
Şura, istişare, meşveret, müşavir, şeklindeki kullanımlarıyla "danışmak, görüşüne başvurmak, fikir alışverişinde bulunmak, fikir sormak" anlamında olduğu gibi Türkçemize geçmiş, Türkçeleşmiştir. İşaret kelimesi de aynı kökten dilimize geçen bir kelime olup "göstermek, tanıtmak, belirtmek" manasındadır. "Bütün bu kelimelerde ortak yan, danışıp bilgi alma, görüşe başvurma, isabetli fikri bulmak için tartışma esprisidir."[1]
Kur’an, istişare ve şura prensibine, onu imana bağlayacak derecede önem vermiş, danışmayı/istişareyi müminlerin nitelikleri arasında saymıştır. “(Müminler) Rablerinin davetine gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma (istişare ile, konuşup danışarak idare etme) iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar.” (Şura 38)[2]
Cemaatte danışmanın, fikrî istişarenin önemine dikkat çekmek isteyen Kur'an-ı Kerim'de "Şûra" isminde bir surenin bulunması bile konunun ehemmiyetine yeterince dikkat çekmek içindir.
İslam dini istişareyi tavsiye etmiş, hatta emretmiştir. “Onların iş ve idareleri kendi aralarında şûra iledir.”[3] âyeti ve başka emir ve tavsiyeleriyle danışmanın, görüş teatisinin önemine vurgu yapmıştır. Her akıl ve vicdan sahibinin insanların görüşlerini dinlemeye ihtiyacı vardır. Herkesten akıllı olduğunu iddia etmek doğru olmadığı gibi vebal ve sorumluluğu da ağırdır.[4]
"Kur'an, bizzat Hz. Peygamberi de müşavereye çağırarak şûra sisteminin yaratılış düzeninde yer aldığını vurgulamıştır. Âli İmran 159. ayet Son Resul'e şöyle diyor: "İş ve yönetimde onlarla müşavere et." Bu ayet, merhamet, yumuşaklık, katılıktan kaçınma, bağışlama, af dileme gibi niteliklere de yer vermekte ve bunların şûra ilkesinin işlemesinde kaçınılmaz roller oynadıklarını, Kur'an'ın ilahi üslubu içinde göstermektedir."[5]
"Hadislerde şûra, “kişisel ve toplumsal düzeyde her iş bakımından doğru karar almanın gerekli bir yöntemi” diye tanımlanmıştır (İbn Ebû Şeybe, V, 221, 298; Tirmizî, “Fiten”, 78; Aclûnî, II, 242). Hz. Peygamber müslümanlara şûrayı emrettiği gibi kendisinin de genel ya da özel işlerde ashabı ile görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem, ilk müslüman toplumun var olma mücadelesinde belirleyici önemdeki her kararı Ashabı ile istişare ederek almıştır. Bunlar arasında Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının çeşitli aşamaları, Bey‘at’ür-Rıdvân ve Hudeybiye Antlaşması örnek verilebilir."[6]
Allah Resulüne idare ve diğer işlerde Ashabı ile istişare etmesinin emredilmesi, ümmetini buna alıştırması hikmetine yöneliktir, ihtiyacı oluşundan değil. Bu emir ve örneklikten yola çıkarak; İslami hükümetlerin özelliklerinden birisi de istişareyle ilgili bir şura prensibine dayanmış olmasıdır; bu onu diğer hükümlerden ayıran bir niteliktir.[7] Şura; devlet ve hükümet başkanının, önemli işlerde ileri gelen zevata yahut ulemaya danışması, “Şura Meclisi (Danışma Kurulu)” üyelerinin görüşlerini alması demektir.[8]
Şura emri Kur'an'da ve Sünnet'te bir vücubiyeti, farizayı ifade etmesine rağmen, belli bir tarihten günümüze kadar ihmal edilmiş bir kavramdır. “İslam tarihinde Hz. Peygamber (ve sonraki dört halife devri) istisna edildiğinde (ki buna Hz. Osman’ın ikinci 6 yılı dahil değildir), iş ve yönetimin Kur’an’ın direktifi istikametinde gitmediğini söylemek bir borçtur. O günden bugüne kadar insanlık bu Kur’anî şura prensibinin uygulandığını görebilmiş değildir. Bütün İslam tarihibir saltanatlar görünümü arzeder. Bir kavga ki, baba oğluna, kardeş kardeşine, ana evladına acımamıştır. İslam dünyası, cılız bir iki deneme dışında Kur’an’ın şura ilkesini halâ ihlal eder bir manzara sergilemektedir.”[9]
Görüldüğü üzere müslümanların istişare konusundaki zaaflarının tarihi kökenleri vardır. Saltanatın başlangıcını baz alırsak müslümanların en çok ihmal ettiği ilahî emirlerin başında gelir şura. Bunda en büyük etken saltanat yönetimleri, sahte din adamları ve siyaset tellâllarının halk üzerindeki tesiridir. Bu tesirledir ki istişare farizası maalesef unutulmuş, unutturulmuş, dönemin egemenlerinin menfaatlerine göre müslüman toplum dizayn edilmiştir. Bunu biraz açacak olursak;
a) Saltanatın meşrulaştırılması: Devletin yönetim şekli olarak istişare/şûra ile alınacak ortak kararların değil, bilâkis "babadan oğula" saltanatın esas alınarak asırlar içinde mutlakiyet hanedanlarının bir tür "kast" sistemi haline getirilip neredeyse kutsanması. Saltanatın tesirinin asırlar içinde bir tür örneklik haline gelerek İslam toplumuna ve idare biçimlerine iyiden iyiye sinmesi. Mahallî yönetimlerden cemaat yapılarına kadar sirayet eden bu etki günümüze kadar ulaşmış ve klasik-donuk yapılarda şurayı ortadan kaldırmıştır. Müslümanların insanlığa örnek olmak babından şurayı “evrensel bir ilke“ haline getirmeleri ve “Kur’an’ın zaman üstü boyutunu” göstermeleri gerekirken içine yuvarlandıkları ata erkil saltanat çukurundan bir türlü çıkamamaları hakikaten trajik bir hadisedir.
b) Hakiki alimler saltanat yapısının oturması karşısında itiraz etmelerine ve bunun bedelini ödemelerine rağmen zamanla çaresiz kaldılar. Saltanat yanlısı alimlerin tutumlarının galebe çalması şurayı devre dışı bırakmıştır. Karar verme işinin istişarden çıkarılıp tek elden verilen kararlara indirgenmesi, müslümanların kerhen de olsa buna rıza göstermesine yol açmıştır. Geç zamanlarda meclis yapıları oluşturulmuş olsa da mutlakiyet rejimleri tamamıyla çökünceye kadar karar verme tasarrufu hanedanlarda kalmıştır. Ne yazık ki, diktatörlüğü ifade eden tek adamlık, hanedanlık, krallık rejimleri İslam dünyasını saran bir yara olarak günümüzde de devam etmektedir.
c) Çıkarlarını yücelten ve saltanat rejimlerinden nemalanan, gücünü istişareye kapalı bu egemenlerden alan toplum önderlerinin bu tür rejimleri ayakta tutma çabaları ve halk üzerinde tasallutu söz konusu olmuştur asırlar boyunca. Servet ve güç sahibi bu önderler, güç ve servetlerini bir yandan saltanat rejimlerinden menfaatlenerek devşirip meşrulaşırken, bir yandan da artan güç ve servetleriyle bu rejimlere destek verip ayakta tutarak meşrulaştırmaktadırlar. Bu toplum önderleri, devasa imkanlarıyla halkı manipüle edecek, halkın rızasını üretecek her türlü enstrümana sahiptiler. Günümüzde siyaset/partiler, medya, sivil toplum kuruluşları vs. bu amaca hizmet eden yapılardır.
d) Geçmişte de günümüzde de mutlakiyet rejimlerinin baskıcı yönetimleri, şurayı teklif eden namuslu ve dürüst kanaat önderlerini korkutmuş, pısırıklaştırmıştır. İslam toplumlarının üzerine çöken “ölü toprağının” sebebi budur. Tarihi çağlardan bu yana kanaat önderleri “yönetimde şura” taleplerine karşı tehditle, hapisle, işkenceyle yıldırılmış, ölümle korkutulmuştur. Sesini yükseltmek cesaretini gösterenler ise bunun bedelini ağır şekilde ödemişlerdir.
e) Toplumun üzerinde dönen onca haksızlık baskı ve zulüm, saltanat rejimlerini, hanedan yönetimlerini halkın kerhen kabulünü getirmiş, bu zamanla normale dönüşmüştür. Zamanla halk, asıl yönetim şeklinin, kendi menfaatine uygun olanın, Kur’an’ın emrettiği ve Hz. Peygamberin bizzat uyguladığı istişare/şura olduğunu unutmuştur. Günümüzde bile İslam toplumları başlarındaki hanedan/tek adam yönetimlerine uyuşmuşçasına tabi olmakta, seslerini çıkarmayı akıllarına bile gtirememektedirler.
Sebepleri ne olursa olsun İslam Ümmetinin bu tarihî süreç sonunda istişareye/şuraya karşı ilgisizliği maalesef unutma boyutundadır. Hele ki şura yerine demokrasyi koymaya kalkışmak bir aldatmacadan ibarettir!
Ayrılığa, birbirine düşmanlığa ve sefalete batmış ümmetin istişareden uzak tavırları, onları düşmanları karşısında kolay lokma yapmakta, adeta düşmanın kucağına atmaktadır...
Şura ve Demokrasi: Günümüz müslümanlarının zaaflarından biri de Demokrasiyi Şûra kavramıyla ilişkilendirme gayretleridir. Batı menşeli bir düşünce ve uygulama biçimi olan Demokrasi kavramını müslümanlar arasında meşrulaştırmak için birtakım argümanlar geliştirilmektedir. İstişare tamamıyla özgür bir ortamda, katılımcılara ve görüşlere bir sınır koyulmadan icrası gereken bir eylemlilik halidir.
Devlet ve kurumlar nezdinde gerçekleşmesi icap eden Şura'nın ise Demokrasiye benzerliğine atıf yapılarak söz İslam'a uygunluğuna getirilmektedir.
Mesele sadece katılımcıların görüşünü, düşüncesini özgürce ifade etmesi değil, aynı zamanda "nitelikli" katılımcıların "özgürce" seçilerek Şura'ya gelmeleridir. Demokrasilerde katılımcıları seçip insanların önüne koyan belli odaklar vardır. Bunlar büyük servet sahipleri, devlette yer alan yüksek makam ve mevki sahipleri gibi güç ve menfaat odaklarıdır. Toplumun güvenini istismar ederek, manipülatif taktikler kullanarak "seçim" işini istismar eden odaklardır bunlar. Dolayısıyla demokraside seçilenler, aslında seçimden önce bu odaklar tarafından seçmenin önüne konulan "seçilmişlerdir!" Bu seçim yapay, planlı ve manipülatiftir. Kendi iradenle seçtiği zannedersin ama aslında ne seçen sensindir ne de hesap soran! Zaten Demokrasi'de de "halkın iradesi" yönlendirilebilen bir şeydir; bütün enstrümanlarıyla medya ve politikacılar açıkça, saklama gereği duymadan buna hizmet ederler. Demokrasi, güç odaklarının kendi menfaatlerini savunmaları için özellikle “seçerek” halkın önüne koydukları kuklalarının, halkın rızasını üreterek seçilmesini sağlayan sistemin adıdır. Demokrasi, halkın “kendi kendini yönetmesi” safsatasının arkasına sığınarak halkı kandırmaktır. Ancak şura ile halkın ve temsilcilerinin seçilmesini ve işlerine istişare ederek karar vermelerini isteyenler bu farkı anlayabilir.
Şurayı unutup demokrasiyi onunla eş tutmak gafletine düşen İslam ümmetine bir uyarı kabilinden, şu Hadisi hatırlatmış olalım. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Biliniz ki, Allah ve Resulü müşavereden müstağnidirler. Fakat Allah, bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz."[10]
[1] Kur'an'ın Temel Kavramları, Şûra, Yaşar Nuri Öztürk, s. 552, Yeni Boyut Yay.
[2] İslami Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İstişare Mad. s. 234, İşaret Yay.
[3] Şûra 38
[4] İslami Araştırmalar, İstişare, Prof, Dr. M. Nadir Özdemir
https://www.islamiarastirmalar.com/news-comment/akillarin-ve-gonullerin-bulusma-noktasi-istisare/
[5] A.g.e, Yaşar Nuri Öztürk, s. 552
[6] TDV İslam Ansiklopedisi, Şura Mad.
[7] İslami Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İstişare Mad. s. 234, İşaret Yay.
[8] A.g.e, Şura Mad. s. 446
[9] Kur'an'ın Temel Kavramları, Şûra, Yaşar Nuri Öztürk, s. 553, Yeni Boyut Yay.
[10] Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur, c, 2, s, 359, Hak Dini Kur’an Dili, Hamdi Yazır, c. 2 s. 1217