17 Mayıs 2025 - Cumartesi

Şu anda buradasınız: / VAZİFELERİNİ YAPAN MÜ’MİNLER İÇİN!
VAZİFELERİNİ YAPAN MÜ’MİNLER İÇİN!

VAZİFELERİNİ YAPAN MÜ’MİNLER İÇİN! ABDULLAH DÂİ


Yaratma ve kulları üzerinde hüküm, yani kanun koyma yalnızca kendisine aid Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, katıksız iman edip salih ameller işleyen muvahhid mü’min kullarının, ancak kendisine ibadet ettiklerini, O’na hiçbir şeyi ortak kılmadıklarını beyân buyurur… Bu sadık ve salih kullarını, kendilerinden önce böyle olan kullarını nasıl ki güç ve kuvvet sahibi kılıp yeryüzünde kendilerine iktidar verdiği gibi, onları da güç ve kuvvet sahibi kılıp iktidar vereceğini va’detmiştir… Gerçekleşmesinden hiçbir şübhe olmayan bu ilâhî va’dde şunlar da beyân buyrulmuştur:
Allah’ın, onlar için seçip beğendiği İslâm Dinini, kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir!..1
Kendisine şirkin zerresi bulaşmamış, tertemiz, pırıl pırıl ve Allah’ın razı olup kabul buyurduğu bir iman ile iman edip, bu imanın gereğini yerine getirerek, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere salih ameller işleyen muvahhid mü’min kullarını yeryüzünde izzetli iktidar sahibi kılan yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, o kullarının olmazsa olmaz özelliklerini şöyle beyân buyurur:
“Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu emreder, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aiddir.”2
Rabbimiz Allah Azze ve Celle, onlara:
“Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Rasul’e itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz.”3 buyurmuş, onlar da Rabbleri Allah’ın bu emrini dosdoğru yerine getirmeye gayret etmişlerdir…
Akîdede Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’yı birleyen ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayan muvahhid mü’min, ibadet, yani amel konusunda da O’nu birleyip hiçbir şeyi ortak koşmamalıdır…4 Akîdesi her türlü şirkten tertemiz olmuş mü’min müslümanın amelleri de, yani hâl ve hareketleri, işi ve mesleği, makam ve mevkisi de her türlü şirkten tertemiz olmalı!.. Şirk ve küfür, mü’min müslüman kişinin ne akidesine, ne de ameline asla bulaşmamalıdır…
İnsanlık âlemine hidayet rehberleri olacak Peygamberlerin vârisleri muvahhid mü’minler, Rabbimiz Allah’ın izni ve yardımıyla yeryüzünün vârisleri ve iktidara muktedir olacak, Allah’ın indirdiğiyle hükmedecek, adâleti yeryüzünün her beldesinde gerçekleştireceklerdir…
Rehberiyet makamında olan bu izzetli şahsiyetler, canlarını ve mallarını yegâne Rabbleri Allah için kılmış5 ve cennet karşılığında O’na satmışlardır…6 Onların amelleri salih olup ihlâs üzere hareket eder ve ihsân şuuruyla davranırlar… Akîdelerini büyük şirkten korudukları gibi, amellerini de hem büyük şirkten, hem de küçük şirk denilen riyâdan tertemiz kılmış, açık ve gizli şirkten tamamen arınmışlardır… Onlar, Allah için olan muvahhid mü’min kullar olarak, şahsiyetleriyle asla bağdaşmayan ve Allah’ın sevmediği riyâ, gurur ile kibir konusunda çok titiz davranır, alabildiğine uzak düşmeye gayret sarf ederler… Onlar, Allah için tevazu ehlidirler…
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“O Rahmân (Allah)ın kulları, yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendilerine muhatab oldukları zaman ‘selâm’ derler.”7
“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.”8
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen, ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin.
Bütün bunlar, kötülüğü olan, Rabbinin katında da hoş olmayanlardır.”9
“Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.”10
İnsanlık âlemine güzel ahlâkta, hayırda ve iyilikte örnek olan, insanın; insan olma şahsiyetine yakışır bir öncülük makamında bulunan mü’min müslümanlar, kendini beğenmiş, böbürlenmiş ve gösteriş yapmaktan arınıp mütevazı birer kâmil insan olmuşlardır…
Onlar, yegâne İlâhları Allah Azze ve Celle’nin şu ikâzlarına kulak verip dinlemiş ve Allah’ın kendilerine yasakladığı huylardan, Allah’ın sevdiği ahlâkî güzelliklere hicret etmişlerdir…
Şöyle buyurdu Rabbimiz Allah:
“Ey iman edenler, Allah’a ve âhiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infâk eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer. Üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar, kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet vermez.”11
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kendisine iman edip ihlâsla bağlanan ve tevazu ehli olan Bedir savaşına katılan, düşman sayısının üçte biri kadar bulunan Ashâb-ı Kirâm’a zafer verdi… Huneyn savaşında, sayısal çoğunluk, savaşa katılanları böbürlendirip gururlandırınca önce yenilgiye uğradılar ki, zaferin sayısal çoğunlukla olmadığını ve ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşeceğini bilip idrak etsinler… Daha sonra Allah, onların görmediği ordularıyla kendilerine yardım ettiği için zafere ulaştılar…
Olay, ayet-i kerimelerde şöyle beyân edilir:
“And olsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani, çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz.
(Bundan) sonra Allah, Rasulü ile mü’minlerin üzerine güven duygusu ve huzur indirdi. Sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkâr edenleri azâblandırdı. Bu, inkârcıların cezasıdır.”12
Abdullah b. Ömer (r.anhuma) anlatıyor:
Ömer, ağlamakta olan Muaz b. Cebel’in yanından geçti. O’na:
-Neden ağlıyorsun? diye sordu.
Muaz:
Rasulullah (s.a.s.)’den işittiğim şu hadisten ötürü. (Rasulullah şöyle buyurdu:)
“Riyânın en asgarisi dahi bir şirktir. Şanı yüce ve mübarek olan Allah’ın, kulları arasında en sevdiği kimseler ise hazır bulunmadıklarında aranmayan, bulundukları takdirde tanınmayan, takvalı ve gizli saklı kimselerdir. İşte hidayetin önderleri ve ilmin kandilleri de onlardır.”13
Asım (rh.a.) rivayet etti:
Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, bir topluluğa namazda imamlık yaptı. Namazı bitirince şöyle dedi:
-Ben namazdayken şeytan, kendimi arkamdakilerden üstün görünceye kadar beni bırakmadı. Bir daha asla imamlık yapmayacağım!14
Hasan (rh.a.) rivayet etti:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kişinin etrafında çok insanların olması, onu aldatmasın.”15
Ebu Musa el-Eş’ârî (r.a.) anlatıyor:
-Biz (Eş’ârîler), Rasulullah (s.a.s.)’in beraberinde altı kişilik bir topluluk olarak bir gazveye çıktık. Bizim bir devemiz vardı. Ona, nöbetleşe biniyorduk. Ayaklarımız(ın derileri) delindi. Benim de ayaklarım delindi ve tırnaklarım döküldü. Bizler ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Bizler, ayaklarımıza bu suretle bez parçaları sardığımız için bu sefere ‘Zâtu’r-Rikâ’ gazvesi ismi verildi.
Dedesinden rivayet eden Ebu Burde dedi ki:
-Ebu Musa, bu hadisi tahdis etti. Sonra (bunda nefis tezkiyesi bulunduğu için) bunu rivayet etmeyi sevmedi de: Bunu, zikretme işini yapacak değilim, dedi.
O, bu sözü ile amelinden bir şeyi açıklamış olmayı kerîh görüyor (yani hoşlanmıyor) gibidir.16
Allâme Bedreddin el-Aynî (rh.a.), “Umdetu’l-Kârî” adlı meşhur “Sahih-i Buhârî Şerhi”nde şunu beyân eder:
“Bu sebeb de salih amelin saklı tutulmasının, açığa vurulmasından daha faziletli oluşudur. Bu da böyle bir şey yapmayı gerektiren bir maslahatın varlığı sebebiyle olur. Yüce Allah da:
‘Sadakaları açıkta verirseniz ne iyi, fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.’ (Bakara, 2/271) buyurmaktadır.”17
Âlemlere rahmet kılınan en son Nebî ve en son Rasul Muhammed (s.a.s.)’in, insanlar için örnek kılınmış hayırlı ümmetin en hayırlı nesli olan Ashâb-ı Kirâm (Allah, cümlesinden razı olsun), her amellerinde katıksız iman ettikleri Allah Teâlâ’nın rızasını gözetiyor, ibadetlerine asla riyâ, gurur ve kibir karıştırmıyor, dolayısıyla bu güzel ahlâklarıyla ümmete örnek oluyorlardı…
İmanını bütünleştiren ve kamilleştiren mü’min müslümanların her şeyi ihlâs üzere olup Allah için yapılır… Onların bütün arzusu, Allah Teâlâ’nın rızasını ve sevgisini kazanmaktır…
Muaz el-Cühenî (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim Allah için verir, Allah için önler, Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için evlenirse, o kimsenin imanı bütünleşmiştir.”18
Yalnız Allah için olmak, İslâm davetçisi olan muvahhid mü’minin en belirgin özelliği ve olmazsa olmazıdır!..
Yalnız Allah için olan mü’min müslümanların Allah’a karşı olan sevgileri çok şiddetli ve dengi olmayan bir derecededir… Bu sevgi ile emrolundukları yegâne hayat önderleri ve örnekleri Rasulullah (s.a.s.)’i hem sever, hem de O’na tâbi olurlar…
“İnsanlar içinde, Allah’dan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür.”19 diye buyuran Rabbimiz Allah, bu sevginin varlık göstergesini, Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e tâbi olmak ve O’na uymak konusunda gevşeklik yapmamak olarak belirlemiştir!..
Şöyle buyurur İlâhımız Allah Azze ve Celle:
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”20
Allah Teâlâ’yı sevenler, O’nun Rasulü (s.a.s.)’e uyar, yani itaat eder… Çünkü Rasulullah’a itaat eden, gerçekten Allah’a itaat etmiş olur…21 Rasul (s.a.s.)’e itaat, Allah’ın emridir…22 Allah’ın emrini ancak katıksız iman eden muvahhid mü’minler yerine getirir… Onlar, gerçek mânasıyla yegâne Rabbleri Allah’ı sever, Allah Azze ve Celle de kendisine iman edip seven muvahhid mü’min kullarını sevmektedir…
Hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’deki ayet-i kerimelerde bu hakikat şöyle beyân buyrulmuştur:
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidâd eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.

Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun Rasulü, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.
Kim Allah’ı, Rasulünü ve iman edenleri dost (velî) edinirse, hiç şübhe yok, galib gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.”23
Allah Teâlâ’yı seven ve Allah tarafından sevilen muvahhid mü’minler:
1-Mü’min kardeşlerine karşı mütevazı, yani alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar.
2-Allah yolunda cihad ederler. Canlarıyla, mallarıyla bu cihadlarını devam ettirirler tâ ki, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve dinin, yani hakimiyetin tamamı Allah’ın oluncaya kadar…24
3-Yegâne Rabbleri ve İlâhları Allah’a itaat eder, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirirken, İslâm düşmanları olanların onları çağdışılıkla, gericilikle ve yobazlıkla kınamalarından asla çekinmezler… Çünkü kendilerini kınayanlar, hakikatı idrak etmeyen cahillerdir… Onlarla karşılaştıklarında, “selam” der geçerler…25
Rasulullah (s.a.s.), mü’min müslümanlardan beyât alırken, kendini bilmez, hakikatı tanımaz ve iman etmedikleri için hayvandan daha aşağılık olan cahillerin kınamasından korkmamayı şart koşuyordu… Bu şart, her çağda ve her durumda geçerli olup mü’min müslümanların özelliklerindendir…
Ubâde ibnu’s-Sâmit (r.a.) şöyle söyler:
-Biz, Rasulullah (s.a.s.)’e (………...) Her nerede bulunursak bulunalım muhakkak orada hakkı yerine getireceğimize, hakkı söyleyeceğimize ve Allah yolunda hiçbir kimsenin kınama ve kötülemesinden korkmayacağımıza dair bey’at edip söz verdik.26
Katıksız iman eden bir muvahhid mü’min için, kendisine helâl kılınan hiçbir sevgi, Allah’a, Rasulü (s.a.s.)’e ve Allah yolunda cihad etme sevgisine denk olamaz… Muvahhid mü’min, Allah’ı, Rasulullah’ı ve Allah yolunda cihadı her şeyden daha çok sevmekte olup bu sevgiyi, diğer sevgilerden hiçbirisine değişmez!..
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinizden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’dan, O’nun Rasulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.”27
Allah’ın rızasını ve sevgisini hak etmeyi isteyen iman ehli bir kul, O’na itaat etmede hiçbir kusur işlememeye gayret eder, insan olma hasebiyle bir hatâ etmiş ise hemen “Nasûh Tevbe” ile tevbe edip hatâsından döner, noksanlığını tamamlamaya gayret eder…
Âlemlerin Rabbi Allah’ı sevenler, O’na itaat etmede hem acele davranır, hem de yolundaki bütün engelleri aşmaya çalışırken gördüğü eziyetlerden dolayı üzülmez… Yeter ki, Allah Teâlâ, ondan razı olsun ve kendisini sevdiği kullarının arasına katsın…
İşte Musa (a.s.)!.. Allah’ın davetine icâbet etme konusunda acele davranması ve bu ameliyle Allah’ın rızasını kazanmayı arzulaması…
Ayet-i kerimede olay şöyle anlatılır:
“(Allah dedi ki:) ‘Seni kavminden çarçabuk ayrılmaya iten nedir ey Musa?’
(Musa) dedi ki: ‘Onlar arkamda izim üzeredirler. Hoşnud kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim.”28
Ve âlemlere rahmet olarak gönderilen en son Rasul ve en son Nebî Rasulullah Muhammed (s.a.s.)!.. Muvahhidlerin, muttakîlerin, mücahidlerin ve mü’minlerin hayat önderi Rasulullah (s.a.s.)!..
Abdullah b. Ca’fer (r.a.) anlatıyor:
Ebu Talib vefat edince, Rasulullah (s.a.s.), halkını İslâm’a davet etmek için yürüyerek Taif’e gitti. Fakat onlar, Rasulullah (s.a.s.)’e olumlu cevab vermediler. (O’nu taşladılar, ayaklarını kanlar içinde bıraktılar. O,) geri döndü ve bir ağacın gölgesine oturdu. İki rek’at namaz kılıp şöyle duâ etti:
“Allahım, ben gücümün zayıflığını ve insanlara karşı etkisizliğimi Sana şikayet ediyorum.
Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Beni kime bırakıyorsun? Beni asık suratla karşılayan düşmanlara mı, yoksa bu işime sahib çıkartacağın yakın dostlara mı?
Eğer bana gazab etmemişsen yine önemsemiyorum, amma yine de afiyetin beni de kaplar. Gazabının üzerime inmesinden ve öfkeni hak etmekten, karanlıkların sayesinde aydınlandığı, din ve dünya işlerinin kendisine bağlı olduğu zâtına sığınıyorum.
Senden razıyım. Sen razı ol (yeter). Güç ve hareket ancak Senin sayendedir.”29
Yalnız Allah için olan, O’nun rızasını kazanmak ve sevgisini hak etmek için kulluk vazifelerini emrolunduğu gibi hakkıyla yerine getiren muvahhid mü’minler, Allah Teâlâ’dan gereği şekliyle korkar, sakınır, yani muttakî olurlar… Korkuları, yegâne Rabbleri, İlâhları, Melikleri ve Mevlâları Allah Teâlâ’nın rızasıyla sevgisini kaybetmemektir… Dünyada da, âhirette de Allah’ın razı olduğu ve sevdiği salih kullardan olmak için, hayatı boyunca hâl ve hareketlerine dikkat eder, kendisini İslâm ölçüsüyle tartar, attığı adımın doğru olup olmadığının hesabını yapar, doğruya devam edip hatâlarından tevbe ve istiğfâr edip döner, kısacası her hâlinde Rabbi Allah’ın rızasını kazanmaya gayret eder…
Mü’min müslüman kulun kalbindeki Allah korkusu, onu, haramlardan uzak tutar, helâl olanlarla amel ettirir, İslâm’ın şiârlarını yüceltir, kendisini hayırlı amellere sevk ettirir, takva sahibi yapıp verâya ulaştırır… Özünde, sözünde ve hareketlerinde kendisine yaraşır izzetli bir durum sergileyen katıksız iman ehli olan değerli şahsiyetler, toplumun ıslahını daha rahat bir şekilde gerçekleştirir, İslâm inkılâbının yapılması için ortam hazırlarlar…
Rabbimiz Allah Teâlâ, bu muttakî kullarına şöyle beyân buyurmaktadır:
“Gerçekten, Rabblerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar,
Rabblerinin ayetlerine iman edenler,
Rabblerine ortak koşmayanlar,
Ve gerçekten Rabblerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalbleri ürpererek verenler,
İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.”30
Öne geçenler, öncü olanlar, cahiliyye toplumunda İslâmî bir inkılâbı gerçekleştirip hayır ve iyilikte önder olanlardır…
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, kendisini razı edip sevgisini kazanan ve kendisinden korkan mü’min kullarına yardım edip, onları bulundukları beldelerde tuğyan eden egemen güçlere üstün getirerek zafere ulaştırır… O azgın zalimleri yok edip, salih kullarını o beldelerde iktidar sahibi yapar… Şirk toplumlarını Tevhid toplumuna dönüştürür… Bu, Allah’ın va’didir ve Allah va’dinden asla dönmez…31
“Musa kavmine: ‘Allah’dan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır, ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç, muttakîler içindir’ dedi.”32
Allah’ın Rasulü ve İslâm peygamberi Musa (a.s.) kavmine, asla değişmeyen “Sünnetullah”ı beyân ediyor ve Allah’ın mutlaka gerçekleşen va’dini hatırlatıyordu… Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların hileli düzenleri size hiçbir zarar veremez. Şübhesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.”33
“İnkâr edenler, Rasullerine dediler ki: ‘Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz.’ Böylelikle Rabbleri kendilerine vahyetti: ‘Şübhesiz Biz, zulmedenleri helâk edeceğiz.
 Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana aid (bir ayrıcalıktır).”34
İnsanlık tarihi boyunca hak ile bâtılın mücadelesinde bu hakikat ortaya çıkmış, yeryüzünde fitne çıkaranlar zamanları gelince Allah’ın yardımı ile hak galib gelmiş ve o azgın zalimler yok olmuşlardır. Günümüzde yeryüzünü ifsâd eden ve en büyük zulüm olan şirki hakim kılıp zulümlerine devam eden egemen zalimler, iman eden mazlumların, kulluk vazifelerinden olan vahdeti sağladıklarında ve hep beraber hak taraftarı olup bâtıl cephesine karşı cihad ettiklerinde, Allah’ın va’di gerçekleşir, zulmedenler helâk olur, onlardan sonra o beldeye salih kullar vâris kılınır…
Rabbimiz Allah Teâlâ, mü’min müslüman kullarına hitaben emretmekte:
“Artık onlardan korkmayın, Benden korkun.”35
“Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun.”36 buyurup onları uyarmaktadır!..
“Şu hâlde sabret. Şübhesiz (güzel olan) sonuç takva sahiblerinindir.”37
Bkz. Nur, 24/55.
Hac, 22/41.
Nur, 24/56.
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.” Kehf, 18/110.
Bkz. En’âm, 6/162.
Bkz. Tevbe, 9/111.
Furkan, 25/63.
Lokman, 31/18.
İsra, 17/37-38.
Nisa, 4/36. Hadid, 57/23.
Bakara, 2/264.
Tevbe, 9/25-26.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 7, sh. 399, Hds.5231.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 16, Hds. 3989.
Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2023, c. 14, sh. 616, Hds. 53.
Abdullah B. Mübarek, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekâik, çev. Abdullah Samed Afaracı, İst. 2015, sh. 257, Hbr. 834.
Abdullah B. Mübarek, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekâik, sh. 261, Hds. 851.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mağâzî, B. 33, Hbr. 160.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B. 50, Hbr. 149.
Bedreddin el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2024, c. 17, sh. 100.
Ayrıca bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî- Muhtasar, çev. M. Beşir Eryarsoy, vdğ. İst. 2007, c. 8, sh. 185.
el-Kastallânî, İrşâdu’s-Sârî li Şerhi Sahihi’l-Buhârî, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2020, c. 11, sh. 547.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B. 22, Hds. 2642.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünne, B. 15, Hds. 4681.
İmam Ahmed B.Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c. 16, sh. 130, Hds. 23158-23159.
Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, c. 15, sh. 161, Hds.412.
Bakara, 2/165.
Âl-i İmrân, 3/31.
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Kim Rasul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” Nisa, 4/80.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
“Allah’a itaat edin ve Rasul’e de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız, artık Rasulümuzun üzerine düşen (yalnızca) apaçık bir tebliğ (gerçeği en yalın biçimde size iletme)dir.” Teğabün, 64/12.
Mâide, 5/54-56.
Bkz. Bakara, 2/193. Enfal, 8/39.
Bkz. Furkan, 25/63.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 43, Hbr. 57.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 8, Hbr. 41.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Bey’at, B. 1, Hbr. 4132-4137.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 41, Hbr. 2866.
İmam Ahmed B.Hanbel, Müsned, c. 19, sh. 333, Hbr.27269.
İbn Hibbân, Sahih- el-İhsân fî Takribi Sahihi İbn Hibbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2022, c. 5, sh. 621, Hbr.4547.
Tevbe, 9/24.
Taha, 20/83-84.
Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, c. 12, sh. 53, Hds. 14764.
İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, çev. Mehmet Beşir Eryarsoy, İst. 2023, c. 1, sh. 554-556.
İmam Zehebî, Tarihu’l-İslâm, çev. Muzaffer Can, İst. 1994, c. 1, sh. 400.
Abdurrahman ibnu’l-Cevzî, Ashabın Dilinden Peygamberimizin Hayatı-el-Vefâ, çev. Dr. Taceddin Uzun, Konya, 1992, sh. 188, Hds. 290.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. İlker Mermer, İst. 2015, c. 10, sh. 59, Hds. 9851.
Mü’minun, 23/57-61.
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“(Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez.” Zümer, 39/20.
“(Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.” Rum, 30/6.
A’râf, 7/128.
Âl-İmrân, 3/120.
İbrahim, 14/13-14.
Mâide, 5/3.
Mâide, 5/44.
Hud, 11/49.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul