
Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Muhacir, Allah’ın nehyettiği şeyleri terkedendir.”1
Muhacir, hicret eden... Bir diyardan diğer bir diyara göçen... Bir hâlden diğer bir hâle geçen...
İnsanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetine2 pek düşkün, muvahhid mü’minlere şefkatli ve esirgeyici,3 Allah Teâlâ’nın âlemlere rahmet olarak gönderdiği4 en son Nebî ve en son Rasul5 Rasulullah Muhammed (s.a.s.) böyle buyurdu!.. Ve bu, böyledir!..
Gerçek muhacir, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın nehyettiklerini terkedip onlardan alabildiğince uzaklaşan ve asla yaklaşmayan ehl-i iman şahsiyettir... Ehl-i iman, katıksız iman edip iman etmenin gereği olan salih amelleri emrolunduğu gibi yerine getiren, ifrat ve tefrite düşmeden, yegâne önderi Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere yaşamaya gayret eden, Allah katında en değerli varlıktır!.. Kendisine emredilen kulluk görevlerini Kur’ân ve Sünnet ölçüsünce yerine getirmeye çalışırken, kendisine nehyedilen, yani yasaklanan şeylerden de en uzak duran muvahhid mü’min şahsiyet, şirkten Tevhid’e, küfürden imana, İslâm dışı bütün beşerî düzenlerden hak din İslâm’a hicret eden gerçek muhacirdir... Çünkü, katıksız iman ettiği Rabbi Allah Teâlâ, şirki, küfrü ve gayr-i İslâmî olan her düzenden nehyetmiş olduğu için mü’min müslüman onlara asla yaklaşmamalıdır...
Hicret, Allah’ın insan kulları için vazifeli kıldığı hidayet rehberleri olan Nebîlerin ve Rasullerin sünnetidir... Onlar da, hidayetlerine rehberlik yaptıkları kavimlerinin isyanları ve iman etmemekte direnmeleri karşısında çok sabır etmiş, nihayet eziyetleri son hadde varınca, Allah’ın izni ile orayı terk etmişlerdir... Bunlardan iki örnek verelim!..
1- Nuh (a.s.)’ın hicreti
Rabbimiz Allah Teâlâ, hak kelâm ve hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de, Nuh (a.s.)’ın müşrik kavmine İslâm’ı tebliğ edip onları Tevhid’e davet etmesini ve onlarla asırlarca uğraştıktan sonra, onların iman etmeyişlerini, tufanın kopuşu ile iman edenleri taşıyan gemi ile hicretlerini şöyle beyân buyurur:
“Andolsun, Biz Nuh’u kendi kavmine (Rasul olarak) gönderdik. İçlerinde elli yıl noksan olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar, zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.
Böylece Biz, O’nu ve gemi halkını kurtardık ve bunu, âlemlere bir ayet (kendisinden ders çıkarılacak bir olay) kılmış olduk.”6
“Şübhesiz, Biz Nuh’u: ‘Kavmini, onlara acı bir azâb gelmeden evvel uyar’ diye kendi kavmine (Rasul olarak) gönderdik.
O da dedi ki: ‘Ey kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.
Allah’a kulluk edin, O’ndan korkun ve bana itaat edin.
Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah’ın takdir ettiği ecel (süre) ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.”7
“Bunun üzerine kavminden inkâra sapmış önde gelenler dediler ki: ‘Bu, sizin benzeriniz olan beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz, geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz.
O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir. O’nu belli bir süre gözetleyin.”8
“Dediler ki: ‘Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulup kovulacaksın.”9
“Onlara Nuh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şübhesiz Allah’a tevekkül etmişim. Artık siz, ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.
Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim yalnızca Allah’a aiddir. Ve ben, müslümanlardan olmakla emrolundum.’
Fakat O’nu yalanladılar. Biz de O’nu ve gemide O’nunla birlikte olanları kurtardık ve onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Uyarılanların nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak.”10
“Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: ‘Delidir’ dediler. O, baskı altına alınıp engellenmişti.
Sonunda Rabbine duâ etti: ‘Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kâfir toplumundan) intikamını al.’
Biz de, bardaktan boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık.
Yeri de coşkun kaynaklar hâlinde fışkırttık. Derken su, takdir edilen bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.
Ve O’nu da tahtalar ve çiviler(le inşâ edilmiş gemi) üzerinde taşıdık.
Gözlerimiz önünde akıp gitmekteydi. (Kendisi ve getirdikleri) inkâr edilmiş, nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükâfat olmak üzere.”11
Denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.’ Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cûdî (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: ‘Uzak olsunlar’ denildi.”12
Ve Nuh (a.s.) ile O’na iman eden mü’min müslümanlar kurtulmuş, Allah’ın izniyle dünyada insanlar için hayat yeninden başlamış, böylece Nûh (a.s.)’ın hicreti tamamlanmıştı...
2- İbrahim (a.s.)’ın hicreti
Tek başına bir ümmet olan13 ve Allah Teâlâ’nın kendisine dost edindiği,14 İslâm Milleti’nin atası15 İbrahim (a.s.)’ın hayat kıssasını yine hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’den okuyalım!..
Yegân Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
“Onlara İbrahim’in haberini de aktar, oku.
Hani, babasına ve kavmine: ‘Siz neye kulluk ediyorsunuz?’ demişti.
Demişlerdi ki: ‘Putlara tapıyoruz. Bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.’
Dedi ki: ‘Duâ ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?
Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?’
‘Hayır’ dediler. ‘Biz, atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.’
(İbrahim) dedi ki: ‘Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?
Hem siz, hem de eski atalarınız?
İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır, yalnızca âlemlerin Rabbi hariç.
Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur.
Bana yediren ve içiren O’dur.
Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur.
Din (cezâ) günü hatâlarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur.
Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.
Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisân-ı sıdk) ver.
Beni, nimetlerle donatılmış cennetin mirasçılarından kıl.”16
“Andolsun, bundan önce İbrahim’e rüşdünü vermiştik ve Biz O’nu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
Hani, babasına ve kavmine demişti ki: ‘Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?’
‘Biz, atalarımızı bunlara tapıyor bulduk’ dediler.
Dedi ki: ‘Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.’
‘Sen, bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?’
‘Hayır’ dedi. ‘Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir. Onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim.
Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.’
Böylece O, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti, belki ona başvururlar diye.
‘Bizim ilâhlarımıza bunu kim yaptı? Şübhesiz o zalimlerden biridir’ dediler.
‘Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik’ dediler.
Dediler ki: ‘Öyleyse, O’nu insanların gözü önüne getirin ki, O’na (nasıl bir cezâ vereceğimize) şahid olsunlar.’
Dediler ki: ‘Ey İbrahim, bunu, ilâhlarımıza sen mi yaptın?’
‘Hayır’ dedi. ‘Bu yapmıştır. Bu, onların büyükleridir. Eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.’
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da: ‘Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)’ dediler.
Sonra yine tepeleri üstü ters döndüler: ‘Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin.’
Dedi ki: ‘O hâlde Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?
Yuh size ve Allah’dan başka taptıklarınıza. Siz, yine de akıllanmayacak mısınız?’
Dediler ki: ‘Eğer (bir şey) yapacaksanız O’nu yakın ve ilâhlarınıza yardımda bulunun.’
Biz de dedik ki: ‘Ey ateş, İbrahim’e karşı soğuk ve esenlik ol.’
O’na biz düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrâna uğrayanlardan kıldık.
O’nu ve Lut’u kurtarıp içinde âlemler (insanlık) için bereketli kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık.”17
“Bunun üzerine Lut, O’na iman etti ve (İbrahim) dedi ki: ‘Gerçekten ben, Rabbime hicret edeceğim. Çünkü şübhesiz O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”18
Hayat kitabımız ve yegâne düstûrumuz Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerinden naklettiğimiz Rabbimiz Allah’ın iki salih kulu ve Rasulünün, kavmindeki müşriklerle mücadelelerinden sonra hicretleri böyle gerçekleşmişti...
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın insan kulları için gönderdiği en son Nebî ve en son Rasulü Muhammed (s.a.s.) ile O’na iman eden Ashabı (Allah, cümlesinden razı olsun) aynı tepkiyle karşılanmış ve eziyetlere uğramışlardı...
Mekke’de egemen olan laik-demokratik devletin yöneticileri ve yönetilenleri müşrikler, Rasulullah (s.a.s.)’e ve Ashabına korkunç düşmanlıklarından dolayı çok işkenceler, ağır zulümler yaptılar... Nihayet bu zulüm ve işkencelerden kurtulmak için önce Habeşistan’a,19 sonra Medine’ye hicret ettiler...
Şirkten Tevhid’e, küfürden imana, cahiliyyeden İslâm’a ve Allah’ın nehyettiklerinden emrettiklerine hicret eden Ashâb-ı Kirâm, Allah’ın izin vermesiyle ve Rasulullah (s.a.s.)’in kendilerine yol göstermesiyle önce Habeşistan’a hicret ettiler... Habeşistan’a hicret etmeyen Ashâb, Rasulullah (s.a.s.)’in hicretinden önce Medine’ye hicret edip yerleştiler... Laik-demokratik ve parlamenter bir şirk devleti olan Mekke’nin azgın zalimlerinin eziyetlerinden ve işkencelerinden kurtulmak için ülkelerini terkedip hicret eden muvahhid mü’minler, Allah’ın yardımıyla gidip yerleştikleri Medine’de, Rasulullah (s.a.s.)’in hicretinden sonra bir İslâm Devleti kurmaya muvaffak oldular...
Mü’minlerin annesi Âişe (r.anha)’nın anlattığı, Rasulullah (s.a.s.) ile İmam Ebu Bekr (r.a.)’ın mübarek hicretlerinin bir bölümü şöyle:
Âişe (r.anha) şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.s.), o gün Mekke’de bulunuyordu. Rasulullah müslümanlara:
“Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurmalıkları olan bir şehir olduğu bana rüyamda gösterildi.” buyurdu.
Bu hadiste “iki lâbe’, ‘iki kara taşlıktır.’ Rasulullah’ın bu sözü ve teşviki üzerine Medine tarafına hicret edenler, hicret etmişti. Habeşistan’a hicret edenlerin çoğu da (Mekke yoluyla) Medine’ye dönüp gelmişlerdi. Ebu Bekr de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Rasulullah, O’na:
“Sabret! Bana da (hicret için) izin verilmesini umarım.” buyurdu.
Ebu Bekr de:
-Babam sana fedâ olsun, böyle bir izin gelmesini umar mısın? diye sordu.
Rasulullah:
“Evet, umarım!” diye tasdik buyurdu.
Bu sebeble Ebu Bekr de, Rasulullah’a hicrette arkadaşlık etmek üzere hemen hareket etmekten kendisini men’etti. Aynı zamanda Ebu Bekr, evinde bulunan en kuvvetli iki hacin devesini dört ay, talh ağacı yaprağı ile ev içinde besledi (onları dışarıya salıvermedi). Semur yaprağı, silkilip kurutulmuş yapraklardır.
Bir gün biz, zevâl vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebu Bekr’in evinde oturuyorduk.
Ev halkından biri Ebu Bekr’e:
-İşte Rasulullah, bize gelmesi mu’tâd olmayan bir saatte, başını bir sargı ile sarmış olarak geliyor! dedi.
Ebu Bekr de:
-Babam, anam O’na kurban, vallahi mühim bir hadise olmadıkça bu saatte gelmek âdeti değildi, dedi.
Rasulullah geldi, izin istedi. Kendisine içeri girme izni verilip ‘buyurun’ denildi. Bunun üzerine evimize girdi.
Bundan sonra Rasulullah, Ebu Bekr’e:
“Yanında bulunanları dışarı çıkar!” buyurdu.
Ebu Bekr de (beni, annem Ümmü Rûmân’ı ve kızkardeşim Esmâ’yı kasdederek):
-Babam sana kurban ya Rasulallah, onlar, senin ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur), dedi.
Rasulullah:
“Bana, (Mekke’den Medine’ye) çıkmaklığım için izin verildi.” buyurdu.
Ebu Bekr de:
-Ya Rasulallah, babam sana kurban olsun! Ben de sohbetinizde ve maiyyetinizde bulunmak isterim, dedi.
Rasulullah:
“Evet (sen de beraberimde olacaksın).” buyurdu.
Ebu Bekr:
-Babam sana kurban ya Rasulallah, şu iki binek devemden birini beğen al! dedi.
Rasulullah:
“Ancak bedeliyle alırım.” buyurdu.
Biz, Rasulullah ile Ebu Bekr’in sefer gereklerini çarçabuk hazırladık. Her ikisi için deriden bir dağarcık içinde bir mikdar azık düzenleyip koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sırada Ebu Bekr’in kızı Esmâ, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı da, onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ’ya, “Zâtu’n-Nitâk/ Zâtu’n-Nitâkayn” (iki kuşaklı) diye isim takıldı.
Sonra Rasulullah ile Ebu Bekr, Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler. Her gece yanlarında Ebu Bekr’in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk anlayışlı taze bir gençti. Seher vakti Rasulullah ve Ebu Bekr’in yanından çıkar, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Rasulullah ile Ebu Bekr hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri ezberler, tâ karanlık basınca gelir, Rasulullah ile babasına haber verirdi.
Ebu Bekr’in kölesi Âmir b. Fuheyre, (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde o sürüyü Rasulullah ile Ebu Bekr’in yanlarına getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış (ve biraz pişirilmiş) idi. Nihayet gecenin sonunda Âmir b. Fuheyr (mağaranın önüne gelir), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Rasulullah ile Ebu Bekr’in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir, süt işini böyle te’min etmişti.
Rasulullah ile Ebu Bekr (Mekke’de iken) Abd ibnu Adiyy oğullarından olan ed-Dîl oğulları’ndan yol kılavuzluğunda maharetli (Abdullah b. Ureykıt adında) bir kişi icâr etmişlerdi. Bu adam, Âs b. Vâil es-Sehmî ailesi hakkında yeminli olmak üzere elini kana batırmıştı. Bu zât, hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dini üzere idi. Fakat doğruluğuna emniyet ve i’timâd ederek Rasulullah ile Ebu Bekr, develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı’ndaki mağarada buluşmak üzere va’dleşip muâhede etmişlerdi. Bu kılavuz kişi, Rasulullah ile Ebu Bekr’in develeriyle üçüncü gecenin sabahında Sevr’e, onların yanlarına geldi. Rasulullah ve Ebu Bekr’le beraber Âmir b. Fuheyre ve kılavuz Abdullah b. Ureykıt da yollandılar. Kılavuz, yolcuları alıp sahiller yolunu takib ederek Medine’ye gitmek üzere hareket ettiler.20
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in hicreti böyle!..
Abdullah b. es-Sa’dî (r.a.) anlatıyor:
Abdullah, arkadaşlarından bazılarıyla Rasulullah (s.a.s.)’e geldiklerine O’na:
-Sen yüklerimizi koru, sonra Rasulullah (s.a.s.)’in yanına girersin, dediler.
Abdullah, en küçükleriydi.
Abdullah, onların istediğini yaptı ve onlar çıkınca:
-Şimdi sen gir! dediler.
Abdullah, Rasulullah’ın yanına girince, Rasulullah:
“Ne istiyorsun?” diye sordu.
-İstediğim, bana hicretin bitip bitmediğini söylemendir, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
“Senin istediğin, onların istediğinden daha hayırlıdır. Düşmanla savaşıldıkça hicret bitmez.” buyurdu.21
Muâviye, Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.anhuma)’dan rivayet edildi.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İki türlü hicret vardır: Biri, günahları terketmen, diğeri de Allah’a ve Rasulüne hicret etmendir. Tevbe kabul edildiği müddetçe hicret bitmez. Güneş batıdan doğmadıkça da tevbe kabul edilir. Güneş batıdan doğunca her kalbe, içinde olanla mühür vurulur ve insanların amel yapması biter.”22
Allah Teâlâ’nın, mü’min kullarına haram kıldığı ve mü’min müslümanların onlardan uzaklaşıp asla yaklaşmadıkları şirk, küfür, cahiliyye ve diğer günahlardan hicret eden Âshâb-ı Kirâm, müşriklerin zulüm, işkence ve eziyetlerinden, kendilerinin selâmette kalacakları Medine’ye hicret ettiler... Bu hicret için geride bıraktıkları evlerini ve mallarını düşünmeden Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e hicreti gerçekleştirdiler... Mekke’de kalan evlerine, mallarına ve servetlerine, Mekke şirk devletinin laik ve demokratik yöneticileri el koydular...
Said b. el-Müseyyeb (rh.a.) rivayet eder.
O, Suhayb’dan şöyle dediğini nakleder:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Bana hicret yurdunuz iki kara taşlık arasında kurak bir yer olarak gösterildi. Orası, ya Hecer’dir yahud da Yesrib’dir.”
Rasulullah (s.a.s.), Medine’ye çıkıp gitti. O’nunla birlikte Ebu Bekr (r.a.) da gitmişti. Ben de O’nunla birlikte çıkmak için gayret etmiştim amma Kureyş’in birtakım gençleri beni alıkoymuştu. Bu sebeble ben o gecemi oturamayarak hep ayakta geçirdim.
-Allah O’nu, karnı(ndaki ağrı) ile meşgul ettiğinden size katılamadı, dediler.
Hâlbuki benim hiçbir şikayetim yoktu. Sonra kalktılar, bir beridlik bir mesafe yol aldıktan sonra onlardan bazı kimseler beni geri çevirmek için bana yetişti.
Ben de onlara şöyle dedim:
-Birkaç ukiye altın size verip, sizin de beni serbest bırakmaya, buna karşılık siz de sözünüzde durmaya ne dersiniz?
(Teklifimi kabul ettiler.) Sonra onları Mekke’ye gönderdim (gitmelerini söyledim).
Onlara şöyle söyledim:
-Kapı eşiğinin altını kazıyın. İşte onun altında (altından) ukiyyeler vardır. Ondan sonra filân kadının yanına gidin. Ondaki iki takım elbiseyi de alın, deyip çıktım.
Nihayet Rasulullah (s.a.s.) oradan (yani Kuba’dan) daha ayrılmadan önce yanına vardım.
Beni görünce:
“Ey Ebu Yahya, alış-verişin kâr etti!” buyurdu.
Bunu, üç defa tekrar etti.
Ben de şöyle dedim:
-Ya Rasulallah, benden önce yanına kimse gelmedi. Sana (bunu) Cebrail (a.s.)’dan başkası haber vermiş olamaz!23
Hayırlı ümmetin, en hayırlı nesli ve öncüleri böyle idiler!.. Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanmak için canlarını ve mallarını fedâ ettiler ve kıyamete kadar gelecek ümmetin muvahhid mü’min ferdlerine en güzel örnek olmaya gayret ettiler... Çünkü onlar, en güzel örnek ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinmişlerdi!..
Yüz yıldan beridir işgal altındaki İslâm topraklarında devletsiz ve başsız esaret altında zillet hayatı yaşayan mü’min müslümanlar da, kurtuluşun hicret etmek olduğunu şuurlu bir şekilde idrak etmeli ve gereğini en kısa zamanda bütün imkânlarını kullanarak hakkıyla yerine getirmelidirler...
Önce şirkten Tevhid’e, küfürden imana, cahiliyyeden İslâm’a hicret etmeli, sonra bulundukları işgal edilmiş beldeyi işgalci zalimlerden kurtarmak için İslâm üzere birlik ve beraberliklerini sağlayıp ânın vâcibini gerçekleştirmelidirler... Tuğyan ehli olan işgalcilerin zulümlerine son verebilmek için İslâmî vahdetin oluşması olmazsa olmazdır... Esaret altında olan mü’min müslümanlar, Allah’ın haram kıldıklarından tamamen hicret edip helâl kılınanlarla amel etmeli ve bulundukları günün Mekke’lerini işgalden kurtarıp İslâmlaştırmalıdırlar... Allah’ın izni ve yardımıyla kurtuluşun tek yolu budur!..
“Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azâblandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin. Mü’minler topluluğunun göğsünü şifâya kavuştursun.”24 buyuruyor Rabbimiz Allah Teâlâ!..
Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikâk, B. 26, Hds. 71.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B. 2, Hds. 2481.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-İman, B. 9, Hds. 4963.
Beyhakî, Şuabu’l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 10, sh. 387, Hds. 10610-10611.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2013, c. 1, sh. 235, Hds. 257-263. c. 17, sh. 422, Hds. 25084-25085.
İbn Hibbân, Sahih- el-İhsân fî Takribi Sahihi İbn Hibbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2022, c. 1, sh. 305, Hds. 230.
İmam Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, B. 540, Hds. 1144.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 1, sh. 202, Hds. 24-25.
Ebu Bekr Abdullah b. ez-Zübeyr b. İsa el-Kureşî el-Humeydî, Müsned-i Humeydî, çev. Yusuf Ertuğrul, Konya, 2015, sh. 284, Hds. 606.
Bkz. Âl-i İmrân, 3/110.
Bkz. Tevbe, 9/128.
Bkz. Enbiya, 21/107.
Bkz. Ahzab, 33/40.
Ankebut, 29/14-15.
Nuh, 71/1-4.
Mü’minun, 23/24-25.
Şuara, 26/116.
Yunus, 10/71-73.
Kamer, 54/9-14.
Hud, 11/44.
Bkz. Nahl, 16/120.
Bkz. Nisa, 4/125.
Bkz. Hac, 22/78.
Şuara, 26/69-85.
Enbiya, 21/51-71.
Ankebut, 29/26.
Bkz. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 17, sh. 308-314, Hbr. 24962-24963.
İbn Hişam, İslâm Tarihi- Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985, c. 1, sh. 434-456.
İbn Huzeyme, Sahih-i İbn Huzeyme, çev. Dr. Şemsettin Işık, vdğ. İst. 2019, c. 3, sh. 534, Hbr. 2260.
Sahih-i Buhârî, Kitabu Menâkıbi’l-Ensâr, B. 44, Hds. 124.
Kitabu’l-Mağâzî, B. 30, Hds. 129.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 17, sh. 402, Hds. 25068-25069.
İbn Hişam, İslâm Tarihi, c. 2, sh. 150-155.
İbnu’l-Esir, İslâm Tarihi- el-Kâmil fi’t-Tarih, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1985, c. 2, sh. 105.
Abdurrahman ibnu’l-Cevzî, Ashabın Dilinden Peygamberimizin Hayatı- el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafa, çev. Dr. Taceddin Uzun, Konya, 1992, sh. 209, Hds. 315.
İbn Hibbân, es-Siretu’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ, çev. Harun Bekiroğlu, Ank. 2017, sh. 97-98.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 17, sh. 426, Hds. 25088.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Bey’at, B. 15, Hds. 4155-4156.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 17, sh. 427, Hds. 25089.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’-Zevâid, çev. Fikret Güneş, İst. 2015, c. 9, sh. 232, Hds. 9280. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat ve Bezzâr’dan.
Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, c. 8, sh. 94, Hds. 5759.
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2017, c. 2, sh. 213.
İbn Hişam, İslâm Tarihi, c. 2, sh. 141.
İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi- el-Bidâye ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, c. 3, sh. 265.
Tevbe, 9/14.