09 Şubat 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / Kur’ân İslâm’ı Anlayışı
Kur’ân İslâm’ı Anlayışı

Kur’ân İslâm’ı Anlayışı Harun Ece

  1. GİRİŞ

Dini ve amacını (makasidüş-şeria) doğru anlayabilmek için doğru yaklaşım ilkesi/kriteri benimsenmesi, sonrasında buna bağlı bir şekilde aklı çalıştırarak naklin (ayet-hadis) anlaşılmaya çalışılması gerekir.

Akıl-nakil dengesini kuramamanın getirdiği sorunlar dini yanlış yorumlamada önemli bir yer tutmaktadır. Akıl nassları doğru anlamak için mi yoksa nasslara yön vermek, onları geçerli ya da geçersiz kılmak için mi belirleyici olduğuna karar verilmesi gerekir? Dini doğruya ulaşma noktasında aklı dikkate almayan nakil de nakli dikkate almayan akıl da çok farklı olmayıp ikisi de içinde birçok sorun barındırmaktadır.

Ortaya çıkardığı yanlışların düzeltilmesi açısından, nakilsiz akıl yürütmenin daha tehlikeli olduğu düşünülebilir. Çünkü nakil hatası somut bir konu olduğu için bir başkası tarafından bu hata kolayca tespit edilip/ispatlanıp düzeltilebilir. Fakat olgulara bakış ve düşünce mantalitesi tahrip olan akıl, temel kaynakları doğru anlamak yerine (günümüzde yapıldığı gibi) olumsuz ve tutarsız yaklaşımlarla bunları sorgulamaya başlamaktadır. Bu duruşun oluşturacağı bozuk düşünce yapısını düzeltmek diğerinden çok daha zordur.

Aklın çalıştırılmasında içinde yetişip, yaşanılan kültürün veya ait olunan fikri anlayışın etkisi görmezden gelinerek kendi anlayışını doğrunun değişmez merkezi görüp, farklı düşünenleri aklı kullanmamakla veya atalarının dinine inanmak gibi sloganik yaklaşımlarla mahkûm edilmesi günümüzün yaklaşım hatalarındandır. Şu unutulmamalı ki bilginin yetersiz kaldığı yerlerde sloganlar devreye girer. Sloganlarla karşı tarafı aşağılayan, dışlayıcı dil kullanan ve dini bozmakla veya sürekli şirkle itham etme yaklaşımı hadis-i şeriflere mesafeli anlayışta daha çok görülmektedir.

Müslümanların dini konulardaki zihin berraklığını bozan pek çok mesnetsiz (dayanaksız) anlatımlarla sıklıkla karşılaşılmakta olup bunlar özellikle sosyal medyada çokça yer almaktadır. Günümüzde fıkhi konular başta olmak üzere dini konuların tamamının hadis-i şerifleri dikkate almadan sadece Kur’an-ı Kerimden öğrenilmesi gerektiği anlayışı giderek yaygınlaşmaya başladı. Bu iddialarının iyi niyetle ileri sürüldüğü varsayılsa bile aslında dine ve tüm ilmi geçmişe olan güveni sarsma, dini bilgilere karşı güvensizlik oluşturma, bütün değerleri yok etme, dolayısıyla daha büyük karmaşaya sebep olma gibi olumsuz etkileri sosyal hayatta sıklıkla gözlemlenmektedir.

Başta Emevi döneminde olmak üzere geçmiş alimleri o günün örf ve kültüründen etkilenerek dini bozmakla suçlayan günümüz hocalarının kendilerinin yetiştiği/yaşadığı İslam dışı seküler kültürden ne kadar etkilendiklerinin sorgulanmaması ciddi bir yaklaşım hatasını ortaya çıkarmaktadır. Çünkü yakın tarihimizde hocaların üzerindeki baskılar geçmişle kıyaslanamayacak oranda çok fazla gerçekleşmiştir.

Günümüz doğu toplumlarının bir kısmında, geçmişine düşman olmak karakteristik bir özellik olarak öne çıkmaktadır. Ülkemizde bu durum, İslâm’dan bağımsız/karşıt seküler dünya görüşüne sahip olanlarda ecdada (Osmanlı’ya) düşmanlık şeklinde tezahür ederken, modernist diye tanımlanan dini gruplarda ise, hadislere, geçmiş İslâm âlimlerine ve görüşlerine, kısaca tüm ilmi birikime düşmanlık şeklinde ortaya çıktığı dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Bu yaklaşımın temel sebepleri olarak şunlar sıralanabilir:

  • Toplumu İslâm’a uydurmak yerine tam tersi bir yaklaşımla İslâm’ı, yaşadıkları topluma uydurma çabası,
  • Kendilerini topluma kabul ettirme amacı,

Dilini bilmediği için dinin temel kaynaklarını aracısız inceleyip, orijinal metindeki anlam derinliklerini ve nüansları kavrama imkânı olmayan bazı kişilerin, dini konularda kendini uzman/otorite olarak sunması veya öyle kabul edilmesi gibi garipliklerle dolu bir dönemden geçmekteyiz. İslâm’ın temel kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in dilini (Arapça) bilmeden, var olan meallerden derleyerek meal yazanlar (bilmediği bir dilden çeviri yapanlar) bile görülebilmektedir. Bu anlayışa, geçmişin ilmî birikimine “duygusal karşıtlık” önyargısı da eklenince sorunun vahamet düzeyi zirveye ulaşmaktadır.

Kendisine tâbi olunması gereken din ile günümüzün sosyal hayatını merkez alıp onunla uyumlu hale getirilmeye çalışılan din anlayışı farklıdır. Dinî doğruları araştırırken din düşmanlarının eleştirilerine öz güvenle cevap vermek yerine o eleştirilerden kurtulma kaygısıyla hareket etmek kişiyi doğrulardan uzaklaştırmaktadır.

Hz. Meryem’in çift cinsiyetli/çift hormonlu (hermafrodit) olduğu, Hz. Adem ve Havva’nın ilk insanlar olmadığı, Kur’an’ın ahkam ayetlerinin günümüzde geçersiz olduğu (tarihselcilik) vb. iddialar ileri sürülmektedir. Bunlar günümüz bilimi ve toplumunu merkeze alıp kompleksli bir şekilde ona uygun olacak şekilde dini yorumlama çabalarının etkisiyle ileri sürülen iddialar olduğunu düşünmekteyiz.

“Kur’an İslam’ı” kavramını bayraklaştıranların bütün eleştiri oklarını ehli sünnet anlayışına yöneltirken ülkemizde yaşayan toplumun diğer kesimlerini (Caferi, Alevi, Materyalist, Ateist… vb.) Kur’an’a göre değerlendirmemelerinin anlaşılır bir tarafı yoktur.

Yine sürekli cımbızla seçtikleri lokal konularda eleştiri ve konuşma yapıp, eser yazmalarına rağmen tüm yönleriyle “İslam budur” diyecekleri İslam’ın tüm konularını kapsayan bütüncül bir eser yazmamaları da dikkate değerdir. Belirli bir konuda tabi ki eser yazılabilir. Fakat geçmişte yazılanları yanlış bulduklarına göre bütün yönleriyle İslam budur diyecekleri kapsayıcı bir eser yazmaları da gerekirdi. Yani sadece tepkisellikle eleştiri noktasında kalmadan İslam’ı bütüncül bir şekilde anlatmaları da beklenirdi. Ama maalesef görülmemektedir.

 Müslüman alimlerin ilmî ve fakat bir o kadar da Müslümanca (taraf) bir duruşla dinini savunma zorunluluğu vardır. Bu açıdan akademik camiada hâkim olan tarafsızlık anlayışının etkisiyle dini savunma duyarlılığının geri plana itilmesi kaygı vericidir.

  1. KUR’AN İSLAM’I ANLAYIŞININ ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİM SÜRECİ

Sonradan ortaya çıkmış olan fikri akım veya dini anlayışlar belirli kriterlere göre değerlendirilerek haklarında olumlu ya da olumsuz kanaatler oluşturulur. Bu kriterlerden başlıcaları şunlardır;

a) Kaynağı (ortaya çıkışı/çıkarılışı)

b) Amaçları

c) Benimsediği usül ve ilkeler

d) Görüşleri, ulaştıkları sonuçlardaki/fıkhi hükümlerdeki tutarlılık ve isabetleri.

İslam tarihi sürecinde İhya/tecdid[1] Islahatçılık[2] hareketleri olmuştur. Bunlar kendi iç bünyemizde oluşan aksaklıkları gidermeye dönük hareketlerdir.

İslâm diniyle ilgili olarak modernizm ise Kur’an’ı tek kaynak kabul edip hadisler dahil diğer tüm bilgileri itibarsızlaştırmaya çalışan bir anlayıştır. Bundan dolayı “Kur’an İslâmcılığı” vb. adlarla anılmaktadır. Bu anlayışın doğru anlaşılabilmesi için gelişim süreci, benimsediği ilkeler ve füru fıkıhtaki iddiaları önemlidir.

a) Kaynağı (ortaya çıkışı/çıkarılışı)

Müsteşrikler, hadisleri itibarsızlaştırabilmek için uzun süren fikri alt yapı çalışmasına girmişlerdir. Bu çabanın sonunda Hindistan’da kurumsal oluşumlarını gerçekleştirilmişlerdir. Bu serüven şöyle özetlenebilir:

1625-1695 yıllarında yaşayan Barthelemy d’Herbelot, hadislerin büyük bölümünün Talmud’dan alındığını ileri sürer.[3] Bu yaklaşım hadisleri itibarsızlaştırma hedefinin ilk adımı olarak düşünülebilir. Modernist diye nitelenen kesimin reddettikleri hadisleri sürekli İsrailiyat (Yahudilikten geçme) gerekçesine dayandırmaları ile bu iddianın benzeşmesi dikkate değerdir.

1813-1893 yıllarında yaşayan Alois Sprenger, Hindistan bölgesinde araştırma yapıp özellikle hicrî 5. asırdan sonraki hadis metinlerine ve istinsahların (kopya, çoğaltma) hiçbirine güvenilemeyeceğini söyler.[4]

Seyyid Ahmed Han 1875’te İngiliz eğitim modeline uygun olarak Hindistan’da “Aligarh Müslüman Üniversitesini” kurar. Kuruluşunda İngiltere’nin o zamanki Hindistan valisi olan Lord Lytton fikrî ve malî destek verir. Yani Hıristiyan düşüncesinin ve sermayesinin ciddi desteği söz konusudur. Bu okulun eğitim kadrosunda iki tane oryantaliste de yer verilmiştir.

Kur’ancılık (Kur’aniyyûn), Hindistan’daki kavramsal ifadesiyle “Hindistan ehl-i Kur’an ekolü” akımına bahsi geçen üniversitenin kurucusu olan Seyyid Ahmed Han ile Çerağ Ali öncülük etmiştir.

Bu ekolden olan Gulâm Ahmed Perviz, Hz. Muhammed’in görevinin sadece Kur’an’ı tebliğ olduğu, onun Kur’an dışında hüküm koyma yetkisinin bulunmadığı tezini ileri sürer.

İslam ilim geleneğinde hadis usulü kriterlerine göre yani cerh ve tadillerle bazı hadislerde farklı görüşler ileri sürülebilmiştir. Fakat hadisleri toptan sıhhat/güvenilirlik açısından tartışmaya açarak itibarsızlaştırma faaliyetleri başlangıçta bilhassa Hint-Pakistan’da ortaya çıkmış sonra Mısır bölgelerinde etkili olmuş daha sonra da Türkiye’ye sıçramıştır.[5] Özetle Kur’an İslam’ı anlayışı İslam tarihinin doğal süreci içinde değil misyonerlerin etkisiyle ortaya çıkmış bir anlayıştır.

Günümüz Türkiye’sindeki “Kur’an İslam’ı” savunucularının İslam’ın barış dini olduğundan hareketle cihadı itibarsızlaştırma, Mescidi Aksa’nın Cirane’de olduğu Kudüs’te olmadığı iddiasıyla da İsrail’in işgallerine Müslümanların tepkisini kırma faaliyetleri, yine İsrail ve ABD’nin çıkarlarına uygun düşecek şekilde Suriye’de ölen askerlerimizin şehit olmayacağı açıklamaları bilinmektedir.

Bu yaklaşımın Hindistan’daki o dönem Kur’an İslam’ı anlayışı öncülerinden Seyyid Ahmed Han’ın siyasî alanda Hint Müslümanlarının salah ve bekasının İngiliz yönetimine sadakatle mümkün olduğu fikrini savunması ile bu sayılan yaklaşımların benzerliğine okuyucunun dikkatini çekmekle yetinelim.

b) Amaçları

Kur’an İslam’ı anlayışının temel amacı İslam’ın öğrenilmesinde etkili olan hadis-i şeriflerden ve sahabeden günümüze tüm alimlerin çalışmalarından bağımsız kalarak sadece Kur’an’dan İslam’ı anlamak olduğu şeklinde özetlenebilir. Bu çerçevede ayetlerden kendi anladıklarıyla örtüşen hadisleri kabul edip diğerlerini reddetmekle aslında kendi görüşlerini yanılmaz doğru olarak kabul ettikleri anlamına gelmektedir.

Osmanlı devleti döneminde İslâm dünyasını inceleyen misyoner müsteşrikler, Müslümanlarla mücadele edecekleri alanları tespit ederek ülkelerine (İngiltere) rapor hazırlayıp bu doğrultuda faaliyete girişmişlerdir.

Hampher adlı misyoner müsteşrik, İslâm dünyasını nasıl yok edebileceklerine dair “Müslümanların kırılması gereken güçlü yönleri” konusunda bir rapor yazmıştır.[6] İslâm dünyasının yıkılması gereken güçlü yönleri olarak belirlediği maddelerden bazıları özetle şunlardır:

❚ Din âlimlerine saygı ve bağlılıkları (madde 3)

❚ Genç-ihtiyar herkesin, Hz. Peygamber’in sünnetini öğrenmedeki gayreti (madde 13)

❚ Kâfirleri irşat ve onların hidayetleri için büyük gayret sarf edilmesi; bunun Müslümanlar için dünyanın en büyük serveti telakki olunması (madde 21)

❚ Kur’an ve sünnete kesin bağlılık ve her ikisini de hayatlarına tatbik etme gayreti; bu gayretin onları cennete götüreceği inancı (madde 23)

Müsteşrikler, Müslümanların bu güçlü yönlerini tespit edip yıkmayı hedeflemişlerdi. Bugün modernist olarak tanımlanan kesimin yapmaya çalıştıkları şöyle özetlenebilir.

❚ Güvenilen âlimler ve kitaplarına

❚ Mezhep imamlarına

❚ Hadis-i Şeriflere itibar suikastları yapılmıştır. Bunlarda belirli bir aşamaya geldikten sonra da;

❚ Peygamberimizin şahsının işlevsizleştirilmesine yani vahyi tebliğ etmenin dışında hiçbir işlevinin olmadığı iddiasıyla yıpratılmasına,

❚ Tarihselcilik anlayışıyla Kur’an’ın hayatı düzenleyen (ahkâm) ayetlerinin bugün geçerli olmadığı iddiasıyla Kur’an’ın bir bölümünü geçersiz kılma çabasına

❚ Son olarak da bazı Kur’an ayetlerindeki cümlelerin Allah’a yakışmadığı için onun sözü olmayıp peygamberin sözü olduğu iddiasıyla, işi Kur’an’a itibar suikastına kadar ileri götürebilmişlerdir.[7]

Sonuç olarak müsteşrik misyonerlerin hedefleri ile modernist anlayışın görüşleri arasındaki benzerliği ve bunun nasıl anlaşılması gerektiğini okuyucunun ferasetine bırakarakalım.

c) Benimsediği usul ve ilkeler

Hıristiyanlıkta yapılan “dinde reform” hareketleri sürecinde bazı usul/duruş yöntemleri benimsenmişti. Kilise ve gelenek yerine kutsal kitap tek kaynak olmalı sloganıyla başlayan bu reformun savunduğu temel tezler şunlardı:

❚ Sadece kutsal kitap merkezli din oluşturma düşüncesi,

❚ Kutsal metni yorumlamada sadece aklı esas alıp otoritelerden bağımsız olma isteği,

❚ Her ferdin kendi kutsal kitabını bireysel olarak bütün yönleri ile anlaması gerektiği anlayışı,

“Kuran İslam’ı” sloganıyla hareket edenlerin savundukları ya da uyguladıkları kriterlerle Hristiyanlıktaki reform hareketlerindeki benzerlikler de dikkate değerdir. Şimdi Zorlama ve dolaylı yorumlarla Yahudilikle benzerlik kurdukları hadisleri reddederken diğer taraftan temel konularda bile yöntem benzerlikleri ciddi bir çelişki olarak ortada durmaktadır.

Anlaşılması zor olan bir nokta da aklını kullanan ve sorgulayan müslüman sloganıyla hareket eden kesimin kendi içlerindeki bu çelişkiyi sorgulamamalarıdır. İlmî geçmişi sorgulayıp kendi iç bünyelerini ve öne çıkmış zevatların görüşlerini sorgulamadan kabul ettiklerine birkaç örnek ekleyelim.

-Kur’an’dan başka ilave bir bilgi (vahyi gayri metlüv) verilmeden Peygamberimizin, kendisiyle aynı kitabı okuyan ve sebebi nüzulünü da bilen ashabına ayetleri nasıl açıklayabildiğini,

-Ayetler arası bağlantı kurarak veya yorumlayarak kulun ulaştığı bir sonucun, bizzat Allah’ın sözü (Allah böyle diyor) olarak sunulmasını,

-İstisna getirilmediği gerekçesiyle “Namaz kıl” emrinin kadının özel gününde de devam ettiğini iddia ederken cuma namazı kılınınca öğle namazının devam etmediğini kabul etmekle düştükleri çelişkiyi,

-Ayete göre korku yoksa seferilikte namaz kısaltılamaz derken, namazları hem kısaltarak hem de kısaltmadan kaç rekât kılınması gerektiğini neden ayetlerden açıklamadıklarını,

-Başkasına dünyada yapılan duayı sorun görmeyip, aynı duayı ahirette yapınca (Şefaat) şirk görecek kadar uç anlayıştaki çelişkiyi,

-Hz. Adem’in ilk insan olmadığını ispat için insanın kan dökeceğini meleklerin önceden bilmesini sorgularken hem meleklerin tespih etmesini hem Âdem ve kendisinin yaratıldığı hammaddeyi İblis’in nasıl bildiğini (sayılan bilgilerin tamamını nasıl öğrendikleri ayetlerde açıklanmamasına rağmen sadece birini öne çıkarıp diğerlerini görmezden gelmekteki çelişkiyi),

-Geçmiş âlimleri Arap kültüründen etkilenme ile suçlarken, kendilerinin yaşadığı günümüzün İslâm dışı seküler kültürden ne kadar etkilendiklerini,

-Sayısal olarak ciddi bir yoğunluk farkı olsa da Türkiye’deki İslâm toplumu Sünnî, Alevi ve Caferilerden oluşmasına rağmen eleştirilerin neden sadece Sünnilere yöneltilip diğerlerinin değerlendirilmemesini,

-Uydurma gerekçesi ile reddettikleri pek çok hadise göre ibadetlerini yapmalarındaki çelişkiyi[8] neden sorgulamazlar.

d) Görüşleri, ulaştıkları sonuçlardaki/fıkhi hükümlerdeki tutarlılık ve isabetleri.

Namazın kazası, özel gününde olan kadınların namaz ve orucu eda etmesi, kadınların Cuma namazı, Seferilikte (yolculukta) namazın kısaltılması, ramazan orucuna başlama (imsak), kabir azabı, şefaat, recm cezası, Hz. Âdem’in ilk insan olması, Hz. Meryem’in Hz. İsa’ya hamile kalması (hermafrodit), Peygamberler arasında fazilet bakımından üstünlük gibi meseleler hakkında ileri sürdükleri görüşlerindeki yanlışlar bu yazının kapsamını çok aşacağı için dergimizin sonraki sayılarında tek tek ele almayı düşünmekteyiz.

Bir fikir vermesi için Namazın kazasının olmadığı iddialarındaki sadece çelişkileri zikretmekle zikretmekle yetinelim.

Bir taraftan namaz vakitli bir ibadet olduğu gerekçesiyle kazasını reddederken diğer taraftan sabah uyuya kalındıysa uyanınca kılınacağı söylenmektedir. Halbuki bu durumda da vakit çıkmış olmaktadır.

Bir taraftan namazın kazasıyla ilgili hadisleri reddederken diğer taraftan sabah uyanınca kılınması ile ilgili hadise göre çözüm üretmektedirler.

Bir taraftan bu kadar önemli bir ibadet olsaydı Kur’an’da geçerdi gerekçesiyle kazaya itiraz edilirken diğer taraftan kabul ettikleri uyanamama sonrası kılınacak olan sabah namazının kazası da Kur’an’da geçmemektedir.

Bir taraftan kazasını kabul etmek namaza gevşekliğe sebep olacağını iddia ederken diğer taraftan kılınamayan namaz için tevbe edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. İddialarına göre kazasıyla birlikte tevbe yapılması gevşekliğe sebep oluyor ama sadece tevbe gevşekliğe sebep olmuyor. (!)

Bir taraftan namazın kazası olsaydı ashaptan kaza çetelesi tutan olurdu derken diğer taraftan ashabın aylarca/yıllarca namazı kılmamalarının olup olmadığının ispatına ihtiyaç duymuyorlar. Özetle olmayan bir borcun çetelesi beklentisiyle iddialarını delillendirme çelişkisine düşebilmektedirler.

Son söz olarak saha araştırması yapılması gereken önemli bir noktaya dikkat çekerek yazımızı sonlandıralım.

“Kur’an İslam’ı” sloganıyla geçmişi itibarsızlaştırmanın sonucunda toplumun yaşantısı daha mı dindar oluyor yoksa İslam’a ve alimlere olan güven sarsılarak tüm dini bilgi ve otoritelere şüpheyle bakıp kendi kafasına göre bir dini anlayış ve yaşantı mı ortaya çıkıyor.

Adı geçen anlayış yaygınlaşmadan önce ve sonrasında toplumun (fikri fanatiklerin değil) dini yaşantısı karşılaştırmalı ve tarafsız bir şekilde sosyologlar tarafından alan araştırmasına ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.

 

 

 

 


[1] Sahih dinî kaynaklardan uzaklaşan ümmeti, bidat ve hurafelerden arındırarak Kur’an ve sünnet çizgisine yani saf hâline tekrar getirmeyi amaçlar. Bu anlayışın İslâm’ın temel kaynakları olan ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle herhangi bir kavgası olmayıp mücadelesi daha çok Asr-ı Saadet sonrası oluşan olumsuz geleneklerledir.

[2] İslâm’a kültürel ve siyasî olarak dışarıdan dayatılan ve bunun etkisiyle oluşan/bozulan geleneğe karşı çıkma, bunları düzeltme amacını taşır. İslâmcılık akımı bu kapsamda ortaya çıkmıştır. Bunların da dinî metinlerle yani ayet ve hadislerle bir sorunu olmayıp bozulmada daha çok payı olduğu düşünülen dış güçler ve etkileriyle mücadele etmek öncelikleri arasındadır. İhya ve ıslahat hareketleri yazımızın konusu olmadığı için üzerinde daha fazla durulmayacaktır. (Son iki dipnotla ilgili geniş bilgi için bakınız: Mehmet Ali Büyükkara, Çağdaş İslâmî Akımlar, s. 23, 133-138, 215.)

[3] Hadislerle İslam, DİB Yayınları, 1/92.

[4] a.g.e. 1/92.

[5] Bk. Hadislerle İslam, 1/93.

[6] İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri, s. 107-110. (hatıratı Hampher’den naklen)

[7] Modernist kesimin tamamı her konuda yekvücut değil elbet. Onalar her bulduklarını zannettikleri hatada tüm ehli sünnete genelleme yaptıkları için biz de modernist kavramıyla tanımlanan kesimi bir bütün olarak değerlendirme mecburiyetinde kaldık.

[8] Sonraki yazılarımızda bu konunun detayı açıklanacaktır.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul