09 Şubat 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / EN HAYIRLI NESİL VE İLMÎ ANLAYIŞLARI!
EN HAYIRLI NESİL VE İLMÎ ANLAYIŞLARI!

EN HAYIRLI NESİL VE İLMÎ ANLAYIŞLARI! İlhami Pınar

 

Rasulullah (s.a.s.) hayattayken, ortaya çıkan sorunların çözüm mercii kendisi olmuştur. Bu bakımdan meseleler hızlı bir şekilde sonuçlandırılmakla beraber, o konuyla ilgili zihinlerde herhangi bir soru işaretinin kalması da söz konusu olmamıştır. Rasulullah (s.a.s.)’in irtihâliyle birlikte, Kur’ân-ı Kerîm hükümlerini ve Sünneti’ni hayatlarına tatbik etmeyi esas gaye edinen Sahâbeler, Rasulullah’tan aldıkları dinî bilgiyi sağlam bir şekilde bir sonraki nesile (tabiine) naklettiler.

Ancak Rasulullah (s.a.s.)’den sonra İslâm coğrafyasının hızlı bir şekilde genişlemesi ile birlikte, birçok farklı din ve kültürle karşılaşılmıştır. İslâm’a dâhil olan diğer milletler, müslüman kimliğini kazanmalarına rağmen eski inanç ve kültürlerinden tamamen sıyrılamamışlardır. Bunun yanı sıra, İslâm toplumu içerisinde ortaya çıkan yeni problemler ve bu meselelere çözüm arayışları, farklı yorumların ortaya çıkmasına neden olmuş ve mezheblerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Tam da bu dönemde özellikle itikâdî alanda farklı yorumları engellemek ve İslâm’ı saf hâliyle korumak adına “Selefin” din anlayışı ön plana çıkmıştır. İtikadî ve amelî meselelerde Rasulullah’tan aldıkları ilmî birikimin yanında vahyin inişine şahid olmaları, Kur’ân’ın tercümanı olan Rasulullah’ın Sünneti’ni yaşayarak gördükleri için, Sahabenin naslara bakışı ve yaşayışları dinde hüccet (Usulü serahsi, c1, s, 482) görülmüştür. Rasulullah (s.a.s.): “… Raşid halifelerimin sünnetine sıkıca sarılın. Bu yola sabredip dişinizi sıkın…” buyurmuştur.1 Kim, bir nassa dayanmadan bir konuda söz söylerse, selefin mezhebinden çıkarak bid’ate dalmış olur.2

Sahabe ve Tâbiîn dönemlerini net bir şekilde ayırmak mümkün gözükmüyor. Böyle bir şey imkân dahilinde değildi. Dolayısıyla Sahabe’ye tabî olanlar (Tabiîn), problemlerini çözmek için öncelikle Kur’ân’a ve ardından Sahabe’den aldıkları hadislere/ilme başvuruyorlardı. İslâm Devleti çok genişleyince, Hicâz’dan yayılan haberler, o zamanın imkânsızlıkları nedeniyle uzak yerlere pek kolay ulaşamıyordu. Bu nedenle Tabiîn Kur’ân ve Sünnet’in makâsıdını bilmek önem arz etmektedir. Kısacası Sahabe, İslâm tarihinin ilk nesli, Tabiîn’ler ise ikinci neslidirler. Sahabe ve Tabiîn neslini tanımak önemli. İslâm’a hizmetlerini, Rasulullah (s.a.s.)’den Sahabe ye onlardanda Tabiîne geçen ilim anlayışları ki, onların dönemi tedvin asrıydı. Bu açıdan önemli olan bu konuyu aşağıda Rasulullah (s.a.s.)’ın hadisleriyle açıklayarak bir nebzede olsa yararlı olacağı kanaatindeyiz.

RASULULLAH (s.a.s.)’IN KONU HAKKINDAKİ HADİSLERİ:

“İmrân b. Husayn'ın bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ümmetimin en hayırlıları benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenlerdir -İmrân der ki: "Rasûlullah (s.a.s.) kendi asrından sonra bir asır mı, iki asır mı yoksa üç asır mı zikretti bilmiyorum- Daha sonra sizin ardınızdan, kendilerinden istenmediği hâlde şahidlik yapacak, emanete hainlik edecek ve onlara güvenilmeyecek...”3

“Abdullah’dan. O, Nebi (s.a.s.)’den şöyle buyurduğunu rivayet etti:

“İnsanların en hayırlıları benim kuşağımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenlerdir” üçüncüsünde mi, dördüncüsünde mi şunu söylediğini bilmiyorum: “Onlardan sonra öyle bir kesim gelecek ki, onların birinin şahidliği yemininden önce, yemini de şahidliğinden önce olacak.”4

“İmrân b. Husayn (r.a.)'den. Rasûlüllah (s.a.s.)

“Ümmetimin en hayırlısı benim gönderildiğim asırdakiler, sonra onları takip eden asırlardakilerdir.” buyurdular. (İmrân: "üçüncü asrı zikredip zikretmediğini hatırlamıyorum." dedi) Sonra birtakım insanlar ortaya çıkacak, şâhidlik edecekler fakat şâhidlikleri kabul edilmeyecek. Hainlik edecekler de kendilerine güvenilmeyecek...” buyurdular.5 

Bu üç nesilden her birinin, öğrendiğini hayata tatbik etmesi ve çevresine bunları anlatması ile Sünnet’in İslâm toplumunda, dinin ikinci kaynağı olarak yaygınlık kazanmış oldu. Rasulullah (s.a.s.)’in övgüsüne mazhar olmuş bu üç neslin, kendiliklerinden bir sünnet ihdas etmesi de söz konusu edilemez. Çünkü onlar, Rasulullah (s.a.s.)’e ulaşan bir yol ile O’nun Sünneti’ni hayata geçirmek veya uygulama hususunda samimî bir gayret içerisindeydiler. Bundan dolayı Sahabe, Tabiîn ve Tebe-i Tâbiînin dinî konulardaki uygulaması, sünnet kapsamına alındı. (Mevkuf, maktu) Bu çok önemliydi. Hattâ firasetli tavır neticesinde İslâm’ın bütün kurum ve kurallarının yerleşik duruma gelmesi sağlanmış oldu. Çünkü Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti demek, İslâm’ın uygulaması demektir. Bunu çok iyi kavrayan ilk nesiller, daha baştan bid’ate karşı teyakkuz hâlinde oldular ve bid’atçılara karşı çok açık ve sert tavır aldılar.

 

Onların bu tavrının, İslâm’ın, Rasulullah (s.a.s.)’in dönemindeki safiyetini ve sıhhatini koruma noktasında ne kadar önemli olduğunu, bid’at ve hurafelerin dine ve topluma yönelik bugünkü tehlikesini fark ettiğimizde daha iyi anlıyoruz. Böylece Sünnet’in hayata geçiş süreci, Hz. Peygamber tarafından övülmüş üç nesil olan Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn ile tamamlandı. Bu düşünce doğrultusunda Sünnet ve din anlayışı “Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden oluşan üç nesil tarafından hayata geçirilen dinî uygulamalar olarak anlaşılmaktadır”.

 

SAHABENİN SÜNNET ALGISI

Kur'ân'ın ve Rasulullah (s.a.s.)'in ilk inanan muhatapları olmaları hasebiyle Sahabe’nin Kur’ân ve Sünnet anlayışları önem arz etmektedir. Bu nedenledir ki, Rasulullah (s.a.s.)’in ve O’nun Sünneti hakkında en isabetli görüşlerin, O’ nun Ashabından geleceğine inanmaktayız. Bilindiği gibi Sahabe, Allah'ın kendilerine göndermiş olduğu bu elçiyi, kılı kırk yararcasına titiz bir şekilde dinlemeye, O’ nu izlemeye ve anlamaya özen gösterdiler. Zira onlar, hayatın tabiî seyri içinde kendi işleriyle meşgul olurken, bazen Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte bulunma imkânından mahrum kalmaktaydılar. Nitekim her zaman Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte bulunma imkânından mahrum kalan Hz. Ömer (r.a.) ve komşusu bu eksikliği nöbetleşerek telafi ediyorlardı.6

Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'den, Rasulullah (s.a.s.):

 “Benden bir söz işitip, onu öğrenip, başkalarına aktaranın Allah yüzünü aydınlatsın. Nice ilim yüklenen kimse vardır ki, bilgisini kendisinden daha anlayışlı birisine aktarır...” buyurdu.7  

Sahabe’nin, Rasulullah (s.a.s.)’den öğrendiklerinden farklı veya hiç duymadıkları haberler ulaştığında daha hassas davranmaları ve böyle bilgileri diğer sahabelere sormaları gerekmekteydi. Çünkü onlar, Rasûlullah (s.a.s)’in hadislerinin naklinde yapılacak hatânın O’nun adına yalan isnâd etmek anlamına gelebileceği endişesini taşımaktaydılar. Ali b. Ebi talib (r.a.)’ın bildirdiğine göre, Rasulullah (s.a.s.): “Benim adıma yalan söylemeyin! Benim adıma yalan söyleyen cehenneme girsin”8 Sünnet’in korunmasına, anlaşılmasına ve daha iyi anlayacak kimselere ulaştırılmasına hizmet edecekleri övmüştür. Rasulullah (s.a.s.), söz konusu bu görevleri yerine getirenleri överken satır arasına, Sünnet’i nakledenle, onun üzerinde zihin yoran kimsenin farklı kategorilerde değerlendirileceği ve ikinci grupta yer alanların daha özel bir konumda olacağı mesajını vermiştir. Buradan hareketle Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’nin aktarılmasından maksadının, onu daha iyi anlayacak kimselere ulaştırılması olduğu anlaşılmaktadır. 

Bu sebeple bir taraftan, Rasulullah (s.a.s.)’den rivayette hatâya düşmemek, diğer taraftan da yapılan hatâları düzeltmek amacıyla titiz davranılmıştır. Sahabe döneminde, Rasulullah (s.a.s.) sözlerindeki hikmetler ve insanlar için bireysel, toplumsal ve evrensel ilkeler olabilecek değerler üzerinde durulmuş, hadisteki hükmü anlama gayreti ve hadis rivayeti şekli öne çıkmıştır. Rasulullah (s.a.s.) yaptığı veya belirlediği davranış tarzları anlamında, her hâl ve hareketini ümmet için mutlaka uyulması gereken bir ölçü olarak yapılmasıdır. 

Rasulullah (s.a.s.) başka bir hadisinde, zamanlar üstü bir tanımlamayla:

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla doğruluktan sapmayacaksınız: “Allah'ın Kitab'ı ve Rasûlü’nün sünneti” (Muvatta, Kader, 1) Rasulullah (s.a.s.), hâl ve hareketlerini, onun gözettiği illetler ve makasıd açısından değerlendirmekte ve buna göre neyin Sünnet olduğunu, neyin Sünnet olmadığını bilmektedir. Artık Sahabe döneminde "es-Sünne" denildiğinde, büyük ölçüde Rasulallah (s.a.s.)’in örnek davranışı, yapmış olduğu bir uygulaması kastedilmektedir.

Rasulullah (s.a.s.)’in, zamanla davranışlarını ve aldıkları kararları dinî bir esasa bağlama düşüncesiyle hareket eden ashâbına geniş bir ictihad alanı açtığı, bazen birbirine tamamıyla zıt iki yorumu onayladığı görülmektedir. Buna bir örnek vermek gerekirse, Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabına ikindi namazını Benî Kurayza’da kılmalarını söylemesi, daha sonra bu isteği farklı açılardan değerlendirip uygulayan Ashâbını hoş karşılamasıdır.

Buhârî’nin Sahih’inde nakledildiğine göre, “İbn Öme (r.anhuma) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s), Ahzáb savaşından dönünce:

“Hiç kimse ikindi namazını Benî Kurayza'ya varmadıkça kılmasın." buyurdu.

Oraya gidenlerin bazısı yoldayken ikindi vakti girince içlerinden bazısı: “Benî Kurayza'ya yetişmeden namazı kılmayız” derken, bazıları: “Kılalım, bizden istenen bu değildir” dediler. Bu durum Rasalullah'a (s.a.s.) anlatılınca Rasulullah (s.a.s.) hiçbirini kınamadı.9

Rasulullah (s.a.s.)’in, sahabenin bu davranışlarını kimi zaman sükût ederek karşılaması, kimi zaman sarahaten onaylaması, ulaşılan neticelerin ictihad yoluyla elde edilmiş olmalarındandır. Bütün bu örneklerden, ashabın aldıkları farklı kararları Rasulullah (s.a.s.)’e götürüp hangisinin doğru olduğunu öğrenmek istemeleri, onların henüz ictihad yöntemiyle muteber birçok netice elde edilebileceği düşüncesine sahip olmadıklarını göstermektedir.

Sahabe’nin Sünnet’i Yaşamada Sünnet’e Bağlılığı

Sünnet’e bağlılık ve ilke ve uygulama olarak ilk örneklerinin, ilk müslüman nesil Sahâbîlerde görülmesi pek tabiîdir. Bu ilk örnekler, aynı zamanda en güvenilir, en güzel örneklerdir. Zira Sahâbiler, Rasululllah (s.a.s.)’in ortaya koyduğu Sünnet’i, onun şartlarında yaşıyorlardı. Bu sebeple Sahâbiler, Sünnet’e sarılmanın hayata geçirilmesinde, yani uygulama konusunda ağırlıklı bir yere sahiptir.

Rasulullah (s.a.s.), İslâm'ı insanlara tebliğ eden Allah'ın elçisidir. Allah (c.c.) O’nu, mü'minlere örnek göstermiştir. 

Andolsun, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için, Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.”  (Ahzab, 33/21) O’nun Sünneti’nin, hayatın her safhasını kapsaması sebebiyle, hayatının her safhasının bilinmesi gereklidir. Sahâbîlerin en küçük ayrıntıya kadar Sünnet’i izlemelerinin en önemli gerekçelerinden biri, Rasulullah (s.a.s.)’in bütün hayatını Sünnet olarak görmeleridir. Onlar, Rasulullah (s.a.s.)’in hayatının gündelik olaylarını bile asla teferruat olarak görmezlerdi. Rasulullah (s.a.s.)'in hayatının bütün yönlerine bizzat ulaşmaya gayret ederler, eğer buna İmkân bulamazlarsa, vazgeçmeyip Sünnet’e şahid olanlardan öğrenmeye çalışırlardı. Sahâbîlerin, kendilerini Rasulullah (s.a.s.)’i takip etmek zorunda hissetmelerinin önemli bir başka sebebi de vahyin henüz devam etmekte olmasıdır. Meselâ, Hz. Peygamber (s.a.s.) hac yapacağını ilân edince, birçok kişi Medine'ye akın etmiş ve ona uymak ve onun yaptığını yapmak için çareler aramışlardır. Medine'den onunla birlikte yola çıkmışlardır. Sahabilerin ilk şahidi oldukları ameller, O’nu takipte ne kadar isabet ettiklerini gösterir. 

Cafer b. Muhammed (r.a.) babasından naklediyor ve şöyle diyor: Câbir b. Abdullah’a giderek, Rasulullah (s.a.s.)’in nasıl hac yaptığını sorduk. O da şöyle anlattı: “Rasulullah (s.a.s.), Medine’de dokuz sene kaldıktan sonra Müslümanlara hacca gideceğini ilân ettirdi. Bu yüzden Peygamberle hacca gitmek üzere çevreden pek çok kişi Medine’ye gelmişti. Böylece Rasulullah (s.a.s.)’e uyacak ve O’nun yaptıklarını yapacaklardı. Rasulullah (s.a.s.) zilkade ayının bitmesine beş gün kala yola çıktı. Biz de onunla beraber çıktık. Câbir diyor ki: Rasûlullah (s.a.s.) aramızda iken, O’na Kur’ân iniyor O’da onun yorum ve sonuçlarını biliyordu. O ne yapıyorsa, biz de aynen yapıyorduk. Yola çıkarken niyetimiz sadece hac yapmaktı.”10

İbni Ömer’in anlattığına göre: “Allah Rasûlü, altından bir yüzük edindi. Bunun üzerine insanlar da altın yüzük edinmeye başladı. Sonra Allah Rasûlü:

“Ben artık bunu ebediyen takmayacağım diyerek onu attı. Bunun üzerine insanlar da yüzüklerini attılar.”11

Başka bir örnek ise Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den. Rasûlullah (s.a.s.) Ashabına namaz kıldırırken ayakkabılarını çıkardı ve sol tarafına koydu. Bunu gören insanlar da ayakkabılarını çıkardılar. Rasûlullah (s.a.s.) namazı bitirince:

"Sizin ayakkabılarınızı çıkarmanıza sebep olan şey nedir?" diye sordu.

Onlar da:

"Senin çıkardığını görünce biz de ayakkabılarımızı çıkardık, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):

"Cebrail gelip bana ayakkabılarımda pislik olduğunu haber verdi. Sizden biriniz mescide gelince, ayakkabılarına baksın. Eğer onlarda bir pislik varsa silsin ve onlarla namaz kılsın." buyurdular.12

Sahabe, bazen bir hükmü sormak için kilometrelerce yol yapar ve aldığı hüküm onun aleyhine bile olsa tereddüdsüz uygulardı. Ukbe ibnul Haris’ten tahsis etti ki, bu Ukbe ibnu’l-Hasr (r.a.), Ebu İlhab ibn Aziz’in kızı ile evlenmişti. Derken yanına bir kadın geldi ve:

Ukbe’yi de evlendiği kadını da ben emzirdim, dedi.

Ukbe o kadına:

Ne seni benin emzirdiğinden haberim var, ne de evvelce bunu bana söylediğinden, cevabını verdi.

Müteâkıben hayvanına binip Medine’ye Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gitti ve mes’elenin hükmünü sordu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Bir kere (senin onun kardeşi olduğun) söylenmiş bulunduğu hâlde (o kadınla evlilik nasıl olur?” buyurdu.

Bunun üzerine Ukbe, o kadından ayrıldı, oda başka bir kocaya vardı.13

Sahabelerin, Rasulullah (s.a.s.)’i yakından izlemiş olmanın övünç kaynağı olduğu ifade edilebilinir. Aslında bu, sıradan bir imtiyaz değil, Sünnet’i öğrenme, öğretme ve Sünnet’e olabildiğince uymayı, artı yaşama arzusu olmasındandır. Esasen, ancak böyle bir maksad, Rasulullah (s.a.s.)’i yakından takip etmenin gerekçesi olabilir.

Sahâbîlerin, Sünnet’i öğrenip onunla amel etmek için Rasulullah (s.a.s.)’i yakından takip ettiklerini gösteren birçok ilginç örnek vardır. Meselâ, Abdullah b. Abbas, Sünnet’i öğrenmek için Hz. Peygamber, hanımı Meymûne'nin-ki Meymûne Abdullah'ın teyzesidir-yanında iken onların odalarında gecelemiş, Resûlullah'ın (s.a.s.) gece yaptığı ibâdetlerde ona uymuş ve onların tamamını nakletmiştir.14

Sahabenin, Sünnet’e bakışı konusunu teşkil eden Sünnet’e bağlılık, her şeyden önce iman ve amelle ilgili bir kavramdır. Bu sebeple zaman ve mekân kaydı aranmaksızın, bütün müslümanları yakından ilgilen-dirmektedir. Ancak ilk müslüman neslin, Sahâbîlerîn uygulaması çerçevesinde tetkik eden muhakkik âlimler, daha ilk dönemlerde nasıl anlaşılıp hayata geçirildiğini dört asırda, dört bin alim tarafından ortaya koymuşlardır.

Sünnet’e uyulması Kur'ân'ın emridir:  

“…Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır.” (Haşr, 59/7)

Kur'ân, Sünnet’e uymayı, herhangi bir ayırım yapmadan bir bütün olarak tavsiye eder. Rasulullah (s.a.s.)’e iman edilmesi emri ve O’nun (s.a.s.) iman şartları içinde yer alması, Rasulullah (s.a.s.)’ın konumunu belirlediği gibi, O’na uymayı gerekli kılar. Kur'ân'ın, Rasulullah (s.a.s.)’i mutlak olarak bir alan ayırımı yapmadan müslümanlara örnek göstermesi aynı zamanda Sünnet’in hayatın bütün yönlerine hitap ettiğini gösterir.  Sünnet’i Nebevî bir hayat modeli olarak düşünecek olursak Sünnet’e bağlılık, o modeli yaşatmak demek olacağı için, müslümana son derece büyük bir mutluluk ve huzur verecek ve aynı zamanda ciddî bir İslâm tebliği anlamı taşıyacaktır.

  TABİÎNİN SÜNNET ALGISI

Rasulullah (s.a.s.), Sahabe’den sonra Tâbiîn nesline de önem vermesi, bu neslin uygulamalarının din içinde değer kazanmasına yol açmış, hadis usûlü eserlerinde “maktû hadis” olarak ifade edilen kavram, Tâbiîne ait söz ve fiillere, maktu kayıtlarıyla da olsa hadis denilebileceği fikrini doğurmuştur. İkici yüzyıldan itibaren İslam âlimleri ve özellikle muhaddisler tarafından geliştirilen bu anlayışla Tâbiîn, diğer nesillerden farklı sayılmış, Sahabe’den sonra onların söz ve fiilleri de bir hadis çeşidi olarak kabul edilmiştir. İsnadı, Tâbiîye kadar uzanan, Tâbiîde kalarak daha ileriye gidemeyen hadis olarak tanımlanan maktû hadis kavramını, “Tâbiîn sözü” mânasında kullanılmakta.15

Maktû hadise bir örnek vermek gerekirse, İbn Sirîn tarafından söylenen, “Hadis ilminin din olduğu, onun kimden alındığına dikkat edilmesini” öğütleyen sözü, maktû hadise örnek olarak verilebilir.16 Tâbiîne atfedilen bilgilerin hadis çeşidi içinde ele alınması, Tabiinin bazı rivayetlerinin, vahiyle bilinecek konulardan olması açısından değerlendirilmiştir. Nitekim büyük Sahabilerle aynı çağda yaşayan Mesruk, Saîd b. el-Müseyyeb, İbrahim en-Nehaî, Şa’bî gibi büyük Tâbiîlerin maktûlarıyla amel edilebileceğini ileri sürenler vardır.17

Hadislerin öğrenilmesinde ve daha sonraki kuşaklara öğretilmesinde, Tâbiîlerin büyük hizmetleri olmuştur. Dinî ilimlerin birçoğunda şöhret kazanan Tâbiîler, hadis ilminde de önemli bir yere sahiptirler. Ashab-ı Kiram’ın seçkin öğrencileri olan bu neslin ilim talipleri, hadis öğrenme, hadisleri rivayet etmeleri ve hadisleri tedvin konusunda ciddî çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmaların başında hadis öğrenmek amacıyla zamanın her türlü zorluklarına katlanarak, hadis yolculuklarına çıkmaları gelir. Sahabilerin hadis öğrenmek için ne kadar iştiyak duyduklarını yukarda gördük. Onların ardından gelen Tâbiîn nesli de aynı heyecan ve aşkla, bu ilmin neşri için gayret göstermişlerdir.

Hadis öğrenmeyi ve öğretmeyi, İslam Dini’ne hizmet telakki eden Tâbiîn hadisçileri, hadis seyahatleri anlamına gelen rıhle faaliyetlerine ilmî bir kimlik kazandırmışlardır. Tâbiîler, geniş İslâm ülkesinin çeşitli şehirlerine dağılmış olan Sahabilerin yaşadığı bölgelere kadar giderek, orada her bir Sahabi’nin rivayet ettiği hadisleri öğrenmek için büyük çaba sarfetmişlerdir. Onlar, sadece yaşadıkları şehirlerde bulunan Sahabilerden öğrendikleri hadislerle yetinmemişler, gerektiği zaman kendileri gibi Tâbiîn’den olan kimselerden de hadis öğrenmeye çalışmışlardır.

Tâbiîn hadisçilerinin, hadis öğrenme tutkularını gösteren önemli rivayetler bulunmakta. Bir örnek zikretmek gerekirse, sistemli bir şekilde hadis rivayeti için Hicrî 3. asırda Ebu Hâtim er-Râzî (rh.a.) tarafından gerçekleştirilen rıhle örnekleri olarak verilebilinir. Çünkü bu rıhlelerin, sistemli bir hadis yolculuğunun temel unsurlarını bünyesinde barındırdığı görülmektedir. Oğlu Abdurrahman b. Ebî Hâtim, babasının yolculuğunu, O’nun dilinden şu ifadelerle kaydeder:

“Hadis uğrunda ilk yolculuğumda yedi sene kaldım. Yaya olarak gittiğim yolu bin fersaha kadar sayıyordum. Bin fersahtan sonra artık saymayı bıraktım. Ben, Kufe'den Bağdad'a sayamayacağım kadar gittim. Mekke'den Medine'ye çok defa gittim. Selâ şehrinin yakınındaki limandan Mısır'a, Mısır'dan Remle'ye yürüyerek vardım. Remle'den Beytü'l-Makdis'e, Remle'den Askalan'a ve Remle'den Taberiyye'ye, Taberiyye'den Dımaşk'a, Dımaşk'tan Humus'a, Humus'dan Antakya'ya, Antakya' dan Tarsus'a ulaştım.

Görüldüğü üzere sistemli bir rıhlede, sadece bir hadis için yolculuğa çıkılmamakta, hadis talibi kendisini geliştirmek ve ilmini tamamlamak üzere imkân dahilindeki bütün âlimlerden hadis toplamayı amaçlamaktadır.18

 Tâbiîler, hadis öğrenmek maksadıyla yaptıkları bu yolculuklarda, gece odun toplayıcılarının yaptığı gibi önlerine gelen her türlü rivayeti alıp hadis olarak nakletmek gibi bir tutum izlememişlerdir. Onlar, başkalarından duydukları rivayetleri sıkı bir elemeye tâbi tutmuşlar, bu rivayetlerin hadis olduğuna kanaat getirdikten sonra onları nakletmişlerdir. Bunun için de bazı kaideler koymuşlardır. Bu kaidelerin başında isnâd gelmektedir. İsnâd, hadis senedinde yer alan ravilerin adlarını zikretmek demektir. Bir çeşit, hadisin kimden alındığını sorgulama yöntemidir. Bu yöntem ve usûlün Sahabe zamanında kullanıldığına dair bazı rivayetler olsa da, isnâdın yaygınlaşması Tâbiîn döneminde olmuştur.

Tedvînde Hizmeti Olan Tabiînler

Hadîslerin tedvini, İmam Zührî öncülüğünde çalışan bir grup âlimin Şam'da yürüttüğü sınırlı bir faaliyet değildir. İslâm âleminin her tarafında bu faaliyet yürütülmüştür. Tedvînde ilk hizmet verenler arasında şu isimleri sayabiliriz: Mekke'de, Abdülmelik ibnu Cüreyc (V. 150/767), Medine'de, Muhammed ibnu İshâk elMuttalibî, (151/768), yahud İmam Mâlik (179/795), İbnu Ebî Zi'b, Basra'da, Rebî' ibnu Sabîh (160/777), yahud Said ibnu Ebî Arûbe (156/772) yahud Hammâd ibnu Seleme (167/783); Kufe'de, Süfyan Sevrî (161/777), Şam'da, Abdurrahman Evzâî (157/773), Vâsıt'ta, Hüşeym ibnu Beşir es-Selemî (183/799), Yemen'de, Hâlid ibnu Cemil, Ma'mer ibnu Râşid (153/770); Rey'de Cerîr ibnu Abdi'l-Hâmid (188/803), Horasan'da Abdullah ibnu'lMubârek (181/797). Bunlardan başka Hişam ibnu Hibbân'ın (147/764), Yahya İbnu Zekeriyya ibni Ebî Zâide'nin (183/779), Vekî İbnu'l-Cerrâh'ın (196/811), Abdurrahmân ibnu Mehdî'nin (198/813) de isimleri tedvînde zikredilir.

Bu zatların hepsi de ikinci asır ricâlidir ve tedvînleri, Sahâbe'nin akvali ve Tabiîn'in fetvalarıyla doludur. İkinci Asır'da tedvîn edilen kitaplardan meşhur olanlar şunlardır: İmam Malik'in Muvatta'ı, İmâm Şâfiî'nin Müsned'i, İmâm Abdurrezzâk ibnu Hemmâm'ın (211/826) Muhtelifu'l-Hadîs'i ve el-Câmi'si, Şu'be ibnu'l-Haccâc'ın (160/776) Musannaf'ı, Süfyan ibnu Üyeyne'nin (198/813) Musannaf'ı, Leys ibnu Sa'd'ın (175/791) Musannaf'ıdır.19

TEBE-İ TABİÎN’İN SÜNNET ALGISI

İmam Mâlik (rh.a.), haber-i vâhidle amel etme konusunda, üzerinde fikirbirliği olan dört şarta ilâve olarak iki şart daha ileri sürüyordu: Medine ahalisinin tatbikatına (amel'ü ehli'l-Medîne) aykırı olmaması. Şayet hadis Medine'deki tatbikata aykırı ise, onunla amel etmiyordu. Meselâ, İmam Mâlik, "Alıcı ve satıcıdan her biri, ayrılmadıkları sürece (sözleşmeden vazgeçip geçmeme hususunda) diğerine karşı muhayyerdir,” anlamındaki hadisle amel etmemiş ve bu yüzden “meclis muhayyerliği” hükmünü benimsememiştir. İmam Mâlik, bu hadisi rivâyet ettikten sonra şöyle demiştir: “Bunun (muhayyerlik hakkının) ne örfen bilinen bir sınırı (belirli süresi) vardır, ne de tatbikatta görülen bir durumdur.” Bu sözüyle İmâm Mâlik, bu hükmün kendi zamanında Medine'de mevcud tatbikat ile bağdaşmadığını ve bu yüzden onunla amel etmediğini belirtmiş olmaktadır.20

Sünnet’in aslında Hz. Peygamber’in tasarruflarından çıkan sonuç olduğu konusunda Ebu Hanîfe ve Ehl-i hadis müttefiktir. Yani Sünnet kavramı ilk etapta Hz. Peygamber’le ilgilidir. Bununla birlikte her ne kadar Ebu Hanîfe’nin eserlerinde doğrudan bir beyân bulamasak da öğrencileri Ebu Yusuf ve Muhammed’in sahabe uygulama ve görüşlerine de Sünnet dediklerini ve daha sonra bu düşüncenin mezhebin temel prensibi hâline geldiğini görmekteyiz.21

Bu noktada Hanefî usûl kaynaklarında: “Güzel bir sünnet ortaya koyan, hem bunun sevabını alacak, hem de kıyamete kadar o sünnetle amel edenlerin ecri kadar sevap alacaktır” ve “Benim ve raşid halifelerimin sünnetine sarılın” rivayetlerine atıf yapılmaktadır. Yine aynı kaynaklarda geçmiş dönemlerde, “Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in sünneti” ifadelerinin kullanıldığı zikredilmekte ve “İki Ömer’in sünneti” üzerine biat alındığı kaydedilmektedir. Hz. Peygamber’e tâbi olmak gerektiği gibi, Sahabe’ye de uyulması icâb ettiği belirtilmektedir. Ebu Zeyd ed-Debusî Sahabe görüşlerine sünnet denilmesini Sahabe’nin Hz. Peygamber hakkındaki bilgisine dayandırmaktadır. Hasılı öğrencilerinin ve Hanefî geleneğin bu düşüncesini, Ebu Hanîfe’ye de nispet edebilirsek diyebiliriz ki ona göre sünnet yalnızca Nebevi uygulamalar değil, aynı zamanda Sahabe tasarruflarıdır.

Halbuki Ehl-i hadisten İmam Şafiî (rh.a.) Sahabe uygulama ve görüşlerinin Sünnet olarak adlandırılmasına kesinlikle karşı çıkar. “İhtilafu’l-hadis adlı kıymetli eserinin bir yerinde açıkça şöyle der:

“Sahabeden herhangi biri açıkça Hz. Peygamber’e isnâd etmeksizin bir söz söylemiş ise, hiç kimse Sahabî’nin bu sözünü Resulullah’a isnâd edemez. Zira daha evvel anlattığım üzere Sahabilerin Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ait bazı sözleri bilemedikleri görülebilmektedir. Dolayısıyla bizzat kendisi Resulullah’a nisbet etmediği sürece Sahabînin ifadesini kendisinin kişisel görüşü saymamız gerekir.  Bu sebeple de başkalarının görüşlerine dayanarak Resulullah’ın sözlerine aykırı davranamayız.”

Şafii’nin amacı sünnetin tespitinde merfu haberlerin otoritesini sağlamlaştırmak ve Irak fıkıh ekolünün Abdullah b. Mesud ve benzeri Sahabîlerden gelen mevkuf haberlere, Medine fıkıh ekolünün ise amel-i ehl-i Medine ve İbn Ömer gibi Sahabîlerden gelen haberlere dayanarak Sünneti tespit etmelerine engel olmaktır. Zira O’na göre bu düşünce, sahabe görüşlerine tabi olup gerçek Nebevi Sünneti terk etme neticesi vermektedir. Halbuki hicrÎ ikinci asır Irak ve Medine fıkıh ekolleri birer geleneğin temsilcileriydiler. Dolayısıyla bu gelenek içerisinde öğrenilmiş bulunan merfu ya da o geleneğin kurucu otoritelerinden gelen mevkuf haberleri, amel-i ehl-i Medine’yi, meşhur ve maruf Sünneti muhaddislerce nakledilen ferd hadislere göre daha fazla önemsemişlerdir.

Bu noktada HanefÎlerin, kimlere Sahabi dediği önem kazanmaktadır. Serahsî (rh.a.) rivayet ehlini, tanınır olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırmaktadır. Tanınır olanları da, fıkhıyla bilinenler ve fıkhı az olanlar diye ayırmaktadır. Hulefa-yi Raşidin, abadile, Zeyd b. Sâbit, Aişe’yi ilk gruba, Ebu Hüreyre ve Enes b. Malik’i ikinci gruba örnek vermektedir. Tanınır olmayan Sahabîleri ise, Hz. Peygamber’in yanında fazla kalmamış olanlar diye nitelemektedir ve bu gruba da Vabısa b. Mabed, Seleme b. Muhabbik ve Makıl b. Sinan’ı misal vermektedir. Serahsî’nin belirttiğine göre fıkhıyla ön plana çıkmış olanların rivayetleri, kıyasa aykırı bile olsa kabul edilir.22 Fıkhıyla tanınmayanların rivayetleri kabul edilir, ancak kıyasa aykırı olurlarsa bunlara tâbi olunmaz. Tanınmayan Sahabîlerin rivayetleri ise ancak onları teyid eden bir başka delil varsa alınır.

Mevkuf haberlere, Medine fıkıh ekolünün ise amel-i ehl-i Medine ve İbn Ömer gibi sahabilerden gelen haberlere dayanarak Sünnetî tesbit etmelerine engel olmaktır. Zira ona göre bu düşünce Sahabe görüşlerine tâbi olup gerçek Nebevi Sünnet’i terketme neticesi vermektedir. Halbuki hicrî ikinci asır Irak ve Medine fıkıh ekolleri birer geleneğin temsilcileriydiler. Dolayısıyla bu gelenek içerisinde öğrenilmiş bulunan merfu ya da o geleneğin kurucu otoritelerinden gelen mevkuf haberleri, amel-i ehl-i Medine’yi, meşhur ve maruf Sünnet’i, muhaddislerce nakledilen ferd hadislere göre daha fazla önemsemişlerdir. Neticede, Hz. Peygamber’i daha iyi tanımaları düşüncesinden hareketle söz konusu Sahabe uygulamalarına da sünnet demişlerdir.23

Şu müjdeleyici hadisle bitirmiş olalım. Amr b. Avf (r.a.)'den.

Rasulullah (s.a.s.):

“Yılanın deliğine girdiği gibi, din de Hicaz bölgesine çekilecektir. Dağ keçilerinin dağlara sığındıkları gibi, din de Hicaz bölgesine sığınacaktır. Din, garib başladı ve yine garib bir hâle dönecektir. Ne mutlu insanların benim sünnetimden bozdukları şeyleri düzeten o gariblere!” buyurdular.24  Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Selam olsun o gariblere…

Gayret bizden, tevfik Rabbimizdendir.

 

Dipnot

1-(Tirmizi, k. İlim, b. 16, h. 2674)

2-(Gazzali, İlcâmü’l avam an ilmi’l kelâm, s. 116)

3-(Buhari, hadis no, 3650)

4-(Müslim hadis no 6419)

5-(Süneni Tirmizî, K. Fitneler, H. 2222)

6-(Buhari, İlim, 27, hadis, no, 89)

7-(Tirmizî, Hadis no, 2656)

8-(Buhari, ilim, 38, hadis no, 106. Tirmizi, ilim, hadis no, 2659)

9-(İrşâdü’s-sârî li Şerhî Sahîhi’l Buhârî, korku namazı, hadis 946, c. 3. s. 548)

10-(Nesai, hadis no, 2690)

11-(Buhârî, Libas, b. 47 h. 84)

12-(Ebu Davud, salat, h. 650)

13-(Buhârî, İlm, 27)

14-(Buhari, Vudu, 5)

15-(İbn Hacer, Nuzhetü’n-nazar fî tavzîhi Nuhbeti’l-fiker, s. 77)

16-(Müslim, mukaddime, 5)

17-(TDV. İslâm ansiklopedisi, maktu maddesi, c. 27, s. 457)

18-(Bekir Kuzudişli, Hadis tarihi s. 112)

19-(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte, c, 1, s,118)

20-(Zekiyyüddin Şaban, usul, s. 91/92)

21-(İshak Emin Aktepe, Erken Dönem İslam Hukukçularının Sünnet Anlayışı, s. 139/152)

22-(Usûlü Serahsi c,1, s, 487)

23-(İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 19, 2012, s. 115-130 Ebu Hanîfe ve Ehl-i Hadisin Sünnet Anlayışlarındaki Temel Farklar, Doç. Dr. İshak Emin Aktepe)

24-(Tirmizî, b, 13, h, 2628)

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul