseninde aranmalıdır. Nitekim kadim gelenek, mücmel (kısa, ve­ciz) ve parçalı kıssaları, Tevrat ve İncil anlatımları muvacehesinde tamamlayarak yorumlama cihetine gitmişlerdir. Ancak onların bu metodik ve sistematik olmayan çabaların aşırı gitmesi sonucu, tefsir ve tarih kitaplarında yer alan İsrailiyat[34]denen olumsuz olgu ortaya çıkmıştır.

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur’an’ın yarıdan fazlasını oluşturan kıssaların vakiiliği üzerinde Halefullah tarafından oluşturulan seküler bazlı “sistematik tarihselcilik” anlayışı, Kur’an’ın nuzül tarzını, nüzul sebeplerini ve Kur’an’ın, geçmiş ilahi kitaplarla olan bağlamını nazarı dikkate almayan, Kur’an perspektifinden bakıldığında olumsuz bir yaklaşımdır. 

 

Görebildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar Kur’an kıssalarını anlamaya yönelik doğru/sahih bir metodoloji ortaya konulamadığı için, kıssaların anlaşılmasındaki “müşkül”leri izah etmek gayesiyle, ya hiçbir ilmi kriter gözetilmeden her türlü “İsrailiyyat” ve “indi” nitelikli mitoloji ve hurafe devreye sokulmuş  ya da Taha Hüseyin, Muhammed Halefullah ve onların yerel takipçilerinin izlediği gibi, Kur’an kıssalarında -zaman, coğ­rafya, tarih, şahıslar, olay bütünlüğü- tarihsel unsurlar bulunmadı­ğından hareketle, bu kıssaların geçmişte yaşanmamış/vakii olmayan, hayali, edebi/sanatsal yahut sembolik/temsili veya mitolojik/usturi/ efsanevi anlatımlar olduğu iddia edilmiştir ki, ifrat ve tefrit nitelikli her iki yorumlama tarzı da kıssaların, Kur’an perspektifinde sahih bir biçimde anlaşılmasını engellemiş/engellemektedir.

 

Kıssalar hakkındaki temel bilgilerimizin çok yüzeysel olduğuna inanmaktayız. Yüzyıllar boyu kıssalara olan “lakayd[35]” bakış açısı, onların doğru anlaşılmasında hep engel olmuştur. Kıssa tarifinden başlayarak[36], Kur’an kıssalarına dair bilgilerimizin Kur’an perspektifinden yeniden gözden geçirilmesi elzemdir. Kur’an kıssaları; tefsir ilminden ayrı bir kategoride ele alınması gerekmektedir. Bununla birlikte kurulacak Kıssa ana bilim dalının başkanlığında diğer modern ilim veya disiplinler ile (kıssa arkeolojisi, tarih, coğrafya, dinler tarihi, v.d) birlikte kıssaların yeniden ve sahih bir metodoloji ile Kur’an perspektifinde ele alınması şarttır. Aksi durum, Kur’an kıssalarının geleneksel anlayışın eserlerinde serdedildiği gibi İsrailiyat yüklü efsane/mitoloji vasfına büründürülmesine ya da Halefullah tarzı antitezlerde iddia edildiği gibi onlardaki tarihsel unsurların eksikliğinden dolayı vakiiliğinin inkâr edilmesini gözlemlemeye devam edeceğiz demektir.

 

 

 

 

Dipnot



[1]- Maide,5/48; “Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak gelen gerçektir.” Fatır,35/31.

[2]- Furkan,25/32; “Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” Isra,17/106.

[3]- Bakara,2/89; Isra,17/106.

[4]- Bakara,2/101.

[5]- Yusuf,12/111.

[6]- Maide,5/15.

[7]- Bakara,2/75.

[8]- Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına göre Tevrat, s. 231, Pınar yayınları, İstanbul-2002.

[9]- İzzet Derveze, Kur’an’ı anlamada usul, s.146, Ekin yayınları, İstanbul-2008.

[10]- A’la,87/18-19.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul