Dünya hâkimiyeti ideali için bütün vasıtaları mubah gören Siyonizm, bu emellerine yönelik hangi vahşi yöntem tatbik edilecekse etmiş; facialara sebep olmuş birçok hadisenin baş mes’ulüdür. Tarihe ve günümüzdeki hadiselere yakından bakıldığında hep “sapkınlığı” görürsünüz. Nerede tahribat varsa; orada Siyonizm vardır. Nerede savaş, despotluk varsa; orada Siyonizm baş âmildir. Nerede ihtilâl, kan, gözyaşı, seri cinayetler, ahlâksızlık, dolandırıcılık, bölücülük ve soykırım varsa; orada Siyonizm ideolojisi mevcuttur. Nerede bir kârlı iş, borsacılık, vurgunculuk, faizcilik, reklâmcılık varsa; orada Siyonizm belasını bulursunuz. Nerede bir milleti birbirine düşürecek ayak oyunları varsa; orada Siyonizm’in varlığına şahit olursunuz.
O halde nedir Siyonizm? Siyonizm’e bu gücü veren gizem nedir? Meşhur Siyon Protokolleri nedir? Bu protokoller sonradan mı ihdas edilmiştir? Yoksa muharref (bozulmuş) Tevrat’ın bir toplantıda gün yüzüne çıkmış hali midir?
Siyonizm Nedir?
Siyonizm; en geniş anlamı ile arz-ı mevûd yani Filistin dışındaki bütün Yahudileri yine orada toplamak ve sonra da Süleyman Mabedi’ni Siyon Dağı üzerinde inşa etme idealidir (Kutluay, 2000, 19).
Siyonizm, din ve devleti kat’iyetle birbiriden ayırmaz. Buna göre dini hürriyet kazandıktan sonra mutlaka siyasi hürriyet hayata geçmelidir. Dolayısıyla Siyonist devlet, laik bir devlet değil; Yahudi Şeriatı’na göre yönetilecek bir devlet olacaktır. Bugünkü İsrail, şeriat devletidir.
Muharref Tevrat, Siyonistlerin bu hedeflerini şu şekilde çizmektedir: “O zaman Rab bütün milletleri önünden kovacak ve sizden büyük kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacaktır. Sınırınız çölden Lübnan’dan ırmaktan, Fırat ırmağından garp denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah’ınız Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır” (Tevrat, Tesniye Bölümü, 12/25).
Bu amaçla dini hürriyetin neticelenmesiyle siyasi hürriyetin meydana gelmesi için Politik Siyonizm’i hayata geçirmek icap ediyordu. Bunu da ilk defa dillendiren ve hayata geçirmek için ölünceye kadar bu uğurda mücadele eden Siyonizm’in babası kabul edilen Theodor Herzl’dir. Siyonizm’in canlanmasında asıl hamleyi bu kişi yapmıştır. 1860’da doğup, 1904’de ölen, gazetecilik yapan Dr. Theodor Herzl, 1896 yılında “Der Jundenstaat” (Yahudi Devleti) ismiyle bir risale yayınlayarak Siyonist teşkilâtın doğmasına sebep oldu. 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Birinci Siyonist teşkilât toplandı. Ve meşhur protokollerin bu toplantıda görüşüldüğü tahmin edilmektedir.
Siyon Dağı efsanesi ise, Hz. Davut’un oğlu ve Kudüs’ün başşehir yapıldığı krallığın başına geçen Hz. Süleyman, “Siyon Dağı”nda “Süleyman Mabedi”ni inşa ettirmiştir. Yahudi geleneğine göre “Beyt Hamikdaş” (Kutsal Ev) denilen bu mabed, “Siyonizm”in dünya hâkimiyetinde mühim bir yere sahiptir (Anadol, 2004: 15).
Süleyman Mabedini Siyon Dağı’nda inşa ideali Yahudiler için bir semboldür. Asıl inşa etmek istedikleri, dünyaya hâkim olma mefkûresidir. Bunu da şu anda başarmış durumdadırlar.
Siyonizm’in hedeflerine vakıf olunabilmesi için, evvelemirde Siyon Protokolleri’nin mahiyetini, manasını; protokollere zemin teşkil edecek fikrî arka plânı teşhis ve teşhir edilmesi zaruridir.
Protokol kelimesi, Yunanca protos (ilk) ve kolla (tutkal) kelimelerinden teşekkül etmiştir. Protokoller, Yahudilerin “Hareket Plânı Taslakları” manasına gelmektedir (Nilus, 2004, 127). Yahudi tarihinde buna benzer birçok taslak var olmuştur. Pek azı açığa çıkmıştır. Ancak umumi olarak müşterek noktaları aynıdır. Prensipleri hep ikiyüzlülüğe dayanır. Aşağıda nakledilecek belge ile daha sonra açıklanacak protokoller birbirinin nasıl devamı olduğuna delil teşkil edecektir.
İstanbul Yahudileri Prensi’ne Mektup
1492 senesinde, İspanya başhahamı (Chemor), merkezi İstanbul’da bulunan Yahudi Parlamentosu’na (Grand Sanhedrin) İspanyol kanunundan dolayı kendisinin kovulmak üzere olduğunu yazar ve ne tavsiye edeceklerine dair bir mektup yazar. Şöyle bir cevap alır: “Musa’nın yolundaki aziz kardeşim, katlanmak zorunda kaldığın talihsizlikleri ve endişelerini aktardığın mektubu aldık. Bu duyduklarımızın acısı içimize işledi. Büyük Baba ve Hahamın tavsiyeleri şunlar: İspanya Kralının seni Hıristiyan olmaya mecbur ettiğini yazdığına gelince, onun istediğini yap, aksi takdirde daha sonra istesen de yapamazsın. Mallarını yağma etme emrine gelince: Evlatlarını tüccar yap, onlar da küçük küçük, Hıristiyanların mallarını yağmalasın. Canına kastetmek istediklerine gelince, evlatlarını doktor ve eczacı yap, onlar da Hıristiyanların canlarını alsınlar. Sinagoglarını tahrip etmek istemelerine gelince; evlatlarını rahip ve kilise üyeleri yap, onlar da Hıristiyanların kiliselerini tahrip etsinler. Şikâyet ettiğin birçok sıkıntı verici olaylara gelince, evlatlarını avukat ve hukuk adamları olarak yetiştir ve onların devlet işlerini karıştırdıklarını ve Hıristiyanları senin boyunduruğun altına sokarak, dünyaya hâkim olmanı ve onlardan intikam almanı sağlamalarını izle. Sana verdiğimiz bu tavsiyelerden sapma, çünkü bunları yaparak, senin ne kadar utanç verici durumlara düştüklerini göreceksin ve gerçek güce ulaşacaksın (İmza) İstanbul Yahudileri Prensi” (Nilus, 2004: 128-129).
Yahudi Ulusu
Siyonizm’in ruhuna vakıf olabilmemiz için, Siyonist telakkiye bakmak mecburiyetindeyiz. Theodor Herzl, Yahudi Ulusu’ndan ne anladığını şöyle tarif etmektedir: “Size ulustan ne anladığımı söyleyeceğim. Ve siz de bu ifadeye özne olarak Yahudi’yi ilave edebilirsiniz. Benim aklımdaki ulus mefhumu (kavramı), müşterek düşmanlarına karşı birbirlerine kenetlenen tarihî bir insan topluluğu olarak ifade edilebilir. Bu ulus mefhumuna benim bakış açım. Eğer siz bu tarife Yahudi kelimesini ilave ederseniz, benim Yahudi ulusundan ne anladığımızı bulursunuz” (Nilus, 2004:28).
Nilus’un belirttiğine göre (2004: 28) Herzl, Yahudi ulusunun dünyaya matuf (yönelik) fikrini şöyle ifade ediyor: “Düştüğümüz zaman, devrimci, işçi sınıfı, devrimci partinin küçük memurları oluruz. Fakat kalktığımız zaman, işte korkunç gücümüz o zaman ortaya çıkar.”
Herzl’in bu fikrini destekleyen Lord Eustace Percy (Canadian Jewish Chronicle) şu şekilde bir izahatta bulunuyor: “Liberalizm ve nasyonalizm, Yahudi mahallelerinin kapılarını açtı ve Yahudi’ye eşit vatandaşlık hakları önerdi. Yahudi, Batılı dünyaya çıktı, gücü ve gücün ihtişamını gördü. Gücü kullandı ve bundan büyük keyif aldı” (Nilus, 2004: 29).
Yahudi düşünce tarzı; Yahudi olmayan her türlü plâna muhalif olmasıyla meşhurdur. Monarşist’e muhalif olarak cumhuriyetçinin yanındadır; cumhuriyetçinin yanında, sosyalisttir; sosyalistin karşısında da Bolşevik’in yanında yer almaktadır.
1903 yılında yapılan VI. Siyonist Kongresi’nde alınan kararlar sonucunda I. Dünya Harbi’nin çıkacağını kat’iyetle bildiklerinden (kendileri plânlamıştı) savaş süresince gelişmeler ve neticeleri üzerinde uzun uzun tahlil ve planlar yapılarak, Yahudilerin bundan nasıl kârlı çıkacağı üzerinde müzakereler yapılmıştır. Oynayacağı rol hülâsa edilmiş, tespit edilen plân ve program savaştan sonra hayata geçmiştir. Tarih, bunu bize göstermiştir (Nilus, 2004: 31).
New York’ta çıkan “The New Palesrin” isimli gazetenin Nisan 1923 nüshalarından birinde şunlar yazılmaktadır. “Zannediyoruz ki, Birinci Dünya Savaşı’nın başlıca iki neticesinden birisi de Yahudi Devleti’nin kurulması olduğunu tarih bize gösterecektir. Biz, bütün dünyayı bunun için savaşa soktuk ve yendik” (Anadol, 2004: 57).
Siyon Protokolleri
Siyon Liderlerin Protokolleri’nden 24 adedi gün ışığına çıkmıştır (Nilus, 2004: 176-262). Protokoller çok uzun olduğu için önemli bulduklarımızı özetleyerek nakledeceğiz. Çok dikkatli okunmalıdır. Bunların hayata geçip geçmediğini, komplo teorileriyle uğraşılıp uğraşılmadığını tarihî hakikatlerle yüzleşildiğinde görülecektir. Bu protokoller 1897 yılında Dr. Theodor Herzl’in başkanlığında I. Siyonist Kongre’de İsviçre’nin Basel şehrinde tartışılmış ve karara bağlanmıştır.
I. Protokol
Beyan edildiği üzere, sistem iki görüş noktasından hareket etmektedir: Yahudiler ve Yahudi olmayanlar. Dikkate alınması gereken bir nokta da kötülük içgüdüleriyle dolu olan insanların sayısının, iyilerden çok daha fazla olmasıdır. Bu yüzden onları yönetirken en iyi sonuçlar, mücerret ilmî tartışmalarla değil şiddet ve yıldırma politikalarıyla elde edilir.
Her insan iktidarı arzu eder ve eğer mümkün olsa herkes diktatör olmayı ister. Kendi refahını korumak uğruna, başkalarınınkini kurban etmeyecek insan gerçekten çok azdır.
Yaratılış kanununa göre ‘hak kuvvetten doğar’ sonucuna varılmakta ve şöyle devam etmektedir: Siyasi hürriyet bir fikirdir, fakat gerçek değildir. Siyasi iktidarı elinde bulunduran bir partiye baskı yapmak amacıyla halk kitlelerini bir diğer partiye yöneltmek gerektiği zaman, bu fikrin bir yem olarak nasıl kullanılacağı bilinmelidir. Eğer karşı taraf da liberalizm olarak da anılan bu fikrin etkisi altına girmiş ve bu uğurda iktidar gücünün bir kısmından feragat etmeye gönüllü ise, görev çok daha kolaylaşır. Bu arada teorimizin zaferi tamamen ortaya çıkıyor.
Günümüzde Liberal Yönetimin Gücü yerini Servetin Gücüne bırakmıştır. Bir zamanlar İman Gücü hükmetmişti. Hürriyet fikri gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir fikirdir. Çünkü hiç kimse onu aşırıya kaçmadan nasıl kullanacağını bilmez.
Eğer bir devlet kendini, kendi içindeki krizlerle tüketirse, ya da kendi içindeki ihtilaflar onu dış düşmanlar karşısında zayıflatırsa, telafi edilemeyecek kayıplara uğramış ve bizim hâkimiyetimiz altına girmiş demektir. Tamamıyla bizim ellerimizde olan Sermaye Despotluğu, ona bir saman çöpü uzatır. İster istemez çöpe sarılacaktır, aksi takdirde tamamen dibe vurur.
Liberal fikirlere sahip birisi çıkıp da yukarıda kastettiğimiz fikirlerin ahlâk dışı olduğunu ileri sürerse, ben de şu soruları sorarım: Eğer her ülkenin iç ve dış iki düşmanı varsa ve eğer harici düşman üzerinde duracak olursak, bunun her türlü mücadele yöntemini kullanmasında sakınca görülmüyor. Mesela: Gece karanlığında ya da sayıca çok üstün bir şekilde saldırması ve ahlâk dışı olduğu düşünülmüyorsa, toplum hayatını paramparça eden, kamu yararına olan her şeyi çökerten çok daha kötü bir düşmana karşı aynı yöntemleri kullanmak, nasıl olur da ahlâk dışı ve izin verilemez olarak adlandırılır.
Hükmetmek isteyen kişi hem kurnaz hem de yapmacıklı olmalıdır. Açık sözlülük ve dürüstlük gibi üstün insani nitelikler siyasette kusurdur. Çünkü bunlar yönetimleri en güçlü düşmanlarından daha etkili ve kesin bir şekilde alaşağı ederler. Bu nitelikler, Yahudi olmayan yönetimlerine ait vasıflar olmalıdır. Ve biz, bu vasıfları kendimize kat’iyen rehber edinmemeliyiz.
Netice, yöntemleri haklı kılar. Bu durumda, planlarımızı yaparken dikkatlerimizi, iyi ve ahlâka uygun olandan çok, gerekli ve faydalı olana çevirelim.
Hürriyetin getirdiği hakların aşırı kullanılması neticesi, alkolden aklı karışmış, alkol yüzünden düşünme kabiliyetini kaybetmiş alkolik hayvanlara bakın. Bu bize göre değildir ve bu yol bizim yürüyeceğimiz yol değildir. Yahudi olmayanlar, alkol yüzünden düşünme kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. Çocukları da klasizm ve ilk çağ ahlâksızlıklığı ile aralarına soktuğumuz hususi ajanlarımız olan öğretmenler, hizmetçiler, zenginlerinin evlerindeki mürebbiyeler, kâtipler ve Yahudi olmayanların sıkça gittikleri sefahat yerlerindeki kadınlarımız vasıtasıyla zehirlenerek birer ahmak olarak yetiştirilmişlerdir. Bu son söylediklerimin arasına sefahat ve çürümüşlük içinde yaşayan, diğerlerini gönüllü olarak takip eden ve kendilerine ‘sosyetik hanımlar’ denilen kimseleri de dahil edeceğim.
‘Hürriyet, kardeşlik, eşitlik’ kelimelerini çok eski zamanlarda, halk kitleleri arasında ilk bağıranlar bizlerdik. Bu kelimeler o günlerden bu yana dünyanın her tarafında, bu yeme takılan budala papağanlar tarafından tekrar edildi. Ve bunlar sayesinde, önceki zamanlarda, halkın baskısına karşın çok iyi muhafaza edilmiş olan ‘Dünya Refahı’ ve ‘Gerçek Ferdi Hürriyet’ fikirleri her tarafa taşındı. Yahudi olmayanların, sözüm ona zeki fertleri ve bilginleri bu sözlerin içindeki hakiki anlamları çıkaramadılar, birbirleriyle olan münasebetlerindeki ve manaları arasındaki çelişkilere dikkat etmediler, tabiatta hiçbir şekilde eşitlik olmadığını, hiçbir şekilde hürriyet olamayacağını, tabiatın bizzat kendisinin zekâyı, seciye (karakteri) ve kabiliyeti farklı meydana getirdiğini göremediler. Halk kitlelerinin kör olduğunu göremediler.
II. Protokol
Bırakın onlara bilimin emrettiği şeyler olduğunu inandırdığımız nazariyelerimizin (teori-kuram) başrolünü oynasınlar. Bunu basın organlarımız vasıtasıyla devamlı şekilde, bilimin gereği olarak gündemde tutmamızdaki amaç, nazariyelerimize olan körü körüne güvenlerini canlı tutmaktır. Yahudi olmayanların bilim adamları, bilgileri ile şişinecekler, fikirlerini kendi istediğimiz doğrultuda eğitmek amacıyla, uzman ajanlarımızın kurnazca bir araya getirdiği parçaları hiçbir mantıkî sorgulamadan geçirmeden ilmi sonuçlar olarak uygulayacaklardır.
Bir an bile bu söylenenleri boş şeyler olarak değerlendirmeyin. Planladığımız Darvinizm, Marxsizm ve Nietzscheizmin başarılarını dikkatlice düşünün. Her sınıftan biz Yahudiler’in bu emirlerin Yahudi olmayanların düşünceleri üzerinde yaptığı bölücü etkiyi açıkça görmesi zor olmasa gerektir.
Günümüzde devletler, halkın fikirlerini harekete geçiren çok büyük bir güce sahipler. Bu gücün ismi “BASIN”. Basının rolü, ihtiyaçları zaruriymiş gibi göstermek, halkın şikâyetlerini dile getirmek ve hoşnutsuzluk meydana getirmektir. İfade hürriyeti basın sayesinde vücut bulur. Fakat Yahudi olmayan devletler bu büyük gücü nasıl kullanacaklarını bilemediler ve bu muazzam güç bizim ellerimize geçti. Basın sayesinde kendimizi perde arkasına gizleyerek halkları etkileme gücüne kavuştuk. Her ne kadar okyanuslar gibi kan ve gözyaşı döktüysek ve birçok insanımızı kurban verdiysek de basın sayesinde altını elde ettik.
III. Protokol
Çıktığımız bu uzun yolda, halkımızı sembolize eden yılanın çizdiği dairenin tamamlanması için gitmemiz gereken çok az mesafe kaldı. Daire tamamlandığı zaman, Bütün Avrupa devletleri yılanın büklümleri arasında güçlü bir mengen tarafından eziliyormuşçasına sıkıştırılacaktır. Bugün aristokrasinin yıkılması ile halk, işçilerin boynuna acımasız ve zalim bir boyunduruk vuran, merhametsiz ve alçak para babalarının eline düştü. Biz işçileri bu zulümden kurtaracağımızı ileri sürerek sahneye çıkacak ve onlara sosyal Masonluğumuzun kuralı olan, sözde ‘bütün insanların dayanışması’ gereği sürekli desteklediğimiz, savaş gücümüzü oluşturan sosyalistlerin, anarşistlerin ve komünistlerin saflarına katılmalarını telkin edeceğiz. Kanunlar yardımıyla işçilerin emeğini kullanan aristokrasi kendi çıkarı için işçilerin sağlıklı ve güçlü olmaları ile ilgilenirdi. Biz ise bunun tam tersini, Yahudi olmayanların ölmesini istiyoruz. Kronik kıtlık işçinin bizim arzularımızın kölesi olduğu ve kedisinde bizim arzularımıza karşı koyabilecek gücü bulamaması anlamına gelir.
Kralların otoritesinin aristokrasiye verdiği işçileri yönetme hakkını, açlık bize çok daha güçlü bir şekilde verecektir. Bütün dünyaya hükmedecek olan hükümdarımızın taç giyme zamanı geldiğinde, ona engel olmak isteyen her şey yine aynı eller tarafından ortadan kaldırılacaktır. Yahudi olmayanlar, uzmanlarımızın tavsiyeleri vasıtasıyla, teşvik edilmeden düşünme alışkanlıklarını yitirmişlerdir.
“Büyük” sıfatını bizim verdiğimiz Fransız İhtilâl’ini hatırlayın. Onun hazırlanışındaki sırları gayet iyi biliyoruz. Zira o tamamıyla bizim eserimizdir. O zamandan beri, insanları hayal kırıklıklarıyla birinden diğerine yönlendiriyoruz, ta ki en sonunda bizden ile sapıp, dünya için hazırladığımız Siyon Kanının Despot Kralı’na yönelene dek. Günümüzde uluslararası bir güç olarak yenilmez durumdayız, çünkü herhangi bir devletin saldırısına uğrarsak, diğer devletler tarafından destekleniriz.
“Hürriyet “kelimesi insan topluluklarını her türlü kuvvete, her çeşit otoriteye, hatta Tanrı’ya ve yaratılış kanunlarına karşı dahi savaşmaya teşvik eder. Bu yüzden krallığımızı kurduğumuz zaman, ima ettiği anlamlar ile insan kitlelerini kana susamış hayvanlara çeviren bu kelimeyi sözlüğümüzden silmiş olacağız.
IV. Protokol
Görünmeyen, esrarlı bir şekilde gizlenmiş, bununla beraber, perde arkasında oldukları için çok daha fazla acımasız bir şekilde hareket eden ajanların arkasında gizlenen gizli örgütlerin elinde olduğu hissedilen despotluktur. Görünmeyen bir gücü kim ya da ne gibi bir durum yıkabilir? Bizim gücümüz tam anlamıyla böyle bir güçtür. Yahudi olmayan masonluk, bize ve amaçlarımıza körü körüne bir paravan gibi hizmet eder. Bu sayede gücümüzün hareket planı hatta asıl hedefi, bütün halk için bilinmeyen bir sır olarak kalır. Bütün inançların altını oymak, Yahudi olmayanların zihinlerinden Tanrı ve maneviyat düşüncelerini tamamen çıkarmak ve onların yerine matematik hesaplamalar ve maddi ihtiyaçları yerleştirmek bizim için mecburiyettir. Yahudi olmayanlara düşünme ve anlama fırsatı vermemek için, ilgilerini tamamen ticaret ve sanayiye çevirmeliyiz. Böylece bütün milletler, kazanç peşinde birbirleriyle yarışırken, müşterek düşmanlarının farkına varamayacaklar ve tamamen yutulmuş olacaklardır.
VI. Protokol
Yahudi olmayanların aristokrasisi, politik bir güç olma vasfını yitirdi. Onu hesaba katmamız gerekmiyor. Fakat sahip oldukları topraklar sayesinde hâlâ daha kendi kendilerine yetiyor olmaları bize zarar verebilir. Bu yüzden her ne pahasına olursa olsun, onları topraklarından söküp atmak bizim için en büyük mecburiyettir. Bu amaca en iyi şekilde, arazi vergilerini ve ipotek borçlarını artırmakla varılacaktır. Bu ayarlamalar topraklarını ellerinde tutmalarını zorlaştıracak ve onları aciz halde kayıtsız şartsız boyun eğmek zorunda bırakacak. Aynı zamanda ticaret ve sanayi, fakat en başata denge kuvveti rolü oynayacak olan vurgunculuğu (spekülasyon) yoğun bir şekilde desteklemeliyiz. Vurguncu sanayinin yokluğu, özel ellerdeki sermayeyi çoğaltır ve toprağı, üzerindeki banka borçlarından kurtararak tarımla ilgili faaliyetlerin yeniden yapılanmasını sağlar. Biz sanayinin hem emeğini hem de sermayeyi topraktan uzaklaştırmasını ve vurgunculuk sayesinde dünyanın bütün servetinin elimize geçmesini istiyoruz. Bu sayede Yahudi olmayanların hepsini işçi sınıfı saflarına katacağız. Yahudi olmayanlar, o zaman başka bir sebep için değil, sadece var olma haklarını koruyabilmek için önümüze eğilecekler.
Yahudi olmayanların sanayisini tamamen çökertmek için, aralarında geliştirdiğimiz lüksü vurgunculuğun yardımına çağıracağız. Çünkü lükse olan hırslı talepleri, her şeylerini yutup bitirecektir.
İşçi ücretlerini artıracağız, ancak bu işçilere hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü aynı zamanda temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını da artıracağız ve bunun sebebinin tarım ve hayvancılıktaki gerileme olduğunu iddia edeceğiz.
İşçi sınıfını anarşi ve sarhoşlukla tanıştırırken, aynı zamanda dünyadaki bütün Yahudi olmayan aydınların kökünü kazıyacak önlemler almak suretiyle ikinci bir yeraltı yöntemini maharetle tatbikata koyacağız. Bu faaliyetlerinin hakiki manalarının Yahudi olmayanlar tarafından, zamanından önce fark edilememesine mâni olmak için, kendi iktisadî nazariyelerimizin (teorilerimizin) yaygınlaştırma faaliyetleri enerjik bir şekilde devam ederken, bunları ‘işçi’ sınıfına hizmet etmek için duyulan ateşli bir talep ve Ekonomi-Politik bilimin büyük umdelerini(prensipleri) maskelerinin ardına gizleyeceğiz.
VII. Protokol
Siyasette başarının ilk şartı, girişimlerin gizliliğidir. Politikacıların söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmamalıdır. Yahudi olmayanların hükümetlerini, birkaç istisna dışında, bizim elimizde olan basın kanalıyla gizlice suflörlüğünü yaptığımız ve kamuoyu olarak gösterdiğimiz, arzu ettiğimiz sonuçları neredeyse yaklaşmış olan, geniş çapta tasarladığımız planımızın yararları doğrultusunda hareket etmeye mecbur etmeliyiz.
VIII. Protokol
Ülkemizde sorumlu mevkilere Yahudi kardeşlerimizi getirmemizde herhangi bir sakınca kalmadığı zamana kadar, bu mevkileri bir süre için, geçmişi ve şöhreti halk ile arasında uçurumlar oluşturan kişilere teslim edeceğiz. Bunlar, emirlerimize karşı gelmeye yeltenirlerse cezaî müeyyideler ve ortadan kaybolmalarla karşı karşıya kalacaklardır. Bütün bu tedbirler, bu kişileri son nefeslerine dek çıkarlarımızı korumalarını sağlamak içindir.
IX. Protokol
Aslında Masonik parolamız olan “Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik” gibi liberal kelimeler, krallığımızı kurduğumuz zaman bizim tarafımızdan, “Hürriyet hakkı, Görev eşitliği, Kardeşlik idealleri” olarak sadece bir idealizmi ifade eden ve artık bir parola olmayan kelimeler haline gelecektir. Bu sayede boğayı boynuzlarından yakalamış olacağız. Biz şimdiden bizimkinden başka her türlü yönetim şeklini, her ne kadar birçoğu hukuken varlıklarını sürdürüyorlar olsalar da, fiilen yok etmiş bulunuyoruz. Şimdilerde eğer herhangi bir devlet bize karşı kışkırtma (protesto) teşebbüsünde bulunursa, bu bizim onlara önceden verdiğimiz emir ve yetki sayesindedir. Çünkü onların Yahudi düşmanlığı gösterileri, küçük kardeşlerimizi eğitebilmemiz için bize gereklidir.
Her şeyi yutan bütün terör hareketleri bizimle baş göstermiştir. Monarşiyi geri getirmek isteyenden tutunda, demagoglara, sosyalistlere, komünistlere ve her tülü ütopyacılara kadar, her fikirden insan hizmetimizdedir. Bunların hepsine bir görev verdik. Her biri kendi adına yönetimlerin son kalıntılarını yok ediyor, düzenin bütün kurumlarını yıkıyorlar. Bu faaliyetler yüzünden bütün devletler ıstırap çekiyorlar. Onlar huzur istiyorlar ve barış için her şeyi feda etmeye hazırlar. Fakat biz onlara bunu vermeyeceğiz. Ta ki beynelmilel süper yönetimimizi tanıyıp, ona itaat edene kadar. Halk, Sosyalizm konusunun uluslararası bir anlaşmayla çözülmesi gerektiğini yüksek sesle dile getirdi. Partilerin hiziplere ayrılması, onları bizim elimize düşürdü. Çünkü iddialı bir mücadeleyi sürdürmek için para gereklidir ve o da tamamen bizim elimizdedir.
X. Protokol
Yetki paylaşımı, konuşma ve din hürriyetleri, basın hürriyeti, kanunlar önünde eşitlik, mülkiyet ve mesken dokunulmazlıkları, vergilendirme (gizli vergiler) gibi konular üzerinde duracağımız zaman, bu husus bize yardımcı olacaktır. Bütün bunlar halkın önünde açıkça temas edilmemesi icap eden konulardır. Bunlara temas etmenin mecburi olduğu hallerde de, isim isim sayılmamalı, hiçbir teferruata girmeden, sadece medeni hukuk kurallarının tarafımızdan kabul edildiği belirtilmelidir. Bu mevzuda ketum kalmamızın sebebi, bunlardan bir ya da birkaçından vazgeçmek istersek, vazgeçtiklerimizi dikkat çekmeden saf dışı bırakabilmek için kendimize hareket serbestliği sağlamaktır. Eğer isim isim belirtirsek, o zaman bu hürriyetlerin hepsi varmış ve çoktan verilmiş gibi görünecektir.
Halk kitleleri, politik dehalara özel bir sevgi ve saygı besler ve onların bütün şiddet hareketlerini hayranlıkla karşılar. “Aşağılık, evet aşağılık fakat zekice”, “Bir oyun fakat nasıl da kurnazca uygulanmış, ne kadar muhteşem oynanmış ne büyük cüret…” der.
Hükümet darbemizi gerçekleştirdiğimiz zaman bütün halklara şunu söyleyeceğiz: “Her şey korkunç bir şekilde kötü gidiyordu, herkes çektiği acılar yüzünden tükenmişti. Biz; milliyetler, sınırlar, para birimlerinin farklılığı gibi size ıstırap veren her şeyi ortadan kaldırıyoruz. Şüphesiz bize tabi olup olmamakta hürsünüz. Fakat size tavsiye ettiklerimizi hiç tecrübe etmeden haklarında herhangi bir hükümde bulunmanız mümkün olabilir mi?” Liberalizmin zehirini devletlerin organizmasına soktuğumuz zaman, devletlerin bütün siyasi görüntüleri değişime uğradı. Hepsi ölümcül bir hastalığa yakalandı. Kan zehirlenmesi. Yapılması gereken tek şey, can çekişmelerinin sona ermesini beklemektir. Liberalizm, Yahudi olmayanların yegâne koruyucusunun, yani despotluğun yerini alan anayasal devletleri ortaya çıkardı. Ve bir anayasa hepimizin bildiği gibi; bir parti anlaşmazlıkları okulu, yanlış anlamlar, anlaşmazlıklar, sonuçsuz parti çekişmeleri yumağından başka bir şey değildir. Kısacası, devlet faaliyetlerinin şahsiyetini yıkmaya hizmet eden her türlü şeyin okulu.
XI. Protokol
Yahudi olmayanlar koyun sürüsüdür ve biz de kurtlar. Koyun sürüsüne kurtlar daldığı zaman ne olur biliyorsunuz. Her şeye göz yumarak meydana gelecekleri beklemeleri için bir başka sebep de, onlardan geri aldığımız bütün hak ve hürriyetleri, barış düşmanlarını bastırıp, bütün partileri uslandırdığımızda tekrar geri vereceğimize dair ümitlendirmemizdir. Tanrı bize, biz seçilmiş ırka bütün gözlere bizim zayıflığımızmış gibi görünen “dağılma”yı ihsan etti ve bununla, bizi şimdi bütün dünyanın hükümdarı olmayı çok yaklaştıran gücümüzün ortaya çıkmasını sağladı.
XII. Protokol
Basının hakkından gelmek için şu yöntemleri kullanacağız: Bugünkü basının rolü nedir? Amacımız için ihtiyaç duyduğumuz hisleri kamçılar ve alevlendirir, ya da partilerin bencilce amaçlarına hizmet eder. Basın genelde tatsız, haksız ve yalancıdır. Halkın büyük kısmı basının gerçekte hangi amaçlara hizmet ettiğine dair en ufak bir fikre sahip değildir. Biz basına eyer vuracağız ve sıkı bir dizginle frenleyeceğiz. Aynı şeyi matbaalarda basılan her şey için yapacağız. Değilse, broşürlerin ve kitapların hedefi olarak kalırsak, basının saldırılarını defetme çabalarımız ne işe yarar? Günümüzde sansür mecburiyeti yüzünden ağır bir gider kaynağı olan basılı yayınları, devletimiz için çok kârlı bir gelir kaynağı haline getireceğiz.
XIII. Protokol
Bütün halkları, yüzyıllardır hiç kimsenin tahmin bile edemediği bir siyasi plan doğrultusunda gizlice bizim organize ettiğimizden kim şüphelenebilir? Çok yakında her çeşit spor ve sanat yarışmalarının düzenlenmesini basın vasıtasıyla gündeme getireceğiz. Bu çeşit ilgi alanları meydana getirerek onların zihinlerini, bizim onlarla mücadele etmemizi gerektirecek konulardan başka taraflara yönelteceğiz.
XV. Protokol
Biz krallığımızı kuruncaya kadar geçecek süre içinde şöyle bir yöntem izleyeceğiz. Dünya üzerindeki bütün ülkelerde Hür Mason Locaları kuracağız ve çoğaltacağız. Bu localara sosyal ve kamuda şöhret yapmış ve şöhret kazanabilecek herkesi çekeceğiz. Çünkü bu localar bizim başlıca haber alma kaynaklarımız ve etkileme vasıtalarımız olacaktır. Bütün locaları bizden başka kimsenin bilmeyeceği, Siyon büyüklerimizden oluşan bir Merkezi İdare heyeti çatısı altında toplayacağız. Bu locaların her birinin kendi temsilcisi olacak ve bu temsilciler yukarıda belirttiğim Merkezi İdare Heyeti’nin gizli kalmasını sağlayacaklar. Bu localarda bütün devrimci ve liberal unsurları birbirine bağlayacağız. Bunlar toplumun her kesiminden bir araya getirilmiş kişiler olacaktır. En gizli siyasi planlar tarafımızdan haber alınacak ve bu planlar daha planlayıcılarının düşündükleri gün bizim ellerimize düşeceklerdir. Uluslararası polis teşkilatlarının hemen hemen bütün ajanları bu locaların üyeleri arasında olacaktır.
Yahudi olmayanların en akıllılarının dahi biraz pohpohlanınca ne kadar şuursuz budalalar haline gelebildiğini, aynı zamanda küçücük bir başarısızlığın bile- aldıkları alkışların kesilmesi kadar değilse de- onları ne kadar kötü etkilediğini ve tekrar başarılı olmak uğruna boyun eğmiş köleler gibi nasıl küçüldüklerini tahmin bile edemezsiniz. Onlar aslan gövdelerinin içinde koyun ruhu taşırlar ve kafalarını karıştırmak çok kolaydır. Büyük bilgelerimiz ne kadar ileri görüşlüymüşler ki, daha eski çağlarda, gerçek amaca giden yolda hiçbir sebeple durulmaması ve bu amaç uğruna verilecek kurbanların ehemmiyetinin olmadığını söylemişlerdir. Yahudi olmayan koyun sürüsünden kurban edilenlere hiç ehemmiyet vermiyoruz. Her ne kadar kendi ırkımızdan da birçok kurban verdiysek ırkımızı Yahudi olmayanların hayal bile edemeyecekleri bir mevkiye getirdik. Yahudi olmayanlara oranla çok daha az sayıda olan kendi kurbanlarımız, ırkımız yok olmaktan kurtulmak için kendilerini feda ettiler. Ölüm herkes için kaçınılmaz bir sondur. En iyisi bu sonun, görevimizi yapmamıza mani olanlara, bu görevi baltalayanlara bizden daha yakın olmasını sağlamaktır. Gerektiğinde Masonlar’ı dahi, kardeşliğin korunmadığı gibi gerekçelerle idam ederiz. Sadece ölümle cezalandırdıklarımız değil, gerekirse hepsi normal bir hastalıktan ölmüş gibi ölürler. Bunu bildikleri sürece, kardeşlik dahi itiraz etme cüretin gösteremez. Bu yöntemlerle, masonlar arasında düzenimize karşı çıkabilecek olanları köklerinden söküp atarız. Böylece bir yandan Yahudi olmayanlara liberalizmi telkin ederken, diğer yandan kendi insanımızın ve ajanlarımızın sorgusuz sualsiz itaat etmelerini sağlarız.
XXII. Protokol
Günümüzün en büyük gücü olan altın avuçlarımızın içindedir ve iki gün içinde dilediğimiz miktarda altını depolarımızdan tedarik edebiliriz.
Bu protokoller hayata geçmiş midir?
Buraya kadar protokollerin bir hülâsasını verdik. Buradan çıkarak şu sual akla gelebilir: Bu protokoller Siyonizm’e ne kadar hizmet etmiştir? Bu protokoller hayata geçmiş midir? Elbette hayata geçmiştir. Dikkatlice tetkik edildiğinde bunların ne kadarının hayata geçtiğini, Siyonizm’in “Dünya Hâkimiyeti” yolunda nasıl son sürat ilerlediğine müşahede edilecektir. Bu protokollerin Siyonist Bildirge olarak ortaya çıkışından sonraki yıllara bakıldığında apaçık görülecektir. Mesela Henry Ford 17 Şubat 1921 tarihinde New York World gazetesinde yayınlanan bir mülakatında şöyle diyordu: “Protokoller hakkında söyleyeceğim tek şey, Protokoller’in şu anda olup bitenlere birebir uyduğudur. Protokoller yazılalı onaltı yıl oldu ve dünyanın bugünkü halini o zaman gösteriyor. Bugüne birebir tekabül ediyor” (Nilus, 2004:168).
Siyonizm’in ne pahasına olursa olsun Dünya Hâkimiyeti fikrinin bir hülâsası olabilecek şu ifadeler meseleyi biraz daha netleştirmektedir. Protokolleri bütün dünyaya duyuran Prof. Dr. Sergius Nilus, protokollerin 1905’de yayınladığında kitabının mukaddimesinde (önsöz) şöyle diyordu: “Montefiore Ahiti’ne göre, Siyon amacına ulaşmak için ne maddi (para) konularda ne de diğer konularda cimri değil. Günümüzde, dünyanın dört bir yanındaki tüm yönetimler, bilinçli ya da bilinçsiz Siyon’un bu azametli “Süper Yönetimine” boyun eğiyor, çünkü tüm ülkeler Yahudiler’e asla ödeyemeyecekleri miktarlarda borçlu oldukları için, tüm senetler, tahviller ve her türlü menkul kıymetler onların ellerinde. Her türlü -endüstriyel, diplomatik, ticari-faaliyet Siyon’un elinde. Verdikleri borçlarla bütün ulusları kendilerine köle yaptılar. Eğitim sistemini tamamen materyalist çizgiye oturtarak, Yahudi olmayanları “Süper Yönetimlerin” elindeki koşumlara bağlı olan zincirlerle sımsıkı sardılar” (Nilus, 2004: 269). Ancak bu protokoller, başta İngiltere olmak üzere dünyada menfi tesirler meydana getirmiş; Yahudi aleyhtarlığının artmasına yol açmıştır. Bundan dolayı bütün Yahudilerin zikredilen görüşleri benimsiyor görüntüsünden rahatsız olan bazı Yahudi yazarlar bir takım itiraflarda bulunmak mecburiyetinde kalmışlardır. Meselâ İngiliz edebiyat dünyasının 1920’lerdeki tanınan simalarından Dr. Oscar Levy, Siyonist hataların nasıl tahribata yol açtığını ve bundan kendilerinin nasıl zarar gördüğünü şu şekilde ifade ve itiraf etmektedir: “Biz (Yahudiler) hata yaptık dostum, hem de çok vahim bir hata yaptık. 3000 yıl, 2000 yıl hatta 100 yıl önce yaptığımız hatanın sonucu, bugün sahtekârlık ve şimdiye kadar hiç görülmemiş kederlere ve görülmemiş büyüklükte karışıklıklara yol açacak olan anarşiden başka bir şey değildir. Bunu bütün samimiyetimle ve açıkça, eski Ahit’i yazanların çektikleri tarifsiz kederler ve acılarla ve ateşler içindeki dünyamıza ancak onların anlayabileceği şekilde ağlayarak itiraf ediyorum. Dünyanın kurtarıcısı rolü oynayan ve bunun için seçilmiş olduğumuzla övünen biz “kurtarıcılar”, bugün, dünyanın ırzına geçen, dünyayı yakıp yıkan, dünyayı kundaklayan, cellatlardan başka bir şey değiliz. Biz dünyaya yeni bir cennet vaat edip, onu yeni bir cehennemin içine atmaktan başka bir şey yapmadık. Ortada bir gelişme, en ufak bir ahlaki gelişme dahi yok. Ve bizim dürüst ahlakımıza bakın; her türlü gerçek gelişmeyi yasaklayan, harabe haline gelmiş dünyamızın yeniden kalkınmasına giden yolun üzerinde bir duvar gibi duran ahlakımıza. Dünyamıza bakınca korkunç görüntüsü karşısında tüylerim ürperiyor. Bu görüntülerin meydana getiricilerini bildiğim için çok daha fazla ürperiyorum” (Nilus, 2004: 74).
Yahudi yazarı Kurt Munzer,1910 ‘da yayınladığı “Siyon’a Doğru” isimli kitabında şöyle der: “Biz Yahudiler, bütün ırkların kanına girdik. Biz, her şeyi çılgın, bozuk, kokmuş ve bitmiş bir şekle soktuk. Savaşları hep biz körükledik” (Anadol, 2004:57).
Netice
Başlarken de ifade etmiştik: Siyonizmin olduğu yerde acı vardır. Gözyaşı vardır... Elem vardır, keder vardır… Vahşet ve dehşet vardır… Siyonizm, nereye ayak bassa; orayı kurutmaktadır… Siyonistler nerede boy gösterse; orda huzursuzluk peyda olur. Siyonizm’in hâkim olduğu yerde, yalan-dolan, ihanet, çirkeflik, iki yüzlülük vardır…Siyonizm, ahlâksızlığı; ahlâk telâkkî etmiştir… Siyonizm, “arz-ı mev’ud” için, yalan, talan, ihanet, kendinden olmayanları beşerden saymama; bunların kendileri için “vasıta” umdeleri olma hususiyeti daima asıl olmuştur.
Siyonizm’in “Magen David” ütoyası; İkinci Abdulhamid Han’ın hal edip, Osmanlı-Türk devletini parçaladıktan sonra hakikate dönüşmüştür.
Ne derse densin, Siyonizm, Siyon Protokollerini adım adım hayata geçirmiştir. Birinci Cihan Harbi’nde Filistin’de yer edinmişler; İkinci Cihan Harbi’nde de resmen İsrail devletini kurmuşlardır. Ve ilk tanıyan da Müslümanların yaşadığı devlet Türkiye olmuştur.
19.yüzyıldaki Kapitalizm-Liberalizm felsefesi, 20. yüzyıldaki Komünizm materyalist felsefesi ve günümüzdeki Globalizm’in bütün insanlığı kuşatıcı materyalisf felsefesi, Siyonizme basamak teşkil etmemiş midir?
Şimdi de üçüncü Dünya Harbi çıkartarak-belki de çıkmıştır- binlerce yıllık emelleri ve rüyaları olan “arz-ı mev’ud”; bizlerin “adam sendeciliği” sayesinde hayata geçmek üzeredir.
Daha evvel bahsetmiştik, güya Kürtleri de Yahudi genlerinden geldiğini (Günaydın,2003: 66) ilan ederek; nasıl ki yüzyılın başında “Jön-Türk ırkçılığı” ile Osmanlı-Türk devletini parçalayıp İsrail’i kurdularsa; şimdi de “Jön-Kürt ırkçılığını” (Jeune Kurdizm/Pan-Kürdizm) ihdas ederek Türkiye’yi ufalayıp leş kargalarına yem etmenin gayretkeşliği ile vargücüyle çalışmaktadırlar. Bizdeki ihanet merkezleri de buna alet olmaktadır. Güneydoğu bölgemizde on yıllardır meydana getirdikleri yapılanma ve inanç boyutunu geri plana itip, ırki tarafı öne çıkarma politikalarında çok mesafe kat etmişlerdir. GAP bölgesindeki doğrudan veya dolaylı olarak toprak sahibi olan Siyonistler, istikbalin en münbit topraklarını ele geçirmenin hazzını yaşamalarına ramak kalmıştır.
* Bu çalışma Siyonizmin Rehberliğinde (Kargalığında) “neo-con” izmin emperyalist fikri adlı kitabımızdaki ilgili bölümün kısaltılarak gözden geçirilmiş halidir (YFD Yayınları, basım 2011, s.88-121). Aynı çalışma, uluslararası hakemli Yeni Fikir Dergisi’nin Aralık 2013 yılı (Cilt: 5, Sayı: 11) nüshasında da yayınlanmıştır (www.yenifikirdergisi.com).
Yazar. mesutmezkit@gmail.com
Kaynakça:
ANADOL, Cemal (2004). İsrail ve Siyonizm Kıskacında Türkiye, Bilge Karınca Yayınları, İstanbul.
ÇETİN, Nurullah (2014): “Kendini ve Allah’ı Arayan Adam”. Vefatının 30. Yıldönümünde Ulusal Necip Fazıl Bilgi Şöleni (Editör: Mustafa Güneş). Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Yayınları, 2014.
GÜNAYDIN, Eşref (2003): Yahudi Kürtler-Babil’in Kayıp Çocukları-, Karakutu Yayınları, 3. Basım, İstanbul.
KUTLUAY, Yaşar (2000). Siyonizm ve Türkiye, Koloni Yayınları, İstanbul.
NİLUS, Sergius (2004): Siyon Liderlerinin Protokolleri (Terc.: İsmail Tulçalı), Noktakitap Yayınları, İstanbul
ÖZEL, İsmet: (21 Ramazan 1441): “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu”. 03.07.2024 tarihinde http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IcerikDetay?Id=1095 adresinden alınmıştır.
TEVRAT, Tesniye bölümü, 12/25.
: Masonluk ve Kapitalizm (Heyet), Araştırma Yayınları, 2. Basım, 1991, İstanbul.