
ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞİMİZDİR
Dünyanın mamur edilmesi için eş, mal ve evlat sevgisi, insanın tabiatına Allah tarafından konulmuştur. Özellikle mal ve evlat çokluğu, gerek ailelerin gerekse de devletlerin birbirleriyle üstünlük yarışına sahne olan iki önemli alandır.
Milletlerin varlıklarını sürdürmeleri ve vatanlarını koruyabilmeleri için ekonomik ve siyasi güce sahip olmaları hayati önem arz etmektedir. Ancak bir millet ne kadar ekonomik güce sahip olursa olsun, vatanını müdafaa ve muhafaza edebileceği kadar askeri ve savunma sanayi gücüne sahip değilse, başka milletlerin gölgesinde yaşama zilletine dûçar olur. Askeri siyasi ve ekonomik güçlerin her üçü de bir yanıyla bilhassa yetişmiş genç nüfusla ilgilidir.
Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Nefsanî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın istif edilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara cazip kılındı. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran, 14)
Katade’den nakledildiğine göre Hz. Ömer (radıyallu anh) bu ayeti okuduktan sonra şöyle dermiş: “Ey Allah’ım! Dünya hayatını ve evlatlarımızı bizim için çekici kıldın, muhakkak bunların dışında daha hayırlı olanlar vardır, bunlardan daha hayırlı ve bâkî olanları bize sevdir.”
Allah Teâlâ Kehf Suresi’nin 46. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin katında sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.”
Hz. Ali (radıyallahu anh) bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir: “Mal ve evlatlar dünya kârıdır, salih amel ise ahiret kârıdır; Allah bazı insanlara bu ikisini de verir.”
Hz. Ali Efendimizin de dediği gibi dünya malını da evlatları da bahşeden Allah’tır. Şirk ve küfürde ısrar eden Hz. Nuh aleyhisselam’ın kavmini cezalandıran Allah, yağmuru keserek ekonomiyi çökertmiş, kadınlarını kısırlaştırarak da nüfuz güçlerini yok etmiştir.
Dünya malı ve evlatlar büyük bir nimet olduğu gibi aynı zamanda büyük bir imtihan sebebidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mallarınız ve evlatlarınız sizin için fitne (imtihan sebebi)dir, onlardan sakının.” (Teğabun, 15 )
Bir gün Hz. Fatıma (radıyallahu anha) birini kucaklamış olduğu halde iki oğluyla evden çıkmıştı. Bunu gören Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Siz var ya siz! Sizin yüzünüzden ebeveyniniz cimriliğe, korkaklığa ve cehalete düşüyor. Ve siz Allah’ın reyhanlarındansınız.”[1] Havle binti Hakîm kanalıyla gelen rivayet ilave bir kelime içermekte olup şöyledir: “Muhakkak çocuklar cimrilik, korkaklık, cahillik ve üzüntü sebebidir.”[2]
Sahabeden Medine’ye hicret etmek isteyen bazılarının eşleri ve çocukları adeta önlerine set çekerek karşı çıkmışlar, ‘Sen gidersen bizim halimiz ne olur’ deyip engel olmaya çalışmışlardır. Bu sebepten dolayıdır ki, bazı insanlar evlenip çocuk sahibi olmaktan çekinmişlerdir. Yahya aleyhisselam’a, ‘Neden çocuk sahibi olmak istemiyorsun’ dediklerinde şöyle demiştir: “Ne yapayım ben çocuğu. Çocuk yaşarsa beni yorar, ölürse hüzne gark eder.”
Büyük bir imtihan sebebi de olsa ümmetin ve İslam’ın müdafaası için evlenip çoğalmak elzemdir. Batı devletleri nüfuslarını çoğaltmak için evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı devlet politikası olarak görürken bizim ülkemizde ise bazı piyonları vasıtası ile nüfus planlamasını teşvik etmektedirler. Şimdilerde genç nüfusun azalma tehlikesini gören yöneticilerimiz evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya teşvik edici tedbirleri uygulamaya koymuşlardır. Tehlike daha fazla büyümeden bu tedbirlerin netice vermesini temenni ediyoruz.
Ebu’d-Duha’nın naklettiğine göre adamın biri Hz. Ömer’in huzurunda, “Allah’ım fitneden sana sığınıyorum” şeklinde dua etmiş, bunu duyan Hz. Ömer adama şöyle demiş: “Allah’ın sana mal ve evlat vermesini sevmiyor musun? Hanginiz fitneden Allah’a sığınırsa saptırıcı fitneden sığınsın.”
Cennet kokusu olan çocuklarımız, Allah’ın bizlere büyük bir lütfudur. Onları Allah, Peygamber ve insan sevgisiyle büyütüp yetiştirmek öncelikle anaların vazifesidir. Bunun içindir ki, “cennet anaların ayakları altındadır” buyurulmuştur. Cennet kadının değil, çocuk yetiştirmeyi dini ve milli bir vazife bilen anaların ayakları altındadır. Toplumumuzda yaygın olan hastalıklardan biri de kadını analık vasfından uzaklaştırıp ticaret, siyaset, ve her türlü spor etkinliklerine yönlendirmektir.
Bir babanın evladına verebileceği en büyük dünya nimeti, güzel ahlaktır. Ailenin reisi olan baba, öncelikle evine helal lokma getirme ve çocuklarını helal gıda ile besleme cihadı ile mükellef olduğunu bilmelidir. Çünkü bir Müslüman için helal kazanç elde etme gayreti namazdan sonraki en büyük farz olduğu gibi bu uğurda verilecek mücadele de düşmanla çarpışmak gibi cihad sevabı kazanmaya vesile olur.
Sorumluluk şuuruna sahip bir baba, oğlunu lokantada sırtını caddeye dönük olarak yemek yerken görünce kendisini; ‘Evladım böyle bir yerde yemek yerken sırtını duvara, yüzünü sokağa doğru çevir. Sokaktan geçen tanıdık biri veya muhtaç birisi belki bir tabak yemek ısmarlar ümidiyle yanına gelebilir.’ diye uyarmıştır. Zamanımızın ebeveynleri ise genelde bir çocukları dünyaya gelir gelmez yanına kumbara koyuyor, adına banka hesabı açıyor, biraz büyüyünce de sıkı sıkıya parasına sahip çıkıp kimseye vermemesini öğütleyerek onu paraya bağımlı hale getiriyorlar.
Aile, çocukların millî ve manevî eğitimi aldıkları ilk mekteptir. Ebeveynler önce çocuklarına Allah sevgisini aşılamalı, onların kafalarına hayatları boyunca hiç kimsenin söküp atmayacağı şu üç çiviyi çakmalıdırlar:
“Seni Allah yarattı; her ne yaparsan yap, Allah seni görüyor; mutlaka Allah yaptıklarının hesabını sana soracak. Bu ruhla yetiştirilen bir çocuk arsız, hırsız, gaddar, vatan haini, devlet malını suistimal eden biri olabilir mi?
Sonra Peygamber sevgisi, Kur’an sevgisi ve her şeyimizi kendisine borçlu olduğumuz Peygamberimizin Ehl-i Beyt’inin sevgisini kazandırmalıyız.
Biz gençlerimizin kafalarına bu çivileri çakamadığımız için başkaları onların kafalarına ilahlaştırdıkları İslam düşmanlarının sevgisini çivi gibi çakıyorlar, sonra da onlar ecdat düşmanı, ateist, deist oluyorlar. Biz de onların çaktıkları çivileri sökmeye çalışıyoruz ama beyinlerinde bu çivilerin izi kalıyor. Çünkü yanlış fikirler paslı çivi gibidir, çıkarmaya çalışılsa da kırılıp içinde kalıyor.”
Hz. Ali (radıyallahu anh)’den rivayet edilen bir hadiste Fahr-ı Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Çocuklarınızı üç hasletle terbiye edin: Peygamberinizin sevgisi, Kur’an sevgisi ve Ehl-i Beyt sevgisi.”[3]
İbn Kayyim el-Cevziyye bu hadisin yorumunda şunları söylemiştir: “Çocuğun duyması gereken ilk şey, marifetullah ve Allah’ın bir olduğu (Tevhid inancı) olmalı. Allah’ın kendisini nerede olursa olsun ne yaparsa yapsın gördüğünü, her konuştuğunu duyduğunu bilmesi gerekir. Bundan dolayı Allah katında en sevimli isimlerin Abdullah ve Abdurrahman olduğu bildirilmiştir.”
Bir yıl sonrasını düşünen milletlerin tarlaya tohum ekmeleri, kırk yıl sonrasını düşünenlerin fidan dikmeleri, yüzyıl sonrasını düşünenlerin de nesil yetiştirmeleri gerekir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadislerinde Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Ancak anasıyla babası onu Yahudi veya Hristiyan ya da Mecusi yapar.”[4]
Hakkı kabul ve idrak kabiliyeti olan fıtrat, aslî yaratılış demektir. Gerek ayette gerekse bu hadiste ifadesini bulduğumuz bu fıtrat, bütün insanlığın yaratılışlarına esas olan ve hepsinde müştereken bulunan fıtrat-ı külliye, fıtrat-ı asliyye anlamındadır.
Hadisimiz, geleceğin neslini yoğurma ve nesli koruma vazifesinin ciddiyetine dikkat çekmekte, bu ulvî görevin ebeveynin omuzları üzerine yüklenmiş ağır bir iş olduğunu bildirmektedir.
Harun İbn Muaviye’den nakledildiğine göre şöyle emiştir: “Cahiliye insanı köpeğini besler, çocuğunu öldürürdü.”[5] Cahiliye insanı, İslam öncesi dönemde yaşamış kişi demektir. Hangi dönemde yaşamış olursa olsun İslamsız bir hayat yaşayan, İslam'ın aydınlığına kavuşamamış, kendi karanlık dünyasında kalmayı yeğlemiş her kişi cahiliye adamıdır. Asrımızda yaşayan insanın cahilliği ile İslam öncesi insanın cahilliği arasında fark yoktur.
Cahiliye adamının köpek aşkının nereden kaynakladığını bilemiyoruz ama asrımız insanının hayvan sevgisinin temelinin insana karşı duyulan güvensizlikten kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Ekmel-i mahlûk olan insanın hemcinsine karşı güveni büyük ölçüde sarsıldığı için özellikle sahibine son derece sadakatli olan köpeğe karşı alakası zirve yapmıştır. Neticede bir Avrupalı öldükten sonra külliyetli miktardaki servetini köpeğine bağışlamakta, bu servetler hayvan vakıflarına aktarılmakta, burada biriken paralar dünyanın çeşitli ülkelerindeki hayvanseverlere fonlanmaktadır. Bizim ülkemizdeki bazı menfaatperestleri de hayvan hakları savunuculuğu rolünü üstlenmeğe sevk etmektedir.
Yıllar önce Fransa da yapılan bir ankete göre Fransız halkının yüzde yetmişten fazlasının insandan çok evinde beslediği hayvanına güvendiği, arkadaşından, dostundan hatta ebeveyninden daha çok hayvanını sevildiği tespit edilmiştir. Bunun sebebi sorgulandığında alınan cevap: “Arkadaşım, iş ortağım, hatta eşim bana ihanet edebiliyor ama köpeğim ihanet etmiyor. Aradığım samimiyet ve sadakati hayvanımda bulabiliyorum” olmuştur.
Sevmek her canlının ama daha çok insanın özelliğidir. İnsan çevresini, her canlıyı sevmeli ama daha çok da ekmel-i mahlûk olan hemcinsini sevmeli, elinden geldiği kadar insanlara faydalı olmalı, faydalı olamıyorsa zararlı olmamaya çalışmalı. Ebu Zer (radıyallahu anh)’den rivayet edilen hadislerinde Fahr-ı Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Şerrini insanlardan uzak tut, muhakkak bu da senin için bir sadakadır.”[6]
Sevgi insanın başını göğe erdirdiği gibi yerin dibine de batırır. Sevgiyi taşıyabilmek için derin ufuk ve kocaman bir kalp gerekir. Kalbi ve kafası dar olanların sevginin değerini bilmeleri ve hakkını vermeleri mümkün değildir. Böylelerinin kalbine dünya sevgisi girince ahiret sevgisine; eş sevgisi girince ebeveyn sevgisine; makam sevgisi girince dost sevgisine yer kalmaz.
Aşırı çocuk sevgisi çoğu kere onları ellerimizle öldürmemize sebep oluyor. Şöyle ki, onlara her istedikleri verildiği için yoklukla imtihan edilmekten mahrum kalıyorlar, bu durum onları sabır ve şükür gibi iki büyük nimet ve hayatın çetin şartlarına dayanma direncinden mahrum bırakıyor. Sonra da; ‘Hayatta her istediğimi elde ettim ama içimdeki manevî boşluğu dolduramadım’ diyerek intihar ediyorlar. En çok intihar olaylarının yaşandığı ülkelerin en müreffeh ülkeler olmasının sebebi budur
Çocuklarını seven aileler onlara rabbine kulluğu, özellikle namazın dindeki yerini, büyüklerine saygıyı, kadere teslimiyeti, belalara sabrı, nimetlere şükrü öğretmeleri farzdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Çocuklarınıza yedi yaşına gelince namaz kılmayı öğretin.”[7] buyurmuşlardır. Başka bir hadislerinde: “Erkek çocuklarınıza yüzmeyi ve ok atmayı; kız çocuklarınıza örgü örmeyi öğretin.”[8] buyurmuşlardır.
Hz. Ömer, Şam valisine bir mektup yazarak çocuklara yüzmeyi, ok atmayı ve ata binmeyi öğretmelerini emretmiştir. Yöneticilerden biri çocuğunun hocasına, yazı yazmayı öğretmeden önce yüzmeyi öğretmesini emretmiş ve şöyle demiştir: “Yazı yazmayı bilen düşman tarafından saldırıya uğrayıp zarar görebilir ama yüzmeyi bilen yüzerek kurtulur.”
Babalar evlatlarına büyüklere saygı, küçüklere sevgi ve selamlaşma başta olmak üzere bilumum âdâb-ı muâşarât kurallarını öğretmeli, sert baba değil, sevecen baba rolünü üstlenmelidirler. İbn Abbas (radıyallahu anhuma) Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’le ilgili şu muhabbet dolu hadiseyi nakleder: “Rasulullah Hüseyin’i omuzuna almış taşıyordu. Bir adam: Ne güzel bir bineğe binmişsin ey yavrucuğum! dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “O da ne güzel bir süvaridir!”[9]
Ashabına ve onların şahsında kıyâmete kadar gelecek olan ümmetine çocuk sevgisinin önemini ortaya koyan bir olay vardır ki şudur: Sevgili Peygamberimiz Ashabıyla birlikte davet edildiği bir yemeğe gidiyordu. O sırada Hüseyin de sokakta çocuklarla oynuyordu. Allah Rasulü ashabını geride bırakarak ilerledi. Ellerini açtı, Hüseyin’i tutmak istedi. Hüseyin bir oraya bir buraya kaçıyor, Peygamber Efendimiz de gülerek onu tutmaya çalışıyordu. Nihayetinde sevgili torununu yakaladı ve öptü.”
Hz. Hasan ve Hüseyin’e sütannelik eden Ümmü’l-Fadl, bir gün Rasulullah’ın torununu getirip kucağına koymuş, çocuk da Efendimiz’in üzerini ıslatmıştı. Ümmü’l-Fadl çocuğun omuzuna vurmuş, Rasulullah ise, “Oğlumun canını yaktın. Allah sana rahmet etsin” buyurarak çocukların bu gibi sıkıntılı hallerine tahammül etmek gerektiğini göstermiştir.[10]
“Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha hayırlı bir şey veremez”[11] buyuran Allah Rasülü sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadislerinde ise şöyle bir ikazda bulunmuştur: “Çocuklarınıza ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel yapın.”[12]
Ebû Kılâbe’den nakledildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem infak işine küçük çocuklardan başlar ve şöyle buyururdu: “Küçük çocuklarının namuslu yetişmesini sağlayan yahut onları Allah’ın menfaatlendirip, kendisi ile zengin kılacağı nafakayı çoluğuna çocuğuna infak eden bir adamdan daha sevaplı kim olabilir?”[13]
Bu Peygamberi müjdeye nail olanlara ne mutlu!
[1] Tirmizi, Birr 11; İbn Mâce, Edeb 3.
[2] Münavî, Feyzü’l-kadir, nr. 2151.
[3] Münavi, Feyzü’l-kadir, nr. 311.
[4] Buhari, Cenaiz 80,93; Müslim, Kader 22,23.
[5] Darimi, Mukaddime, 3.
[6] Münavi, Feyzü’l-kadir, nr. 6264.
[7] Münavi, Feyzü’l-kadir, nr. 5476.
[8] Münavi, Feyzü’l-kadir, nr. 5477.
[9] Tirmizî, Menâkıb 30.
[10] İbn Mâce, Tabir 10.
[11] Tirmizî, Birr 33.
[12] İbn Mâce, Edeb 3.
[13] Buhâri, Zekât 38.