21 Mart 2025 - Cuma

Şu anda buradasınız: / Ramazan’da İslam Âlemi
Ramazan’da İslam Âlemi

Ramazan’da İslam Âlemi Ahmet VAROL

Ramazan Müslümanlarda ümmet bilincini güçlendirmek için önemli bir fırsattır. Çünkü bu mübarek ayda Müslümanlardan istenen vazifelerden biri de birbirlerinin dertleriyle dertlenmeleridir. Bu aya özel olarak fıtır sadakasının (fitrenin) konması işte bu "ilgilenme" talebinin sembolik bir uygulamasıdır. Verenler açısından sembolik olmakla birlikte ihtiyaç sahiplerinde basite alınamayacak rahatlamaya vesile olmaktadır.

Oruç en başta Allah'a karşı bir kulluk sorumluluğu ve ibadet olmakla birlikte hikmetlerinden biri aç ve ihtiyaç içindeki mü'minlerin sıkıntılarını hissetmek ve anlamaktır. Bu hikmet iman kardeşliğinin ve ümmet bilincinin önemine biraz daha dikkatimizi çekmektedir.

Ümmet bilincinin gerçek anlamda hâkim kılınabilmesi için Müslümanların iradeleri dışında ve genellikle ulusçu anlayışlara göre çizilmiş sınırların aşılması, tüm Müslümanları bir bütün olarak kabul eden anlayışla hareket edilmesi gerekir. Böyle yapılırsa mekânda yakınlığa ek olarak ihtiyaçta öncelik de dikkate alınacaktır.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim. Öyleyse benden sakının." (Mu'minun, 23/52) Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurur: "İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin." (Enbiya, 21/92) Resulullah (s.a.s.) de bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır."

Burada Müslümanların ümmet olarak bütünlüğüne, birliğine dikkat çekilmekte, her zaman birbirleriyle dayanışma içinde olmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Zaten sömürgeci güçlerin Müslümanlar üzerinde dünyevi üstünlük sağlamaları ve onları siyasi yönden hakimiyet altına almaları da ümmet bilincinin zayıflatılmasından sonra olmuştur.

Ümmet bilincinin zayıflatılmasıyla birlikte aralarına etnik kimliklere dayalı birtakım sınırlar da çizildi. Bu sınırlar aralarındaki ilişkileri zayıflattı, güç birliğini bozdu.

Ancak unutmamak gerekir ki artık dünya globalleşmiş durumdadır. Böyle bir dünyada bir toplumun tek başına bağımsızlığına kavuşması mümkün değildir. Artık gerçek bağımsızlık ancak dayanışma, işbirliği ve globalleşme yoluyla mümkündür. Kısacası Müslümanların yeniden ümmet olmaya ihtiyaçları var. Ümmet bilincine ulaşmak için de öncelikle birbirlerinin dertleriyle dertlenmeleri, birbirlerinin gündemlerini takip etmeleri gerekir. Eğer biz kendimizi Türkiyeli Müslümanlar olarak İslam ümmetinin tamamı gibi görürsek, çağdaş sömürgeci güçlerin bizim için biçtiği kaftanı istesek de istemesek de giymek zorunda kalırız.

Ne var ki ümmetin birliğini ve merkeziyetini temsil eden hilafet müessesesinin ortadan kaldırılmasından sonra çizilen coğrafi sınırlar maalesef insanların kafalarında da birtakım düşünce sınırları oluşturmuş. Belli bir coğrafyaya mal edilen kitleler kendi aralarında bir işbirliği ve dayanışma gerçekleştirebilseler bile söz konusu sınırları aşarak ümmet platformunda bir bütünleşmenin kapılarını zorlamanın imkânlarını araştırma gereği duymuyorlar. Kısacası sömürgecilerin çizdiği sınırlar istenen fonksiyonu icra etmiş görünüyor.

Bu oyunun bozulması için sınırları aşmamız gerekiyor. Sınırları aşabilmek için de önce kafalara çizilen sınırların silinip atılması gerekir.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de; "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat, 49/10) diye buyurarak tüm mü'minleri kardeş ilan etmiştir. Aynı zamanda bu kardeşliğe herhangi bir sınır da konmamıştır. İster İslâm coğrafyasında yaşıyor olsun isterse bir başka ülkede, bir mü'min diğer mü'minlerle kardeştir.

Ramazan'da güçlendirilmesi gereken en önemli hasletlerden biri de iman kardeşliği bilincidir. Bu bilincin ve onun kazandıracağı duyarlılığın bütün İslâm coğrafyasını ve tüm mü'minleri kapsaması için de küresel emperyalizmin Müslüman halkları birbirinden ayırmak amacıyla çizdiği sınırları aşmış, bu sınırları zihinlerden tamamen silip atmış olmamız gerekir.

Unutmamak gerekir ki Ramazan bir eğitim, nefis terbiyesi ve günâhlardan arınma dönemidir. İman kardeşliği bilincini güçlendirmek için de bu mübarek ayın oluşturduğu havadan yararlanmak gerekir.

Dünya Müslümanları mübarek Ramazan ayına bu yıl da çeşitli sıkıntı, ızdırap ve acılarla giriyorlar. Bazı yerlerde Müslümanlar kalabalık kitleler halinde mülteci kamplarına sıkıştırılmış durumdalar. Bunlardan oruç tutabilenler iftar ve sahurda yiyecek bir şey bulabilmek için çeşitli yardım kuruluşlarının eline bakıyorlar. Birçok Müslüman sömürgeci güçlerin hizmetindeki uluslararası örgütlerin duyarsızlığından cesaret alan işgalcilerin kurduğu esir kamplarında veya zindanlarda Ramazan'ı geçiriyor. Pek çok İslam beldesinde hiçbir yerden geliri olmayan binlerce Müslüman aile, yardımseverlerin veya hayır kurumlarının dağıttığı üç beş paket erzakla Ramazan'ı çıkarabilmenin hesaplarını yapıyor. Bütün bunlar Müslümanların başsız kalmasının, birlik ve bütünlük içinde haksızlıklara karşı duramamalarının ortaya çıkarmış olduğu manzaralardır.

Bizim İslâm dünyasındaki sıkıntıların tümünü ayrıntılarıyla ortaya koymamız ve her biri hakkında ayrı ayrı bilgi vermemiz mümkün değil. Fakat genel değerlendirmeye ek olarak sıkıntıları büyük olan bazı bölgelerin yaşadığı zorluk ve problemler, Ramazan'ı karşılarken yaşadıkları gelişmeler hakkında özet bilgiler vermek istiyoruz.

Siyonist işgal rejimi, ABD’yi ve birçok Avrupa ülkesini arkasına alarak Gazze’ye yönelik sürdürdüğü soykırım savaşında her ne kadar hedeflediğini gerçekleştiremeden ateşkese mecbur edildiyse de bu savaş bölge açısından son derece yıkıcı ve sarsıcı olmuştur. Savaş esnasında nüfusun yüzde doksana yakını tamamen yerinden edildi. Onlar şimdi ateşkes sonrasında kendi bölgelerine dönüyor olsalar da evlerini tamamen harabeye çevrilmiş bir halde buluyorlar. Dolayısıyla tamamının acil bir şekilde geçici olarak barınabilecekleri ikamet konteynırlarına kavuşturulması gerekiyor. Ne var ki siyonist işgal rejimi anlaşmanın insani protokolüyle ilgili şartlarına yeterince riayet etmeyerek geçici barınakların özellikle tamamen harabeye çevrilen Kuzey bölgeye ve Gazze şehrine ulaştırılmasını zorlaştırıyor.

Savaşta en az 110 bine yakın sayıda Filistinli yaralanırken, henüz enkaz altından çıkarılamamış durumdaki kayıplarla birlikte ölenlerin sayısı da 60 bini geçmiş durumda. Yaralananların birçoğu ömür boyu sürebilecek sakatlıklara maruz kalmış durumdalar. Her ne kadar ölenlerin üçte ikiden fazlasını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor olsa da yine de hem annesini hem de babasını yahut sadece birini kaybetmek suretiyle yetim kalmış binlerce çocuk ve binlerce dul kadın var.

Evlerin yüzde sekseni ya tamamen ya da kullanılamayacak derecede tahrip edilmiş durumda. Yani tamamen tahrip edilmiş olmayanların da çoğunluğu ıslah edilebilecek nitelikte değil, tamamen yıkılıp yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Altyapı tesisleri ise neredeyse tamamen tahrip edildi. Bunca yıkımın ardından bölgenin yeniden yaşanılabilir hale getirilebilmesi için bölgede, büyük çaplı bir enkaz kaldırma ve inşaat çalışması yapılması gerekiyor.

Bunun yanı sıra siyonist işgal rejimi her ne kadar Gazze’de ateşkese razı olmak zorunda kaldıysa da bu ateşkesin hemen ardından aynı nitelikte bir soykırım savaşını Batı Yaka bölgesinde başlattı.

İşgalciler Batı Yaka bölgesinde ve Kudüs’te de Gazze’deki savaşa paralel bir şekilde saldırılar düzenliyorlardı. Ama bu bölgelerdeki saldırılar öncekilere nispetle daha şiddetli olsa da Gazze’deki saldırılara nispetle daha düşük düzeydeydi. Buna rağmen bu bölgede de yüzlerce Filistinli şehit edildi, binlercesi yaralandı, binlercesi de esir alındı. Buna karşılık direniş güçleri de işgalcilere karşı kararlılıkla mücadele etti.

Gazze’deki ateşkesin ardından işgal güçleri özellikle Batı Yaka bölgesinin kuzey kesimlerine yönelik yoğun saldırılar başlattılar. Kuzey kesimde yer alan Cenin, Tulkerim ve Tubas şehirleriyle buralardaki mülteci kamplarını her taraftan kuşatmaya alarak ahaliyi evlerini terk etmeye zorladılar. Boşaltılan evlerden onlarcasını içine bomba yerleştirerek havaya uçurdular. Havadan dronlarla saldırılar düzenlediler. Amaçları bu bölgedeki ahaliyi tamamen tahliye etmek ve böylece ırkçı tasfiye planını uygulamaktı. Ancak direniş güçlerinin kararlılıkla karşı durması ve mücadele etmesi işgal rejiminin bu konudaki amacını gerçekleştirmesine engel oldu.

Şimdi Ramazan ayında özellikle Kudüs’te ve Mescidi Aksa çevresinde zulüm uygulamalarının daha da artması ihtimali var. Çünkü işgal rejimi bu uygulamalara her Ramazan’da başvuruyor. Bu itibarla siyonist işgalin varlığı Filistin açısından kesintisiz bir musibettir. Bu musibetten kurtulmak için de yükü sadece Filistinlilerin sırtına yüklememek, tüm dünya Müslümanlarının siyonist işgale son vermek amacıyla işbirliği ve dayanışma içine girmesi gerekmektedir.

Suriye bu yılın Ramazan ayına Baas zulmünden kurtulmuş, özgür bir şekilde giriyor. Bu ülkede dikta rejiminin son bulması halkın rahat nefes almasına vesile oldu. Ancak ne yazık ki Baas zulmü Suriye’yi bir harabeye çevirmiş durumda.

Baas diktasının devrilmesinden sonra Suriye’ye yaptığımız ziyarette çok korkunç manzaralarla karşılaştık. Şimdi yeni yönetimin bütün bu yıkılan, harabeye çevrilen evlerin sahiplerin yeniden kendi evlerine dönmelerine imkan sağlamak için çok geniş çaplı imar çalışması yapması gerekiyor. Baas zulmü ülkenin servetini yağmaladığından yeni yönetimin ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için zamana ve desteğe ihtiyacı var. Ama unutmamak gerekir ki Suriye’de zulme karşı kazanılan zaferin başarılı olması tüm İslam âlemi açısından büyük önem arz etmektedir.

Sudan’da Arap dünyasındaki çete yönetimlerin gaz verdiği fitne savaşı devam ediyor ve muhtemelen bu Ramazan’da Sudan halkı bir istikrara kavuşma beklentisi içinde olamayacak. Çünkü ülkede ne zaman biraz sular durulma eğilimine girse fitne merkezi çete devletler isyancı Hızlı Destek Kuvvetleri’ne yeniden gaz vermek suretiyle savaş ateşinin yeniden alevlenmesine sebep oluyorlar.

Sudan’daki iç savaş tabii ki birinci derecede sivil halkı etkiliyor. Milyonlarca insan evlerini terk ederek sığınma merkezlerine toplanmak zorunda kaldı. Buralara da yeterli miktarda gıda ve ihtiyaç maddesi temin edilemediğinden açlık ve sağlık sorunları yaşanıyor. Sudan’daki iç savaşın devam etmesi Batılı emperyalist güçlerin de işine yarıyor.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul