
“Kentlimiz, cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor.
Köylümüz, biraz sessizlik! Ne tuhaf bir kelime?..”
Afgan Cihadı sırasında Cuma hutbelerinde halka özetle şöyle seslenilmekteydi: “Bakın Afgan kardeşlerimiz ne zor ne kötü durumda, halinizin kıymetini bilin, o durumlara düşmeyin!” O günlerden bu günlere geldik. Halimizin kıymetini bilerek, etliye sütlüye karışmayarak, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesiyle günümüzü gün ettik. Gelinen noktada etrafımız ateş çemberi oldu ama bizim yaşam felsefemiz pek değişmedi. Gerçi bize dokunmayacak ölçüde mağdur kardeşlerimize yardımlar topladık, muhacirlere kucak açtık. Hepten de ahreti, hesabı unutmadık. Bize dokunmayan ölçülerde sesimizi de çıkardık, protestolar da yaptık, kınadık, sövdük, beddua ettik. En çok da “Katil İsrail, Filistin’den defol!” sloganı tuhafıma gidiyor. Hangi sol eylemden devşirildiğini merak ediyorum. Ses tellerimin de hakkını vermek adına bunu tekrarlamamayı tercih ediyorum. Ama şahsımı bir kenara bırakalım, daha mühim durumlar var. Arafatta milyonlarca hacının Allah (c.c.)’ya Gazze’ye yardım etmesi için yakarması bir karikatür konusu oldu1, bakarsanız yer gök insan dolu karikatürde. Asrın kara mizahı belki de. Kızmadan önce bir analiz etsek? Dua nedir, ne içindir, neye yarar? Kul kulluğunu yerine getirir, vazifesini yapar, neticenin Allah(c.c.)’dan geleceğini ve O zül celalin kimseye borçlu olmadığını, dilerse vereceğini bilmek adına duasını da eder. Hiçbir şey yapmadan imtihanı sırf dua ile karşılayan Mü’min aslında şunu diyordur: “Ya Rabbi, bu imtihanı bizden kaldır!” Oysa imtihansız cennete girmeyeceğimizi ifade eden ayetler var. 1-2 Sana bu gibi durumlar için verilen açık emirler var, onları sen ne yerine koyuyorsun?3 İşte kardeşlerim, sınav böyle ağırlaşıyor. Beğenmiyorsan daha zoru geliyor.
Gazze sınavı da eski Yugoslavya’daki, Suriye’deki iç savaşlar gibi, Arakan’da, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslüman kıyımı gibi, Somali, Sudan ve Mali’deki İslami gelişmelere Batılı müdahaleler gibi, Arap baharı gibi, Mursi iktidarı ve takip eden gelişmeler gibi, sona erdi. Bunların hepsinde İslam alemi istisnalar, münferit doğru ve yanlış çıkış ve eylemler haricinde sessiz ve edilgen kaldı. Protestolar, para göndermeleri etkin ve aktif katılım saymıyorsak tabii. Bunların hepsi zamanında okuyarak belirlenecek stratejilere ihtiyaç gösteren sınavlardı. Önceden hazırlık gerektiriyordu. Hazırlık yoksa da, olay patlak verdiğinde acil ve “ortak” duruş belirlenmesi elzemdi. Bunların hiç birisi olmadı. Bunların çözümü ve menfaatinin devşirilmesi küfür topluluklarına kaldı. Hepsi Batı aleminin ve büyük İsrail rüyasının lehine olarak gelişti-ril-di.
İmtihanın bitmesi ve olayın bitmesi farklı şeyler. Halen sürmekte olan, için için yanmakta olan bir sürü ateş Ortadoğu başta olmak üzere İslam Dünyası’nı fitne yurduna çevirmiş durumda. Bunlar konusunda da ulus devletlerin doğal olarak geliştirdikleri lokal savunma refleksleri dışında İslam Alemi’nde bir uyanış ve toparlanma görebilmek de pek mümkün olamıyor. Dolayısıyla bizim açımızdan imtihan bitmiş oluyor ama bir başka topluluk (genellikle mağdur olan) sessizce imtihanını yaşıyor. Zaten Rabbimiz bizi bizden iyi bilendir. Kalu bela’daki samimiyetimizin derecesini de en iyi bilen O (c.c.), sözümüzde durup durmayacağımızı da. Bu Dünya bizi bize göstermeye hizmet ediyor ki, her nefs bir delil üzere akıbetiyle karşılaşsın. O halde bu sınavlarda boş kâğıt da versek, bir şeyler yazsak da zaten zamanı geldi ve geçti diyebiliriz. Ölenin kıyametinin kopması gibi, müstakil duruşumuz önemli imtihan söz konusu olunca.
Ama itiraf edelim, Gazze başka!.. Doğu Türkistan’da durum buradakinden kötü olsa da gözden ırak olan gönülden ırak oluyor, bizi fazla da rahatsız etmiyordu. Ne yani, Çin’e savaş mı açalım diyenlere eyvallah çekerek idare ediyorduk. Gazze’deki kahraman direniş ve Hamas’ın ilk kez uyguladığı medyatik savaş yöntemleri sadece Batı toplumlarının değil; bizim de ezberlerimizi bozdu, hem de daha beter şekilde. Zira bizim hamasi söylemlerimiz fazlaydı. Biz şöyleydik, böyleydik. Bu takkeler hep düştü. Yenilmez sanılan, on yıllarca daha da güvenlik teknolojisi ve refahını geliştiren İsrail’e atılan tokatı daha önce hiçbir ulus devlet veya pakt at-a-mamıştı. Arkasından İsrail’e vur kaç savaşı yürüten Hamas karşısında İsrail’in “sivillerle savaşı”nı medyadan izlemeye başladık. Bununla da kalmadı, İsrail hiçbir kutsal, hiçbir insani değer, hiçbir uluslararası norm tanımadan her istediğini yapmaya başladı. Arkasında sadece ABD (gönülsüz, kendi içinde pek çok sorunla karşılaşma pahasına) kalsa da hiçbir somut engelle karşılaşmadı. Belki en beter imtihanımız değildi ama bunda zilleti iliklerimize kadar hissettik, inşallah hayırlara vesile olur.
İslam alemi birdenbire Gazze için çok aktif olmaya karar verse de, şu aşamadan sonra pek bir şeyin değişmeyeceği aşamadayız şimdi. Yan gelip yatma bahanesi yapmamak kaydıyla bu gerçeği görmemiz lazım. Neden mi? Dünyada karşılaştığımız her şeyin bize bir imtihan sorusu olduğunu ve bu imtihanın mantığını anlamak ve gereğini yapabilmek için. Beni İsrail’in Kur’an-ı Kerim’de en fazla adı geçen kavim olması -haşa- boşuna olamaz. Onların tabi tutuldukları imtihanlardaki performansları da hiç iyi olmamış ve her kaybettikleri imtihan genel sınavlarının daha ağırlaşmasıyla sonuçlanmış. İmtihana yol açan şeyin onlardaki edep yoksunluğu, gevşeklik ve itaatsizlik olması, bir kısır döngüye yol açmış. Biz de “sen ve Rabbin gidin savaşın, biz sonra gireriz” diyenler, imtihan olduğu söylendiği halde ırmaktan kana kana su içip sonra “bugün bizim Calut’la savaşacak halimiz yok” diyenler gibi, önceden yapmadığımız manevi hazırlık ve terbiyenin ceremesini çekiyoruz. Hiç bahsetmedim diye unuttum sanmayın, başsızlığın, dağınıklığın, tefrikanın bu hallere düşmemizde rolü çok büyük ama, bu da zaten bireysel ve toplumsal olarak olgunlaşamamamızın neticesi değil mi zaten? Bizim Resulullah (s.a.s.)’ın buyurd uğu Mü’minler olmamız gerekmiyor muydu:“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.”4
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter”5
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.”6 Bu Mü’minler olana kadar da imanımızda kemale ermediğimizin farkında olarak, bunun gayreti içerisinde olmak zorundayız.
Bu olgunluğu henüz tahsil edememişken karşımıza çıkan imtihanları bir gözden geçirmeye ne dersiniz? Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı tarihi bir dönemeçte olduğumuzu hissetmeyen yok gibi. İsrail için bu dönemin, sonun başlangıcı olduğunda herkes hemfikir. Ama bu süreci elim elim üstünde izlersek bizi de daha iyi sonuçlar beklemiyor. Bu yeni sınavın ne kadar farkındayız ve hazırlıklıyız acaba?
Tüm dünyada İsrail’e tepkiler çığ gibi büyürken halkı Müslüman ülkeler tepkisizlik konusunda başlarda yer aldılar. Pek çok Müslümanda bu durum sorgulamaya yol açtı. Öz eleştiri gayet yararlı bir şey, ama sosyal medyada işin bununla kalmadığını görüyoruz. Sarsılan ve kimlik krizine giren Müslümanlar az değil. İslam ülkelerindeki standartları, İslam aleminin içinde bulunduğu yenik durumu zaten beğenmeyen gençliğe bu olayla verdiğimiz mesajı düşünsenize! Bu arada fazla bir çaba göstermeden bir iki karavana atışla Sünni İslam Dünyasına mükemmel bir şekilde ofsayt taktiği uygulayan İran her durumda kazanmaya devam ediyor. Sünni İslam müktesebatı her zamankinden daha acımasızca sorgulanmaya başlarsa şaşırmamak lazım.
Dünyanın her tarafında bir ihtida dalgası oluştu. Bu sevindirici gelişmeyi de “Allah nurunu tamamlayacaktır” okuyabiliriz. Ama salt burada kalırsak son yüzyılda olan her şey gibi bunun da aleyhimize döndürülmesine izin vermiş olabiliriz. Bu dönemde şu insanları gittikçe daha sık görmeye başlayacağız gibi görünüyor:
- Muhtediler, ki hoşgeldiler; sorularıyla ve kafa karışıklıklarıyla birlikte tabii ki.
- İslam’a ilgi duyup Kur’an okumaya başlayan; bir kez olsun namaz kılan, oruç tutan, sosyal medyada bunları yayınlayan, sorular soran ve cevap bekleyen insanlar.
- İslam’dan bağımsız olarak ilkeli kişilikleri nedeniyle zulme karşı elinden geleni ardına koymayan ve bunun bedelini ödemekten çekinmeyen gayrimüslim aktivistler. Sadece birisinden bahsetmek istiyorum. Siyonizm karşıtı gösteri sırasında Ortodoks kisveli minyon bir Yahudi erkeği İsrail polisi tortop edip tam boynunun üzerine kaldırıma fırlattı. Resmen sakatlama amaçlı. Gazze’de sınıfta kalan ümmet bunlara gerekli cevapları verebilecek mi sorusu mutlaka sorulmalı ve buna hazırlanılmalı.
Batı’daki manevi boşluğun DAEŞ gibi Batılı projelere ilgi doğurduğu dile getiriliyordu. Bu nedenle bu terör örgütüne katılımlar da oluyordu. Avrupa’da faaliyet gösteren davet kuruluşları bu ayıptan kendilerini sorumlu tutup bir özeleştiri sürecine gir-e-medilerse artık bundan kaçacak yer kalmadı. Batılılar Allah inancı için bedel ödeyen ve İslami ahlaktan taviz de vermeyen insanları görünce içlerindeki çoraklığın çok daha derinden farkına vardılar. Bu rüzgâr da Dünyanın kalanındaki Müslümanların omuzlarına büyük sorumluluk yüklüyor, zira henüz durulmuş değil, dinamik bir süreç ve nereye evrileceği büyük ölçüde bizlere bağlı.
Hz. Ömer halife seçildikten sonra ilk konuşmasında şöyle diyordu: “Sadece Allah’ın yardım ettiği kişi zayıf değildir… …Bu işte başa tayin edilen kimse hata ve fitneye düşme konusunda diğerlerinden daha öndedir. Allah korursa o başka.”7
5. Raşid halife sayılan ve 2. Ömer olarak adlandırılan Ömer b Abdulaziz (rh.a.) kısa döneminde ilk iş olarak dış fütühatı durdurmuş, içte adaleti etsis ederek yolsuzukla mücadeleye ağırlık vermişti. Devrinde her dinden ve coğrafyadan büyük bir ihtida dalgası yaşandı.8 Ne yazık ki bu devir de muhafaza edilemedi.
Söylenecek şey çok. Yaşadığımız imtihanlardaki halimiz ve gelmekte olanlar için Rabbimize sığınalım.
Allah (c.c.)’a kaçıp sığınıp9 topluca ipine yapışmadıkça10 imtihanın üstesinden gelemeyeceğimizi anlamalıyız artık.
Bunun için de iki güvencemiz vardır: Rasulullah (s.a.s.) ve istiğfar.
“Sen içlerinde oldukça Allah onlara azap etmez, tövbe edip dururken de Allah onlara yine azap etmeyecektir.”11 buyurulmuştur. Rasulullah (s.a.s.) sünneti ile aramızda ve önderimiz, rehberimiz konumundadır. Ve buyurmuştur ki: "Kim istiğfara sürekli bir biçimde devam ederse Allah ona her türlü endişeye karşı bir rahatlık, her türlü sıkıntıya karşı bir çıkış yolu yaratır ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır."12
Son olarak da Allah korkusuna bir parantez açmadan olmaz. Hz. Ömer (r.a.), 638 yılında Irak cephesinde fetihlerde bulunan Sa’d b. Ebî Vakkâs’a (r.a.) bir mektup yazarak Basra topraklarına bir ordu göndermesi talimatını vermişti. Ona mektubu ise manidardır, hatta çağları aşan bir bildiri mahiyetindedir: “Sana ve beraberindekilere Allah (c.c.)’tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü Allah (c.c.)’tan korkmak düşmana karşı en büyük hazırlıktır.
Size, düşmanlarınıza karşı herhangi bir günah işlemekten şiddetle kaçınmanızı tavsiye ederim. Çünkü askerin günahları kendileri için düşmanlarından daha tehlikelidir.
Müslümanlar düşmanlarının günahkâr oluşu nedeniyle zafer kazanırlar. Günah işlemekte düşmanlarla eşit olursak düşmanlarımız bizden daha iyi sayılır.
Eğer biz düşmanlarımızı manevi üstünlüğümüzle yenemezsek maddi gücümüzle hiçbir zaman yenemeyiz. Çünkü ne sayı bakımından ne de hazırlık bakımından düşmanlarımız gibiyiz.
“Düşmanlarımız bizden daha fenalar, dolayısıyla bize galip gelemezler” demeyin! Zira bir milletin işlediği günahın cezası olarak Allahu teala o millete daha fena bir milleti fena musallat eder” 13-14
Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.15
Kaynakça
1- “İnsan yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihân edilmeden bırakacaklarını mı sandılar? Ant olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.” (Ankebut Suresi, 29/2-3)
2- “Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, 'Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?' demişlerdi. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara Suresi, 2/214)
3- “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 4/75) ve: “Biliniz ki Allah, kendi yolunda (aksamı) birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlıyarak çarpışanları sever.”(Saff Suresi, 61/4). ve: “Allah mü'minlerden, kendilerine vereceği cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Müjdelenen bu cennet Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah'ın yerine getirmeyi uhdesine aldığı kesin bir sözdür.” (Tevbe Suresi, 9/111)
4- Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Şerhi, DİB, Ankara 1980, c.2. Ayrıca: Müslim, Birr, 6.
5- Muslim, Birr, 58.
6- Müslim, Îmân 78. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
7- Murat Akarsu, Hz. Ömer Döneminde Yönetim ve Yöneticilerin Uygulamalarından Kesitler,
İslam Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı:4 (Sonbahar 2018), 63-93
8- İsmal Yiğit, Ömer b Abdulaziz, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2007, c:34, s.53-55.
9- “O halde hemen Allaha kaçın, haberiniz olsun ki ben size ondan bir açık nezirim”(Zariyat Suresi, 51/50)
10- “Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.” (Ali İmran Suresi, 3/103)
11- Âyette Peygamber (s.a.s.)’e tâzim ve hürmet göstermeye teşvik vardır. Zira Allah onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Rahmet ile azab birbirine zıttır; iki zıt ise bir arada bulunmaz. Allah Resûlü (s.a.s.) yaşadığı müddetçe en büyük emân olduğu gibi, sünneti yaşandığı müddetçe de yine en büyük emân olarak devam edecektir. Bu âyet, Efendimiz’in Allah yanındaki şeref ve kıymetini haber veren açık bir delildir. Çünkü onu kullarının güvende olmasına ve azabın inmemesine vesile kılmıştır. Burada, aynı zamanda, salah ve takvâ sahibi kimselere yakın olan toplumlardan Allah Teâlâ’nın azabı kaldıracağına dair bir işaret görmek mümkündür. …… Çünkü kötüler azabı celbettiği gibi iyiler de rahmeti celbeder. Enfal Suresi, 8/75, Ömer çelik tefsirinden naklen: https://www.islamveihsan.com/enfal-suresi-33-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html
12- Tirmizî, Edeb, 57.
13- Mehmet Azimli, Dört Halifeyi Farklı Okumak -2 Hz. Ömer, Ankara: Ankara Okulu
Yayınları, 2015, 57. Ayrıca: Salih Ahmed Ali, Hıtatu’l-Basra ve Mıntıkatuhâ, (Bağdat: 1986), 5; Hartman, R. “Basra” İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1979), 2: 320.
14- Hasan el Benna, Risaleler, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2016.
15- Talak Suresi, 65/2-3.