27 Nisan 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / İktisadî-Siyasî Bağımsızlık ve Medine Pazarı
İktisadî-Siyasî Bağımsızlık ve Medine Pazarı

İktisadî-Siyasî Bağımsızlık ve Medine Pazarı Prof. Cengiz Kallek

Tarih boyunca iktisadî bağımsızlık, siyasî bağımsızlığın en önemli dayanağı olmuştur. Ticaret maksadıyla Filistin, Yemen ve Bahreyn-Uman bölgelerini dolaşmış, saygıdeğer, güvenilir, tecrübeli bir tacir1 ve Mekke müşriklerinin, Kinâne oğulları yurdunda imzaladıkları antlaşma2 neticesinde ittifakla uyguladıkları şiddetli bir ekonomik ambargoya maruz kalarak büyük sıkıntılara düşmüş,3 bir insan olan Hz. Peygamber (s.a.s.) de iktisadî bağımsızlığın önemini muhakkak ki çok iyi biliyordu. Allah’ın inayeti ve bu tecrübelerin kazandırdığı ferasetle, hicretini müteakip, ilk iş olarak siyasi ve iktisadi yönden şartların elverdiği ölçüde, hatta şartları zorlayarak mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedeflemişti. Bunun tahakkuku için, bir yandan hem devlet başkanı sıfatıyla kendisinin, hem de Müslümanların siyasî hâkimiyetini tesis edecek olan ve günümüzde bazı ilim adamlarınca “Medine Anayasası” olarak adlandırılacak kadar büyük bir ehemmiyete haiz bulunan muahedeyi gerçekleştirirken, diğer yandan da Müslümanlara ait, onların hâkimiyetinde, onların ahkâmının uygulanacağı bir piyasa oluşturmalıydı. İşte bu ve benzeri saiklerle, daha sonra “Medine Pazarı” ismiyle anılacak olan pazarı kurmuştur.
Gerek hicretten önce ve gerekse sonra geçen zaman zarfında, her konuda olduğu gibi iktisadî hususlarda da ayetler iniyor, hükümler vaz‘ ediliyor, bazı Cahiliye adetleri yasaklanıp bir kısmı tâdil ve tashihe tâbi tutulurken yeni kaideler de konuyordu. Ancak bütün bu hükümler derhal uygulamaya geçirilmeli, sağlıklı ve sürekli bir tatbikat için de uygun şartlar yaratılmalıydı. Zira halihazırda mevcut olan Medine pazarlarında genellikle müşrik veya Yahudî tacirler hüküm sürüyorlardı. Tabiatıyla bunların ticarî faaliyetleri ya kendi dinî anlayışlarına ya da Cahiliye adetlerine göre cereyan ediyordu. Halbuki İslam bunlardan bir kısmını yasaklamakta ve yeni birtakım piyasa normları koymaktaydı. Her türlü gayr-i meşrû muamelelerin cereyan ettiği bir ortamda Müslümanların, İslâm’ın hükümlerini uygulamaları şüphesiz zor olacak, karşılıklı güven ortamı kolay kolay sağlanamayacaktı. Ayrıca bu gayr-i müslimlerle yapılan ticaret –piyasaya hâkim olmaları sebebiyle– daha çok onların lehine idi ve bunun böyle sürüp gitmesi, devletin istikbali açısından problem teşkil edebilirdi. Kaldı ki Müslümanlar asla: “Arapların mallarından ne kapsak kârdır ve bu hususta da mesul ve günahkâr olmayız. Zira onlar hak yolda (!) değiller...”4 meâlinde bir zihniyete sahip olan Yahudîlerin insafına terk edilemezdi. Öyleyse yapılacak ilk iş, Müslümanların hâkim ve şer‘i ahkâmın kaim olduğu müstakil bir pazar kurmaktı. Zira diğer pazarlar, onların pazarı olamazdı.
“Hz. Peygamber (s.a.s.), Nebît Pazarı’na giderek bir göz attı ve: “Bu, asla sizin pazarınız olamaz” buyurdu. Sonra (başka) bir pazara gitti ve (yine) ‘Bu asla sizin pazarınız olamaz’ buyurdu. Sonra (bilahare Medine Pazarı adını alacak olan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve “(İşte) sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak ve burada vergi alınmayacaktır” buyurdu.”5

Semhûdî’nin benzer rivayeti ise şöyledir: “Bir adam Nebi’ye (s.a.s.) gelerek, ‘Yâ Resulallah (s.a.s.)! Pazar için (uygun) bir yer gördüm (gelip bir bakmaz mıydınız?)’ dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber (s.a.s.) onunla birlikte Medine Pazarı’nın bugünkü yerine gitti ve ayağıyla (yere) vurarak! “(İşte) sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak ve burada asla vergi alınmayacaktır” buyurdu.”6 Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından seçilen bu pazar yeri Sâide oğulları bölgesinde bir kabristandı. İlk önce bu teklife karşı çıkan Sâide oğulları daha sonra razı oldular.7 Burası açık bir alandı. Bir binici pazar yerine inip devesinin palanını yere bıraksa, pazarı dolaşırken ne tarafa gitse palanını görebilirdi.8 Pazar yeri olarak bu bölgeyi seçmeden önce “Resulullah (s.a.s.), Bakî‘ ez-Zubeyr (bölgesin)de bir çadır kurdu ve: “(İşte) bu sizin pazarınızdır” buyurdu. Hemen akabinde Yahudîlerin reisi Ka‘b b. el-Eşref geldi, içine süzülerek çadırın iplerini kesti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.): “Önemli değil. Gerçekten ben bunu, onu daha da delirtecek bir yere nakledeceğim” buyurdu.
Sonra bu pazarı, şimdi Medine Pazarı’nın bulunduğu yere taşıdı ve şu emri verdi: “İşte bu, sizin pazarınızdır. Burada devamlı sabit köşeler, yerler edinmeyin (yani sabah erken gelen dilediği yere yerleşsin). Burada hiç vergi (de) alınmayacaktır.”9 Birçok hadislerinde, Pazar yerlerini şeytanların ordugâhı olarak nitelendiren Hz. Peygamber (s.a.s.), ilk kurduğu pazarın yerini, insanları dünya lezzetlerine dalmaktan meneden ölümü10 ve Mahkeme-i Kübrâ’da kurulacak adâlet terazisini hatırlatan en önemli uyarıcılardan biri olan kabristan bölgesine çekmek suretiyle belki de alıcı ve satıcıyı manevî kontrol altında tutmayı hedeflemiştir.
Bu hadisenin geçtiği Bakî‘, Kaynukâ‘ oğulları Yahudîlerinin bölgesinde olup11 Benî Kaynukâ‘ Pazarı’na yakın bir mevkide idi ki bu pazar, o dönemin Medine›sinde Yahudîlerin elindeki iktisadi güç ve hâkimiyetin de etkisiyle, en çok rağbet gören pazardı. Öyle ki, Cahiliye Mekkesi’nin büyük sermayedarlarından iken, Müslüman olup hicret ettiği Medine’de de ticaret mesleğini sürdürmek için pazaryerini soran Abdurrahman b. Avf’a, Benî Kaynukâ‘ Pazarı gösterilmişti.12 Ka‘b b. el-Eşref, bu rakip pazarın, iktisadi nüfuzları üzerinde ne büyük bir tehlike oluşturacağını çok iyi bildiğinden, halkının çıkarlarını korumak için, bilahare çıkması muhtemel bir çatışmayı dahi göze alarak, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu teşebbüsünü sabote etmekte tereddüde düşmeyip, bir ân bile gecikmeden müdahalede bulundu.
Pazarın, Sâide oğulları bölgesindeki yeni yeri, Yahudî yerleşim biriminden oldukça uzakta sayılır. Zira birisi Medine’nin bir tarafında iken, diğeri de öbür tarafına düşmektedir ki burası, Ka‘b’ın kolayca sabote edebileceği bir yer de değildir. Yeni pazarın, Mescid-i Nebevî’nin yanında, Medine’nin hemen hemen merkezinde, Buthân Vadisi’nde, Medine’ye giriş-çıkış yolları üzerinde yer alması ve şehrin tümüne hizmet verebilecek bir konumda bulunması, bize, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) pazarı, Ka‘b b. el-Eşref’i daha da delirtecek bir yere nakletmekten kastının ne olduğu hususunda fikir vermektedir. Zira eğer Ka‘b, Bakî‘ Pazarı girişimini, sırf kendi bölgelerine tecavüz edildiği gerekçesiyle sabote etmiş olsaydı, pazarın, Medine’nin öbür ucuna, kendileriyle hiç alakası bulunmayan başka bir bölgeye nakledilmesiyle niçin daha da delileşsin?!
Bütün bu zikredilenler, pazarın kuruluşu ile ilgili hadisleri ve yorumları içermektedir. Ancak mesele pazarın kuruluşu ile bitmemekte, aksine, satıcı ve alıcıların, alışık oldukları, belli bir yer, muhtelif müşteri ve satıcılar edindikleri ve yakınlığı hasebiyle de yeğleyebilecekleri diğer pazarları bırakarak yeni pazara yönelmelerini mümkün kılacak şartları sağlamak gerekmekteydi. İşte bunun da bilincinde olan Hz. Peygamber (s.a.s.), pazarın rüchaniyetini yeterince arttıracak kadar önemli ve cazip bir kaideyi de kuruluşuyla beraber koymakta gecikmemişti: “Burada hiçbir vergi alınmayacaktır.” Bu ifadeden ve kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılan odur ki, Cahiliye döneminde kurulan pazarların ekseriyetinde bir çeşit pazar vergisi alınmaktaydı. Kister’e göre, vergisiz yeni bir pazar kurma prensibi, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), Ukâz’daki vergisiz pazar uygulamasını adapte etmeye niyetlendiğinin bir göstergesi olabilir. Resulullah’ın (s.a.s.), bi‘setten sonraki ilk üç seneyi müteakip hicrete kadar geçen on sene zarfında, mütemadiyen Ukâz, Mecenne ve Zu’l-Mecâz panayırlarına giderek halkı İslâm’a davet ettiğine dair rivayetler,13 Kister’in bu görüşüne güç kazandırmaktadır. Zira bu vesileyle Ukâz’daki tatbikatı gören ve ehemmiyetini anlayan Hz. Peygamber’in (s.a.s.), uygulamayı Medine Pazarı’na adapte etmesi gayet makul görünmektedir. Çünkü Ukâz’ın, o dönemin en meşhur ve revaçta pazarlarından olmasında bu uygulama da rol oynamıştır herhalde. Ona göre, bu uygulamanın diğer bir yorumu da “es-sûk sadaka”14 (yani pazarın, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmete sadakası, vakfı olduğu) fikridir.15 Biz bunlara, bizce önemli olan bir başka noktayı daha ilave etmek istiyoruz: Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber (s.a.s.), pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların, yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu muhakkak. Zira kâr arzusu, ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr demektir.
Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlar da düşme eğilimi gösterecektir. Tabiatıyla, diğer pazarlara nisbetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri çekecektir. Kaynukâ‘ oğulları kabilesinin, kendi pazarlarını parselleyip ücret mukabili kiraya verdikleri gibi, tüccardan da pazar resmî aldıklarını,16 dolayısıyla bu tür kira ve vergilerden muaf yeni pazarın, en güçlü rakibi olan Benî Kaynukâ‘ Pazarı’na karşı ne büyük bir avantaj elde edeceğini de hesaba katarsak, bu muafiyetin isabetlilik derecesini daha iyi kavrayabiliriz sanıyorum.
Bütün bu tedbirler, meyvelerini vermiş olsa gerektir ki, ifadelerin zımnından çıkartabildiğimiz kadarıyla tüccar, bu pazara rağbet etmiş ve dolayısıyla da yeterli müşteri bulmuş demektir. Zira tüccarın pazarda çadırlar ve binalar kurma teşebbüsüı,17 rağbetin ve kökleşme gayretinin bir göstergesi olsa gerektir. Ne var ki Hz. Peygamber (s.a.s.), bu teşebbüsleri engellemiştir. Öyle ki Semhûdî’nin kaydettiği bir rivayete göre Resulullah (s.a.s.), koyduğu yasağa rağmen pazar yerinde kurulan bir çadırı yaktırmak suretiyle bu konudaki kararlılığını göstermiştir.18 Yukarıdaki hadiste de geçtiği üzere O, daha pazarı kurarken koyduğu pazar nizâmnâmesinin bir maddesinde: “Burada sabit köşeler edinmeyin” buyurmuştu. Kanaatimize göre, bu prensip de tüccar arasında adâleti gözetmek, önce davrananın, ömür boyu sürecek bir ayrıcalığı kaparak diğerlerini mağdur etmesini engellemek, bununla beraber sabah erken kalkanın, o gün için kullanabileceği bir yere tezgâh kurmasına izin vermek suretiyle de tembellik ve gevşeklik göstermeden ticarete sarılmasını özendirmek ve böylece ticarî hayata canlılık kazandırmak gibi gayelere mâtuf olsa gerektir.

Dipnot


Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1400/1980, II, 1014.
Buhârî, Hac 45; Cihâd 180; Müslim, Hac 344; Ebu Dâvud, Menâsik 86; Ferâiz 10.
İbn Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d, et-Tabakâtu’l-kubrâ (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, I, 208-210.
Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr, Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vili’l-eseri ve’l-Kur’ân (nşr. Muhammed Ebu’l-Fadl), Kahire 1321/1903, III, 226- 227; Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi‘ li-ahkâmi’l­Kur’ân (nşr. Ebû İshak İbrahim), Kahire 1386-87/1966-67, IV, 118; Ali, Cevâd, el-Mufassal fî târihi’l-‘Arab kable’l-İslâm, Beyrut 1968-72, VII, 419.
İbn Mâce, Ticâret, 40.
Belâzurî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ, Futûhu’l-Buldân (nşr. Rıdvan Muhammed Rıdvan), Kahire 1932, s. 28; Semhûdî, Nureddin Ebu’l-Hasan, Vefâu’l-vefâ’, Kahire 1326, I, 540.
A.e., I, 540.
A.e., I, 541.
A.e., I, 540.
Tirmizî, Kıyamet 26; Zühd 4; Nesâî, Cenâiz 3; İbn Mâce, Zühd 31.
Semhûdî, I, 539.
Buhârî, Buyû‘, 49; Menâkibu’l-Ensâr 3.
İbn Hanbel, el-Musned, III, 322, 339, 492; İbn Sa‘d, I, 216; İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ’ İsmâil b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Kahire 1351-58/1932-39, III, 140-141; Kettânî, Muhammed Abdulhay b. Abdulkebir, et­Terâtibu’l-idâriyye (nşr. Hasan Ca‘na), Beyrut, ts., II, 164.
Semhûdî, I, 540.
Kister, M. J., “The Market of the Prophet”, JESHO, Leiden 1965, IX, 276.
Erkal, Mehmet, “İslâm Hukukunda Alış-Verişte Kâr Haddi” Araştırmasına Dâir Tenkîdî Görüş: 7”, İslâm Hukukuna Göre Alış-Verişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi içerisinde, İstanbul 1987, s. 204.
Semhûdî, I, 540.
A.y.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul