15 Ocak 2025 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / NÜBÜVVET ve RİSALET'E İMAN ETMEK
NÜBÜVVET ve RİSALET'E İMAN ETMEK

NÜBÜVVET ve RİSALET'E İMAN ETMEK HALİL KARA

Dr. Mecdi el-Hilali "Haydi Rabbinize Yönelin" isimli değerli eserinin mukaddime kısmında bizlere şunları hatırlatır:

“Müslümanın, durumunu gözden geçireceği, varacağı yer üzerinde düşüneceği ve gidişatını düzeltmek için nefsi ile baş başa kalacağı bazı zamanlarının olması gerekir. Hayat hiç durmadan istesek de istemesek de ilerlemektedir. Bizden öncekilerin terk ettiği gibi, biz de bir gün bu hayatı mutlaka terk edeceğiz. Ölümle buluşmanın gerçekleşeceği bir zaman mutlaka gelecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır, sonra da görüleni ve görünmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz ve o size bütün yaptıklarınızı haber verecektir" (Cuma, 8)

Bizden önce kabirlere belki milyarlarca belki trilyonlarca Allah en iyisi bilendir insan gitti. Onların da bizim gibi hayalleri ve arzuları vardı. Onlar dünyaya dalmışlardı, onun sevgisi ile akşamı ediyor ve onun sevgisi ile sabaha çıkıyorlardı. Derken beklemedikleri bir şey onlara geliverdi.

Ruhlarını almak isteyen ölüm meleği karşılarına çıktı, şaşırdılar ve içine düştükleri dehşetten dolayı dilleri düğümlendi. Çünkü bu onların asla hesaplamadığı bir şeydi. Dünyevi gelecek hesapları, o anda ölümün gerçekleşmesi ihtimaline yer vermiyordu. O’anda dünyadaki varoluş gerçeği ve bu anının uzun yolculuk aşamalarından biri olduğu gözlerinin önüne geldi. Allah'a dönüş yolculuğu. Kalpleri keder ve pişmanlıkla doldu. Mahvettikleri şeyleri düzeltmek için bir an dahi olsa dünyaya dönme ümitleri tekrar arttı. Rabbimiz şöyle buyurur: "Nihayet onlardan, müşriklerden birine ölüp gelip çattığında Rabbim beni geri gönder, ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş ve hareketler yapayım der. Hayır bu onun ağzından çıkan boş bir laftan ibarettir, onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah vardır." (Müminun, 99/ 100)

Bizden önce ölümle buluşan pek çok kimsenin durumu böyle. Niçin onların düştüğü hataya düşmemek için onlardan ibret almıyoruz, dünyaya dönmeye ümit eden o kimselerin istediği yerde bulunuyor olmamız, Allah'ın bize bir ihsanıdır. Gidişatı düzeltmeye başlamamız ve dünyayı gerçek konumuna koyup ahiretin tarlası olarak görmemiz gerekmez mi? Rabbimiz yine Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurur:  "Allah'tan geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce Rabbinize uyun. Çünkü o gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız itiraz da edemezsiniz." (Şura, 47) [1]

Kur'an-ı Kerim'in üzerinde ısrarla durduğu konu Allah'tan başka ilah olmadığı gerçeği ve ibadeti yalnızca Allah'a has kılınması meselesidir. Bunun karşısında ise, Allah'tan başkasına ibadet edinilmesini, Allah'tan başka ilah ve ilahlar edinilmesini ise rabbimiz şirk olarak bizlere tanıtmıştır.

Bu hakikati de Rabbimiz bizlere gönderdiği nebi ve Rasuller üzerinden anlatır. Bu bakımdan Kur'an'ı Kerim-Tevhid ve şirki bizlere öğrettiği gibi, nübüvveti risaleti de öğretmek de, Allah'a giden yolun Allah'a inanmanın, onu yegane ilah ve rab kabul etmenin yolu, gönderilen Rasullere iman etmek onlara uymak ve ittiba etmek olduğunu, Kur'an-ı Kerim bu gerçeği ısrarla vurgulamaktadır. Allah'a iman etmek demek, Allah Teala'yı Tevhid eylemek demek sadece onun varlığına inanmak yerin ve göğün yaratıcısı olarak sadece kabul etmek demek değildir.  Çünkü şeytan da dahil olmak üzere, tarih boyunca hiçbir kavim hiçbir millet Allah'ın varlığını inkâr eden, Allah Teala'nın varlığını kabul etmeyen hiçbir kavme ve topluma rastlamıyoruz. "İblis" Rabbim madem öyle İnsanların diriltilip kabirlerinden çıkarılacakları güne kadar bana yaşama fırsatı ver" dedi.

"Allah da şöyle buyurdu:" Tamam, artık sen kendisine yaşama fırsatı verilenlerden birisin." (Hicr, 36/37)

Görüldüğü gibi şeytan Allah Teala'yı inkâr etmiş değil, onunla konuşurken ona “Rabbim” diye hitap eden ve ondan insanların tekrar dirilecekleri güne kadar müsaade isteyen bir kişi olduğunu görmekteyiz.

Yine Allah Teala Yasin Suresi’nin 14 ve15. ayeti kerimelerinde: "İşte o zaman biz onlara iki elçi göndermiştik onları yalanladılar bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: "Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz” dediler. Eçilere dediler ki: “Siz de ancak bizim gibi birer insansınız Rahman olan Allah herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz." (Yasin, 14/15)

Bu ayeti kerimede de Allah'ın elçilerinin geldiği Karya Ashabı, Yasin Ashabı peygamberleri inkâr etmekle birlikte Allah'ın varlığını inkâr etmiş değil, Allah Teala'dan bahsederken Rahman olan Allah olarak bahsetmekte olduklarını görmekte Yani Allah'ın varlığını inkâr etmediklerini görmekteyiz.

Allah Teala'ya iman etmek demek, ilk başta Allah'ın dışındaki varlıkları ilahları reddetmek demekle başlar. Allah'a iman etmek demek, Allah'a ait olan sıfatları sadece Allah'a vermek demektir.  Allah'ın dışındaki ilahları reddetmeden Allah'a iman etmek mümkün değildir. Allah Teala kendisine inanılmasını, varlığının kabul edilmesini, yerin ve göğün yaratıcısı olarak kendisinin kabul edilmesini istediği gibi, kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığını yegâne ve tek ilah Allah'ın olduğu ilkesine iman etmeye bizleri davet etmekte ve böyle bir imanı ancak kabul edeceğini bizlere buyurmaktadır. Allah'ın dışındaki ilahlar reddedilmeden, Allah'a iman etmenin mümkün olmadığı haber verilmektedir.

Bundan dolayıdır ki imanın ilk temel şartı olan Kelime-i Tevhid, “la ilahe” ile başlar, yani “Allah'ın dışındaki bütün ilahlara hayır onları reddediyorum, kabul etmiyorum” diyerek başlar. “İllallah” diyerek yani “sadece ilah ve Rab olarak Allah'ı kabul ediyorum” diyerek bu tamam olur.

Allah'a iman ile ilgili durum böyle olunca, Kur'an-ı Kerim'de diğer iman etmemizi istediği nübüvvet ve risalet konusunda da peygamberlere iman etmek de sadece onların gönderildiğine, sadece onların sayısına yani 124.000 peygamber ya da 224.000 peygamber ya da Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen 28 tane peygamber ya da yine Kur'an'ı Kerim'in ifadesi ile "Sana kıssalarını haber verdiğimiz peygamberler olduğu gibi sana kıssalarını haber vermediğimiz peygamberler de vardır" (Mu'min, 78) buyruğuna uyarak sayısını yalnızca Allah'ın bildiği ne kadar peygamber varsa hepsine iman ediyoruz demek,  peygamberlere iman etmek demek değildir.

Gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde, peygamber kıssalarından bizlere bahseden Allah Teala, bunları bize anlatırken geçmişten tarihi bir bilgi bir hikâye, tarihte yaşanmış bir olayı bize anlatıyor değildir. Kıssalar Kur'an-ı Kerim'in üçte birlik kısmına denk gelir. Kıssaların bize anlatılış sebebi her bir peygamber kıssasında gerek o peygamberin şahsında gerek o peygambere iman eden ümmeti şahsında, gerekse o kavmi o peygamberi inkâr eden kavmi noktasında, inkarcılar noktasında bizlere muhakkak bir ayet, bir örnek, ibret almamız gereken bir şeyi anlatıyordur. Bundan dolayı bu kıssalar anlatılır. Bazı Kur'an kıssalarının, surelerde tekrar ediliyor olması, aynı şeyi anlattığından, Allah Teala aynı şeyi tekrar ettiğinden dolayı değildir. Dikkat ederek Kur'an-ı Kerim incelendiğinde peygamberlerin kıssaları, velev ki bazı surelerde tekrar anlatılıyor olmuş olsa da hep aynı şeyler değildir. Mesela Nuh (a.s.)'dan bahsederken Allah Teala bazı ayetlerde Nuh (a.s)’ın davet ve tebliğine yer verir, bazı ayetler de kavminin peygambere kayıtsız kalışına onu inkar edişine yer verir, bazı ayeti kerimelerde ise Nuh kavminin Allah'tan başka, ilk etapta salih insan olan kişileri sonradan nasıl ilahlaştırdıklarından bahsedilir. Başka ayeti kerimelerde ise kendi aile efradı ile hanımı ve oğluyla olan ilişkisinden bahsedilir.

Yine İbrahim (a.s.)'dan bahsederken bazı ayeti kerimelerde babasıyla olan mücadelesi, bazı ayeti kerimelerde, ülkenin kralı Allah'tan başka ilah ve rab olduğunu iddia eden nemrut ile mücadelesi, bazı ayeti kerimelerde ise kavminin sapıklığı tapmış olduğu putların ilah ve rab olamayacağı hakikatini anlatmaktan bahseder. Yine İbrahim (a.s.)'dan bahseden ayetlere baktığımızda Onun oğlu İsmail ile hanımı Hacer'i Mekke'ye getirip yerleştirmesini daha sonra gelip Kabe'nin temellerini yükseltmesini Allah Teala'nın bu aileye lütuf olarak orada zemzemi onların hizmetine sunmasını İsmail'in kurban edilmesini Kabe yapıldıktan sonra ise insanların Kabe'yi tavaf etmek için Hac yapmaları için İbrahim (a.s.)'a insanları çağırma vazifesi verdiğini görmekteyiz. Musa (a.s.)'dan bahsederken Allah Teala bazı ayeti kerimelerde Musa (a.s.)'ın doğumundan nasıl dünyaya gelişinden, Firavun'un sarayında nasıl büyümesinden bahseder, bazı ayeti kerimelerde Mısır'ı terk edip medyene gidişinden, bazı ayeti kerimelerde peygamber olarak görevlendirildikten sonra Mısır'a dönüşü Firavun ile mücadelesinden bahsederken, bazı ayeti kerimelerde ise Musa (a.s.)'ın kendisine iman etmiş olan İsrail oğullarıyla mücadelesinden bahseder. Dolayısıyla bu kıssaların tekrar tekrar ediliyor olması Allah Teala'nın aynı şeyi tekrar ediyor demek olması demek değildir.

Her peygamberin kıssasında bugün bize yönelik bugün bizim de durumumuzu anlatan bir konu vardır. Evrensel olan Kur'an'ı Kerim, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa da bu yönüyle örnek olmaya devam edecektir.

Mesela Nuh kavminden bahsederken, Nuh kavminin sapıklığı olarak salih insanları nasıl ilahlaştırdıkları rableştirdikleri ve Allah'ın dışında nasıl ilahlar edindikleri ve onlara ibadeti, tazimi gündeme getirdiklerinden bahseder. Bu bugünde bütün sapıklığı ile aynen devam etmektedir. Ad ve Semud kavminden bahsederken, bu kavmlerin güce taptıklarını, çünkü onlar çok güçlü ve kuvvetli insanlardı, dağları oyuyor dağları oymak suretiyle ev yapıyorlardı, yüksek yüksek binalar yapıyorlardı dolayısıyla güç sarhoşu olmuş ve adeta güce tapar hale gelmişler, karşı taraflarındaki peygamberleri yani Salih (a.s.) ile Hud (a.s.)'ı ise bu noktasıyla kendi güçlerine karşı koyacak hiçbir gücün olmayacağı noktasıyla inkâr ediyorlardı. Lut kavmine geldiğimizde ise daha evvelinde hiçbir sapıklığın olmadığı hiçbir milletin hiçbir kavmin yapmadığı homoseksüel ilişkinin, erkek-erkeğe ilişkinin gündeme geldiği sapıklık ile peygamberlerini inkâr ettiklerini görmekteyiz. İbrahim (a.s.)'a geldiğimizde krallarını nasıl ilahlaştırdıklarını krallarının da kendilerinin nasıl Allah gibi olduğunu ben de öldürür bende diriltirim dediklerini görmekte ve halkında bunu kabul ettiklerini görmekteyiz. Musa (a.s.)'a geldiğimizde ise yine aynı şekilde yöneticilerinin krallarının kendini ilah yerine koyup Allah'ın kullarını kendilerine kul ettiğini görmekteyiz. O, zamanın yöneticisi olan Firavun ben sizin en yüce rabbinizim demişti. (Naziat, 24) İsa (a.s.)'a geldiğimizde ise İsa (a.s.)'ın kavminin de aynı şekilde kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlayanların kendilerine gönderilen kitabı arkalarına atmak suretiyle o vahiyle alakalarını kesenlerin içine düştüğü sapıklığın durumlarını kendilerine peygamber gönderilmiş olsa bile o peygamberlere iman ettiklerini dilleriyle söylemiş olsalar bile Allah'ın mesajına göre hayatını şekillendirmeyen İsrailoğullarının nasıl lanetlendiğinden bahsetmektedir.

Dolayısıyla bütün bunlara baktığımızda Nuh (a.s.)'ın kavminde olduğu gibi bugün de salih insanları ilah ve rab edinenler, Allah'a ait olan sıfatların evliya ismi adı altında Salih insanlara, evliyalara verdiklerini sadece Allah'ın yapabileceği şeyleri evliyalardan salih zatlardan istediklerini görmekteyiz. Bugün de Ad kavmi ve Semud kavminde olduğu gibi gücüne güvenerek Allah'ı unutanların durumu bizlere ayan ve beyandır.  Lut kavmindeki sapıklık bugün bu toplumumuz aynı şekilde ve daha feci bir şekilde işlenmeye devam etmektedir. Şuayip (a.s.)'ın kavmindeki tutarsızlık ölçüsüzlük hile ticaretteki bozgunluklar ve tartıda hile aynı şekilde gündemimizdedir. Yine İsrailoğullarında olduğu gibi, gönderilen peygamberlere inandıklarını, ittiba ettiklerini söyleyenlerin fakat kitapla ve peygamberlerle ilişkilerini kesenlerin bugün aynı şekilde İslam coğrafyasında da olduğunu görmekte, Kur'an'a ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'e iman ettiğini söyledikleri halde,  kitapla bütün ilişkilerini kestiklerini, hayatlarını hiçbir şekilde, yönetimden ticarete, eğitimden yargıya, giyimden, helal ve haram belirlemede  hiçbir alanda İslam hukukunu gündeme getirmediklerini görmekteyiz.

Peygamber Efendimizin (s.a.s.) gönderildiği Mekke'deki cahiliye döneminde de aynı şekilde bütün sapıklıkların, geçmiş ümmetteki cereyan eden bütün sapıklıkların olduğunu Allah'ın dışında birtakım putları Allah'ın yerine ilahlar ve Rabler edindiğini, yöneticilerini, Allah'ın yerine yaşam kurallarını belirlemek üzere helaller ve haramlar koyduklarını ve insanların da buna uyduklarını görmekteyiz.

Rabbimiz Allah azze ve celle Zümer Suresi’nin 3. ayeti kerimesinde, müşriklerin kıyamete kadar değişmeyecek karakterlerinden bahsetmekte ve o karakteri bize de tanıtmaktadır Rabbimiz şöyle buyurur: "Dikkat et! Halis din yalnız Allah'ındır. Onu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler, "onlara bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve inkârcı kimseye doğru yola iletmez. (Zümer, 3)

Burada bir incelik bir hassasiyet vardır. Rabbimiz Allah azze ve celle "neğbuduhum" der buradaki "Hum" yani onlar Arapça gramer kaidesine göre canlı varlıklar ve akıllı olan varlıklar için kullanılır. Dolayısıyla burada müşriklerin bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye taptıkları ilahlar sadece kendi elleriyle yaptıkları putlar değildir. Çünkü putlar canlı ve akıllı varlıklar değil, cansız ve akılsız varlıklardır. Buradaki hassasiyet şudur ki: Allah Teala'nın şirk olarak ifade ettiği isterse insanlar iyi niyetleriyle bu bize Allah'a yaklaştırıyor diye yapmış olsalar bile Allah Teala'nın izin vermediği Rasulüyle bize öğretmediği hiçbir şekilde, Allah'a ibadet edilemeyeceği ve sadece ilah ve Rab olarak kabul edilenlerin, cansız varlıklar olan putlar olmadığı, canlı varlıkların da Allah'tan başka ilahlar ve rabler edinilerek onlara da taptıkları ifade edilir. Dolayısıyla bu canlı varlıklar kimdir? İşte onlar kendilerince salih zatlar olarak isimlendirdikleri kişiler, yöneticileri, hükümdarları, kralları, Allah'tan başka nasıl yaşayacaklarına dair hayatlarını nasıl ikame ve idame edeceklerine dair hüküm ve yasa koyan meclis ve parlamentoların hepsinin Allah'tan başka ilahlar ve rabler olduğu ve bunlara uymak, onların koyduğu kurallara uymak suretiyle bu eylemin onlara tapmak olduğu onlara ibadet etmek olduğu, Zümer Suresi’nin 3. ayeti kerimesinde apaçık beyan edilmiştir.

İşte Rabbimizin emrettiği gibi iman edebilmek, onun razı olduğu şekilde iman edebilmek ancak onun gönderdiği, Rasüle (s.a.s.)’e ittiba etmek ve onu örnek almakla mümkündür. Çünkü Rabbimiz Kur'an'ı Kerim'in birçok ayetinde, peygambere uymayı, O’na itaat etmeyi ve örnek almayı bizlere emretmiştir.

"Andolsun ki Rasulullah sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'a çokça zikredenler için güzel bir örnektir." (Azhab, 21)

Yine Rabbimiz Nisa Suresi’nin 65. ayeti kerimesinde, kendi nefsine, kendi zatına, kendi ismine, yemin ederek şöyle buyurur: "Hayır Rabbini andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın Onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”

Şimdi düşünün, bu ayeti kerimenin indiği, inzal olduğu dönemde, sahabe rıdvanullahi aleyhim ecmain, hangi mesele olursa olsun, ister arazi meselesi, ister ticaretle ilgili bir mesele, ister helal ve haramla ilgili, ister yargıyla, ister yönetimle ilgili bir meselede, Allah Teala peygamberin ashabını asla peygamberine muhalefet etme onu bırakıp da peygamberini terk edip de kendi kafasına göre hüküm koyma selahiyeti tanımamıştır. Bu sahabe için böyle olduğu gibi kıyamete kadar gelecek bütün Müminler ve Müslümanlar için de durum böyledir. Çünkü Rabbimiz Allah azze ve celle  Ahzab Suresi’nin 36. ayeti kerimesinde "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur".  buyurmuştur. Yine Rabbimiz Fetih Suresinin 10. ayeti kerimesinde, "Muhakkak ki sana biat edenler Ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükafat verecektir." diye buyurmak suretiyle peygamberine beyat edenleri, peygamberlerine tabi olanları, Allah'a biat etmekle, Rabbimiz Allah azze ve celle kendisine itaat etmekle kendisine tabi olmakla eş tutmuştur.

“Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisa, 80)

Tabii ki bu örnekleri Kur'an-ı Kerim'de çoğaltmak mümkündür, müminlere düşen asla ve asla Allah adı ile Müslümanları aldatmaya çalışan, şeytanın askerlerine, hiziplerine uymaktan imtina etmeleri, Peygamberi reddeden hadis inkarcılarını, peygambersiz bir dini gündeme getirmeye çalışan hainleri bertaraf ederek, dinlerini Allah'ın emrettiği, peygamberin öğrettiği ve gösterdiği şekilde bilmeleri ve ancak o şekilde iman etmeleri gerekir.

Ne yazık ki “peygambersiz bir din gündeme getiren, bize sadece Kur'an  yeter” diyen, Peygamberi gerekli görmeyenlerin, tağuti otoritelerden hiç rahatsız olmadıklarını, Allah'ın hükmünü, Allah'ın indirdiği hükümleri çirkin görüp heva ve heveslerinden hükümler icat edenlere karşı en ufak bir söz söylemediklerini, sizler bizi Kur'an ile yönetmiyorsunuz, Kur'an'ın yasaları ile değil, batının Fransa’nın laikliği ile İsviçre’nin medeni hukuku ile, İtalyan'ın ceza hukuku ile, Almanya’nın ticaret hukuku ile bizleri yonetiyorsunuz, bizler müslümanız yanlız Kur'an'ın yasaları bizi bağlar dediklerini maalesef görememekteyiz ve bu hain planı deşifre etmekteyiz.

Sözlerimi Nahl 44. ayeti ile nihayete erdirmek istiyorum: “(Onları) apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.”

Burada Rabbimiz apaçık beyan etmektedir ki, Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'i indirdiğini ve açıklama vazifesini beyan vazifesini ise Rasulullah (s.a.s.)’e verdiğini görmekteyiz.

Yine Bakara 129.ayetinde şöyle buyurulmuştur: “Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Bakara, 129)

Değerli Müminler!

Görüldüğü gibi bu ayeti kerimede Rasulullah (s.a.s.) gelen vahyi-Kur'an'ı, insanlara okumayı Rabbimiz ayrı bir ayet olarak, onlara kitap ve hikmeti öğretmeyi, talim meselesini, muallimlik meselesini ise ayrı olarak zikrettiğini görmekteyiz. Dolayısıyla peygamberin vazifesi sadece kendisine gelen vahyi insanlara bildirmek değil, aynı zamanda bu vahiyden bu ayetlerden neyin kastedildiğini insanlara anlatmak ve öğretmek için gönderildiğinde görmekteyiz. Rabbim Allah azze ve celle kendisine kendisinin istediği şekilde iman etmeyi ve imanını muhafaza ederek Rabbine kavuşmayı hepimize nasip eylesin. Âmin

 


[1] Mecdi el Hilali, Haydi Rabbinize Yönelin, “Mukaddime”, Beka Yay.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul