21 Mart 2025 - Cuma

Şu anda buradasınız: / KUR’ÂN-I KERİM ve RASULULLAH (s.a.s)’in SÜNNETİNE GÖRE ERKEK ile KADININ KONUMU
KUR’ÂN-I KERİM ve RASULULLAH (s.a.s)’in SÜNNETİNE GÖRE ERKEK ile KADININ KONUMU

KUR’ÂN-I KERİM ve RASULULLAH (s.a.s)’in SÜNNETİNE GÖRE ERKEK ile KADININ KONUMU SUEDA ŞENER

 

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

Yegâne ilâh ve yaratıcı Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ, insanı yaratmış ve onu yeryüzüne halife olarak göndermiştir. Yeryüzünün vârisleri olarak dünyaya gönderdiği insan kullarını, kadın ve erkek olarak iki cinse ayırmıştır. Bu, O'nun sonsuz ilim, irade, kudret, rahmet ve hikmetinden kaynaklanmaktadır.

Allah azze ve celle buyurur:

"Doğrusu çiftleri, erkek ve dişiyi yaratan O'dur."1

"Sizi çift çift yarattık."2

"Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve 'birbirinizi tanımanız ve tanışmanız' için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır."3

Kadın ve erkek, bir bütünün iki parçasıdırlar, birbirlerini tamamlarlar. Nitekim ayet-i kerimede Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kadınlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz."4

Her biriniz, elbisenin kusur ve ayıpları örttüğü, soğuk ve sıcak dolayısıyla gelebilecek tehlikelerden koruduğu gibi, diğerinin kusur ve ayıplarını örter, eksiklerini tamamlarsınız.

Yine Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.) buyurur: "Kadınlar, erkeklerin yarısıdır."5

Hadiste geçen "yarı" ifadesi, kadınları ve erkekleri birbirlerini tamamlayan iki parça olarak ifade etme amacıyla kullanılmıştır.

Öyleyse, ayet-i kerime ve hadis-i şeriften anlaşılan odur ki, Allah Teâlâ'nın yarattığı, yeryüzünün halifeleri olan insan cinsi, iki parçadan meydana gelmiştir: Kadın cinsi ve erkek cinsi. Biri olmadan, diğeri eksik ve yarımdır. Her bakımdan iki cins de birbirine muhtaçtır. Bu yüzden kadın ve erkek cinsleri birlikte dünyaya gelmişler, hayatı birlikte paylaşmışlardır.

Bu durum, "her şey zıttıyla kâimdir" kâidesi gereği Allah azze ve celle'nin yarattığı kullarına bahşettiği rızıklardan bir tanesidir. Ancak bu iki parçanın birbirini tamamlaması, her açıdan birbirine eşit olmalarını gerektirmez. Madem ki, iki ayrı cinsten söz ediliyor, öyleyse mutlak eşitlik nasıl düşünülebilir?

Kadın ve erkek birbirinin tamamlayıcısıdırlar ve her ne kadar bir bütün olsalar da fıtrî olarak eşit yaratılmamışlardır. İslâm dini, cahiliyye hayatı inançlarında olduğu gibi kadını ne aşağılara itmiş, ne de modern(!) dünyada feminizm gibi ideolojilerin ürettiği "kadın ve erkek eşittir" sloganı üzere aile yaşantısını bina etmiştir. O, öyle bir aile modeli çizmiştir ki, bu ailede bütün aile fertlerinin ayrı ayrı görevleri bulunmakta ve bu görevlerinde kesinlikle birbirlerine karşı haksızlık görülmemektedir. Allah azze ve celle, erkeğe birtakım haklar ve sorumluluklar verdiği gibi, kadına da birtakım haklar ve sorumluluklar vermiştir. Bu durumda kadını, şer'î hükümlerde erkeğe eşit kılmış, kendi huzurunda sevap ve günah bakımından da ortak bir mevkîye koymuştur.

Örneğin, kadın duygusal anlamda güçlü bir varlık iken, erkek ise fizikî anlamda güçlü bir varlıktır. Bu yüzden erkekler, kadınlar üzerinde kavvâm olma hakkı ve sorumluluğuna sahip olmuşlardır.

Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ buyurur:

“Erkekler kadınlar üzerinde kavvâmdırlar (onların işlerini yürütürler, gözetirler). Zira Allah, onların bazısını, bazısına üstün kılmıştır. Ayrıca erkekler, mallarından mehir ve nafaka borcunu da ödemekle mükelleftirler.”6

Müfessirler, ayet-i kerimede geçen "kavvâm" kelimesine genel olarak, "yönetmek" anlamı vermişlerdir. Öyleyse erkekler, aile reisliği başta olmak üzere, kadınlar üzerinde yönetici pozisyonundadırlar. Erkeğin aile reisliğinde, ailenin ihtiyaçlarını karşılamak ve aileyi her türlü dış tesirlerden koruma görevi de söz konusu olduğu için ona büyük sorumluluk düşer. Ancak bu durum, bir kısım İslâm düşmanının iddia ettiği gibi, erkeklerin mutlak mânâda kadınlardan üstün olduğu anlamına gelmemektedir. Bilakis, aile kurumu içerisinde kadın ve erkeğin görevlerini bildirmekte, her birinin bu hak ve sorumlulukları iyi bilmeleri konusunda onları uyarmaktadır.

Yine kadınlar, erkeklere Allah'ın bir emanetidir. Rasulullah (s.a.s.), Vedâ Haccı'nda insanlara hutbe verip şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz, kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları, geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın."7

Kadın, erkeklere karşı iffet ve namusunu korumakla yükümlüdür. Bu, İslâm'ın; kadınların medreseye, mescidlere, çarşıya gitmesine yasak koyduğu anlamına gelmemektedir. Sadece bu ortamlarda nasıl davranacağına, nasıl giyineceğine dair erkeklere koyduğu kurallar gibi, onlara da bazı kurallar ve ölçüler koymuştur. Bu ölçülere riâyet edildiği takdirde kadının sosyal hayata karışmasında bir beis yoktur.

Fakat kadınların fıtratında bulunan narinlik ve kırılganlık, sosyal hayattaki kadın erkek ilişkilerinde genellikle incinen taraf olmalarına neden olmaktadır. Bundan dolayı Kur’ân, bazı tedbirler almıştır. Örneğin, "Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle. Onların tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."8 ayeti, tesettürün aslında kadınları koruyan ve yücelten bir emir olduğunu açıkça belirtmektedir. Ayrıca bu ayet, kadınların ihtiyaçlarını karşılamak için topluma katılmalarına izin verildiğine dair bir delildir. Çünkü dışarı çıkmaları caiz olmasaydı, dış örtülerini giymeleri de emredilmezdi ve sadece dışarı çıkmalarının yasak olduğu belirtilirdi.

Öyleyse kadını fitne sebebi görerek ezen, onun hareket alanını olabildiğince daraltarak evlerden asla dışarı çıkmasına izin vermeyen bir anlayışın İslâmî olduğunu söylemek mümkün değildir. Şu bir hakikattir ki, kadınların mescidi, evleridir. Ümmet yetiştiricisi olmaları sebebiyle de erkeklere nazaran daha çok evlerde mesai harcarlar. Ancak bu durum onların evlerden dışarı çıkamayacakları anlamına gelmez. Haddizâtında bu durum realiteden uzak olmakla birlikte, aynı zamanda dinin de uygun görmediği bir durumdur. 

Erkek, toplumda yönetici konumunda olduğu gibi, kadın da toplumun yetiştiricisi konumundadır. Bir anne sadece bir çocuğu doğurmaz, aynı zamanda toplum ve yetişen nesiller, kadınların eseridir. Bu yüzden toplumu doğuranlar, anneler olmuştur. Kadın, her şeyden önce Allah Azze ve Celle'nin kuludur, bir eştir, bir annedir. Nesillerin yetiştirilmesi, Selahhaddin Eyyûbî gibi Kudüs'ü fethedecek evlatlar meydana getirilmesi, İslâm nûrunun kalblere nakşettirilmesi, hayatın sevgi, rahmet ve muhabbet çerçevesinde sürmesi, evlerin rahat, huzur ve güven duygularıyla dolup taşması, müslüman kadının elleriyle gerçekleşmektedir. Bu ise ancak onun, Rabbini ve kendi konumunu tanımasıyla gerçekleşir.

Rabbini tanımanın yolu, Kur'ân'ı tanımaktan geçer. Bu şuurda olan sahabe kadınları, kendilerini Kur’ân’ın muhatabı olarak kabul etmişler, onu anlamak ve gereklerini yerine getirmek için gayret etmişlerdir. Bu konuda Rasulullah (s.a.s.)'e soru sormaktan da geri durmamışlardır.

Örneğin, Araplarda bir lügat kâidesi bulunmaktadır. Arapça'da, erkeklerle ilgili kullanılan fiil kalıpları ile kadınlarla ilgili kullanılan fiil kalıpları birbirinden farklıdır. Ancak bu kaideye göre, eğer çağrı bütün insanları kapsıyorsa, erkeklere hitap eden kalıplar kullanılmıştır. Mesela, yüze yakın ayette geçen “Ey iman edenler” kalıbı erkekler için kullanılan bir kalıptır ve "Ey iman eden erkekler” anlamına gelmektedir. Ama bu kullanım, erkekler gibi kadın cinsini de içerisine alır. Bu anlatım usûlü, Arap dilinin özellikleri ile ilgili bir durumdur. Ancak yalnızca erkek kalıbının kullanıldığı bu ifadeler, ilk dönem Müslüman hanımlarının hoşuna gitmemiş olacak ki, Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)’den bu konuda açıklama istemişlerdir:

Ensar hanımlarından Ümmü Ümare, Rasulullah (s.a.s.)'e gelip şöyle demiştir: "Ben her şeyin erkeklere ait olduğunu görüyorum. Kadınlardan herhangi bir şekilde söz edildiğini de görmüyorum. (Niye Kur’ân’da bizler de erkeklerin anıldığı gibi anılmıyoruz?)” Bunun üzerine şu ayet-i kerime nâzil olmuştur9:

"Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır."10

Yine Rasulullah (s.a.s.)'in eşlerinden Ümmü Seleme annemiz, Rasulullah (s.a.s.)'e yönelttiği şu sorusu ile konuyu dile getirmiştir:

“Ya Rasulallah! Yüce Allah, Kur’ân’da (erkeklerin hicretini övüyor), kadınların hicreti hakkında hiçbir şey söylemiyor (Neden bu konuda hep erkek kalıplar kullanılmıştır)?” demiş, bunun üzerine Allah azze ve celle, Kur'ân-ı Kerim'deki oturmuş dil kuralını kaldırarak şu ayeti indirmiştir:11

"Nitekim Rableri onlara (duâlarını kabul ederek) cevab verdi: 'Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, hiç birinizin amelini boşa çıkarmam. Zaten siz, birbirinizdensiniz."12

Ayet-i kerimede geçen "Zaten siz, birbirinizdensiniz" ifadesi kadının erkekten, erkeğin de kadından olduğunu ifade etmektedir. Böylece ayet, bizlerin bir cemaat ve tek bir ümmet olduğunu, Allah katında aramızda hiçbir farkın olmadığını ifade etmektedir.

O hâlde, erkek mi üstün, kadın mı üstün tartışması yersizdir. Kadın olsun erkek olsun, her insan Allah'ın kuludur. Erkeğin kadında bulunmayan birtakım özellikleri bulunduğu gibi, kadının da erkekte bulunmayan birtakım özellikleri mevcuttur. Bu sebeple her ikisi de ayrı ayrı yönlerden birbirlerine muhtaçtırlar.

Allah’ın, kullarına karşı adaletle muamelesinin en bâriz göstergelerinden biri de, kullarına mükâfat ya da cezâ verdiğinde kadın-erkek ayrımı gözetmemesidir.

Allah Teâlâ buyurur:

“Erkek olsun kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.”13 

Dolayısıyla bir kişinin cennet ya da cehennem halkından olması, o kimsenin salih amelleri ile bağlantılıdır, cinsiyeti ile değil. Zira kadını kadın, erkeği erkek olarak yaratan O’dur. Allah Azze ve Celle âdil-i mutlak olandır, kullarına zulmetmeyendir. Kadın olsun erkek olsun her insanın kazandığı sevaplar da, işledikleri günahlar da kendilerinedir. Âhirette kadın da erkek de, dünyada yapıp ettiklerinden ferdî olarak sorgulanacaklardır. İnsan, Allah azze ve celle'nin huzuruna yardımcısız ve tek başına çıkacak, hesabını kendisi verecektir:

"Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her şeyin) tümü, Rahmân (olan Allah)'a, yalnızca kul olarak gelecektir."14

Ve hiç kimse, bir başkasının günahını yüklenmeyecektir:

"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez."15

Kur’ân, Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olacağına dikkat çeker:

"Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır."16

Takva, İlah’a ve O’nun emirlerine karşı saygılı olmak, O’nun rızasını her şeyin üstünde tutmak, hükümlerine boyun eğmek, râzı olacağı salih amelleri/davranışları yapmaktır.

Takva, Allah’a yaklaşmak için her çeşit haramdan kaçınmak, O’nun rızasını, O’nun sevgisini yitirmekten çekinmektir.

Takva, Hz. Ömer (r.a.)'ın ifade ettiği gibi elbisemizi toplayarak dikenlerin bize zarar vermesinden kaçınmaktır.17

Öyleyse ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ışığında şunu söyleyebiliriz ki, kulun Allah katındaki değerini belirleyen onun cinsiyeti değil, takvasıdır.

Allah azze ve celle bizleri, Kur’ân'ın ve Hz. Peygamber'in sözleri doğrultusunda bir hayat geçirmeyi ilke edinen, sorumluk sahibi müslümanlardan eylesin.

  1. Necm, 53/45.
  2. Nebe', 78/ 8.
  3. Hucurat, 49/13.
  4. Bakara, 2/187.
  5. Sünen-i Ebu Davud, Tahâret, 94.

Sünen-i Tirmizî, Tahâret, 82.

Sünen-i Dârimî, Vudû, 76.

Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.6, Hds.256, 377.

  1. Nisa, 4/34.
  2. Sahih-i Buhârî, Ḥac, 132.

Sahih-i Buhâri, Meğâzî, 78.

Sahih-i Müslim, Ḥac, 147.

Sünen-i Ebu Davud, Menâsik, 56, 61.

Sünen-i Tirmizî, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, 10.

Sünen-i İbn Mâce, Menâsik, 76, 84.

Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.7, 307, 330, 376.

  1. Ahzab, 33/59.
  2. Sünen-i Tirmizî, Tefsir, 33.
  3. Ahzab, 33/35.
  4. Sünen-i Tirmizî, Tefsîr, 5.

Tefsiru İbn Kesîr, c.1, 165.

  1. Âl-i İmrân, 3/195.
  2. Nisa, 4/124.
  3. Meryem, 19/93.
  4. Fatır, 36/18.
  5. Hucurat, 49/13.
  6. Tefsiru İbn Kesîr, c.1, 42.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul