
Allah (c.c.), malikü’l-mülktür, her şeyin sahibidir. Zulüm ise, mülkün zelzelesidir ve de hep öyle olmuştur.
Zulüm, Âdem (a.s.)’ın oğlu Kabil’den tutun günümüze kadar devam etmektedir.
Allah (c.c.) adalet üzere kurulan bir memleketi mamur edendir. Zulüm üzere kurulan mülkü ise, tarumar edendir. Çünkü zulüm taş üstünde taş bırakmaz, yine zulüm dünyayı mazlumlara dar, ahireti ise zalimlere cehennem eyler.
Allah’ın şeriatıyla ve adaletiyle yönetilen bir memleket gül bahçesine benzer, orada mest edici ve huzur verici bülbül nameleri eksik olmaz. Hepimiz biliriz ki, Müslüman kardeşlerle bir araya gelindiğinde onlarla olan huzuru, muhabbeti, coşkuyu, hazzı kendi evinde dahi alamıyorsun ve sonra ellerini açıp Rabbine yalvarıyorsun: “Allah’ım ben ve ehlimi bulunduğum cemaat, Kur’an ve Sünnet üzere olduğu müddetçe beni, ehlimi, sevdiklerimi ve müminleri oradan ayırma, ben ve ehlimi oraya hayırlı eyle, orayı da tüm kardeşlerimize ve bizlere hayırlı eyle.”
Allah’ın (c.c.) adaleti merhametinden üstündür. Çünkü merhamette taraf tutma, kayırma, birinin hakkını diğerine vermek vardır. Allah’ın adaleti ise merhametinden üstündür.
Adalet, Allah’ın sıfatlarından bir sıfattır. Adalet, korkuya değil sevgiye layıktır. Adaletten ancak zalimler korkar. Allah, “el-Adl”, tam adalet sahibidir. Sözü getirmek istediğimiz mesele şudur: “Şu anda yaşadığımız dünyada, adalet, hak, hukuk yok ve Allah’ın (c.c.) kanunları yeryüzünde yaşanmamaktadır. Zina ve zulüm öyle büyük boyutlara ulaştı ki yer ve gök buna takat getiremez hale geldi.”
Kıyamet günü yaklaştığında zaman akışı da hızlanacak, bir yıl bir ay, bir ay bir hafta gibi gelecektir. Ölmenin kolay, yaşamanın zor olduğu yerde yaşamak, zalimin zulmüne engel olamayan, zulüm altında mazlum kardeşlerine yardımcı olamayan ve bunun acısıyla yanıp kavrulan esaret altında yaşayan, samimi Müslümanlar için de geçerli olacaktır.
“Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun zamanını ondan başkası açıklayamaz. Göklere de, yere de ağır gelmiştir. O, size ansızın gelecektir.” (Araf, 187)
Rivayetlere göre Salih peygamberin kavminden dokuz kişi zalimlik yaptı. Salih (a.s.)’ın halkı da bu zalimliği görmemezlikten geldi. Allah (c.c.) dokuz kişinin zalimliği yüzünden koca kavmi top yekün yok etti. Bizlerinde başımıza gelmeyeceğinden ne kadar emin olabiliriz ki?
“Dişi deveyi kestiler. Rabbinin emrine karşı çıktılar ve: “Ey Salih! Şayet Resullerden isen vadettiğin azabı getir bize.” dediler.” (A’raf, 78)
“Helak emrimiz gelince, Salih ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle, o günün alçaltıcı ve rezil edici (azabından) kurtardık. Şüphesiz ki senin Rabbin (güç ve kuvvet sahibi, her şeyi mağlup eden) Aziz olanın ta kendisidir.” (Hud, 66)
“O zulmedenleri ise (kulakları sağır edip beyinleri patlatan) bir çığlık yakalayıverdi. Öz yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.” (Hud, 67)
Salih (a.s.)’ın kavmi bir deveyi kesti helak oldular. Bir devenin kesilmesiyle insanlar böyle dehşetli bir şekilde helak oluyorsa?! Gazze’de gözümüzün önünde insanları soykırıma tabi tutuyorlar, vahşet ve aç, susuz bırakılan mazlum insanlar. Ahirette bu kadar insanın hakkına girmenin karşılığı ateşte bastırılmış demir olacaktır elbet. Kelime-i tevhid bayrağı altında “Müslümanız” diyen sözde İslam ülkeleri, hesabınız çok çetin olacak unutmayın! Susun sustukça, susun aman rahatınızı bozmayın. Bu rahatlığa da çok fazla alışmayın, elbet sıra size de gelecek sıranızı bekleyedurun.
Amansız İslam düşmanı Yahudi ordusu, Amerika ve işbirlikçilerine neden suç buluyoruz ki?! Batıya özene-özene özünü kaybeden, iş İslam’a gelince, “Elhamdulillah müslümanım” diyenler bizler değil miyiz? İslami yaşam şeklinden utanan, örf ve adetlerinden hicap duyan, taharet almayı dahi bilmeyen, Osmanlı’dan öğrenen, necis Batının oyunlarını içimize sindirmeye çalışan bizler değil miyiz? Müslümanların parça-parça olmasına sebep yine “Müslümanlar değil midir? Amansız İslam düşmanı olan, insanlıktan nasibini almayan, esfele’s-safilin yani (hayvandan daha aşağı) olan Batıdan ne beklenir ki? Batıya neden suç buluyoruz ki? Şeytanın dediği gibi “Ben sizi zorlamadım, davet ettim. Siz icabet ettiniz” diyecek. Kur’an ve Sünnetten dolayı çok iyi biliniyor ki izzet ve şeref Müslümanlarındır ve de Müslümanlara aittir.
İslam korkakların değil cesur ve atılgan kulların omuzlarında yükselecektir. Onlarda biliyorlar, “Müslümanlar ölümden korkmaz, onların gidecekleri yer cennettir.” Onların dinine, onuruna ne derece düşkün olduklarını bildiklerinden dolayı “Müslümanın onuruyla, şerefiyle böyle oynuyorlar ve de oynadılar.” Peki akıl başa geldi mi? Hayır. Bir ders alındı mı? Hayır.
Şöyle bir çevreye bakıldığında gördüğümüz tek şey, kimse rahatını bozmak istemiyor. Bir sene geçti kim ne yaptı? Herkes özgürlük adı altında sloganlar atıyor, demeçler veriyor, yürüyüş yapıyor, naralar atıyor. İslam ülkelerinden bir kişide çıkıp mazlum kardeşlerimizin hesabını sormuyor. Hani birlikten kuvvet doğardı. Neden birlik olunmuyor? Allah (c.c.) dilerse İslam düşmanlarını bir anda yerle bir eder. Kullarının, bizim de duruşumuzu hesaba katıyor, safımızı görmek istiyor. Boykot dahi yapmaktan aciz kaldık. Şu müslümanların başına gelen hadiselerden dolayı hiçbir ülke kılını bile kıpırdatmıyor.
Mazlumla Allah’ın (c.c.) arasında perde yoktur. Onların ahı kayıtsız kalan herkesi tutacak. Mazlum kardeşlerimizin onurları çiğnenirken, dünyanın her yerinde kaleme dahi almaya, yazmaya midemizin almadığı haller yapılırken, onlar orada imha edilirken, sessiz kalınması çok büyük bir utançtır. Müslümanlar şu dünyada namusuna ve onuruna düşkün, saygınlığı olan tek bir canlı millet biz iken, şimdi yamyamlar bile kendisiyle hiçbir din, kan, dil, ırk, kültürle alakası olmayan hakları davaları için şu veya bu fakat mutlaka davalarını duygularını belirten bir davranışta birlikte bulunurken, dünyanın en kayıtsız, duygusuz, hissiz, rahatını düşünen, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, kuş tüyü yatak içinde cennet arayan, en ölü ve kayıtsız topluluğu bizler mi olacaktık?
“Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” (Müslim, İman, 29)
Ama samimi inanan müslümanlar bilirler ki yukarıdaki ayetlere bakıldığında yüreklere su serpiliyor hamdolsun ki. Mazlumun ahı aheste aheste çıkacaktır. Çünkü mazlumla, “Allah’ın arasında duaya mâni olacak bir perde yoktur, kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktır. Bizlere düşen, kardeşler olarak içimiz yana yana dua etmektir. Hak Teala “el-mucib” ismiyle duaları kabul edecektir. Allah Filistin, Gazze ve diğer ülkelerdeki kardeşlerimizin annelerinin ağıtlarını, babaların çaresizliğini, çocukların korkularını gidersin ve mazlum kardeşlerimizin ne şekilde yardıma ihtiyaç varsa bizleri o şekilde yönlendirsin. Temennimiz bizlere de bundan bir pay vermesidir.
Mazlum kardeşlerimize, neslimize ve Müslümanların başlarına gelen ahlaksızca onur kırıcı hallere daha fazla kayıtsız kalındığı taktirde bu ilgisizliğe karşı ilahi ceza olarak, onların yaşadıkları kayıtsız kalanların başına da gelecektir. Tarih ve olaylar tekerrür eder. Büyük küçük yaşlı genç onların acısını paylaşamıyorsan, yarın sen ezilirken kimse senin acına ortak olacak değildir. Buğun sen susarsan yarın senin içinde konuşulması gereken yerde emin ol ki susulacaktır. İnsanlık eğer silkinmez, uyanmaz, canlanmaz ve dirilmezse hep böyle olacaktır. Eğer hala kayıtsız kalınırsa, o mazlumların ellerine vurulan zincir, boyunlarına bağlanan urgan gün gelip olaylara seyirci kalan herkesin eline ve boynuna vurulacaktır. Dünyanın neresinde olursa olsun bir Müslümanın başına inen kılıcı el atıp kırmazsan, işte o kılıç senin de başına inecektir. Bu Allah’ın adil adaletinin intikamıdır.
“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir. O, gün başları kalkmış gözleri kendilerine dönmeyecek şekilde sabit kalmış, gönülleri bom boş halde koşup duracaklardır.” (İbrahim, 42-43)
Allah (c.c.) hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler” diye buyurmaktadır. İnkarcılara değil, inkârcı inkâr eder. Çünkü inkardan kolay bir şey yoktur. İnkârcı, önündekini arkasındakini görmez, görse de anlamaz, anlasa da kibrine yediremez. Çünkü onlar ölü gönüllüdürler. Bu ilahi davete tabi tutulan İslam ülkesi yöneticileri bu sessizliğin, umursamazlığın, vurdumduymazlığın hesabını nasıl verecekler acaba ki onlar Kur’an-ı Kerimi yalamış yutmuş insanlar olarak onlar bilmiyorlar mı zulüm bizzat hükümdarlar için hazırlanmış bir darağacıdır. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a görev verilmesi teklif edildiğinde, bir evden bir kurban yeter dediğini onlar bilmiyorlar mı? Günümüzdeki liderler ise görev için birbirlerini yiyorlar. Samimi kalplerle dualar ediyoruz Allah’ın adaleti tecelli etmesini. Çünkü Allah’ın adaleti iki cihanı mazlumlara cennet, zalimlere cehennem eyler. Mazlumlara karşı yapılan zulüm karşısında hala kalbinde hüzün, gözünde yaş, dilinde dua, zalimlere destek olmamak için ürün almamak gibi bir tepki yoksa maalesef o kişi insanlığını kaybetmiş demektir.
“Allah kimi hidayetine ulaştırmak isterse onun göğsünü İslam’a açar, gönlüne genişlik verir. Kimi de delalette bırakmak isterse onun da kalbini daraltır. Öyle sıkıştırır ki sanırsın öfkesinden göğe çıkacak, iman etmeyenleri Allah hep böyle murdarlık içinde bırakır.” (Enam, 125)
Öyle bir zamandan geçiyoruz ki çevremizdeki insanlar hidayetten uzak delalet içinde kafası darmadağınık. Sorsan herkes Müslüman ama inanış ve ibadet şekilleri darmadağınık. Yahudiler taş üstünde taş bırakmadı ama daha duymayan insanlar var. Herkes aile olmuş ama ailelerdeki insanlar da dağınık. Herkes haklı ama kendi tarafından haklı. Sorsan “Biz İslam a karşı değiliz” derken ya yalan söylüyor ya da gerçek İslam üzere değiller.
Gençlik yıllarından tanıdığım bir arkadaşımla karşılaştım. Hoş beşten sonra bana, “Ben şeriat istemiyorum, sevmiyorum. Eğer şeriat gelirse, ben böyle rahat bir şekilde gezemem. Ben senin gibi kapanmak istemiyorum, özgür olmak istiyorum. İman kalptedir. Dualarım var okuyorum” dedi. Düşündüm de nasıl bir toplum haline geldik böyle? “Müslüman olan bir ailenin çocuğu nasıl oluyor da dininden, özünden, kültüründen utanır hale geliyor. “İnsanlığı bozulmuş bir milletin helak olması yakındır” der büyüklerimiz. Akrabanın oğluna sordum, “Filisin ve boykot hakkındaki düşüncelerini.” “İlgilenmiyorum” dedi. Evlatlarımız ne ara böyle dinsiz, bencil, duygusuz, ırkçı bir hale getirildi. Bir söz var: “Su uyur düşman uyumaz.” Uyumadılar, bunun için de var güçleri ile çalıştılar ve başardılar.
Ebu Hureyre’nin (rh.a.) naklettiğine göre Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden, yürüyende koşandan daha hayırlıdır.
Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içerisinde buluverir.
Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın”. (Buhari, Fiten, 9)
Her zamanki gibi gündemi değiştirmek için fitneler yağmur gibi arka arkaya gelmektedir. Bilerek veya bilmeyerek çok yanlış sularda yüzülüyor. Bilende bilmeyen de ileri geri konuşuyor, hatta bilmeyen cahiller bilenlerden daha bilgili hale getirildi. Derler ya “Ne çok gezen ne çok okuyan bilir. En çok cahiller bilir çünkü onlar her şeyi bilir.”
İnsanlar konuştukları şeylerin yazıldığı defteri taşımakla yükümlü tutulsalardı, çok az konuşur ahiret için hazırlık yaparlardı. Bu dünyanın Müslümanlara yani bizlere yurt olmayacağını ancak yaramız sızlamaya başladığında anlıyoruz. Bu fitnelerden dolayı mazlumların kanlarına girmek isteniyor. Allah’ın arzı geniştir, herkese yeter. Bu dünyanın ve vaktin bir sahibi var. Bazen güneşi açar aydınlatır bazen de bulut olur yağmuru yağdırır. Bu durumları iyi değerlendirmek gerekmektedir.
Yaşadığımız bu dünya kazanmayı ve kaybetmeyi önemseyecek kadar kıymetli değildir. Allah (c.c) dünyayı yarattı fakat bir sineğin kanadı kadar değer vermedi. Emin olunsun ki şu anda kabirde yatanların pişman oldukları şeyler için dünyadaki insanlar birbirlerini yiyorlar. Müslüman için asıl mesele ve kazanç, önce iman sonra salih amellerle kabre girmek olmalıdır. Bunu da en iyi ölen kişiler bilir ama maalesef giden geri gelmiyor, hiçbirinden de haber alınamıyor.
Bir Japon bilim adamının sözü:
“Üç yıldır Türk kültürünü inceliyorum, bir şey çok korkunç diğeri ise çok garip. Korkunç olan ülkedeki birkaç televizyon dizisi hariç tamamı Türklerin dinine ve kültürüne ters, yani Batı bu ülkeyi savaşmadan yok ediyor. Garip olan ise herkes bunu biliyor. Ama yine de izliyorlar. Hem de anne, baba ve çocuklar hep birlikte izliyorlar.” Müslüman ailenin özetini adam tam olarak özetlemiş.
Böyle mi olmalıydı Müslümanların hali? Türk, Endonezya, Amerikan, aşk filmi vs. Yıllarca bu filmlerle insanlık uyutulmadı mı?
Allah’ı razı edecek bir davan, öğrenme merakın, seni yönetenlere eleştirin ve bir yığın hurafeden şikâyetin yok. İnan kardeşim, sen ölmüşsün de haberin yok! Akşam bey işten eve gelir, televizyon açık elde telefon, hanım ve çocuklar elde tablet veya telefon, televizyonda ne idiğü belirsiz Amerikan filmleri. İşine gelen ürünleri boykot yap, işine gelmeyenleri boykot yapma.
Çocuğumuza tablet veya telefon verip bir köşede oynaması işimize geliyor olabilir biraz kafa dinleyelim diye ama bu nesli bizler yetiştiriyoruz. Çocuklarımıza dinini, dostunu, düşmanını, öğretmedikçe, evlerimizde şeriat hâkim olmadıkça, yani muvahid bir aileyi kurmadıkça, en önemlisi anne baba olarak kendi yaşantımızda bir örneklik sergilemedikçe Allah’ın yardımının, adaletinin tecelli etmesini beklemek beyhude olmaz mı?
Özet yapılacak olunursa, bu zulümlerden dolayı uğranılan haksızlıkların hesabını Allah (c.c.) elbette soracak, zira hesapları sorma kuvveti ve kudreti, yalnızca Allah’a aittir. Unutmamak gerekir ki, büyük işler büyük mahkemelerde görülür. Bir gün herkes ama istisnasız herkes kime ne yaşattıysa elbette aynısını yaşayacaktır. Sadece yüce Rabbimiz “es-Sabur” ismiyle sabrediyor.
Müminler her zaman ahir zamanda gariptir, yalnızdır, onlar sadece Rabbiyle baş başadır. Ama inanıyoruz ki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır ve İslam yeryüzüne hâkim olacaktır. Cesedi parçalanmış çocuğunu kucağında taşıyan, Allah ile aralarında perdelerin kalktığı, babaların ve annelerin acısını boğazında hissederek empati yapan kardeşlerimiz, sanmayalım ki onlar kaybediyor. Onlar: “Yeter ki sen razı ol ya Rab” demiyorlar mı?” diyorlar. Kimden razı olunmuşsa, onlar felaha ermiştir. Onlar fasıklar arasında cahil, cahiller arasında ‘alim’dir. Sabaha hüzünlü çıkar, akşamı hüzünlü eder. Gamları çok, sevinçleri azdır. Onlar heva ehli olmadığı için dostları onları sıkıcı bulur. Sanki onlar zindandadır.
Gözümüzün gördüklerinden, görmezden geldiklerimizden, görünür gibi olup gönle indiremediklerimizden, hesaba çekileceğimiz bir gün bizi bekliyor.
“Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludur.” (İsra, 36)