17 Mayıs 2025 - Cumartesi

Şu anda buradasınız: / İslam Hukukuna Göre Yıkıcı Fiyat Uygulaması
İslam Hukukuna Göre Yıkıcı Fiyat Uygulaması

İslam Hukukuna Göre Yıkıcı Fiyat Uygulaması Dr. Hamit Kamer

Giriş
Piyasalarda serbest rekabet sisteminin geçerli olması hem ana akım iktisat literatüründe hem de İslâm iktisat anlayışında arzu edilen bir durumdur. Rekabet ortamının daha adilane şekilde tesis edilebilmesi ve böylece tüketicinin emtiaya daha rahat ulaşabilmesi bu isteğin temel sebepleri arasındadır. Nitekim tüketici talebinin daha iyiye yönelme eğilimi sonucunda arzın şekillenmesi rekabet piyasasının temel unsurudur. Literatürde tam rekabet piyasası denilen bu tür organizasyonda dışarıdan suni bir müdahalenin olmadığı, üretici arzıyla tüketici talebinin karşılıklı etkileşimine bağlı olarak fiyatların şekillendiği bir pazar ortamı vardır. Ancak denetimden ve takipten tamamen soyutlanmış pazarlarda serbest satış politikasının getirdiği bazı olumsuz sonuçları da tarih içerisinde farklı milletlerde görülmüştür. Rakiplerin birbirlerinden farklı pazar hacmine sahip olmaları zaman zaman büyük firmaların kendinden nispeten küçük rakiplerini ezdiği de iktisadi bir gerçekliktir. Doğal rekabet ortamını bozma amacıyla yapılan suni müdahaleler birkaç şekillerde görülmektedir. Hâkim durumun kötüye kullanılmasının bir türü olan yıkıcı fiyat uygulaması haksız rekabetin bir türüdür. Diğer haksız rekabet faaliyetleri gibi yıkıcı fiyat uygulamasında da amaç rakipleri pazar dışına çıkarmak ve piyasaya hâkim olarak tekelleşmektir. Tüm bu olumsuz durumların meydana gelmemesi adına birtakım önlemlerin alınması doğal rekabet ortamının devamı için önemlidir. Nitekim insanî ilişkilerin her alanını düzenleme görevini üstlenen hukuk prensipleri ve müeyyide kurallarının aynı şekilde ekonomik ilişkilerin yoğunlaştığı piyasalarda da etkin olması gereklidir.
Piyasa ve Rekabet
Yaşamsal ihtiyaçlarını temin etme amacıyla trampa ve satım işlemleri yoluyla etkileşim içerisinde olan insanlar zamanla bu faaliyetlerini daha kolay gerçekleştirebilmek için belirli zaman ve mekânları tayin etmişlerdir. Böylelikle alım ve satım işlemlerinin yapıldığı merkezler yani pazarlar kurulmuştur. Pazarın iktisadi eşanlamlı terimi piyasa “malların ve hizmetlerin alındığı ve satıldığı yer” şeklinde ifade edilmiştir. Piyasanın en geniş şekilde yapıldığı tanım ise şöyledir: “Piyasa, deyiminden belirli bir malın alıcıları ile satıcılarını sıkı bir şekilde ve derhal temasa geçirebilen herhangi bir organizasyon anlaşılmaktadır.”
Piyasalar farklı değişkenlere bağlı olarak çeşitli gruplara ayrılmışlardır. Modern anlamda piyasa çeşitleri satılan ürünlerden alıcıların özelliklerine kadar farklı başlıklara ayrılmaktadır. Klasik anlamda piyasalar ise alıcı ve satıcının durumuna göre çeşitlilik arz eder. Alıcı ve satıcının sayısal durumuna göre değişen piyasalar sırasıyla tekel piyasaları, monopson piyasalar ve tam rekabet piyasaları şeklinde ayrılmaktadır. Tekel piyasalar, satıcının teke düştüğü, alıcı tarafının ise birden fazla olduğu piyasa türüdür. Fiyatların belirlenmesi ve pazardaki nihai kararlar genellikle satıcılar tarafından verilmekte, piyasanın hâkimiyeti satıcının elinde bulunmaktadır. Ancak hemen hemen her ürünün alternatifinin bulunabildiği günümüzde bu türden pazarların var olması düşük bir ihtimal dahilindedir. Monopson piyasalar, tek alıcının olduğu buna karşın satıcı tarafının birden fazla bulunduğu türdendir. Emtianın fiyatı genellikle alıcı tarafının isteğine göre şekillendiği ve satıcının daha çok edilgen bir rolde olduğu pazar türüdür.
Tam rekabet piyasaları satıcı ile alıcının birden fazla olduğu, pazara giriş ve çıkışların tam bir serbestlik halinde bulunduğu, ürünlerin cins, kalite ve fiyatlarının şeffaflık içerisinde belirlendiği piyasalardır. Bu tür piyasalar alıcı ve satıcı tarafından etkilenmeye kapalıdır. Tam rekabet piyasalarının tanımından da anlaşılacağı üzere, rekabet kelimesi, “aynı amaca varmak için iki veya daha çok sayıda kimseler veyahut gruplar arasındaki yarışma” şeklinde tanımlanmıştır. İktisat bilimde ise rekabet, “Kâr, satış miktarı ve pazar payı gibi belirli iktisadi hedeflere ulaşmak amacıyla ekonomik birimler arasında ortaya çıkan bir yarış veya karşıtlık şeklinde ilişkiler süreci” şeklinde daha çok ekonomik ilişkilere yönelik bir tanımlama yapılmıştır. Ekonomik anlamda rekabetin devam edebilmesi için serbest piyasa şartlarının varlığı zorunlu bir unsurdur. Zira ancak bu hal içerisinde emtiayı arz eden tarafın rakiplerini geçme davranışı ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle Adam Smith’den bu yana iktisat bilimcileri, rekabeti ekonomik hayatın düzenleyicisi olarak görmüşlerdir. Tam rekabetçi piyasalar (diğer adıyla serbest piyasa), Adam Smith’in de belirttiği üzere “görünmez elin” fiyatları belirlediği, dıştan müdahalelerin olmadığı pazarlardır. Görünmez elden kasıt toplumun doğal ihtiyaçlarına göre şekillenen talebe bağlı olarak bir denge üzerine fiyatların artıp eksilmesidir. Böylece anlaşılmaktadır ki fiyatlar tam rekabetçi piyasalarda arz ve talebe bağlı olarak şekillenir.
Tam rekabet piyasalarının birtakım özellikleri bulunmaktadır. Pazarda çok sayıda alıcı ve satıcının bulunması atomisite şartı demektir. Birden fazla satıcının bulunması alıcı tarafında arzu edilen ve rekabetçi ortamın en önemli unsurları arasındadır. Farklı satıcılar tarafından satılan malların eşdeğer niteliğe sahip olmasına ise ürünün homojenliği şartı denir. Belli bir standartın var oluşu pazardaki fiyat dengesizliğinin de önüne geçecektir. Diğer bir şart ise alıcı ve satıcının pazara tam bir özgürlük içerisinde girip çıkabilmesidir. Aksi halde serbest rekabet ortamından söz edilemez. Kişilerin mallarını üretmeleri, satışa sunmaları ve fiyatlarını belirlemeleri kendi iradelerine bırakılmalıdır. Piyasanın tamamen şeffaflık içerisinde olması şartı ise, bilgi kirliliğinden uzak, müşterilerin tamamen doğru verilere ulaşabildiği ortamlarla sağlanabilmektedir.
Hâkim Durumun Kötüye Kullanılması ve 
Yıkıcı Fiyat Uygulaması
Serbest rekabetçi piyasalarda satıcılar her zaman hukuki sınırlar içerisinde davranışlar sergilemezler. Nitekim piyasa aktörleri rekabetin doğası gereği rakiplerin önüne geçmeyi arzularlar. Ancak bu her zaman finansal etik çerçevesinde kalmayabilir. Birtakım hırslara yenik düşen firmalar, bazen tüketicilere bazen işletmelere bazen de rekabet ortamına doğrudan veya dolaylı olarak zarar verebilirler. Esasen piyasadaki bazı firmaların hacimlerini arttırmaları ve rakiplerine nispeten pazar güçlerini yükseltmeleri bir suç eylemi olmayıp rekabetin doğal bir sonucunu teşkil eder. Asıl sorun ise, hâkim duruma geldikten sonra elde edilen güç ve pazar hacmini kullanarak piyasadaki rakiplerini pazar dışına çıkarma ve potansiyel rakiplere gözdağı verme amacıyla illegal eylemler içerisinde olmaktır.
Satıcılar tarafından yapılan her uygulama hâkim durumun kötüye kullanımı anlamını içermemektedir. Zira teşebbüs sahibinin (yani hâkim durumda olan satıcının), ekonomik güç, bağımsızlık ve sahip olunan gücün devamlılığı gibi özelliklere sahip olması gerekir. Buna göre, bir firmanın hâkim durumda olduğunu kabul etmek için, piyasa hacminin en az %40’ını elinde tutması ve bu hacme yakın bir rakibinin olmaması gereklidir. Diğer taraftan rakiplerinin ne yaptığına bakmadan bağımsız bir hareket alanına sahip olmak hâkim durumun beklenilen özelliklerindendir. Böylece keyfi olarak piyasa fiyatlarını belirlemektedirler. Ayrıca çok kısa bir süre piyasada liderlik yapan firmaların hâkim duruma geldiğini söylemek de doğru bir niteleme olmaz. Pazardaki liderliğin devamlılık arz etmesi bu noktada önemli bir unsurdur.
Hâkim durumun kötüye kullanılmasının türevlerinden biri de yıkıcı fiyat uygulamasıdır. Piyasa hacmine güvenen bir firmanın rakip satıcıların mücadele edemeyecekleri ölçüde ürün fiyatlarını düşürmesi, böylece mevcut rakiplerini pazar dışına sevk etmek ve satıcı sıfatıyla pazara girme niyetinde olan potansiyel rakiplerine gözdağı vermesi ile piyasada tekelleşerek yıkıcı fiyatlandırma sürecindeki zararını kapatacak ölçüde fiyatları yükseltmekle sonuçlanan haksız rekabete yıkıcı fiyat uygulaması denir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere tekelleşerek piyasayı istediği şekilde yönlendirme niyetinde olan firmanın fiyatları düşürmesi karşısında rakiplerin iki seçeneği kalmakta, müşterilerini kaybetmeme uğruna fiyatları düşürmek veya müşteri kaybını göze alarak sabit tutmaktır. Her iki seçenekte de yeterli dayanma gücü olmayanlar iflasa doğru gideceklerdir. Belli bir süre zarara katlanmayı ve kazançtan vazgeçmeyi göze alan hâkim firma, uygulamanın ikinci aşamasında pazar hacmini ve müşteri sayısını git gide genişletecektir. Kısa süreli maliyet altı fiyat politikasından sonra uzun dönem olacak olan ikinci aşamada kısa süreli zararın tekrar kazanılması süreci başlayacaktır. Pazar içerisinde eskisinden daha avantajlı konuma gelen firma anti-rekabetçi piyasanın meyvelerini toplayacaktır. Bu durum tüketicilerin konforunu olumsuz yönde etkileyecek, onları güç duruma düşürecektir. Zira alıcılar tekelleşmiş piyasalarda seçim özgürlüğünden mahrum bırakılacaktır.
İslâm’da Ticaret Ahlâkı ve Yıkıcı Fiyatlandırma
İslâm dini üretimle birlikte ticarî faaliyetlerin baskıdan uzak özgür bir çizgide devam etmesini ilke edinmiştir. Bununla birlikte birtakım iktisadî-hukukî prensipleri de belirlemiştir. İsrafın minimum düzeyde tutulduğu, emek-karşılık dengesinin ifsad olmadığı ekonomik sistem ve piyasa anlayışını savunmuştur. İslâm’ın iktisadî hayata dair önemle vurguladığı bir diğer husus ise çarşı-pazar ortamında şeffaflığın hâkim olması, aldatma ve spekülasyon faaliyetlerinin yasaklanmasıdır. “Bizi aldatan bizden değildir” hadisinde Hz. Peygamber, her alanda olduğu gibi çarşı-pazarda da dürüstlüğün ehemmiyetine vurgu yapmıştır. Yine Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten kısa bir süre sonra hayata geçirdiği uygulamalardan biri de müslümanlara ait bir çarşı kurmaktı. Medine’de önceden beri var olan pazardaki iktisadî haksızlıkları ve usulsüz rekabet ortamını tasvip etmeyen Hz. Peygamber, adil rekabetin hâkim olduğu piyasa anlayışına sahip bir pazar kurulması yönünde emir buyurmuştur.
İslâm iktisat anlayışında kapitalizmden farklı bir mülkiyet düşüncesi bulunmaktadır. Nitekim İslâm’ın emir ve yasakları, kapitalizmin ruhunu yansıtan ferdiyetçiliğin ve benmerkezciliğin öne sürdüğü bir iktisadi ortamın oluşmasına engeldir. İslâm’da, bireysel mülkiyetin yanında toplumsal mülkiyet ile devlet mülkiyeti de önemsenmektedir. Birey, toplum ve devletin ortak mefaâtinin gözetildiği serbest piyasa mekanizması en ideal sistemdir. Kişi ticari hayatında attığı adımların da ahireti kazanma vesilesi olarak göreceği için kardeşlik vasfında olan diğer insanlara da faydalı olmaya çalışır, bu uğurda sevap kazanır. Müslüman bireyin iktisadî aksiyonunda çalışmak, çabalamak ve mülkiyetini genişletmek tavsiye edilirken mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu unutmaması ayrıca bir vazife unsurudur. Bu zihnî dünyaya sahip olan Müslüman şahsiyet, emtianın asıl sahibinin koymuş olduğu kurallar çerçevesinde davranışlar sergilemeye gayret edecek; üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerinde şahsî hırslara kapılmayacaktır.
Piyasanın varlığını ve devamlılığını isteyen Al-lah’tır. Onu koruyan ve kurallarını tayin eden de yine yüce yaratıcıdır. Allah-u Teala dileseydi herkese eşit miktarda rızkı verebilirdi ancak O, insanların mallarını piyasaya sürmelerini, ticaret yapmalarını ve helal yoldan geçimlerini sağlamalarını emretmektedir. Sermaye yatırımı ve emek ortaya koyma meşru kazanç yolları sayılırken, faiz, aldatma ve haksız kazanç yolları haram olarak tayin edilmiştir. İslam’ın oluşturmak istediği piyasa modelinde suni şekilde fiyatın arttırılması veya düşürülmesi kabul edilmeyen uygulamalardır. Medine döneminde sahabeden bazılarının pazarda fiyatların artması üzerine Hz. Peygamber’den narh koymasını isteyince bu teklifi reddederek şu şekilde cevap vermiştir; “Fiyatı ayarlayan, bolluk, darlık ve rızık veren Allah’tır.” Hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere Peygamber, emtiada fiyatların arz ve talep dengesine bırakılması konusunda ümmetine yol göstermiş, ancak olağanüstü durumlarda müdahale etmenin caiz olacağını işaret etmiştir.
İslâm’ın iktisada yönelik emirleri incelendiğinde müslüman şahsiyetin kendi ile toplum karşısında da sorumluluk altında olduğu görülür. Bu yüzde İslâm’da marjinal fayda reddedilmiştir. Kişisel çıkarları uğruna piyasada haksız rekabet oluşturarak piyasa fiyatlarında enflasyonu yukarı tırmandıran hareketler yasaklanmıştır. Bu yüzden karaborsacılık İslâm’da haram kılınmıştır. İslâm hukuk literatüründe münâfese olarak adlandırılan rekabet, “Başkasının sahip olduğu bir nimetin benzerini elde etmek için çaba gösterme ve olumlu bir rekabet içine girme anlamındaki ahlâkî bir terimdir.” Konvensiyonel iktisadın zihin dünyasından farklı olarak İslâm’da rekabet toplumsal rasyonelliğe dayanmakta, ahlaki norm çerçevesince birlikte yükselme amaçlanmaktadır.
Tabii bir şekilde devam eden piyasa ortamına zarar veren haksız rekabet faaliyetleri dolaylı olarak tüketicilere zarar verdiğinden İslâm dinince yasaklanmıştır. Rekabetin tabiatından kaynaklanan fiyat düşürme eyleminden farklı olarak rakip teşebbüsleri piyasa dışına atmayı hedefleyen düşük fiyat politikaları şeklinde ifade edilen yıkıcı fiyat uygulamaları da bu kapsamda değerlendirilebilir. İslâmî ekonomide satıcının mallarını uygun fiyattan arz etmesi, müşterilere kolaylık sağlaması övgüye layık bir tutumdur. “Satarken, alırken ve borç alacaklarını isterken müsamahakâr davranana Allah rahmet etsin!” hadisi bu anlamda sarih bir delildir. Ancak “Niyetler amellere göredir.” hadisi çerçevesince pazarda tekelleşme ve istediği şekilde hareket etme uğruna bir müddet fiyatları indirmek de diğer yasaklanan faaliyetler gibi İslâm anlayışına uymaz.
Fıkıh literatüründe pazara menfi yönden etki etmeye yönelik fiyat spekülasyonları daha çok ihtikar ve narh konularında ele alınmıştır. Fiyat tayin edilmesi, fiyatlara müdahale anlamına gelen narh, bilinenin aksine yalnızca emtia fiyatlarında enflasyon oluşması durumunda devreye giren bir devlet mekanizması olmayıp, tröst, kartel gibi oluşumlara götüren olağanüstü fiyat indirimlerinde de piyasa dengesini korumak adına uygulanmaktadır. Devletin hacr hakkını kullanması için önemli bir sebep olarak telakki edilen gabn-ı fâhiş, Hanefî alimler tarafından herhangi bir malı bilirkişilerin belirlediği fiyatın çok fazla üstünde satmak ile çok altında bir fiyattan satın almak şeklinde tanımlanmıştır. Bu da piyasa dengesini korumanın yalnızca yüksek fiyatları kontrol etmekle sınırlandırılamayacağını, aynı zamanda rekabeti ortadan kaldıracak olağanüstü fiyat düşürmelerinin de bu kapsamda değerlendirileceğini ortaya koymaktadır. İmam Mâlik, İbnu’l-Kâsım’ın rivayetiyle bir üründe muteber olan fiyatın piyasada yaygın olan fiyat olduğunu, muteber giyatın altında satış yapılamayacağını ve devlet başkanının dilerse fiyatları düşürenlere müdahale edebileceğini ifade etmiştir. İbn Rüşd, el-beyân ve’t-tahsil adlı eserinde İmam Mâlik’in şöyle dediğini nakleder: “Bir tüccar piyasayı ifsad etmek ve esnafı zarara uğratmak için piyasa fiyatından oldukça düşük satış yaparsa, kendisine ya piyasa fiyatından satış yapması ihtarı yapılır ya da bütün esnafın belirlenen bir fiyatla satış yapması istenir” Mâlikî alimlerden Bâcî (v. 403/1100), narh meselesini tartışırken pazarda piyasadan daha düşük fiyatla satış yapan tacirin fiyatlarını normal düzeye çekmesi yönünde uyarılabileceği, karşı gelmesi halinde pazardan men edilebileceği görüşündedir. Nitekim her ne kadar toplum için faydalı bir iş yapıyor gibi görünüyor olsa da başka satıcılar olumsuz yönde etkilenirler. Fazla indirim olmasından dolayı piyasada oluşan dengesizlikten dolayı diğer satıcılar mallarını saklayabilirler. Mal teminini zora sokacak olan ve piyasa düzenini bozan yıkıcı fiyat uygulamaları da dahil olmak üzere her türlü spekülatif hareketi engellemek de devletin yetki alanları içerisine girmektedir.

Dipnot

Orhan Oğuz, İktisada Giriş, Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Yayın No: 390, İstanbul, 1992, s. 107.
H. Şükrü Baban, İktisat İlminin Umumi Prensipleri, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1957, c. 1, s. 65.
Orhan Türkay, “Mikro İktisat Teorisi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları: 551, Ankara: 1986, c.1. s. 183-184.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, c. II, 9. B., Ankara 1998, s. 1853.
YAKUPOĞLU, Mukadder Mehmet, “Rekabet Kültürü ve Rekabet Hukuku” , Rekabet Kurumu Perşembe Konferansları, Şubat 2001, s.121 vd.
Suna Özer, Rekabet Hukuku Açısından Rekabet Yasakları, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s. 4.
Orhan Oğuz, İktisada Giriş, Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Yayın No: 390, İstanbul, 1992, s. 119.
Orhan Türkay, “Mikro İktisat Teorisi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları: 551, Ankara: 1986, c.1. s. 157.
Ozan Can, “Rekabet Yasağı ve Rekabet Sınırlandırmaları Hukuku İlişkisi”, Rekabet Dergisi, S. 32, s., 7.
Nisâ, 4/29.
Arif Ersoy, “İslam İktisadı ve İktisadi Yapısı: İnsan Merkezli Fıtri İktisat ve İktisadi Yapısı”, İslam Ekonomisi ve Finansı Dergisi, S. 1, (2015), s. 51.
Müslim, “İman”, 164.
İbn Mâce, “Ticaret”, 40.
Ekrem Erdem, “Müslüman Bireyin İktisadi Davranış Hususiyetleri ve İslam Piyasa Geleneği”, İslam İktisadı ve Piyasa, İstanbul: İktisat Yayınları, 2017, s. 1.
Mülk, 67/1; Yâsin, 36/83.
Mehmet Kasım Özgen, “Kollektivist ve Bireyci İslâm Yorumları Üstüne”, İslam Sivil Toplum ve Piyasa Ekonomisi, Ankara, Liberte Yayınları, 1999, s. 109.
Cuma, 62/10.
Tirmizi, “Buyu”, 73.
Bekir Ali Bilgiç, İslam’da Kazanç Sistemi ve Çalışma Hayatı, İstanbul: Fatih Gençlik Vakfı, 1990, s. 153.
İslam Ansiklopedisi, “Munafese”.
Barış Ekdi, “Gümrük Birliği Çerçevesinde Damping ve Yıkıcı Fiyat Uygulamaları”, s. 3.
Buharî, “Buyu”, 16; Tirmîzi, “Buyu”, 74.
Bâcî, Ebu’l-Velid Süleyman b. Halef el-Endelüsî, el-Müntekâ Şerhu’l-Muvatta, 1332/1914, c. V, s. 18.
Bâcî, el-Müntekâ, c. V, s. 18.
İbn Rüşd, el-Beyân ve’t-Tahsil, Dâru’l-Garbî’l-İslâmî, Beyrût, 1408, IX, s. 313.
Bâcî, el-Müntekâ, c. V, s. 17.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul