
Sözlükte İlim
“İlim, a’lem, allâm, alîm, âlim, âlem, alem, alâmet, ta‘lim“ gibi kelimelerin aslı ‘a-li-me‘ fiilidir.
Bu da sözlükte; (bir şeyi) tanımak, tahkik ederek bilme ve ona yakîn hasıl etmek, bir konu hakkındaki düzenli bir ma’rifettir, bir şeyin sûretinin zihinde şekillenmesidir.
İlim; bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması gibi farklı şekillerde tarif edilmiştir.
İbn Faris şöyle demiştir: “İlim, bir şeyi kendisinden olmayandan ayırdığımız belirti, iz, eser ve delildir. Bu sebeple bir şeyin alâmeti onun tanınmasını sağlayan şeydir. İlim cehâletin zıddıdır. Demek ki ilmin aslı; temyiz, yani ayırdetmek, seçmek olur.“
Buna göre ilim; doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan, ıslahı ifsattan, iyiyi kötüden, adaleti zulümden ayırmamıza yarayan bir zihin faaliyetidir veya “gerçeğe ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaattir.” Ya da bir şeyi mahiyeti ve olduğu hâl üzere tanımak, idrak etmektir. Tıpkı bütünün parçadan büyük olduğunu idrak etmek gibi.
Kavram Olarak İlim
İslâmî bakış açısıyla ilim, insanın duyu vasıtaları ile elde ettiği veya Allah(c.c.)‘nun vahiy yolu ile doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakîni bilgidir.
Peygamber (s.a.s.) döneminde “ilim”kelimesinin sözlük anlamıyla bilgi manasında kullanıldığı gibi, vahyi ilgilendiren, ya da onun çevresindeki bütün bilgiler de içinde kullanılıyordu.
İslâm tarihinde ilimler tasnif oluncaya kadar hadis, siyer, tefsir, akaid veya fıkıh konularının hepsine ‘ilim’ denildiğini görmekteyiz.
“İlim elde etmek“, “ilim öğrenmek ve öğretmek“, “ilmi gizlememek“, “ilim için yolculuklara çıkmak“, “ilmi yazı ile kayıt altına almak“, “hayırlı ilim bırakmak“ gibi tabirler genel ifadeler olup; bilgiyi, bilmeyi ve özellikle İslâm hakkındaki bilgileri anlatıyorlardı.
İlim ile “yakîn“ arasında da fark vardır. İlim, bir şeye aklın, yakîn ise bir şeye kalbin yatmasıdır. Yakîn‘in öznesi “mûkın“, şüphe yerine kesin kanaat sahibi olan kimse için kullanılır. Zira îkan, şekkin-şüphenin tersidir.
İlim ile “şuur-bilinç“ arasında da fark vardır. Şuur, ince bir dikkat ile elde edilen, hassaslık özelliği yüksek bilgi demektir. İki şey arasındaki ince farkı kavramak şuurdur.
İnsana bakan yönüyle ilimden amaç; insanın kendisi, varlık ve hayatın anlamıyla ilgili doğru, güvenilir ve sahih perspektife sahip olmasını sağlamaktır.
“Hakikatin bilgisi/ilmi” Kur’anî kavramdır. Bu kelimenin başka dillerde aslî manada karşılığı yoktur. Bu açıdan Allah’ın, Peygamber’i ile gönderdiği Hakikatler olmasaydı, bu âlemde “ilim” diye bir kavram/olgu da olmazdı.
İlmin özü ve aslı itibariyle İslâm veya vahiy olduğunu Rasûlullah’a; “Onlar sana uymazlar; eğer sen de sana ilim geldikten sonra onlara uyarsan zâlimlerden olursun.” şeklinde hitap edilmesinden de anlıyoruz. Çünkü ona gelen ilim İslâm’dı.
Kur’an’da İlim
İlim, Kur’an’da Allah ve şuurlu varlıklar hakkında kullanılan müşterek bir kavramdır.
“İlim“ Kur’an’da en çok kullanılan kelimelerden biridir. Türevleri ile birlikte yaklaşık sekiz yüz eli yerde geçiyor. Zû-vecih, yani çok anlamlı bir kelimedir. İsim ve fiil olarak bazen “bilgi“, bazen kavram anlamıyla yer alır.
Mukâtil b. Süleyman’a göre Kur’an‘ın, ilim/bilmek fiilini; görmek, yakinen bilmek, Allah’tan gelen bilgi olarak üç manada kullandığını söylüyor.
Kur’an’ın “ilim” kelimesini hangi manalarda kullandığını şöyle sıralamak mümkün:
1-Sezgi
İbrahim (a.s.) babasına; “…Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, seni doğru bir yola eriştireyim” demişti.
Dâvûd’a ve Süleyman (a.s.)’a verilen bilgi de İbrahim (a.s.)’a verilen ilmin benzeridir, yani zihinsel sezgi, kuvvetli bir basiret veya kavrama ve sağlam hüküm verme yeteneğidir.
2-Aklî Bilgi
İnsanların gök cisimlerinin hareketlerine bakarak takvim ve hesap
bilgisine ulaşmaları bu tür bir bilgidir.
İbrahim (a.s.)’ın yıldızlara, Ay’a ve Güneş’e bakarak Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşması da buna benzer.
3-Kesin Delil
Kur’an, Rasûlüllah (s.a.s.)’e hitaben; “Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki…“ diyor.
Buradaki ilim; İsa (a.s.) hakkında Tevhid’e uymayan inanca sahip olanlara karşı kullanılan ikna edici, kesin, apaçık ve dosdoğru ispat ve delildir. Şüphesiz ki bu ilmin, yani bu beyyinâtın (apaçık delillerin) kaynağı Vahiydir.
4. Önceki Kitaplar
“Dahası onlara (tevdi edilen) görevden dolayı açık işaretler vermiştik. Ne ki onlar durdular durdular da, kendilerine ilim geldikten sonra ayrılığa düştüler…“
İsrailoğullarına verilen ilim şüphesiz ki Musa (a.s.)’ya indirilen Tevrat idi. Onlar Tevrat’a rağmen tefrikaya düştüler.
5. Kitap (Kur’an’ın Bir Adı Olarak el-İlm)
Allah (c.c.)‘nun sözü olan Kur’an’ı da “ilim“ diye adlandırılmıştır. İlim sıfatı bir çok âyette masdar şekliyle Allah‘a izafe edilmiştir. Bu bağlamda Kur’an kendisinin Allah’ın ilmiyle indirildiğini açıklıyor. “Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şâhitlik eder. Melekler de buna şâhitlik ederler. Allah’ın şâhitliği de yeter.”
Allah (c.c.) Muhammed (s.a.s.)’e hiç kimsenin bilmediği özel bir ilim indirdi. Bir çok müfessire göre ona verilen “ilim“ Kur’an’dır.
Kur’an’ın pek çok adından biri de el-İlm’dir. O, Allah’tan gelen bir ilim olduğu gibi, içinde ilme dayalı açıklamalar bulunan bir kitaptır.
6. Doğru Bilgi
“Ne ki yine de insanlar içerisinden herhangi bir (doğru) bilgiye, yol gösterici bir kılavuza ve aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir.“
Bazıları bilgisizlik yüzünden çocuklarını öldürürler, Allah’ın helâl kıldığı rızıkları haram ederler. Bunların elinde kesin bilgi olsa, ya da kendilerine ilâhî kaynaktan indirilen hükümlere göre hareket etseler zalimce çocuklarını öldürürüler miydi?
Allah’tan gelen sağlam bilgiye itibar etmeyenler insanları saptırmak için boş, temelsiz, oyalayıcı sözleri kullanırlar.
7. Hakikat Tasavvuru
“Lût’a da sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik ve onu çirkin eylemleriyle tanınan şehirden kurtardık…”
Hüküm, tüm altarnatifleri en doğru şıkka indirme işlemi demektir. Aynı kökten gelen hikmet, işte bu işlemi mümkün kılan yetenektir. İlim, hüküm ve hikmeti birbirine bağlayan bağ “seçip ayırma (temyiz)” yeteneğidir.
8. Allah’ın İlmi
Yukarıda geçtiği gibi Kur’an’daki “ilim“ kelimesi ya doğrudan Allah’ın bilgisine, ya da Allah’ın insanlara ihsan ettiği “Hakikat bilgisi“ne vurgu yapıyor.
Meleklerin; ”… Senin bize bildirdiğinden başkasını bilmeyiz, Sensin her şeyi bilen… ” itirafı aslında insana bilginin kaynağını işaret eden bir ihtardır.
Kur’an ilmin Allah (c.c.)’a ait olduğunu çeşitli şekillerde haber veriyor.
İnsana öğrenme yeteneklerini, araçlarını, imkanlarını, bilgi edinme ve
bunu kullanma iznini veren Allah’tır. el-Alîm ve el-Âlim isminin insan üzerindeki sonucu; insanın ilim öğrenmesi ve bunu hem çoğaltması, hem de kullanmasıdır.
9. Vahy/Hidâyet/Hakikat Bilgisi
İlim her şey şeyden önce Allah’a ait olan bilgidir ve insanlara vasıtalı
veya vasıtasız bildirdiği gerçeklerdir. Buna; vahiy, hakikatin bilgisi, hak (gerçeğin bizzat kendisi), hidâyet denilebilir.
“… Sana İlim geldikten sonra eğer onların keyiflerine uysaydın, bu durumda sen kesinlikle kendine zulmedenlerden olurdun.“
İnkârcılar hakikatin bilgisi Allah‘tan geldiği hâlde çekişmeye, şüphe etmeye, yan çizmeye devam ederler.
Kur’an kendisini “ilim” ve aşkın Hakikatin kaynağı olarak nitelendiriyor. Dolaysıyla Kur’an’da “ilm”e yapılan vurgu; hem ilmin kaynağına işarettir, hem de Kur’an’ın şüphe götürmez bir Gerçek olduğunu duyurmaktır.
10. Allah’ın Bir Sıfatı Olarak İlim
‘İlim’ Allah’ın zâtına nisbet edilen sübûtî sıfatlar içinde yer alır. Bu da “Allah’ın gerek duyular âlemine gerekse duyu ötesine (gayba) ait bütün her şeyi bilmesi” şeklinde açıklanıyor.
Allah (cc) her şeyi ilmiyle yaratır. Dolaysıyla O yarattığı şeyin de âlimidir. Ancak O‘nun ilmi sonradan kazanılmış bir ilim değildir. İlim O’nun zâtıyla muttasıftır.
Kur’an’da Allah’ın en yetkin şekliyle bilen bir varlık olduğu; alîm, habîr, şehîd, şâhid, hâfız, muhsî, vâsi‘ gibi isimlerle ifade edilmiştir. Bu kavramlar çerçevesinde ilim “zaman ve mekân sınırı olmaksızın küçük büyük, gizli âşikâr her şeyi ve her hadiseyi müşahede etmişçesine hakkıyla bilmek” mânasına gelir.
İlim hadislerde de Allah’a nisbet ediliyor.
Yerde ve gökte hiçbir zerre O’ndan gizli kalmaz.
O, sînelerin özünü, yüreklerin ne sakladığını bilir.
”Marifet, şuur, fıtnat, idrak, ihsas, akıl“ gibi kelimeler de bilmeyi ifade ederler. Ama Kur’an bunlardan sadece ilmi Allah‘a nisbetle kullanır.
Kur’an’da Allah’a nisbet edilen, ilim kökünden türemiş üç sıfat daha vardır; alîm, âlim ve allâm.
Alîm
Her şeyi bilen, çok bilen demektir. Allah’ın güzel isimlerinden (Esmâu’l-Hüsnâ’dan) biridir. Alîm, mübâlâğalı ism-i faildir (özne isimdir).
Alîm, Allah’ın ilmini, ilminin sonsuzluğunu, her şeyi mutlak anlamda bildiğini özel olarak ifade eden bir isimdir.
el-Alîm olan Allah (c.c.) olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak şeyleri bilen, kendisine kâinatta hiç bir şey gizli kalmayan ve ilmi küçük büyük, zâhir-bâtın her şeyi kuşatan şeklinde tarif ediliyor.
el-Alîm ismi Kur’an’da yüz atmış iki defa geçiyor. Bunlardan 1yüz elli üç yerde bazen tümleç (mef’ul), bazen de tek başına (elli bir yerde) Allah’ı nitelemek üzere...
el-Âlim, her şeyi, her durumda, gerek zamansız ve mekansız, gerekse her zaman ve mekanda, insanların bilemediği ve idrak edemediği şeyleri eşsiz ve benzersiz biçimde bilen demektir.
Alîm olan Allah (c.c.) asla unutmaz ve yanılmaz. Türü ne olursa olsun O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. O şimdiye kadar olanları da, şimdi olanları da, bundan sonra olacakları da, yarattıklarının nasıl yaşadığını da, insanlar hakkınde neyin hayr neyin şer olduğunu da âhirette ne olacağını da bilendir. O’nun ilmi zamanla ve mekanla kayıtlı değildir, parçaları kuşattığı gibi, bütünü de kuşatır. Oluştaki düzen O‘nun ilmininin kapsamı ve hikmeti konusunda yeterli delildir.
Allah’ın bilmesi (ilmi) insan tarafından kavranamaz ve bilinemez. İnsanların bilgisi eksik ve sınırlıdır. O’nun bilgisi ise mutlak ve sınırsızdır.
İnsanın Allah‘ın Alîm olduğunu bilmesi; gereğince amel etmesi içindir. Kul, yaptığı her şeyin Allah tarafından bilindiğinin şuûrunda olmalı ve ona göre davranmalıdır. Allah değil yaptıklarımızı, içimizden geçirdiklerimizi dahi bilmektedir.
Âlim
Bilen, bilgin, bilici, ilim ve idrak sahibi kimse demektir.
Âlim de, ilim kökünden ism-i fâildir (özne isimdir). Âlim Kur’an’da on üç ayette yer alıyor. Ancak ilginçtir, hepsi Allah (svt) hakkında gelmesine rağmen hiç biri tek başına değil... Hepsinde de isim tamlaması olarak kayıtlı bir tarzda Allah’ı nitelendiriyor.
Âlim, Allah’ın bir vasfı olarak ifade edildiğinde kendisine hiç bir şeyin gizli kalmadığı varlık anlamını taşır.
On âyette “Âlimu‘l-ğaybi ve’ş-şehâdeh-şehâdet ve ğayb’ı (görüneni ve görünmeyeni) Bilen“ şeklinde, iki âyette “âlimu’l-ğayb-ğaybı (görünmeyeni) bilen“ olarak, bir âyette de “Allah göklerin ve yerin ğayblarının âlimidir“ şeklinde geçiyor.
Bu isim “Sonra gayb ve şehâdeti bilene döndüreleceksiniz“ ibaresi ile geldiği her yerde, tamlama olmaksızın özel isim durumundadır. Demek ki Âlim sıfatı hemen her yerde gayb kelimesine tamlama olarak gelmiş. “… gaybleri hakkıyla bilen ancak Sensin, Sen“ gibi...
-Allâm
İlim‘den ism-i tafdîl (çokluk) kalıbı olup, “daha iyi, en iyi, pek iyi bilen“ demektir. Kur’an’da kırk dokuz âyette geçiyor. Hepsinde de Allah’a nisbet ediliyor. Ancak Kur’an’da hiç bir yerde belirlilik takısı (harf-i ta’rif) ile gelmemiştir. Hemen her yerde ilgili bir tümleci vardır.
Bu, ‘Âlim‘ isminin tekerrür (tekrar) ve mübalağa bildiren fa’al şeklidir. Bir kimsenin bilgisinin çokluğunu ifade eden bir övgü kalıbıdır. “Cidden çok bilen“ demektir. Allah hakkında; “hiç bir şeyin kendisine gizli kalmayan“, “olmuşu ve olacağı bilen“ tarzında tanımlanmıştır.
“Allâm“ sıfatı, Kur’an’da dört âyette ve ğayba tamlama olarak “allâmu’l-ğuyub-ğaybları çok çok bilen“ şeklinde geçiyor. Bu dört âyetten ikisinde Allah (c.c.) kendisinin bu özelliğe sahip olduğunu haber vermekte, birinde melekler, birinde de, İsa (a.s.)‘ı böyle nitelendirmektedir.
Hadiste istihâre duasına ‘Allâm‘ geçmektedir: ‘‘…fe inneke takdiru velâ ekdiru ve ta‘lemu vela â‘lemu ve ente allâmu‘l-ğuyûb…, …Şüphesiz senin her şeye gücün yeter; benim gücüm yetmez. Sen bilirsin, ben bilemem. Sen şeyi çok iyi bilensin, Allah’ım…”
el-Alîm İsminin Tecellisine Mazhar Olanlar: Âlimler
Âlim sıfatı insanlar hakkında da kullanılabilir. Bilindiği gibi “Esmâu’l-
Hüsnâ“nın pek çoğunun insan ve yaratıklar üzerinde tecellileri, etkileri ve yansımaları vardır. Allah’ın ilim sıfatının ve el-Alîm isminin insanlara yansıması da onların bilgi sahibi olmaları, bilgiyi üretebilmeleri ve kullanmaları, bazı şeylerin bilgini olabilmeleri anlamındadır.
Günümüze Türkçe’de kullanılan âlim-bilgin kavramı ile Kur’an’ın âlim dedikleri arasında fark var mıdır? Evet...
Kur’an’da ilim, en sık kullanılan anlamıyla ilâhî vahiyden kaynaklanan, yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. Bu da Allah’tan olduğuna göre, İslâm’ın tamamı ilimdir (yani Hakikatin bilgisidir). Âlim de gerçek müslümandır.
Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim, kesin bilgi demektir. Onun için; ilmi, yani Allah’tan gelen hakikati kabul etmeyen kişiye profesör bile olsa din dilinde câhil; böyle kişilerin oluşturduğu toplum düzenine de câhiliyye denir.
‘İlim’ kavramının Kur’ânî anlamından saptırılarak salt bilgi veya bilim, ’âlim’ kavramının da yalnızca bilen, bilgin, ya da entelektüel olarak anlam verilmesi sonradandır ve vahye göre isabetli değildir.
Kur’an’ın; âlim olarak bahsettiği kimseler, günümüzdeki anlamıyla tabiat veya pozitif bilimleri, felsefeyi, bilimsel veya teknik bilgileri vs. bilen değil; vahyin bilgisini kuşanmış ve onu hayat rehberi yapan kimsedir.
Kur’an’a göre ilim, çok söz/rivâyet ve kuru malumat ya da ezber edilen şeyler değil, haşyet sahibi olmaya vesile olan, faydalı olan ve kendisiyle amel edilendir. Bu anlamda ilim, eşyanın illet, hikmet ve gayesini kavramaktır.
Âlim olmak ve entelektüel olmak arasındaki farka dair şunlar da söylenebilir: “Âlim Kur’an’ın kullandığı bir kavram olup Allah’ın vahyini bilen ve ona uygun yaşayan, sorunların çözümünü vahye uygun şekilde yapan ve hayatını Allah için adayan kimsedir.“
Kur’an’a göre ilim; Allah’ın vahiy yoluyla gönderdiği, içinde asla şüphe ve zan bulunmayan kesin bilgi olduğuna göre; bu bilgiye sahip olana da ‘âlim’ denilir. Yani Kur’an’ın ‘ilim’den kastettiği “vahiy, hakikat bilgisi”dir, ”ilim sahipleri” diye kastettikleri ise vahyin bilgisine sahip olanlardır. (Türkçe’de herhangi bir ilim dalında bilgi sahibi olanlara sözlük anlamıyla âlim, bilgin denilebilir.)
Her insanın yeryüzündeki görevi, rolü ve fonksiyonu farklı olduğundan yetenek ve kapasitesi de farklıdır. Bu bakımdan, herkes aynı şekilde ilim öğrenemez. Allah bu noktada insanları derece derece kılmıştır ve herkes kapasitesi ölçüsünde ilimden yararlanır.
İki âyette ilimde derinleşenlerden (râsihûne fi’l-ilm) bahsediliyor. İlimde derinleşenler aslında yakînleri sabit olanlar ve basiret sahibi kimselerdir.
Onlar; hem sınırlarını ve acziyetlerini bilirler hem de bilgiyi amacı doğrultusunda kullanmayı becerirler. Kendilerine bahşedilen kavrama yeteneğini, dünya hayatı denemesini kazanmak üzere harcarlar.
Kur’an’daki ve varlık âlemindeki âyetler üzerinde düşünmek, insanı bir yerlere kadar götürebilir. Ancak Kur’an’ı daha geniş ve daha tutarlı anlayabilmek için ilim sahibi olmak, ilimden nasip almak, altyapıyı kurmak gerekir. Bunun da yakîn bir iman ile teslimiyet olduğu açıktır. Gerçek bilgi (ilim) hayatın illet, amaç ve hikmetini gösterir. Buna da insan ancak vahyin kılavuzluğu ile ulaşabilir.
Kitap‘taki ve varlıktaki âyetleri Allah’a referansla okuyan herkes ‘âlim‘ sıfatını hak eder. Onun uğraş alanı tefsir, tarih, fizik, kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji veya tıp olsa da farketmez. Bu âyetleri Allah’a referansla okumak, Kur’an’da ilk inen; “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla“ emrini yerine getirmektir.
Son vahiy olan Kur’an, insana sadece yaratılanları okumanın değil Yaratanı tanımanın formüllerini de verdi. Kur’an: “Allah’tan kulları içinde layıkıyla yalnızca âlimler haşyet duyar“ diyor.
Âlim, Allah’ın her şeyi bildiğini bilen ve bu bilgiyi hiç aklından çıkarmayan, Âlim, Alîm olan Allah karşısında bilmediğini bilendir. Zira insan sınırlı bir varlık olduğu için bilgisi de sınırlıdır. Allah bazı şeylerin bilgisini insana hiç vermemiş, bazılarının bilgisini ise azıcık vermiştir.
Kişi hakikatin bilgisine teslim olursa âlim olur, teslim olmaz da ona sırt çevirirse zalim olur.
Derler ki: “Âlimler ümmetin beynidir. Bedenin birliği beyinde başlar. Eğer sinir sistemi işlevini yapamıyorsa, beden felç demektir.“ Ümmetin içine düştüğü manevi ve sosyal felçten kurtulması beyin konumundaki âlimlerin görevlerini hakkıyla yapmasına bağlıdır.
Netice
İlim değerlidir, ama pratik hayata aktarılmayan ilim bir işe yaramaz. Nitekim kendilerine Tevrat, bir anlamda Hakikatin bilgisi geldiği hâlde onunla amel etmeyenleri Kur’an “sırtında kitap taşıyan merkeplere” benzetmektdir.
Peygamber (s.a.s.) şöyle dua ederdi:
“Ey Allah’ım! Haşyet duymayan (ürpermeyen) kalpten, faydası olmayan ilimden… sana sığınırım”
“Allah’ım! Bana öğrettiğin ilimden beni faydalandır. Faydalanacağım şeyleri bana öğret. İlmimi artır…”
R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s. 513. İlmin ve türevlerinin anlamları için bkz. A. İbn Fâris, Mekâyisu’l-Lüğah, s. 596. el-Cevherî, es-Sıhah, 5/356-357. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/263-265.
İ. Kutluer, TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/109.
A. İbn Fâris, Mekâyisu’l-Lüğah, s.596. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/263.
Cürcânî, et-Ta’rifât, s.157.
R. el-Isfehani, el-Müfredat, s. 513. M. Fevzi en-Neal, Mevsûatu’l-Elfâz’l-Kur’aniyye, s. 537-538.
M. el-Useymin, Şerhu’l-Usûl min Ilmi’l-Usûl, s.55.
A. Bulaç, Bilgi Neyi Bilmektir, s.61.
Bakara 2/145.
H. Keskin, İslam Düşüncesinde Bilgi Teorisi, s.20.
Mukâtil b. S., el-Vücûh ve’n-Nezâir, s.112.
Meryem 19/43.
Bkz. Neml 27/15. Enbiyâ 21/79.
Bkz. İsrâ 17/12.
Bkz. En’am 6/76-79.
Âli İmran 3/61.
Bkz. Yûnus 10/93.
Câsiye 45/17.
Bkz. Şûrâ 42/14.
Nisâ 4/166. Bir benzeri; Hûd 11/14.
Zemahşerî, el-Keşşaf, 1/579
Bkz: Bakara 2/120, 145. Ra’d 13/37.
M. Çelik, Kur’an, Kur’an’ı Tanımlıyor, s.114.
Bkz. A’raf 7/52.
Hac 22/8. Ayrıca bkz: En’am 6/100. Nûr 24/15. Hac 22/3, 71. Lokman 31/20. Mâide 5/109.
Bkz. En’am 6/140.
Bkz. Lokman 31/6.
Enbiyâ 21/74.
Bakara 2/31.
Bakara 2/145. Ayrıca bkz: Bakara 2/120. Âli İmran 3/19. 17 İsra/107.
Bkz. Âli İmran 3/61.
Bkz. Nisâ 4/162.
İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/263. İbn ebi’l-İzz el-Hanefi, Şerhu’l-Akidetü’t-Tahâviyye, s.141.
Bkz: Buhârî, İstiska, 29; Müslim, İman, 5.
Yûnus 10/61.
Mülk 67/13-14.
S. Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s.145.
S. Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s.147-148.
H. A. el-Besyûnî, el-Esmâu’l-Hüsnâ (ter.), s. 143. S. Sabık, el-Akâidu’l-İslâmiyye, s. 60
Bkz. Bakara 2/235. M. S. Şimşek, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, İlim mad.
S. Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s.148.
Bkz. En’am 6/73. Tevbe, 9/94, 105. Ra’d 13/9. Mü’minûn 23/92. Secde 32/6. Zümer 39/46. Haşr 59/22. Cumua 62/8. Teğâbun 64/18.
Bkz. Sebe‘ 34/3. Cinn 72/26
Bkz. Fâtır 35/38.
Bkz. Saff 62/8. Tevbe 9/94, 105.
S. Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, s.149.
Mâide 109.
S. Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyet, s. 148
Bkz. Fâtır 34/48. Tevbe 9/78. Mâide 5/109, 116.
S. Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyet, s. 149
Buhârî, Teheccüd, 25(1162), Deavat, 48 (6382), Tevhid, 10 (7390). Tirmizî, Vitr, 18 (480). İbn Mâce, İkâme, 188 (1383).
A. Kalkan, Ansiklopedik Kur’an Kavramları, 6/43.
Zamahşerî, el-Keşşâf, 1/577
A. Kalkan, Ansiklopedik Kur’an Kavramları, 6/48
Tirmizî, Deavât, 68 (3482); Müslim, Zikir 18/73 (6906); Ebû Davud, Vitr 32 (1548); Nesâî, İstâze 13 (5460), 65 (5540); İbn Mâce, Mukaddime 23 (250), Dua 2 (3838).
İbn Mace, Dua 2 (3833), Mukaddime 23 (252); Tirmizî, Deavât 128 (3599).