Siyonizm, dünyanın dört bir yanında yaşayan Yahudilerin ata yurtları saydıkları Filistin topraklarına geri dönüp burada özgürce yaşayabilecekleri bir anavatan kurmayı ve başkenti Kudüs olan bir Yahudi devleti inşa etmeği hedefleyen ideoloji ve milliyetçi akımın adıdır. Siyonizm ideolojisi 19. yüzyılda Avrupa Yahudileri arasında doğup gelişse de bu ideoloji köklerini Yahudi tarihi ve teolojisinden almakta olup Yahudilerin ata yurtlarında bir araya gelme söyleminin dile getirilmesi 16. yüzyılda özellikle Protestanlığın Püriten koluna mensup olanlar tarafından dile getirilmiştir. Bu söylem Fiziki Restorasyon adıyla bilinir.
Siyonculuk, Siyon yandaşlığı anlamına gelen Siyonizm kavramı, Yahudilikte Kudüs’ün isimlerinden biri olan Siyon sözcüğünden türemiştir ve Kudüsçülük anlamına gelir. Şehir MÖ 11. yüzyılın sonlarında Hz. Davut zamanında Yahudilerin eline geçmeden öncesi dönemde bu isimle de adlandırılmıştır. Köken itibariyle Yahudi tarihi ve teolojisine dayanan Siyonizm Yahudiler arasında fikri ve sosyal bir hareket olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Yahudi kutsal metinlerinde İsrailoğulları’nın Babil sürgününden vatanlarına dönüşleri için Siyon’a Dönüş (Şivat Tsiyon) tabiri kullanılmıştır. Hibbat Ziyon/Siyon Aşkı veya Hovevey Ziyon/Siyon Aşıkları akımı olmak üzere 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren aliya/yükseliş diye isimlendirilen Yahudilerin Filistin bölgesine yaptıkları örgütlü göç dalgaları ile Siyonizm sosyal bir harekete dönüşmüştür.
Siyonizm ilk ortaya çıktığında Yahudilerin sadece bir kısmı tarafından desteklenmiş, birtakım dindar Yahudi cemaatler Siyonizm’in seküler değerleri terennümü dolayısıyla bu ideolojiye muhalefet etmiş ve harekete karşı çıkmıştır. Ancak zamanla bu muhalefet çözülmüş, destek daha da yaygın hale gelmiştir. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulması ile somut netice ortaya koyması ve dahi ardından bölgedeki genişlemesi dolayısıyla aleyhindekileri önemli ölçüde pasif konuma düşürmeyi başarmıştır.
I. Hıristiyan Avrupa’da Siyonizm’e İmkân Sağlayan Faktörler
Siyonizm olgusu Avrupa’da, Hıristiyan dünyasında ortaya çıkmıştır. Bu coğrafyada yaşanan bazı gelişmelerin Siyonizm’e yaradığı ifade edilmelidir. Bu gelişmeler pratik ve teorik olmak üzere ikiye ayrılır. Pratik boyut Yahudi düşmanlığıdır; asırlar boyunca süren dışlanmışlık duygusu Yahudilerde kimlik bilincini canlı tutmuştur. Teorik boyut ise Fiziki Restorasyon, yani Yahudilerin Filistin’de yerleşimini savunan söylemlerdir.
1. Pratik Etken: Antisemitizm
Hıristiyanlık itikadi olarak kendisini Yahudi düşmanlığı üzerine inşa etmiştir. Tarih boyunca Hıristiyanlar her fırsatta Yahudi karşıtı davranışlar sergilemişlerdir. Hıristiyan dünyada tarihin şahit olduğu antisemit örnekler Yahudileri Siyonizm’e sarılmaya zorlayan temel faktörlerden biri sayılabilir. İlaveten, bu düşmanlık ve dışlamacılığın hem teolojik yönünün hem ekonomik yönünün varlığı göz ardı edilmemelidir. Yahudilerin İsa Mesih’i çarmıhta öldürmeleri Hıristiyanların Yahudi düşmanlığı için teolojik argüman oluştururken, Avrupa’daki kralların finansal sıkıntılarını Yahudilerin malvarlığına el koyarak aşmaya çalışmaları, ticari rekabette Yahudileri Hıristiyanların gerisine düşürme gayreti gibi konunun arkasında yatan ekonomik etkenleri göz önüne sermektedir.
Hıristiyanlar 4. yüzyıla kadar devlet gücüne sahip olmadıkları dönemde Yahudilere yaptırım imkânlarından yoksun oldukları halde, bu yüzyılın ortalarından itibaren Roma’nın meşru ve resmi inancına dönüşen Hıristiyanlık dışlayıcı tavrını belli etmiştir. Yine de bu yüzyılın başlarındaki Elvira Sinodu’nda (305-306) Yahudilerle evlilik, birlikte yiyip içme vs. gibi kaynaşmayı sağlayan çeşitli eylemleri yasaklayan kararlar dışlayıcı yaklaşımın resmi ifadesidir. Ancak 5. yüzyılın sonlarına doğru Vizigotlar’ın Katolikliğe geçmesiyle durum değişmiş, 6. yüzyıldan itibaren Yahudi düşmanlığı fiili ortama dökülmüştür. Toledo’da toplanan sinodlarda (589, 633, 636, 653, 681, 694) Yahudiler aleyhinde sert kararlar alınmıştır. Düşmanlarla işbirliğine girme ve haksız kazanç elde etme gibi ithamlardan yola çıkan bu kararlar Yahudilerin bir şekilde Hıristiyanlaştırılmaları hedefine ayarlanmıştır. Yahudilerin taşınmaz mal sahibi olmaları engellendiği gibi belli mesleklerden de menedilmiş, Şabat tutma, sünnet vs. gibi dini uygulamalar yasaklanmıştır. Yine bu kararlar dolayısıyla Yahudiler malvarlıklarının müsaderesi, belli yaşın üzerindeki çocukların ellerinden alınması, toplumdan dışlanma ve köleleştirilme gibi eziyetlere maruz bırakılmış, dahası sürgün ve idam cezalarıyla yüz yüze kalmışlardır.
Endülüs’te İslam devletinin kurulması ve Müslümanların Güneybatı Avrupa’da hakimiyet kurmasıyla birlikte Yahudiler huzur ve refaha kavuşmuşlardır. Ancak 11. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da Müslümanlara karşı güçlenmeye başlayan Hıristiyan yayılmacılığı (Reconquista) Yahudileri de şiddet sarmalına sürüklemiş, Avrupa antisemitizm şöleni sahnesine dönüşmüştür. Yahudi nefreti halk arasında sistematik biçimde körüklenmiştir. Fanatik Hıristiyan halk Yahudi din adamları ve sivilleri dahi hedef tahtasına yerleştirmiş, Yahudi düşmanlığı Papalık kurumunun ve bölgedeki kralların siyasi çizgisi olmuştur. Oluşan yoğun antisemitizm atmosferinde Yahudiler hayatta kalabilmek için getto diye adlandırılan kendi özel mahallelerine sıkışıp kalmışlardır. Hıristiyan din adamları halkı Yahudilere karşı kışkırtıyor, fanatikler saldırarak Yahudilerin evlerini, sinagoglarını, tüm mahallelerini ateşe veriyor, kadın ve çocuk demeden herkesi katlediyor, krallar ve yerel yöneticiler Yahudiler aleyhine çeşitli kararlar alıyor, malvarlıklarını müsadere ediyor, onları kendi topraklarından sürüyorlardı. Yahudi tarihi kaynakları Yahudilerin İspanya, Fransa, İngiltere vs. gibi devletlerde maruz kaldıkları mezalimlerle zengindir.
Avrupa’da sergilenen düşmanlık Yahudileri topluma kaynaşmaktan alıkoymanın yanında onların ulusal kimlik bilinçlerini beslemiştir. Yaşananlar mukabilinde Yahudiler de Hıristiyanlara kaynaşmaya sıcak bakmamışlardır. Siyonist ruhun revaçta olduğu bir dönemde Fransa’daki Alfred Dreyfus olayı yaşanmıştır. Fransız ordusunda casusluk skandalı yaşanınca Yahudi asıllı subay Alfred Dreyfus’tan şüphelenilmiş ve yargılanmış, ancak sonradan casusun o olmadığı ortaya çıkmıştır. Avrupa’da Yahudilerin her zaman olağan şüpheli olarak görüldüklerine örnek olan bu olay Siyonizm’in öncülerini etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Avrupa’da Yahudi düşmanlığının son bulmayacağına, yegâne çarenin o sırada teşekkül etmekte olan Siyonizm’e sarılmak olduğuna Yahudiler ikna edilmiş ve Siyonizm’in doktrinleri giderek yayılmıştır. Bu tarihsel hafızanın ve sosyal atmosferin kavşağında, Siyonizm’in öncüleri bu sorunların nihai çözümünü Yahudilerin kendi ulusal devletlerini kurmalarında görmüş ve gerekli girişimlere başlamışlardır.
2. Teorik Arka Plan: Protestan İdeler
Siyonizm’in teşekkülünü sağlayan pratik etken olarak Antisemitizm olgusunun yanı sıra, teorik boyutun da belirleyici olduğu ifade edilmelidir. Bununla kastedilen, Hıristiyanlığın Protestan mezhebinin bazı görüşleridir. Katoliklik 16. yüzyılda parçalanmış ve Avrupa’da Protestanlık akımı ortaya çıkmıştır. Protestanlığın fikri teşekkülünde Yahudilik merkezi konuma sahip olmuştur. Bu akımın önemli doktrinlerinden biri olan Restorasyon doktrini, Protestanlık ile Yahudilik arasındaki yakın değerlerden biri olmuştur. Dini kaynaklarda farklı anlamlara da işaret eden Restorasyon, Tanrı’nın Yahudilerle ahdinin etkisinin devam ettiğini ve ilahi vaat üzerine Yahudilerin kurtulacağı anlamına gelir. İlahi planda Yahudilerin hala ehemmiyetini kaybetmediği kurgusundan yola çıkan inanışa göre bu kurtuluş Mesihi Çağ diye isimlendirilen ahir zamanda gerçekleşecektir. Protestanlar söz konusu Mesih’in teslisteki İsa Mesih (Christ) olduğunu ve yeryüzüne tekrar geleceğini (parousia) savunurken Yahudiler onu kendilerini vaat edilmiş topraklarda bağımsız devlete kavuşturan, küresel egemenliklerini temin eden ilahi kurtarıcı (Maşiah) olarak algılarlar.
Restorasyon doktrini Protestan teologlar tarafından manevi ve fiziki kurtuluş olmak üzere iki farklı şekilde yorumlanmıştır. Manevi kurtuluş yorumu Yahudilerin Hıristiyan olarak kurtulacağı ile sınırlı iken fiziki kurtuluş yorumu Tanrı’nın Yahudileri ata yurtlarına geri döndüreceğini ifade eder. Daha 16. yüzyıldan itibaren Protestan Hıristiyanlar arasında var olan Fiziki Restorasyon yaklaşımı ile Yahudiler arasında 19. yüzyılda ortaya çıkacak olan Siyonizm akımındaki vaat edilmiş topraklara geri dönüş hayali müşterek noktadır. Protestanlığın ortaya çıkmasıyla oluşan serbestlik atmosferinde Yahudilerin vaat edilmiş topraklara dönüşü telaffuz edilebilmiştir.
Yahudilerin vaat edilmiş topraklara dönüşü, yani Fiziki Restorasyon doktrinini savunan yaklaşım ilk olarak 1526/1527’de Yahudilik uzmanı Alman teolog Martin Cellarius/Borrhaus (öl. 1564) tarafından ileri sürülmüştür. Cellarius bu görüşünü bir başka muteber meslektaşına, St. Thomas Kilise Okulu’nun sorumlusu Wolfgang Capito’ya (öl. 1541) telkin etmeyi ve onu etkisi altına almayı başarmış, bu görüş daha çok onun vasıtasıyla dillendirilmiştir. Bu tartışmalar zaman içerisinde diğer yerlerdeki Protestan cemaatlerine de bir şekilde ulaşmıştır. Capito, Cellarius’un De Operibus Dei adlı eserine yazdığı duygusal takdim yazısında ve 1528’de kutsal metinlerin Hoşea bölümüne yazdığı tefsirde bu görüşü savunmuştur. Capito’ya göre Yahudilerin fiziki olarak vaat edilmiş topraklarda bulunması Mesih’in manevi krallığının habercisi sayılır. Yeryüzünde Mesih’in krallığı Yahudilerin ata yurtlarına geri dönüşleri ile ilan edilmiş olacaktır.
Protestanlık içerisinde Fiziki Restorasyon’u savunma hususunda öne çıkan grup Püritenler olmuştur. Bu akım 16. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Sonraki süreçte Yahudilerin ata yurtlarında yerleşmeleri hususunda en etkili adımların İngiltere’den gelmiş olması bu görüşün politikadaki etkisinin sürekliliğini göstermektedir. İngiltere’de bu görüşler ilk başta seyrek olsa da zamanla hem devlet ricali arasında hem de ilmi ve dini çevrelerde destekçileri artmıştır. İngiltere’de çok okunan kitaplar adeta toplum arasında Siyonizm’in tohumlarını serpiyordu. Püritenler’in çabaları sonucu İngiltere’de yoğun Yahudileşme trendi ortaya çıkmış ve toplum içerisinde kalabalıklar Yahudiliğin hükümlerini uygulamaya koyulmuştur. Şabat kurallarını gözetmek, Yahudi bayramlarını kutlamak, beslenmede koşer kurallarına uymak, sünnet olmak, kendisini Yahudi veya İsrailoğulları soyuna mensup birisi olarak nitelemek başvurulan uygulamalardı. Bu trendin yaygınlığı dolayısıyla Püritenlik İngiltere kamuoyunda o dönemde Yahudilikle özdeşleştiriliyordu.
Püritenlere göre Yahudilerin Manevi ve Fiziki Restorasyon’u Mesih’in yeryüzüne tekrar dönüşü (Parousia) için ön şart olup romantik ifadesiyle bu yaklaşım “kuru kemiklerinin canlandırılıp eski önemine kavuşuncaya kadar Mesih’in yeryüzüne dönüşü ertelenecektir” şeklindeydi. 17. yüzyılın ortalarında Püritenlerin İngiltere’de iktidarı ele geçirmesiyle Fiziki Restorasyon doktrini, yani Yahudilerin vaat edilmiş topraklarda iskânı konusu İngiltere’de yaygın desteğe kavuşmuş ve İngiltere’de zirve noktasını yakalamıştır. Bu değişim İngiliz devlet adamı Oliver Cromwell (öl. 1658) sayesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu dönemde İngiltere’de Püritenlerin etkin olarak katıldığı Sivil Savaş sonucunda İngiltere devlet sisteminde krallıktan cumhuriyete değişmiş, 1649’da Oliver Cromwell yönetime el koymuştur. Sıkı bir dindar Püriten olan Cromwell Yahudiliğe deruni bir yakınlık duymuştur. O ve yandaşları kendilerini kutsal metinlerdeki figürlerle özdeşleştiriyorlardı; örneğin Cromwell’in tipolojisi Hz. Musa idi. Cromwell’in vefatından sonra İngiltere’de Püritenizm zayıflama sürecine girse de Amerika ve kıta Avrupa’sında Fiziki Restorasyon yandaşları bu görüşleri savunmaya ve propagandasını yapmaya devam etmişlerdir. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın elindeki Filistin topraklarında İngiltere’nin attığı somut adımlar bu doktrini bir adım daha ileri götürmüştür. 1838’de Kudüs’te İngiltere konsolosluğu açılmıştır; bu, Avrupa devletleri arasında Filistin’de tesis edilen ilk konsolosluktu. Bu yüzyılda Yahudiler arasında fikri ve sosyal bir akım olarak Siyonizm ortaya çıkmış, aliya adı verilen göç dalgaları ile dünyanın farklı noktalarında yaşayan Yahudiler Filistin’e gelip yerleşmişlerdir. 20. yüzyılın başlarında ise sıra ürün toplanmaya gelmiştir. 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile Osmanlı toprakları İngiltere ve Fransa arasında taksim edilmiş, 1917’de Balfour Deklorasyonu ile İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour’un Siyonist liderlerden Lord Rothchild’e yazdığı mektupta Filistin’de Yahudilere devlet kurulacağı vaat edilmiştir. İngiliz askerler 1917’de Kudüs’ü ele geçirmiş, 1920’de bölgede devlet mekanizması olarak Britanya Filistin Mandası kurulmuştur.
Püritenlerin Fiziki Restorasyon düşüncesi sadece teolojik boyutla sınırlı olmayıp stratejik gayeler de taşımıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Katolik Papalık kurumunun askeri gücünden çekinen Püriten İngiltere’de bu görüşü savunan teologlar ve politikacılar, Filistin’in Yahudiler tarafından ele geçirilmesinin ardından İngilizlerin Osmanlı ve Papalık üzerinde zaferin geleceğine inanıyorlardı. Dolayısıyla Püritenlerin Yahudilere desteğini irdelerken konuyu sadece dini metinlerin yorumlanmasından çıkan sonuç olarak görmeyip İngiltere’nin Yahudileri Osmanlı’ya ve Papalığa karşı stratejik müttefik olarak görmesi veya bu amaçla kullanma stratejisi de göz ardı edilmemelidir.
II. Büyük Sürgünden Kavuşmaya Kadar Yahudilerin Kudüs Sevdası
M.S 70’te Titus komutasındaki Roma ordusu Kudüs’ü ele geçirmiş, şehri yakıp yıkmış ve bu sırada mabedi de imha etmiş, Yahudileri sürgüne göndermiştir. Bununla da Yahudi tarihinde II. Mabet dönemi sona ermiş ve 1948’de İsrail devletinin kurulmasına kadar devam eden Büyük Sürgün/Disapora dönemi başlamıştır. Siyonizm 19. yüzyılda ortaya çıksa da ondan önceki dönemlerde de burası Yahudilerin gündeminden düşmemiştir.
1. Yahudi Dualarında Kudüs
Yahudilerin Filistin topraklarına bakışı ve burada devlet kurma fikri itikadi bir yaklaşım olup vaat edilmiş topraklar ve Mesih doktrinleri ekseninde şekillenmiştir. Bu iki doktrin tarih boyunca Yahudilerin gündeminden düşmemiş, konuyu canlı tutmuştur. Kutsal metinlerde bu toprakların Tanrı tarafından Yahudilerin atası Hz. İbrahim’e ve soyundan gelenlere bağış olarak verildiği ve günahları sebebiyle Tanrı’nın onları sürgüne gönderdiği, ancak sürgünden kurtarıp bu topraklara geri getireceği anlatılmaktadır. Bu yüzden onlar kendilerini toprağın asıl sahibi saymış ve orada yaşama hakkının kendilerinde olduğuna ve bu imkânın Tanrı tarafından kendilerine verileceğine inanmışlardır. “Sion’a dönecek ve Kudüs’te oturacağım.” (Zekeriya 8:3); “Ve şöyle diyor orduların Tanrısı: halkımı Doğudaki, Batıdaki ülkelerden kurtarıp geri getireceğim. Onlar Kudüs’te yaşayacaklar.” (Zekeriya 8:7-8) gibi Babil Sürgünü dönemindeki kutsal metinlerde sürgünün biteceğine yönelik pasajların içerdiği vaatler Büyük Sürgün döneminde de Yahudilere umut aşılamaya devam etmiştir.
İbadetlerde ve dualarda genel olarak vaat edilmiş topraklara, özel olarak ise Kudüs’e yapılan atıflar, kutsal toprakları sürgündeki Yahudilerin gündeminde tutmuş, bu konuda onları bilinçlendirmiştir. Kudüs, kıble şehir olması hasebiyle Yahudilerin günde üç vakit ibadet sırasında döndükleri bir şehir olduğu için akıldan çıkması, unutulması imkansızdır. Nerede olurlarsa olsunlar, her ibadet sırasında Kudüs’e yönelmeleri Yahudilerde şehre bağlılık ve aidiyet duygusunu geliştirmiştir. Nitekim günlük ibadetlerde okunan Amida/Şemone Esre duasında Kudüs’e yapılan atıflar onu daima gündemde tutmuştur. Söz konusu duanın “Dediğin gibi şehrin Kudüs’e dön ve oraya yerleş. Onu yakında, bizim zamanımızda ebedilik yap. Kulun Davut’un tahtını oraya hızlıca hazırlayıp yerleştir. Kutsal olan Sensin Rabbim, ey Kudüs’ün mimarı” kısmı, görüldüğü üzere okuyana Kudüs’e tekrar yerleşme özlemini telkin etmektedir. Bu duanın okunması sırasında “Evinin devir’inde/kutsalların kutsalında kulluğu canlandır” ve “Gözlerimiz senin merhametle Siyon’a dönüşünü seyretsin, kutsal olan Sensin Rabbim, ey Şehina’sını Siyon’a geri döndüren” okunan pasajlar Kudüs’le irtibatlıdır. Yine yıllık hac bayramlarında ve diğer bayramlarda, özel günlerde, çeşitli dini merasimlerde okunan dualarda Kudüs İbranicedeki Yeruşalayim ve Siyon adlarıyla ismen geçmektedir. Yine İsrailoğulları’nın toplu şekilde affedilmesi bayramı olan Yom Kipur/Kefaret Günü bayramında ve Mısır’dan çıkışın anısına kutlanan ve Yahudilikte en önemli bayramlardan biri kabul edilen Pesah/Fısıh bayramında zikredilen “Seneye Kudüs’te!” söylemi, Kudüs ve kutsal topraklar idealini yeni nesillere aşılayan faktörlerden olmuştur.
Bu inanış ve duaların canlı tuttuğu hafıza Yahudiler nezdinde Kudüs’ü unutulmaz ve vazgeçilmez bir konuma yerleştirmiştir. Bundan hareketle, Siyonizm’deki gibi geniş kitleleri etkileyecek kadar yaygın olmasa da, Yahudi tarihi sürgün döneminde Yahudilerin bireysel veya organize şekilde kutsal topraklara yerleşme çabaları olduğu gibi zaman zaman bu amaçla bazı kişilerin Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkmasına şahit olmuştur.
2. Yahudilerin Kudüs’e Yerleşme Çabaları
Başkentleri ve kutsal mabetleri yıkılan, ata yurtlarından uzak düşen Yahudiler bu durumu sineye çekmemiş ve tarih boyunca bazen bireysel ve kitlesel yerleşim şeklinde sakince, bazen de savaşarak geri dönmeye çalışmışlardır. Mabedin yıkılmasının erken dönemlerinde Roma’ya karşı isyanlara başvurmaktan geri durmamış, sonraki süreçlerde ise yöneticiler nezdinde lobi faaliyetleri yapmakla amaçlarına erişmek istemişlerdir.
Yahudiler M.S. 115’te İmparator Trajan’a karşı Akdeniz havzasını kapsayan geniş çaplı bir isyan başlatmışlar. Bu, mabedin yıkılmasından sonra Yahudilerin başlattığı ilk büyük savaştır. Sirenayka/Libya’da patlak veren isyan Mısır’a, daha sonra Kıbrıs’a sıçramış, ardından Mezopotamya’nın farklı bölgelerinde dağınık halde yaşayan Yahudiler ayaklanmıştır. Yahudi tarihi kaynaklarında Diaspora Ayaklanması anlamına gelen “Mered ha-Galuyot/ha-Tfutsot şeklinde isimlendirilen ve 115’te başlayan isyan 117’de General Lusius Quietus tarafından bastırılmıştır ve Roma tarihi kaynaklarında onun adıyla Kitos Ayaklanması olarak bilinir. Romalı tarihçilerden Cassius Dio ve kilise tarihçisi Eusebius’un bu savaşın sebebi olarak büyük ihtimalle Kudüs’ü ele geçirerek mabedi yeniden inşa etme hedefi olduğunu ifade etmişlerdir.
Bu isyan bastırılsa da bölgede devam eden ufak çaplı direnişler ve tansiyon Bar Kohba isyanı ile zirve noktasını görmüştür. 132 yılının sonlarında Yahudiler Şimon isimli liderin öncülüğünde organize olarak İmparator Hadrian’a karşı ayaklanmıştır. Bu isyan yaklaşık 4 yıl sürüp 135 veya 136’da bastırılmıştır. Rabbi Akiba’nın Şimon’u Mesih ilan etmesi sayesinde şöhreti ve itibarı artmıştır. O, kendi adına bastırdığı sikkelerde ilahi kurtarıcının alameti olan yıldız figürünün kullanmıştır ve bu yüzden ona “yıldızın oğlu” anlamında Bar Kohba denmiştir. İsyanın başlangıçta elde ettiği kazanımlar Yahudilerin heyecanını zirveye taşımıştır. Diaspora’daki Yahudiler ve hatta Samiriler de isyana katılmıştır. Onlar ilahi kurtarıcı Mesih’in, Yahudilerin kralının geldiğine sevinmiş, Yahudi devletinin tekrar kurulacağına ve mabedin yeniden inşa edileceğine ümitleri canlanmıştır. 400.000 veya 580.000 kişilik ordu ile Bar Kohba girdiği çatışmalarda Roma lejyonunu ve sonradan gönderilen generalleri ve orduyu alt etmiş, Kudüs başta olmak üzere bölgedeki diğer şehirlerini ele geçirmiştir. İsyanı bastırmak için Hadrian imparatorluğun en iyi generali Julius Severus’u göndermiş ve kanlı çatışmalar neticesinde isyan sona ermiştir. Hadrian isyanın elebaşlarını şiddetle cezalandırmış, Kudüs’ü Yahudilerin hafızasından silme amacıyla burayı tamamen yerle bir etmiş ve Yahudilerin şehre girmelerini kesinlikle yasaklamış, hac ibadeti dahil herhangi bir mazeretle bu kurala uymayan herkes idam ile cezalandırılmasını emretmiştir. Şehrin harabeleri üzerine yeni bir şehir inşa edilmiştir. Roma tarzında yapılan bu yeni şehir imparatorun şerefine Aelea Kapitolina şeklinde adlandırılmıştır. Bununla da şehirde Yahudiliği anımsatan hiçbir iz kalmamıştır.
Bar Kohba isyanının bastırılmasıyla Yahudiler ciddi bir darbe alsalar da Kudüs’le bağlarını kesmemiş, şehri sahiplenmekten vazgeçmemişlerdir. R. Akiba’nın öğrencisi, Kabbala’nın kurucusu kabul edilen önemli din bilgini R. Şimon Bar Yohay’ın “Fars atlarının İsrail topraklarında bağlandığını gördüğünüzde Mesih’in gelişini bekleyin” söylemi, Yahudilerin Kudüs davalarında uluslararası müdahale olanaklarını göz ardı etmediklerinin işareti olarak görülebilir. Nitekim ilerleyen süreçte tarih Yahudilerin Kudüs’ü ele geçirmek için Roma ve Bizans’a karşı Perslerle işbirliğine şahit olmuştur.
Yahudilerin Kudüs’e dönüş bağlamında sonraki girişimi 361-363 yıllarında tahtta olan İmparator Filavius Julian zamanında olmuştur. Kaynaklar Julian’ı Hıristiyanlara mesafeli ama Yahudilere yakın birisi olarak nakleder. Julian Hıristiyanlıktan çıktığı ve Roma’nın eski pagan inancına teveccüh gösterdiği için Hıristiyan tarihçiler ondan Dönek Julian (Julian the Apostate) diye bahsetmişlerdir. Julian Hıristiyan doktrinleri ile Yahudi doktrinlerini mukayese etmiş ve Yahudiliğin üstünlüğünü savunmuş, önceki imparatorların Yahudilere karşı çıkardığı tüm fermanları ve Yahudilerden alınan özel vergileri feshetmiş, Kudüs’te mabedi yeniden inşa etmeği planlamıştır. Eskiden Kudüs’e gitmeleri yasak olan Yahudiler onun sayesinde serbestliğe kavuşunca Diaspora’dan buraya akın etmişlerdir. Mabedin yeniden inşa edilmesi Yahudiler arasında ciddi heyecan doğursa da gerçekleşememiştir. İnşaat başlasa da birtakım sebepler yüzünden ilerleyememiş, o sırada Jülian yaralanıp kısa süre sonra ölünce mabet inşaatı devam etmemiştir. Onun ardından tahta çıkan imparatorların Hıristiyan yanlısı tutumu dolayısıyla Yahudilerin umutlarını suya düşürmüştür.
Yahudilerin Kudüs’le ilgili sıradaki girişimi İmparator II. Theodosius’un eşi olan Eudocia zamanında olmuştur. Bazı araştırmacılar bu girişimin Eudocia’nın 338’de hac ziyareti sırasında, bazıları da imparatorluk başkentinden Kudüs’e gelip yerleştiği ve 440-460 yıllarında şehrin valisi olduğu sırada, 443’te gerçekleştiğini ifade eder. İlgili kaynağa (Vita Barsumae, 91:4) göre Celile ve çevresinde yaşayan Yahudilerin Eudocia’ya başvurarak mabedin harabeleri üzerinde dua etme iznine olumlu yanıt verilmiştir. Yahudiler bu izni sürgünün bitişi olarak algılamış ve “Kudüs’te krallığımız kurulacaktır” diyerek Diasporada, Bizans ve Babil topraklarında yaşayan tüm Yahudilere mektuplar yollamış, onları Kudüs’e davet etmişlerdir. Bu davet üzerine Yahudilerin heyecanı ve umutları yükselmiş, akın akın Kudüs’e gelmeye başlamışlardır. Bu durum yerli Hıristiyanlar tarafından çevredeki din adamlarına haber verilmiş, Barsauma tepkili halde müritleriyle şehre yürümüştür. Oluşan gergin tansiyon sonucunda Yahudilerin bu girişimi de engellenmiştir.
Yahudilerin Kudüs’le ilgili sonraki girişimi 7. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. İmparator I. Justinianus (527-561) döneminden itibaren Yahudiler aleyhinde katı yasalar konulmuştu ve sonraki imparatorlar döneminde de Yahudilerle Bizans arasında tansiyon oldukça yüksekti. İçinde bulundukları sorunların giderek şiddetlendiğini, nitekim Kudüs’ü geri almada isteklerine diplomatik teşebbüslerle nail olamadıklarını gören Yahudiler Sasanilerle Bizans arasındaki tarihi husumetten ve savaştan faydalanmaya başvurmuşlardır. O sırada Kudüs’ü elinde bulunduran Bizans’a karşı Sasanilerle işbirliğine giren Yahudiler, savaşa yaklaşık 20.000 asker ile katılmışlardır. Bu destek karşılığında onların amacı Kudüs’ü ele geçirmek ve mabedi inşa etmekti. Nitekim Sasanilerin Bizans üzerinde zaferiyle 614’te Yahudiler 20 günlük kuşatmanın ardından Kudüs’e girebilmişlerdir. (Kuran-ı Kerim’de Rum Suresi’nde bu zaferden bahsedilir.) Anlaşma gereği şehrin yönetimini Sasanilerden devralan Yahudilerin burayı bir Yahudi şehrine dönüştürmeye çalıştıkları, mabette ibadeti canlandırmaya çalıştıkları Yahudi tarihçiler tarafından ifade edilmektedir. Ancak Yahudiler 3 yıl kadar şehri yönetseler de Sasaniler Hıristiyanların tepkisini fazla çekmemek maksadıyla 617’de Kudüs’te onların yönetimine son vermiştir. Bu defa da Yahudiler Hıristiyan şiddetinden kurtulmak için şehirden kaçmak zorunda kalmıştır. 638’de şehir Müslümanların eline geçince Yahudiler Kudüs’e serbest giriş imkânına kavuşmuşlardır.
Devam eden süreçte Yahudiler Kudüs’e ve çevresine yerleşmiş, ziyaret amacıyla şehre gelebilmişlerdir. Müslümanlar sayesinde Yahudilerin kavuştuğu bu imkân Haçlılar zamanında kesintiye uğramıştır. Şehri ele geçiren Haçlılar buradaki camilerle birlikte sinagogları da tahrip etmiş, ölümden bir şekilde kurtulan Müslüman ve Yahudileri buradan kovmuşlardır. Ancak Müslüman hâkimiyetinin tekrar kurulmasıyla birlikte Yahudiler yine serbestçe Kudüs’e gelebilmişlerdir, eskisi gibi buraya yerleşmişlerdir. Osmanlılar döneminde Avrupa’da Hıristiyan zulmünden kaçan Yahudiler imparatorluğun farklı bölgelerine, nitekim Filistin’e de yerleşmişlerdir. 19 yüzyılın sonlarından itibaren Siyonizm akımı serbest yerleşim imkânından faydalanarak dünyanın çeşitli noktalarındaki Yahudileri buraya getirmeye başlamıştır. Kısa bir zaman içerisinde bu örgütlü ve hedefli göçler ileride sosyal, politik ve güvenlik risklerini de beraberinde getireceği öngörüsüyle belli kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Ancak 1917’de bölgenin İngilizlerin eline geçmesi Müslümanların kontrol mekanizmasının sonunu getirmiş, böylece Yahudiler serbest bir şekilde dalgalar halinde gelip Filistin topraklarına yerleşmişlerdir. Bu göçlerle oluşan demografik yapıya dayanarak 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla Siyonizm amacına erişmiştir.
[*] Kilis Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi IX: 1 (2022) 117-154’te yayımlanan aynı isimli makaleye dayanarak hazırlanmıştır (Yazar).