
Muhammed Emin İbn ‘Âbidîn
Çeviren: Doç. Dr. Ömer Faruk HABERGETİREN
Bir ve tek olan Allah’a hamd ederim. Peygamberlik zincirinin efendisi Nebisine, âline, ashabına ve onlara tabi olanlara sayısız ve sınırsız salât ü selâm ederim.
Velvâliciye’de (müellifi), buyu’ kitabı’nda şöyle dedi: “Kişi ülkenin nakit parası dirhemlerle elbise satın alıp ödeme yapmadan para değişikliğe uğrarsa, bunun çözümü iki şekildedir: Eğer dirhemler ödeme günü asla geçmiyorsa alışveriş fâsid olur. Çünkü elbisenin karşılığı olan semen yok olmuştur. Pazarda geçerli, ancak değer kaybetmişse alışveriş fâsid olmaz. Çünkü semen yok olmamıştır. Satıcının başkasını isteme hakkı yoktur. Dirhemler ulaşılamayacak şekilde inkıta’a uğramış, kullanımdan kalkmışsa satıcıya inkıta’a uğradığı son gün altın ve gümüşe göre kıymeti ödenir. Fetvada tercih edilen görüş budur.”
Cevâhiru’l-fetâvâ’da Ebû Nasr şöyle dedi: “Kişi, belirlenen nakitlerle bir şey satar, sonra semen kabz edilmeden kesâda uğrarsa, alışveriş fâsid olur. Satılan eşya müşterinin elinde sağlam olarak duruyorsa, satıcıya geri verilmesi gerekir. Eğer müşterinin mülkünden çıkmış, ilave yapılmış, kumaş iken dikmesi gibi değer katacak bir işlem görmüş, yok olmaya yüz tutmuş, buğdayı öğütmesi, susamı sıkması, kumaşı boyaması, mühür vurması gibi cinsi değişmişse; (eşya) ölçülen, tartılan, ceviz ve yumurta gibi sayıyla satılan mislî mallardan ise mislini, elbise ve hayvan gibi kıyemî mallardan ise kabz günündeki kıymetini alışveriş vaktinde tedavülde olup kesâda uğramayan nakitle vermesi gerekir. Ancak akit icâre ise, batıl olur ve emsal ücreti vermesi gerekir. Akdin konusu, karz/borç veya mehir ise mislini vermesi gerekir. Bu hükümler Ebû Hanîfe’ye göredir. Ebû Yûsuf, akdin yapıldığı nakdin kıymetini, akit günü mevcut olan diğer bir nakitle; İmam Muhammed ise paranın insanların elinde inkıta’a uğradığı son günkü kıymetini vermesi gerektiğini söyledi.” Ebû Nasr, “Mehir ve karz’da fetva, Ebû Yûsuf’a göre, bunun dışında Ebû Hanîfe’ye göredir” dedi.
Tatarhâniye’de şöyle denilmektedir: “Kişi beldenin nakdi dirhemlerle bir şey satın alıp, dirhemlerin (değeri) değişinceye kadar borcunu ödemezse; eğer dirhemler o gün geçerli değilse alışveriş fâsid olur. Dirhemler geçerli, fakat kıymeti eksilmiş ise alışveriş fâsid olmaz.” Hâniye’de şöyle geçmektedir: “Satıcıya bu dirhemlerden başkası verilmez. Ebû Yusuf’tan gelen rivayette satıcının, kıymetin eksildiği durumda da akdi feshetme hakkı bulunmaktadır. Eğer dirhemler, inkıta’a uğramışsa İmam Muhammed’e göre inkıta’a uğramadan önceki kıymeti verilir. Fetva bu görüşe göredir.” ‘Uyûnu’l-mesâil’de şöyle denilmektedir: “Revaçta olmama, akdin fesadını gerektirir. Eğer para, bütün beldelerde geçerli değilse yok olmuş sayılır ve satılan eşya semensiz kalır. Sadece o beldede geçerli değilse alışveriş fâsid olmaz. Çünkü para yok olmamıştır, ancak bir eksiklik meydana gelmiştir. Bayi için muhayyerlik hakkı doğar. İsterse satışın yapıldığı paranın benzerini ister, dilerse dinarların kıymetini alır.” Sonuç olarak dirhemler ya o beldede geçerli değildir ya inkıta’a uğramıştır ya kıymeti artmıştır veya eksilmiştir. Eğer kesâda uğramış ve o beldede geçmiyorsa satış akdi fâsid olur. İnkıta’a uğramışsa, satıcıya inkıta’a uğramadan önceki kıymeti verilir. Ancak paranın değeri artmış ise alışveriş devam eder; müşteri muhayyer değildir. Aynı şekilde kıymeti eksilmiş ise satış akdi fâsid olmaz, satıcının bu paralardan başkasını talep etme hakkı yoktur. İşte kesâd ve inkıta arasında zikrettiğimiz bu farklar bulunmaktadır.
Timurtâşî, Bezlü’l-mechûd adlı eserinde şunları zikretti: Kişi katkı maddesi çok olan dirhemler veya felslerle bir şey satın alırsa, paralar tedavülde olduğu sürece satış geçerlidir. Çünkü kendilerinde semen olma özelliği bulunmaktadır. Semene iltihak oldukları için işaret edilmesine ihtiyaç duyulmaz. Ancak müşteri dirhemleri satıcıya teslim etmez, sonra bunlar kesâda uğrarsa, satış akdi bâtıl olur. Paranın insanların ellerinden inkıta’ı, kesâdı gibidir. Dirhemlerin hükmü de böyledir. Kişi dirhemlerle bir şey satın alır, sonra bunlar kesâd veya inkıta’a uğrarsa akit bâtıl olur. Müşterinin aldığı eşya, sağlam olarak duruyorsa geri vermesi gerekir. Kullanılmış veya yok olmuşsa, mislî mallardan ise mislini; kıyemî mallardan ise kıymetini iade etmesi gerekir. Eşya, müşteri tarafından kabz edilmemişse, satış akdinin hükmü yoktur. Bu hüküm İmam Azam’a göredir. İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf akit bâtıl olmaz dediler. Çünkü zor olan, kesâddan sonra paranın teslimidir. Bu durum, tekrar revaç bulma ile kesâdın ortadan kalkması ihtimalinden dolayı fesâdı gerektirmez. Nasıl ki kişi, yaş hurma karşılığında bir şey satın alır, sonra bu hurmalar inkıta’a uğrarsa, akit fâsid olmadığı gibi bu paralarla yapılan akit de batıl olmaz. Akit bâtıl olmayıp, paranın teslimi zor olduğunda, kıymetinin verilmesi gerekir. Ebû Yûsuf’a göre satış günündeki; İmam Muhammed’e göre kesâda uğradığı son gündeki kıymetinin verilmesi gerekir. O da insanların parayla işlemde bulundukları son gündür. Zahîre’de fetva, Ebû Yûsuf’a göredir. Muhît, Tetimme ve Hakâik’de fetva, insanların lehine olduğu için İmam Muhammed’e göredir. Ebû Hanîfe’ye göre semen oluş, ıstılah iledir. Kesâd halinin kalkacağı düşüncesi geçersizdir. Sonuçta satış, semensiz kalmaktadır. Akit, parayı semen oluş sıfatıyla içine alır, bu da geçersiz olmayla yok olmuştur. Taze hurmaların inkıta’ına benzetme ise farklıdır. Çünkü çoğunlukla sonraki yıl tekrar taze hurma oluşur. Bakır para, taze hurmaya benzemez. Çünkü o, kesâda uğramakla aslına döndü. Genelde bu tür paralar, tekrar eski durumuna dönmez.
Kesâd kelimesi, kendisine rağbetin azlığından dolayı geçersiz olma anlamına gelir. Kesâd’ın aslı fesattır da denilir. Fukahâ’ya göre kesâd, bu parayla bütün beldelerde muamelenin terk edilmesidir. Eğer para, bazı beldelerde geçerli ise akit batıl olmaz, fakat kusurlu olur. Yalnızca kendi beldelerinde geçmiyorsa, bayi muhayyerdir, isterse o parayı alır, isterse kıymetini talep eder. İnkıta’ın tarifine gelince paranın, evlerde ve sarraflarda bulunsa bile çarşı-pazarda bulunmamasıdır. Fıkıh kitaplarının çoğunda olduğu gibi inkıta’, kesâd gibidir. Muzmerat’da “Para inkıta’a uğrarsa satıcının, inkıta’a uğradığı son gün altın veya gümüş (para cinsin)den kıymetini alma hakkı bulunur. Tercih edilen görüş budur” denildi.
Zahîretü’l-Burhâniyye’de şöyle denildi: Bu hükümler, dirhem veya felslerin kabzdan önce kesâda uğraması hakkındadır. Ancak değer kazanır, kıymeti artarsa, alışveriş devam eder, müşteri muhayyer değildir. Eğer değeri düşer, kıymeti azalırsa, yine alışveriş olduğu gibi kalır; satıcı, satış vaktindeki miyarda dirhemleri talep eder. Müntekâ’da şunlar kaydedildi: Kabzdan önce felslerin kıymeti artar veya azalırsa; Ebû Yûsuf “bu konuda benim görüşümle Ebû Hanîfe’nin görüşü aynıdır, bayi için başkasını talep etme hakkı yoktur” dedi. Sonra Ebû Yûsuf bu görüşünden dönerek: “Satıcının alışverişin yapıldığı ve malın kabz edildiği günkü dirhemlerin kıymetini isteme hakkı vardır” dedi. Bizim kesâd konusunda zikrettiğimiz cevap, inkıta’ konusunda da vereceğimiz cevaptır. Nehr kitabında dikkat çekildiği gibi metinde geçen alışverişin yapıldığı günden maksat, hukuka uygun olarak yapılan alışveriş, kabz edildiği günden maksat ise hukuka uygun olarak kabz edilmedir. Tüm bunlardan anlaşılmaktadır ki, inkıta’ konusunda iki görüş vardır. Birincisi kesâd durumunda olduğu gibi alışverişin fâsid olması; ikincisi ise inkıta’a uğrayan paranın tedavülden kalktığı son günkü kıymetinin gerekli olmasıdır. Muzmerât’ta geçtiği gibi, fetvada tercih edilen görüş budur. Aynı şekilde değerin yükselmesi ve düşmesi konusunda da iki görüş vardır. Birincisi, o para biriminden başkası verilmez; ikincisi, satış günündeki kıymeti verilir. İleride geleceği gibi fetva bu görüşe göredir.
Bu konuda Gazzî şöyle dedi: Bu hükümler paranın kesâda veya inkıta’a uğradığı durumlar içindir. Ancak değeri yükselirse, alışveriş devam eder, müşteri muhayyer değildir. Kendisinden, alışveriş vaktinde bulunan aynı ayarda diğer bir para birimi istenir. Fethu’l-kadîr’de de bu şekilde yer almaktadır. Bezzâziye’de Müntekâ’ya dayandırılan şu ibare bulunmaktadır: Felslerin değeri yükselir veya düşerse; İmam Azam’a göre birinci ve ikinci durumda, ilk görüşü olarak başka bir para birimi verilmez. İkinci görüşü olarak ikinci durumda satış ve kabz günündeki dirhem cinsinden kıymeti verilir. Fetva buna göredir. Aynı şekilde bu hüküm Zahîre ve Hulâsa’da Müntekâ’ya dayandırılarak bulunmaktadır. Hocamız bunu Bahr’da nakletti ve doğruluğunu takrir etti, muteber kitapların çoğunda fetvanın bu görüş üzerine olduğunu belirtti. Bundan dolayı fetvada ve mahkemede buna dayanılır. Müftü, kadı ve mukallitlerin, mezhep imamlarının fetvada tercih edilen görüşlerine tabi olmaları gerekir; karşısındakini almaları uygun değildir. Çünkü, diğerine nazaran tercih edilmiştir. Fetâvâ Kâdîhân’da “satıcıya paranın mislini vermek gerekir” denildi. Aynı şekilde İsbîcâbî de bunu zikretti ve “kıymete bakılmaz” dedi. Bezzâziye’de “İcâre, satım akdi gibidir, borç da bu şekildedir. Ancak nikâhta dirhemlerin kıymetini vermek gerekir” denildi. Mecma‘u’l-fetâvâ’da Muhît’e atfedilerek şöyle kaydedildi: ‘Adalı dirhemleri değer kaybetti. Hocamız: “Buna itibar edilmez. Satıcı, akdin yapıldığı parayı ister. Borç da böyledir. Eğer para geçerli, ancak değer kaybetmişse, akit fâsid olmaz. Bundan başkası verilmez” dedi. İmam, bu meselede böyle fetva verirdi. Kâdı Zahîrüddîn’in fetvası ise şöyledir: “Satıcı, akdin yapıldığı gün aynı ayarda olan dirhemleri ister. Alıcıya fark konusunda dönmez. Borç da böyledir. Akitlerde kesâd ve inkıta’ durumu eşittir.” Eğer Mecma’u’l-fetâvâ’da zikredilen “paranın değeri yükselir veya düşerse ittifakla mislini vermek gerekir” sözüyle bir müşkil ortaya çıkar dersen; burada bir sıkıntı yoktur derim. Çünkü Ebû Yûsuf önce İmam Azam’ın görüşünde idi, sonra bundan döndü. İkinci görüş olarak, Bezzâziye, Hulâsa ve Zahîre’den aktardığımız gibi “paranın kıymetini vermesi gerekir” dedi. “İttifak” sözüne gelince, ilk görüşünde İmam Azam’a muvafakat etmesine dayanır. Hocalarımızın kitaplarının çoğunu araştırdım, Ebû Hanîfe’ye göre fetva vereni görmedim. Bilakis “Kâdı İmam böyle fetva verirdi” dediler. Ebû Yûsuf’un görüşüne gelince, muteber kitapların çoğunda fetvayı ona dayandırdılar.
Gazzî, Tenvîru’l-ebsâr’da kesâd durumunda, satım ve karz akdinde İmam Azam’ın görüşüne tabi oldu. Karz akdi bölümünde “Kişi ‘Adalî dirhemlerle ve o gün geçerli felslerle borçlanır sonra bunlar kesâda uğrarsa, kesâda uğramış olarak verir, kıymetini vermez” dedi. Sarf akdi bölümünde ise o ve şârihi Alâüddîn şöyle dedi: Bir kimse o gün geçerli katkı maddesi fazla olan dinar ve dirhemlerle veya felslerle bir şey satın alır, paralar satıcıya teslim edilmeden kesâda uğrarsa, -inkıta’da olduğu gibi- satım akdi bâtıl olur. İmameyn, satılan eşyanın kıymetinin verilmesiyle akdi sahih hale getirdiler. Bahr ve Hakâik’de kolaylık sağlaması için bu görüşle fetva verileceği kaydedilir. Metinde geçen “satılan eşyanın kıymeti” ifadesinin doğrusu, kesâd’a uğrayan paranın kıymetidir. Anlatılan hükümler felsler ve katkı maddesi fazla olan dirhemler hakkındadır. Bazı konularda yalnızca felsleri, bazı konularda ‘Adalî dirhemlerle birlikte zikretmeleri buna işaret eder. Mağşuş dirhemler de ona nispet edilir. İmamlar arasındaki ihtilafı aktardıktan sonra Ebû Hanîfe’nin görüşünü ta’lil etmeleri de buna delalet eder; şöyle ki: Semeniyyet kesâdla bâtıl oldu. Katkı maddesi fazla olan dirhemler, ancak ıstılahla semen oldular. İnsanlar bunlarla muameleyi bırakınca, bu ıstılah bâtıl oldu, ortada semen diye bir şey kalmadı. Sonuçta satım akdi semensiz kalınca bâtıl oldu. Rahs ve galâ tabirleri de buna delalet eder. Çünkü bir parada katkı maddesi fazla ise, başkasıyla kıymetlendirilir. Yine verilmesi gerekenin misil veya kıymet oluşundaki ihtilafları da bunu gösterir. Paralar mağşuş olmasaydı, ihtilafın bir anlamı kalmazdı. Tartışmasız olarak verilmesi gereken, misli olurdu.
Hidâye’de katkı maddesi fazla olan dirhemler hakkında şu bilgiler yer almaktadır: Kişi bu dirhemlerle bir eşya satın alır, sonra bunlar kesâda uğrar ve insanlar muameleyi terk ederse Ebû Hanîfe’ye göre satım akdi bâtıl olur. Ebû Yûsuf’a göre satış günündeki, İmam Muhammed’e göre insanların bu parayla muamelede bulundukları son gündeki kıymetini vermek gerekir. Sonra şöyle denildi: “Geçerli felslerle bir şey satar, sonra bunlar kesâda uğrasa Ebû Hanîfe’ye göre satım akdi bâtıl olur, iki talebesi ona muhalefet etti. İşte bu ifadeler, açıkladığımız ihtilafın benzeridir. Yine kişi, fels borçlanır ve kesâda uğrarsa, mislini vermesi gerekir.” Gâyetu’l-beyân’da rahs ve galâdan ayrı tutmak için, mesele kesâdla kaydedildi. İsbîcâbî, Tahâvî şerhinde “İmamlarımız, felsler kesâda uğramaz, değeri yükselir veya düşerse, borç olarak alan kimsenin adet olarak mislini vermesi gerektiği konusunda icma ettiler” dedi. Ebü’l-Hasen ise şöyle dedi: “Borç alınan felsler kesâda uğrarsa mislinin verilmesi gerektiği konusunda Ebû Hanîfe’den farklı bir rivayet gelmedi. Ebû Yûsuf, zikredilen dirhemlerde borcun verildiği gün altına göre kıymetini vermesi gerekir dedi. İmam Muhammed ise bunların geçerli olduğu sürenin sonundaki kıymetini vermesi gerekir dedi.” Kudûrî şöyle dedi: “Felslerin borç olarak verilmesinde Ebû Hanîfe’nin görüşü zikredilen şekilde sabit olduğunda, deriz ki; Buhâriyye dirhemleri, özel felslerdir. Yine katkı maddesi fazla olan Taberiyye ve Yezidiyye dirhemleri de felsler hükmündedir. Bundan dolayı Ebû Yûsuf bunları felslere kıyas etti.” Gâyetü’l-Beyân’daki bilgiler burada sona erdi. “Alışverişin vaki olduğu gün” sözünü açıklarken Zahîre’den naklettiğimiz yazarın karz konusunda söyledikleri, satım akdinde geçerlidir. Bu, “kelam, katkı maddesi fazla olan dirhemler ve felsler hakkındadır” sözümüzde açıktır. Cevâhiru’l-fetâvâ ve Velvâliciyye’nin mutlak bıraktıkları ifadeler de buna yorulur. İsbîcâbî’nin icmâ iddiası, Zahîre’nin Muntekâ’dan aktardıklarına muhaliftir. Gazzî’nin sözünde yer alan ikisi arasındaki farkı anladın. Diğer bir uzlaştırma da ileride gelecek.
Aktarılanlardan saf veya katkı maddesi az olan paraların hükmü açıkça ortaya çıkmadı. Sanki bunlarda kesâd ve inkıta’ hali az olduğu için temas etmediler. Zamanımızda değerlerinde yükselme ve düşme çok olmaktadır; bu konuda hükmün açıklanması gerekir. Yüce Allah daha iyisini bilir, şârihlerden de buna temas edeni görmedim. Evet, takyitten anlaşılıyor ki, saf veya katkı maddesi az olanların hükmü böyle değildir. Remli’nin Bahr haşiyesinde “dirhemlerin hükmü böyledir” sözünü gördüm. Derim ki, bu sözüyle katkı maddesi fazla olmayan dirhemleri kastediyor. Şu hâlde bu hüküm, kesâd hali çok olduğu diğerlerinde pek görülmediği için yalnızca katkı maddesi fazla olan dirhemlere ve felslere has değildir. Sonra İmam Âzam’ın kavlinin ta’lilini Fethu’l-kadîr’den aktardığımız şekilde nakletti ve şöyle dedi: “Derim ki, belki de bundan, bu paraların hükmünün katkı maddesi az olan dirhem ve felslerden farklı olduğu, yani piyasada geçerli olmadıkları zaman akdin bâtıl olmadığı anlaşılır. Çünkü bunlar, yaratılış olarak semendirler.” Halbuki durum böyle değildir. Bu paralar değer kaybettiğinde hükmün ne olacağı yine eksik kaldı. Bunları borç alan kimse, aynı şekilde müşteri, mislini mi iade edecek yoksa kıymetini mi? Şüphesiz Ebû Hanîfe’ye göre mislini iade etmesi gerekir. Ancak İmameyne göre bunlar, felsler konusunda söylediklerine kıyas edilir. Ebû Yûsuf’a göre kabz günündeki, İmam Muhammed’e göre ke-sâd günündeki altına göre kıymetini vermek gerekir. Ancak konu araştırılmaya muhtaçtır.
Bahr’da geçen “dirhemler” kelimesine, katkı maddesi az olan dirhemler anlamının verilmesi üzerinde düşünmek gerekir. Çünkü Hidâye şârihleri ve diğerlerinin açıkça belirttikleri gibi bu kelimeden kasıt, ancak katkı maddesi fazla olan dirhemlerdir. Zanna galip ve kalbin meylettiği, saf veya katkı maddesi az olan dirhemlerin değeri yükselir veya düşerse satım akdi kesinlikle fâsid olmaz. Akdin kurulduğu, belirlenen cinsten başka parayı vermek gerekmez. Çünkü bunlar, yaratılış ve örf olarak semendirler. Az olan katkı maddesi, yok gibidir. Burada Ebû Yûsuf’un muhalefeti geçerli değildir. Onun muhalefeti, yalnızca felsler hakkındadır. Ancak katkı maddesi fazla olan dirhemler konusunda farklı bir düşüncesi yoktur. Böylece, bazen ihtilaf bazen de icmâ bulunduğu şeklinde gelen nakiller arasında uzlaştırma sağlanır. Gazzî’den naklettiklerimizin en güzeli de budur, ibareleri de buna delalet eder. Çünkü katkı maddesi fazla olan dirhemlerde icmâ ile verilmesi gereken, akit yapılan paralardır. Hulâsa ve benzeri eserlerde yer alan hükümler daha evlâdır. Bu, Ebu’s-Suûd’un Molla Miskin haşiyesinde hocasından naklettiği görüştür. İbaresini kesâdla kayıtlı olarak getirdi. Çünkü icmâ ile bu dirhemlerin kabzdan önce değeri düşerse alışveriş hali üzeredir, satıcı muhayyer değildir. Aynı şekilde değerleri artarsa müşteri muhayyer olmaz. Hulâsa ve Bezzâziye’de felslerin değeri artar veya düşerse, İmam Azam ve İmam Muhammed’in ilk görüşünde bunlardan başkası verilmez. İmam Muhammed ikinci görüşünde “satış ve kabz günündeki kıymetini vermesi gerekir” dedi. Fetva bu görüş üzeredir. Yani satım akdinde satışın yapıldığı günkü, karzda ise borcun verildiği günkü kıymetini verir demektir.
Hocamız bu konuda şöyle dedi: “Katkı maddesi fazla olan semende, kabzdan önce değeri düştüğünde uygulanacak hüküm bilinince, asıl maddesi katkı maddesinden fazla olan semenin kıymeti azaldığında uygulanacak hüküm de öncelikle bilinir. Bu durumda icmâ ile satıcı muhayyer değildir, bu paradan başkası verilmez. Aynı şekilde değeri yükselirse, icmâ ile müşteri muhayyer değildir.” Hocamız devamla şöyle dedi: “Ebû Yûsuf’un muhalefetinin altın ve gümüş paralarda da geçerli olduğunu sanmaktan sakın. Çünkü bunlardan birisini vermesi gereken, icmâ ile başkasını veremez. Bu şekilde anlamak açıkça hatadır; felsler ve nakit paraları ayıramamaktan kaynaklanır.” Anlatılanlarla Şeyh Hayreddîn’in sözlerinin düzeltilmemiş oldukları ortaya çıktı. Günümüzde Avrupa riyali ve antika altın paralar da böyledir. Bunlardan birisiyle alışveriş yapılır, sonra değerleri yükselir veya düşerse bu hüküm uygulanır. Mesela kişi bir elbiseyi yirmi riyala satar veya (yirmi riyal) borç verirse, bunların değeri ister düşsün isterse yükselsin aynısını vermek gerekir. Ancak kesâd ve inkıta’ haline gelince, bunlardan bir çeşit belirlenmişse, icmâ ile satışın fasit olmayacağı açıktır. Çünkü hocalarımız, katkı maddesi fazla olan dirhemler hakkında iki görüş zikrettiler. Birincisi, Ebû Hanîfe’nin akdin bâtıl olduğu görüşüdür. İkincisi, İmameyn’in akdin bâtıl olmayacağı görüşüdür. Bu, İmam Şafii ve Ahmed’in de görüşüdür. İmam Ebû Yûsuf, satış günündeki kıymetini vermek gerekir dedi. İmam Muhammed ise inkıta’a uğradığı son günkü kıymeti vermek gerekir dedi. Zahîre’de fetva, Ebû Yûsuf’a göre; Tetimme, Muhtâr, Hakâik’da ise insanlara kolaylık sağlaması için İmam Mu-hammed’e göre verilir. Ebû Hanîfe’nin görüşü şöyle açıklandı: Semen, kesâdla yok olur; çünkü felsler ve katkı maddesi fazla olan dirhemler, yaratılış icabı değil ıstılahla semendirler. Istılah yok olunca, mal oluş da yok olur. İmameyn’in görüşü de şöyle açıklandı: Kesâd, fesadı gerektirmez. Nasıl ki, yaş hurma karşılığında bir şey satın alır ve yaş hurmalar ödeme vaktinde piyasada bulunmazsa ittifakla alışveriş bâtıl olmaz; ya kıymetini vermesi gerekir veya gelecek yıl taze hurma zamanını bekler. Bu durum da böyledir.
Tembih: Kişi, belirlenen semen çeşidiyle bir eşya satın alırsa, başkasını veremez. Ancak belirlemezse; mesela yüz riyal, yüz altın derse, piyasada yalnızca bir çeşit para bulunuyorsa söz ona döner ve o çeşit belirlenmiş olur. Eğer farklı çeşit varsa, birisi diğerlerinden daha revaçta ve kullanımı daha yaygın ise ona döner. Çünkü akit sırasında taraflarca bilinen, o para çeşididir. Bu nedenle mutlak bırakılan semen, o çeşide döner ve belirlenmiş gibi olur. Eğer revaçları aynı ancak maliyetleri farklı ise, durum bir mecliste açığa çıkarılıp diğer taraf razı oluncaya kadar akit fasittir. Bahr’da yazarı şöyle dedi: “Özet olarak mesele, dört ihtimalden oluşur. Semenler, revaç ve maliyette ya eşit olurlar ya da farklı olurlar veya birisinde eşit olur, diğerinde farklı olurlar. Akdin fâsid olması yalnızca bir şekildedir, o da revaçta eşit, maliyette farklı olmalarıdır. Sıhhat ise kalan üç şekildir. Revaç ve maliyette farklı olduklarında, en revaçta olan çeşide çevrilir. Revaçta farklı, maliyette eşit olduklarında, yine en revaçta olan çeşide çevrilir. Ancak revaç ve maliyette eşit olduklarında, farklılık yalnızca isimde olur ve müşteri dilediğini vermede muhayyerdir. Satıcı bunlardan bir çeşidini istese de müşteri diğer çeşitten ödeyebilir.”
Burada açıklanması gereken bir konu kaldı o da yazarlarımızın örfe itibar etmeleridir. Dirhemlerin bir kısmı daha revaçta olduğunda, mutlak bırakılanı, genel olarak bilinene sarf ettiler ve alışverişi fâsid saymadılar. Bu, kavlî örf ile tahsistir ve hakikatin terk edildiği yerlerden birisidir. Tahrîru’l-usûl şerhinde İbn Emîr Hâc şöyle dedi: “Kavlî örf, insanların bir lafzın bir manaya sevkine alışkın olmalarıdır, işitildiği zaman akla hemen o mâna gelir.” Zamanımızda halk arasında şöyle bir örf yayılmıştır: Onlar, kuruşla alışveriş yaparlar. Kuruş, gümüş madeninden belli parçalardan ibarettir. Büyük olup her biri iki adet karşılığında olanı, yarım ve dörtte bir karşılığında olanları vardır. Bir kuruş, kırk Mısır parasından ibarettir. Fakat günümüzde bunlar çoğaldı ve kıymeti arttı. Bir kuruş, elli Mısır parası; büyüğü yüz Mısır parası kıymetine ulaştı. Ancak halk arasında kuruşun mutlak bırakılarak kırk Mısır parası kastedilen örf baki kaldı. Bununla Mısır parasının aynısını kastetmiyorlar, yalnızca akit sırasında bedele kuruş ismini veriyorlar. Sonra belirledikleri miktarda bazen Mısır parası, bazen de altın veya gümüş para cinsinden ödüyorlar. Böylece onlara göre kuruş, semenin cinsini ve çeşidini açıklayan değil, maliyetleri farklı revaçta olan para cinsinden semenin miktarını ortaya koyan (bir kelime) oldu. Mesela birisi yüz kuruşa bir elbise satın alır; bedeli, bir kuruş karşılığında kırk mısır parası olarak veya sağlam kuruşlarla yahut riyal veya altın paralarla, aralarında belli olan mısır parası kıymetinde farklı cinsten öder. Bu uygulama örfte yayılmıştır; hatta onlardan hiçbiri kuruşla satın aldığında aynısını vermesi gerektiğini anlamaz. Bu tür bir kullanım, kavlî bir örf’tür. Kavlî örf, mutlak’ı tahsis eder. Bu bilginin benzerini Kunye’de gördüm. Yazarı “Tüccar arasında örf olan, şart koşulmuş gibidir” babında ‘Alâüddîn et-Tercümânî’nin görüşüne işaret ederek şöyle dedi: “Kişi on dinara bir şey satar, o beldede bir dinar yerine altıda beşini vermek şeklinde bir adet yerleşmiş ve yaygınlık kazanmışsa bu, insanlar arasında örf olana sarf olunur.”
Zamanımızda, revaçta olan bazı paraların değerini eksiltme yönünde birden fazla padişah emri çıktı ve verilen fetvalar da farklı oldu. Şimdi karar kılınan (hüküm): yüz Avrupa riyali gibi çeşidi belirlenmişse, akdin yapıldığı; belirlenmemişse akit vaktindeki kıymette olan herhangi bir para ile ödeme yapılır. Bu durumda ödeme yapan, akit vaktinde olduğu gibi muhayyerdir. İster alım satım isterse karz akdi olsun hüküm aynıdır. Burada ilk durum açıktır. İkincisine gelince, bu ödemede satıcılar için açık bir zarar oluşmaktadır. Padişah emriyle değer kaybetme farklı farklıdır; bazı çeşitler daha değersiz kılınır. Bu durumda müşteri, en fazla değer kay-bedeni, satıcıya en fazla zararlı olanı tercih eder ve onu öder. Belki de en fazla değer kaybeden cinsten hesap eder, en az değer kaybeden cinsten öder. Bazen bir paradan bir kuruş eksilir, diğerinden iki kuruş eksilir. Müşteri, iki kuruş değer kaybeden para çeşidinden öder. İşte bunlar, şüphesiz caiz olmayan işlemlerdir.
Hocamla konuştum, benzer meselelerde müşterinin muhayyerliğinin olmadığını kesin olarak söyledi. Sen de bir zarar olduğunu gördün. Hocam, sulh yapılması gerektiği şeklinde fetva veriyordu. Çünkü akdi yapanlar, tasarrufta serbesttirler. Istılahları, zarar bir kişinin üzerine olmayacak şekilde sahihtir. Satıcı kabul etmese de müşterinin akit vaktinde dilediği parayı verme muhayyerliği vardır. Müşteri bunu çeşitler arasında farklılık bulunmadığı için yapar. Satıcı, müşterinin vermek istediğini kabul etmediğinde inatçılığı ortaya çıkar. Ancak bu konuda satıcının kabul etmemesi inatçılık değildir. Burada satıcı, müşterinin zarar verme kastını kabul etmiyor. Özellikle mal, yetim malı ve vakıf malı olduğu zaman buna göz yummak; yaptığı işlemlerde dinen kendisine emredilen en faydalıyı seçme konusuna aykırıdır. Özellikle bu durumda sulh, en ihtiyatlı yoldur. Mesele, sadece bu konu için yazıya dökülmüş değildir. Asıl amaç, katkı maddesi fazla olan dirhem ve felslerdir. Değer kaybına uğrayan paralara bakılır, orta düzeyde değer kaybı olandan ödenir. Satıcı veya alıcıya zarar gelmesin diye ne en az değer kaybeden ne de en fazla değer kaybeden paradan verilmez.
Bazı müftülerin “Ödeme anındaki fiyattan ödeme yapılır, akit vaktindeki fiyata asla bakılmaz” şeklinde fetva verdikleri bana ulaştı. Şüphesiz bu fetvada zarar müşteriye yüklenir. Zikretmiş olduğum “Benzer durumda sulh evlâdır” sözü, Hâşiyetü Ebî’s-Suûd’dan naklettiğim “Akit, saf gümüş veya gümüşü galip paralarla yapılırsa, icmâ ile muhayyerlik bulunmadan akit anında belirlenen paranın gerekli olmasıdır” sözüne muhaliftir denilmez. Çünkü bu sözü akit, mesela riyal gibi belli bir para çeşidi üzerine yapıldığı zaman deriz. Bu açıktır, söyleyecek başka sözümüz yoktur. Ancak şüphe, insanların örf haline getirdikleri, kuruşla satın alıp başka bir para ile kıymetini ödemeleri durumundadır. Bu konuda, para ister değer kazansın isterse kaybetsin yapılacak belli bir şey yoktur. Müftülerin bu şekilde fetva vermelerinin nedeni şudur: zamanımızda “kuruş”, satılan malın fiyatını açıklamak için kullanılır; cinsini ve çeşidini açıklamak kullanılmaz. Mesela kişi yüz kuruşa bir eşya sattığında müşteri, para değer kaybettikten mesela kıymeti altın veya riyal cinsinden doksan kuruş olduktan sonra öderse, bu meblağ satıcının razı olduğu ve eşyasına fiyat olarak belirlediği miktarı karşılamaz. Ancak şöyle denilebilir: satıcı, akit vaktinde kuruş dışında hangi para çeşidi olursa olsun kıymeti almaya razı olunca, sanki akit bütün çeşitler üzerine meydana gelmiş olur. Para değer kaybedince, razı olduğu ayarda paraları alabilir. Biz, değer kayıpları farklı ve zarar verme kastı bulunduğu için sulhu tercih ettik. Hadis-i Şerifte, “Zarara sokmak ve uğranılan zarar mukabili zarar vermek yoktur” denilmektedir. Şayet değer kayıpları farklı olursa, mesela yüz kuruş kıymetinde olan riyal, sonra doksan kuruş olursa, ancak akit vaktindeki aynı ayarda olan paraların verilmesi gerektiğini söyleriz. Diğer para çeşitleri de böyledir. Akit günü kıymeti yüz olan, bir çeşitten doksan, bir başka çeşitten doksan beş, diğer çeşitten de doksan sekiz olursa satıcıya yüz karşılığında doksan olanı alması zorunluluğunu getirsek, zarar sadece ona yüklenmiş olur. Müşteriyi doksan (değerinde olanla yüz) ödemeye mecbur tutarsak, bu durumda da zarar sadece ona yüklenmiş olur. Bu gibi durumlarda orta değer üzerinde sulh yapılması gerekir. Yüce Allah en iyisini bilir.
*Bu çalışma İslam Hukuku Araştırmaları dergisinin 16. sayısı 197-212 sayfaları arasında yayınlanan tercümenin gözden geçirilerek kısaltılmış halidir.