17 Mayıs 2025 - Cumartesi

Şu anda buradasınız: / KUR’AN-I KERİM’İN DOĞRU ANLAŞILABİLMESİNDE HADİS-İ ŞERİFLERİN VAZGEÇİLEMEZ BELİRLEYİCİ ETKİSİ
KUR’AN-I KERİM’İN DOĞRU ANLAŞILABİLMESİNDE HADİS-İ ŞERİFLERİN VAZGEÇİLEMEZ BELİRLEYİCİ ETKİSİ

KUR’AN-I KERİM’İN DOĞRU ANLAŞILABİLMESİNDE HADİS-İ ŞERİFLERİN VAZGEÇİLEMEZ BELİRLEYİCİ ETKİSİ Harun Ece

 

İslâm’ın birinci kaynağı Kur’ân-ı Kerim, ikinci kaynağı ise (Kur’an’ın yönlendirmesiyle) Peygamberimiz olduğu yani dinin bu iki temel kaynaktan oluştuğu Sevâd-ı Azam’ın (kahır ekseriyet/ehli sünnetin çoğunluğunun) kabul ettiği bir gerçekliktir.

Peygamberimizin dindeki yeri açısından Rabbimizin şu emir ve açıklamaları son derece önemlidir:

  • Peygamberimize Kur’an’dan başka hikmeti de vererek her ikisini öğretmesini istemesi, (Nisâ, 4/113; Bakara 2/151; Ahzâp, 33/34.)
  • Resulü’ne açıklama, arındırma ve öğretme görevini vermesi, (Mâide, 5/15; Nahl, 16/44; Bakara, 2/151; Âl-i İmrân, 3/164; Cuma, 62/2.)
  • Hüküm koyma/verme yetkisinin hem Allah’ta hem de Resulü’nde olduğunu beyan etmesi, (Ahzâp, 33/36.)
  • Sorunların çözümü için Allah’a ve Resulü’ne, iki kaynağa birlikte yönlendirmesi (Nisâ, 4/59.)
  • Allah’la birlikte Resulü’ne de itaatin emredilmesi (Âl-i İmrân, 3/32, 132; Enfâl 8/1, 20, 46; Mücâdele, 58/13)
  • Resule itaatin Allah’a itaat ile eş değer tutması (Nisâ, 4/80.)

 

Bu ve benzeri ayetlerden anlaşılacağı gibi Peygamberimiz dinin doğru öğrenilip, anlaşılıp, yaşanmasında ikinci temel kaynaktır. Bu kaynaklık günümüzde hadis-i şeriflerle devam etmektedir.

Bu yazımızda ayetlerdeki hükümler ve kapsamının doğru anlaşılabilmesi için hadis-i şeriflere ihtiyacın zorunlu olduğu ya da hadis olmadan ayetlerin önemli bölümünün doğru anlaşılamayacağı gerçeği delileriyle açıklanacaktır. Bunu yaparken “Kur’an İslam’ı” sloganıyla hadisleri dikkate almadan (dışlayarak) İslam oluşturma yaklaşımlarındaki yanlışlıklar ve çelişkiler okuyucunun dikkatine sunulmaya çalışılacaktır.

Konumuz açısından yaklaşım yanlışlığının sebebi ayetin bizzat kendisi ile anlam kapsamının eş değer tutulmasıdır. Yani ayete bütünüyle uymama ile anlam kapsamından bir bölümüne uygun olmama aynı kefeye konularak değerlendirme yanlışlığıdır.

Bir hadisin ayetin anlam kapsamından bir bölümüne uymaması, uymayan bölümün ayette kastedilmediği şeklinde anlaşılması gerekir. Günümüzde yapılan ise ayetten anladığı ile uyumlu olmayan bir hadisle karşılaşılınca “Benim ulaştığım anlam yanlış ya da amaca (makasıd’üş-şeria’ya) uygun olmayabilir mi?” diye sorgulamadan, kendi anlayışının yanılmaz, mutlak doğru olduğu varsayımıyla hadisin ayetle çeliştiğini iddia edebilme kolaycılığına kaçılmasıdır.

Önemli bir nokta da uymamadan/zıtlıktan ne anlaşılması gerektiği meselesidir. Görünen o ki zıtlık/çelişki anlayışından ara tonlara yer vermeyen, siyah/beyaz gibi dar bir bakışa (iki zıt kutba) hapsedilmiş bir yaklaşım benimsenmektedir. Hâlbuki nüansları dikkate almadan bu kadar kategorik bakmak doğruya ulaşmayı zorlaştıran bir etkiye sahiptir.

Bir başka ifade ile Hadis-i Şerif’in, ayetin hükmünün kapsamını daraltması/sınırlandırması (tahsis/takyid), genişletmesi/genelleştirmesi (ta’mim), kapalılığını açıklaması (tebyin), sıfırdan/yeni hüküm koyması (teşri’) vb. durumların tamamının aynı konuma, tek bir noktaya indirgenip çelişki olarak görülebilme yanlışlığına düşülmektedir.

Bu yanlış yaklaşım, hikmet ve makasıd’üş-şeria dediğimiz hükmün konmasındaki amacı kapsayan bir anlama yerine sığ ve şabloncu bir anlayışa, sonuçta da kendinden başka doğru kabul etmeyen bir bakışa doğru sahibini sürüklemektedir.

Klasik İslâm anlayışı ayetin sarih bir hükmüne, Hadis-i Şerif’in sarih (açık ve net) bir şekilde (180 derece) ve bütününe ters düşme durumunu çelişki olarak kabul edip bunun dışındakileri çelişki olarak görmemektedir.

Bir taraftan hadislerin, ayetin hükmüne hiçbir şekilde ekleme çıkarma yapamayacağı savunulurken, diğer taraftan onlarca konuda ayetteki hükmün kapsamını -hükmün varlığını değil.- etkilediği uygulamalarla (hadise uygun davranarak) kabul edilmesidir. Bu durumun söylem ile eylem tutarsızlığını/çelişkisini oluşturduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Çünkü kabul edilen bir kuralın ilkeli bir şekilde tüm uygulamalarda gösterilebilirse ancak tutarlılık sağlanmış olur. (Aşağıda detayı açıklanacaktır.)

Hadis-ayet ilişkisi fıkıh usulü kitaplarında “sünnetin kitaba göre yeri/konumu” başlığı altında etraflıca işlenmektedir. Bu konuyu orada geçtiği gibi teknik düzeyde ele almak yerine basit bir anlatımla ve örneklerden hareketle işlemenin anlaşılmayı kolaylaştıracağı düşünüldüğünden yazıdaki tercih bu yönde olacaktır.

Bu girişten sonra konuyu gruplandırarak maddeler halinde ve özetle şöyle açıklanabilir:

A- Bir hadis, muhkem bir ayetin sarih bir şekilde helâl/doğru dediği bir konuya, yine sarih bir şekilde ve (içinden bir bölümüne değil) bütününe haram/yanlış demesi

Bu durumdaki bir hadisin olamayacağı/kabul edilemeyeceği noktasında fikir birliği olup üzerinde bir ihtilaf olmadığından ayrıca açıklamaya ihtiyaç duyulmadığını belirtmekle yetinelim.

Yalnız muhkem olmayan, yoruma açık (delaleti zannî) olan bir ayetin yorumlarından biriyle veya ayetteki hükmün kapsamının bir bölümü ile hadisin uyumlu olmaması durumu çelişki olarak görülmemelidir. Çünkü ayetle ilgili yapılan yorum veya çıkarılan hükmün kapsamından hadisle uyumlu olmayan bölümünü Rabbimizin kastetmediği anlamına gelmektedir.

B-Bir hadis, ayetteki bir hükmün kapsamını daraltır (Tahsis/Takyid)

Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen hükümlerin anlam genişliğini tahsis/takyid eden (belirli bir konuya has kılan, sınırlandıran, daraltan) hadis örnekleri çokça vardır. Hadis-i şerifin bu işlevi kabul edilmeden ayetleri doğru anlama imkânı da çoğu kere mümkün olmamaktadır.

Bir hadisin ayetteki hükmün kapsamını tahsis etmesinin çelişki oluşturacağı iddiasıyla hadisleri reddedenler de aslında uygulamalarında (başka çıkış yolu bulamadıkları için) reddettikleri hadislere göre davranmaktadırlar.  

Bu konuyla ilgili tespit edebildiğimiz örnekleri okuyucunun dikkatine özetle şöyle sunabiliriz:

1) “Deve, sığır, koyun ve keçi” anlamına gelen “en‘âm”ın helal kılınması: “…İhramda bulunduğunuz sırada avlanmayı helâl saymamanız şartıyla, size bildirilecek olanlar dışındaki “en‘âm” denen hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Şüphesiz Allah dilediği gibi hükmeder.” (Mâide, 5/1)

Av hayvanlarının helal kılınması: “Sana, kendileri için nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “İyi ve temiz olanlar size helâl kılınmıştır.” Yırtıcı hayvanlardan olup Allah’ın size öğrettiği ile eğiterek avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yiyin…” (Mâide, 5/4.)

Denizlerdeki avların helal kılınması: “Kendinize ve yolculara geçimlik olmak üzere sularda avlanmak ve onu yemek size helâl kılındı. Kara avı ise ihramda bulunduğunuz sürece size haram kılındı…” (Mâide, 5/96.)

“Meyte (kesilmeden ölmüş, murdar hayvan), kan, domuz eti … haram kılındı” (Bakara 2/173; Mâide, 5/3.)

Son ayetteki “meyte” kavramının kapsamı hadisler olmadan anlaşılamayacağı için ayette doğru anlaşılmış olmaz. Zikredilen ayetlerle kara ve denizlerdeki av hayvanları genel bir hüküm olarak helal kılınmaktadır. Son ayette ise bu helallerin içinden domuz ve meyte gibi bazıları “özel hükümle haram kılınmaktadır.

Özel hükmün olduğu durumlarda genel hükümle sonuca gidilemez. Mesela genel hükümle helal kılınan av hayvanlarından hareketle yine av hayvanı olan domuzun helal olduğu söylenemeyeceği gibi, meyte kapsamına giren kesilmeden ölmüş tüm hayvanların da aynı şekilde genel hükümden hareketle helal olduğu söylenemez.

Ayetlerde “Kara hayvanlarından…” benzeri ifadelerle herhangi bir sınırlama getirilmeden “meyte” haram kılındığı için hüküm kara ya da denizdeki tüm meyteleri kapsamaktadır. Dolayısıyla balık da kesilmeden öldüğü için o da meyte kapsamındadır.

Klasik İslâm anlayışı, ayetteki hükmünün kapsamını hadislerin “tahsis/takyid” edeceğini (anlam kapsamlarından bir bölümüyle sınırlandırabileceğini) kabul etmektedir. Bu ilkesel anlayıştan hareketle de hadisler delil getirilerek ayetin anlam (yasak) kapsamının kara hayvanlarıyla sınırlı olduğu, deniz canlılarının bu yasak kapsamına girmediği hükmü verilmektedir. Dolayısıyla haram olan meyte kapsamından balıklar hariç tutularak helal kabul edilmekle ayetteki hükmün kapsamı anlaşılabilmektedir. İlgili hadis-i şerifler şöyledir: “Denizin suyu temiz, meytesi de helâldir”[1]Bize iki ölü ve iki kan helâl kılındı: İki ölü, balık ve çekirgedir. Kanlar ise karaciğer ve dalak kanıdır.[2]

Hadisin ayetteki hükmün kapsamını daraltabileceğini kabul eden Ehli Sünnet anlayışı, bu yaklaşımıyla kendi içinde tutarlı davranmaktadır. “Ayetteki hükmün kapsamına hadis-i şeriflerin hiçbir etkisinin olamayacağı tezinden hareketle böyle bir hadis reddedilmeli” iddiasını ileri sürenlerin balık yiyerek iddialarının tersi bir tutum benimsemekle söylemleri ile eylemleri arasında çelişkiye düştüklerini hatırlatmakla yetinelim.

Doğrudan alakalı olmamakla birlikte yeri geldiği için şu konuya da kısaca dikkat çekmekte fayda vardır. İslam hukuk sistemi içinde ölüm cezası verilen suçlardan birisi de evli olanların zinasıdır. Bu ceza “recm” kavramıyla ifade edilmektedir. Zina yapana 100 sopa vurulmasını emreden ayetteki (Nûr, 24/2.) hükmün kapsamı evli bekar herkesi kapsayacakken Peygamberimizin uygulamalarıyla kapsam daraltarak bu ceza bekarlara tahsis edilmektedir.

Hadisler, yenmesi yasaklanan meytenin kapsamını tüm hayvanlar yerine kara hayvanlarına tahsis ettiği gibi, ilgili ayetteki sopa cezası hükmünün kapsamı da yine hadislerle tüm zina yapanlar yerine zina yapan bekarlara tahsis edilmekte ve evlilere yeni bir hüküm, recm cezası getirmektedir. Dolayısıyla ayetle hadis arasında bir çelişki söz konusu olmayıp tahsis/takyid ve teşri’ vardır. Yazının konusu olmadığı için çelişki varmış algısısıyla recmi inkâr etmenin doğru bir yaklaşım olmadığına dikkat çekmekle yetinilmiştir.[3]

2) “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun…” (Cuma, 62/9.)

Hadisler olmadan bu ayet anlaşılamaz. Şöyle ki; Bu ayet-i kerimede hangi namaz olduğu zikredilmeden sadece gün ismi verilerek cuma günü namaza çağrılmaktan bahsedilmektedir. Bu çağrı o günün namazlarının (5 vaktin) tamamını kapsamakta iken Peygamberimizin uygulamalarını anlatan hadislerle, ayetteki amacın bu namazların hiçbiri olmayıp cuma namazı olduğu anlaşılmaktadır. Yani anlam kapsamı sadece cuma namazına tahsis edilerek ayetin amacı anlaşılabilmektedir. Hadislerin tahsisine karşı çıkanların da bu ayette cuma namazı kastedildiğini benimseyerek hadislerin tahsisini kabul etmiş olmaktadırlar.

Kaldı ki konuyla ilgili hadisler dikkate alınmazsa sadece bu ayetten cuma namazının kastedildiği de cuma namazı diye bir namazın varlığı da anlaşılamaz. Ancak hadislerle bu anlam açıklığa kavuşmaktadır. Bu da ayetlerin amacına uygun anlaşılabilmesi için hadislere zaruret derecesinde ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

3) “…Kim oraya (Kâbe’ye) girerse emniyette olur…” (Âl-i İmrân, 3/97.)

Hadisler olmadan Kabe’ye girip emniyet kazananların sınırı ve kapsamı yani ayet tam olarak anlaşılamaz. Bu ayete göre Kâbe’ye giren/sığınan herkes istisnasız güvenlik içinde olup dokunulmazlık kazanması gerekir. Ayetteki ifadenin istisnası Kur’an’da geçmediği için bu dokunulmazlık, suçlu suçsuz ayırımı yapılmadan herkesi kapsayan bir hüküm içermektedir.

Mekke’nin fethinde müşrik İbn Hatal için, “…Bir adam gelip İbn Hatal Kâbe'nin örtülerine tutunmuş" dedi. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem): "O'nu öldürün" buyurdu.”[4] gibi hadislerle ayetteki hükmün kapsamından suçlular hariç tutularak, kapsam suçsuzlara tahsis edilmektedir. Bu da ayetin amacının doğru anlaşılmasını sağlamaktadır. Buradaki tahsis kabul edilmediği takdirde Kâbe’ye sığınan en adî suçluya bile dokunulmaması gerekir. Bu durumda da Kâbe suçluların barınağı hâline dönüşeceğinden kabul edilemez.

4) “Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin…” (Mâide, 5/38.)

Bu ayette miktar açıklanmadığı için çalınan malın miktarına bakılmaksızın hırsızlık yapan herkese belirtilen cezanın verilmesi gerekir. Yani ceza için hırsızlık yapmış olmak yeterlidir.

Şu hadis-i şerif konunun bir boyutunu açıklığa kavuşturmaktadır: “Şüpheli durumlarda, cezaları kaldırınız.”[5]

Buna göre açlıktan çaresizlikle ekmek çalanın veya bir sakız çalanın bile eli kesilmesi gerekir. Hadislere ilaveten Hz. Ömer’in hilafetinde uygulandığı gibi açlık, kıtlık gibi bir zaruret, hırsızlık suçunun tespitinde şüphe uyandıracak noktaların oluşması veya çalınan malın değerinin bir altından daha az olması gibi nedenlerle el kesme cezası uygulanmamıştır.

Hadislerin ayetteki hükmün kapsamını tahsis edebileceği kabul edildiğinde, bu sınırlandırmada bir çelişki olmaz. Hem hadislerin böyle işlevini kabul etmeyip hem de bu kadar basit bir suça bu kadar ağır ceza verilemez iddiası tutarlı bir yaklaşım olarak görünmemektedir.

5) “Gündüzün iki tarafında, gecenin de gündüze yakın saatlerinde namaz kılın. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri yok eder. İşte bu, öğüt almak isteyenler için bir hatırlatmadır.” (Hûd, 11/114.)

Bu ayette gündüzün iki tarafında namaz kılınması emredilir. Öğle ve ikindi namazlarının her ikisi de Peygamberimizin uygulamalarından hareketle gündüzün ikinci tarafında/bölümünde kılınmaktadır.

Peygamberimizin uygulamaları ayetteki hükmün amacını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Bu şekilde kılınmasına (hadisin tahsisine) başlangıçtan günümüze kadar itiraz eden hiç kimse olmamıştır. Bu namazların bilinen kendi vaktinde kılınmasını kabul edenler aynı zamanda hadisin ayetteki hükmün kapsamını tahsis edebileceğini de kabul etmiş olmaktadırlar.

6) “…Açılıp saçılmadan giysilerini çıkarmalarında onlar için bir sakınca yoktur…”  (Nûr, 24/60.)

Bu ayetle yaşlılar için açılıp saçılmamak şartıyla giysilerini çıkarmalarına müsaade edilmektedir. Hadis-i şerifler ve sahabe dönemi uygulamaları dikkate alınmaz ise hem açılıp saçılmada ölçünün ne olduğu, nereye kadar açılmanın olabileceği hem de giysileri çıkarabilme müsaadesinden hangi giysileri giymemenin serbest olduğu anlaşılamaz. Yani hadis olmadan ayet tam anlaşılamaz.

Çoğul bir kelime olarak geçtiği için “giysilerini çıkarmak” ifadesi tüm giysileri kapsamışken, hadisler ve sahabe uygulamaları dikkate alınarak çıkarılabilecek giysinin cilbab denen dış elbise olduğu anlaşılmaktadır. Yani ayetteki tüm elbiseleri kapsayabilecek ifadenin kapsamı hadislerle sadece cilbaba tahsis ederek (onunla sınırlandırarak) anlamı açıklığa kavuşmaktadır.

İlgili hadisler dikkate alınmadan sadece ayete bakılarak hangi giysilerin çıkarabileceği noktasında bir ölçü/kural belirleme imkânı yoktur. İkinci bir nokta da açılıp saçılma anlayışı kültürlere göre farklılık arz eder. Ayetlerin indiği dönemde nasıl anlaşıldığı ise ancak hadislerden ve o dönemdeki uygulamalardan öğrenilebilir. Bu da bizi, ayetin amacını doğru anlayabilmek için hadisleri kabul etme mecburiyetinde bırakmaktadır.

7) Kur’an-ı Kerim’de zekât kelimesi, yirmi yedisi namazla birlikte olmak üzere 30 ayette geçer. Sadaka kelimesi de (çoğul kullanımıyla birlikte) 12 ayette zekât anlamında geçmektedir.[6] Ayetlerde zekâtı verilecek yerler anlatılmakta (Tevbe, 9/60.) fakat kimlerin (sadece zenginlerin) nelerden ve ne kadar vereceği açıklanmamaktadır. Ayetin anlaşılıp, uygulanma imkânı hadisler olmadan mümkün değildir.

Ayrıca zekât ayetlerindeki anlatım “iman edenler” diye başladığı için iman eden herkesi yani buna istisna getirilmemesi nedeniyle ve hükmün umumi olduğu gerekçesiyle zengin fakir ayırımı yapmadan tüm müminleri kapsadığı düşünülebilir.

Hadisler, hükmün kapsamını zenginlere tahsis ederek onların zekât vermekle yükümlü olduğunu kabul etmektedirler. Zekâtı kimlerin, nelerden ve ne kadar vereceği de hadis ve içtihatlardan öğrenilmektedir. Ayetin hükmüne hadislerin hiçbir etkisinin olamayacağını iddia edip, zekâtı (ayette geçmemesine rağmen) sadece zenginlerin ve 1/40 oranında vereceğini savunmak söylem-eylem çelişkisi oluşturacağından doğru bir yaklaşım olamaz.

Özetle buraya kadar sıralanan ayetlerin amacına uygun anlaşılabilmesi için hadislere zaruret düzeyinde ihtiyaç vardır. Hadisleri dışlayarak bu ayetlerin doğru anlaşılması mümkün görünmemektedir.

C- “Hadis, ayetteki bir hükmün kapsamını açıklar veya genişletir/genelleştirir (ta’mim)

  1. “Şayet yolculuk hâlinde olur ve yazacak birini bulamazsanız, teslim alınmış rehinler (yeterlidir)…” (Bakara, 2/283.)

Bu ayet-i kerime şartlı bir şekilde seferi olma ve kâtip bulamama durumunda rehin almaktan bahsetmektedir. Bu ayete göre zikredilen iki şart dışında rehin alınamayacağı sonucu çıkmaktadır.

Hz. Peygamber’in bir Yahudi’den veresiye satın aldığı tahıl için zırhını rehin bırakması,[7] rehin akdinin yolculuk dışında da geçerli olduğunu yani ayetteki rehinden kastın yolculukta ve kâtip bulamamayla sınırlı olmadığını anlıyoruz. Bu da ayetin anlaşılmasında hadislerin gerekliliğini, dolayısıyla da ayetteki hükmünün kapsamını hadislerin genişletebileceğini göstermektedir.

2) Kur’an-ı Kerim’de iki kız kardeşin aynı anda bir erkeğin nikahında bulunması haram kılınmış (Nisâ, 4/23.) fakat halası ve teyzesi konusunda ayetlerde benzer bir yasak getirilmemiştir. Hadisler, bir kadının halası veya teyzesi ile de aynı kişinin nikahında birlikte bulunmasını yasaklayarak[8] ayetin yasak kapsamını genişleterek ayetteki kastın doğru anlaşılmasını sağlamıştır.

3) Yine Kur’an’da süt akrabalıktan dolayı evlenilmesi haram olanlar arasında sadece süt anne ve süt kız kardeşler sayılmaktadır. (Nisâ, 4/23.) “Nesep sebebiyle haram olanlar emzirme sebebiyle de haram olur”[9] hadisi ile bu yasak kapsamı süt baba ve süt erkek kardeşleri de kapsayacak şekilde genişletilmektedir.

Erkeğin süt kız kardeşiyle evlenmesi yasak olup, kızın süt erkek kardeşiyle evlenmesinin serbest olması düşünülemez. Süt kız kardeş ve anne ile evlenilemediği gibi süt erkek kardeş ve baba ile de evlenilemez kuralı benimsendiğinde, hem ayetin hükmünü hadisin genişletebileceği kabul edilmekte hem de ayetin anlam kapsamı hadisler sayesinde anlaşılabilmektedir.

4) Faizin haram olduğunu beyan eden ayetler vardır. (Bakara, 2/275; Âl-i İmrân, 3/170.) Fakat ayetlerde faizin tanımı, kapsamı açıklanmamış olup sünnete bırakılmıştır.

Faizle ilgili meşhur hadis-i şerif[10] dikkate alınmadan bugünün ticari işlemlerinde nelerin faiz olduğunu belirleme imkânı, dolayısıyla ayeti anlayıp uygulama imkânı yoktur.

5) Yine cünüplük iki ayette (Nisâ, 4/43; Mâide, 5/6) geçmektedir. Yalnız tanımı ve kapsamı anlatılmamaktadır. Hadisler dikkate alınmadan bütün yönleri ile cünüplüğün nasıl oluştuğu (kapsamı ve sınırları) bilinemez.

Özetle buraya kadar anlatıldığı gibi ayetleri amacına uygun anlayabilmek ve uygulayabilmek için hadis-i şeriflere müracaat zorunlu olduğundan Kur’an-Sünnet bütünlüğüyle ayetlerin doğru anlaşılması ve yaşanması ancak mümkün olabilir.

D-Bir hadis, ayette olmayan bir konuda yeni/sıfırdan bir hüküm getirmesi (teşri’)

1) Ayetlerde evlilikte şahitlerin olma şartı hiç geçmemektedir. “Şahitler olmadan kıyılan nikâh geçerli olmaz.”[11] Hadisi ile şahit (ilan) şartı getirilmiştir. Yani hadis-i şerif ayetlerde olmayan yeni bir hüküm getirmiştir.

Hadislerin, ayetlerde olmayan bir hükmü koyması kabul edilmez ise bir erkek ve bir kadının, kimsenin olmadığı bir yerde (örneğin bir otel odasında) gizlice, baş başa/kendi kendilerine yani şahitsiz nikah kıymaları geçerli kabul edilmesi gerekir. Böyle bir kabul, ispat etme şartı getirmediği için zina yapan herkesin, nikah kıydık yalanı ile gayri meşru olan hayatını meşrulaştırmasına zemin hazırlar. 

Böyle olumsuz bir sonuç kabul edilemeyeceğine göre hadisin yeni bir hüküm koyabileceğinin kabul edilmesi zorunlu hâle gelmektedir. Zaten nikah için şahit şartını herkes kabul ettiğine göre aslında Peygamberimizin ayetlerde olmayan bir hükmü de koyabileceği de kabul edilmiş olmaktadır. Hem şahidi zorunlu görüp hem de Peygamberimizin hüküm koyamayacağını iddia etmek çelişkili bir yaklaşım olacağı için doğru olamaz.

2) Ayette mahrem yerlerin örtülmesi için elbise indirildiği beyan edilmektedir. (A’râf, 7/26.) Kadının tesettürü ile ilgili ayrıca ayetler (Ahzâb, 33/59; Nur, 24/31) olmakla birlikte erkeğin tesettürünün varlığı, şekli ve kapsamı hakkında Kur’an’da hiçbir bilgi yoktur. "Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır."[12] "Diz kapağı avret yerindendir."[13] gibi hadislerden erkeğin avret (örtmek/gizlemek zorunda olduğu) yerlerinin olduğunu öğreniyoruz.

Sonuçta erkeğin tesettürü hadislerle belirlenmiştir. Peygamberimizin hüküm koyamayacağını savunmak erkeğin zorunlu tesettürü olmadığı yani üryan gezebileceği sonucuna mecbur bırakır ki bunu, hadislerin hüküm koyamayacağını iddia edenler dahil hiç kimse kabul edemez. Neticede erkeğin tesettürünün kabul edilmesi hadislerin hüküm koyabileceğinin de kabulüne mecbur bırakmaktadır.

3) Namaz abdestinin nasıl alındığı ayette anlatılırken (Mâide, 5/6.) özürlünün abdesti Kur’an’da açıklanmamıştır.

  • Yıkanması gereken bir organa suyun değmesine engel bir özür olduğunda yıkanmayıp mesh edilmesi,
  • Normal abdesti bozan bir durum özür nedeni ise o kişinin abdestini bozmaması,
  • Namaz vaktinin değişmesi normalde abdesti bozmaz iken özürlü de bozması gibi özürlünün abdestinde farklılıklar vardır.

Özürlünün farklı aldığı abdesti ve farklı geçerlilik şartlarını kabul etmek ayetlerde olmayan hükümlerin hadislerle konabileceğinin kabul edildiği anlamına gelmektedir.

4) Evcil eşek eti, yırtıcı hayvanlar ve pençesi olan hayvanların etinin yenmesi konusu Kur’an’da geçmeyip hadislerde açıklanmaktadır.

Hadislerle yeni/sıfırdan hüküm olarak konan bu konular[14] Peygamberimizin hüküm koyamayacağı iddiasıyla kabul edilmediğinde kedi, köpek, fare vb. hayvanların etleri yenilebilir sonucu çıkar ki bunun kabulü mümkün değildir.

Bu bölümde maddeler halinde sıralanan bu gerekçeler nedeniyle Peygamberimizin hüküm koyma yetkisinin olduğunun kabul edilmesi gerekir. Zaten bu yetkinin olduğunu Rabbimiz de beyan etmektedir. (Ahzâp, 33/36.)

Netice ayetleri doğru anlayabilmek kadar dinin bütününü doğru anlamak ve yaşayabilmek için de Peygamberimizin uygulamalarına (hadislere) ihtiyaç olduğu inkâr edilemez bir gerçekliktir.

E- Başka alimlerin ayetten anladığıyla hadislerin uyumlu olmasını dikkate almayıp sadece kendi anladığı ile uyumlu olması beklentisi

Böyle bir mantıkla hadisi reddeden bakış hepten fecaat (çok kötü) bir yaklaşımdır. Çünkü bu durumdaki bir hadisi kabul etmeme, kendisini doğrunun tek kaynağı ve tek belirleyicisi olarak görme anlayışından kaynaklanmaktadır.

Bu yaklaşımda, kendi aklını adeta şaşmaz, yanılmaz ölçü (mihenk) görüp hem ayet hem de hadis buna göre anlam ve değer kazandığı düşüncesinin etkili olduğu izlenimi vermektedir. Bu yaklaşım mantığı ilmen, dinen ve ahlaken doğru olamaz.

Buraya kadar açıklanan çok sayıda örnekte görüldüğü gibi ayetin hükmünün kapsamını, hadis-i şeriflerin bir şekilde etkilediği; etkileyemez diyenlerin de iddialarının aksine pek çok konuda kendi uygulamalarıyla (zımnen de olsa) bunu kabul ettikleri görülmektedir. Daha da önemlisi bu etki ayetlerin doğru anlaşılabilmesini de sağlamaktadır.

Dar ve ideolojik bakış yerine tarafsız ve ilmî bakış ile konu değerlendirildiğinde, hadislerin ayetten çıkan hükümlerin kapsamını daraltma (tahsis/takyid), genişletme (ta’mim) ve sıfırdan hüküm koyma (teşri’) noktasında etkisinin ve işlevinin olduğu itiraz edilemeyecek bir gerçekliktir.

Bu gerçeği inkâr ederek hadisleri işlevsiz görmek, hem birçok ayetin doğru anlaşılması ve uygulanmasında çözümsüzlüğe yol açmakta hem de yazının başında zikrettiğimiz Peygamberimizle ilgili ayetlerle uyumlu bir yaklaşım olmamaktadır.

Son söz olarak, hadis-i şerifler olmadan Kur’an’ın dolayısıyla da İslâm’ın doğru anlaşılamayacağı bilinciyle Müslümanın içi boş, sloganik, moda akımların etkisinde kalmaması yani uyanık olması istikametten ayrılmamasının temel şartlarından olduğu bilinmelidir.

Yazımızı Rabbimizin bizlere öğrettiği şu dualarla bitirelim.

“Bizi dosdoğru yola ilet” (Fâtiha, 1/6.)

“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma…” (Âl-i İmrân, 3/8.)

“…Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma!...” (Haşr 59,10)

“…Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır…” (Âl-i İmrân, 3/147.)

“…Selam (kurtuluş, esenlik) doğru yolda gidenleredir.” (Tâhâ 20/47.)

 

 

 


[1] Tirmizî, Tahâre, 52; Ebû Dâvûd, Tahâre, 41; Nesâî, Tahâre, 46; İbn Mâce, Tahâre, 38.

[2] İbni Mâce Et’ıme, 31.

[3] Konunun tüm detayı delilleriyle birlikte ve karşıt iddiaların her birinin cevabı Tahlil Yayınları’ndan çıkan “Hangi İslam” adlı kitabımızda mevcuttur.

[4] Buhari, İhsar ve Ceza-i’s-sayd, 18 (1846). Bu hadisin sadece hacla ilgili olduğu ve hac dışında da tüm zamanları kapsadığı şeklinde farklı görüşler vardır.

[5] Ebû Davud, Salat,14.

[6] Mehmet Erkal, Zekât, TDV İslâm Ansiklopedisi.

[7] Buhârî, “Rehn”, 2; “Selem”, 6; “Büyûʿ”, 14, 33.

[8] Buhârî, Nikah, 27; Müslim, Nikah, 37-39.

[9] Buhârî, “Şehâdât”, 7; Müslim, “Raḍâʿ”, 9.

[10] “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz cinsi cinsine birbirine eşit ve peşin olarak satılır. Malların sınıfları değişirse peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın” (Müslim, “Müsâḳāt”, 81; Tirmizî, “Büyûʿ”, 23)

[11] Buhari, Şehadat, 8.

[12] Ahmed b. Hanbel, II/187.

[13] Zeylaî, Nasbu'r-Raye, I, 297.

[14] Yırtıcı hayvanların etinin yenmeyeceği hakkındaki hadisler için bk: Buhârî, Tıb, 57; Müslim, Sıyâm, 11; Ebû Dâvûd, Sünne, 5.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul