
“Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet
verilmemiştir.” (Buhârî, Zekât 50, Riḳāḳ 20; Müslim, Zekât 124)
Sabır kavramı dilimizde geleneksel olarak çok kullanılan ancak hakikatte anlamı bilinmeyen talihsiz kavramlardan biridir. En kötüsü de Müslümanların, sabır kavramını bildiklerini sanmalarına rağmen Kur’anî manada gerçek anlamını, İslam’ı yaşamak için ne kadar zaruri bir kavram olduğunu bilmemeleri, haliyle sabrı anlayamamalarıdır.
Sabır lugatte; “Darlık içinde kendini tutmak/dayanmak, alıkoymak, nefsi aklın ve şeriatın gerektirdiği şekilde ya da bu ikisinin gerektirdiği şeylerden hapsedip alıkoymak, tutmak veya menetmek,[1] kendine hâkim olmak[2]” anlamına gelir.
Bir tarifini yapmak gerekirse; “Başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak, nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve ahiret yararını düşünerek, rûhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü demektir. Kur’an’da 70’ten fazla ayette geçmektedir. Diğer ahlâki faziletlere de kaynaklık etmesi sebebiyledir ki Kur’an’da müminlere ısrarla sabırlı olmaları emrolunmuştur. (Kehf 28)”[3]
"Sabır “nefsi telâştan, dili şikâyetten, organları çirkin davranışlardan koruma, nimet haliyle mihnet hali arasında fark gözetmeyip her iki durumda sükûnetini muhafaza etme, Allah’tan başkasına şikâyette bulunmama” şeklinde de tarif edilmiştir. Gazzâlî sabrı “din duygusunun nefsânî arzu ve tutkuların baskısına karşı direnç göstermesi” diye tanımlar (İḥyâʾ, IV, 63). Bu tanım sonraki kaynaklarda da tekrar edilmiştir (meselâ bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 16)."[4]
Sabır kavramınının önemini daha iyi anlamak için Allah Tealâ’nın bir Esmasının da “Es-Sabûr” olduğunu ve Peygamberlere de sabrı emrettiğini burada zikretmekte fayda var. “Sabûr” çokça sabreden anlamına gelir. O’nun sabrı kullarının sabrı ile elbette kıyas edilemeyecek şekilde farklıdır. O, kullarının bütün isyan ve tuğyanlarını bildiği ve gördüğü halde onlara hemen ceza vermez. Cezalarını ahirete erteliyor ve onlara nimetlerini vermeye devam ediyor.[5]
Peygamberler de kavimlerine sabrı ‘emir ve tavsiye’ etmişlerdir:
Hz. Musa kavmine “Allah’tan yardın dileyin ve sabredin.” (A’raf 28)
Hz. Lokman oğluna “Yavrucuğum namazı kıl, doğru olanı emret, kötülükten sakındır, başına gelecek belalara sabırla katlan.” (Lokman 17)
Hz. Peygamber’de müminlere “(Başına gelen belalara karşı) sabret, senin sabrın ancak Allah’ın yardımıyladır.” (Nahl 127)
Adı sabırla birlikte anılan Hz. Eyüp için ise şöyle buyurulur: “Gerçekten biz onu sıkıntılara karşı sabırlı bulduk. O ne güzel bir kuldu. Doğrusu o, tam bir teslimiyet ve samimiyetle sürekli Allah’a yönelir dururdu. (Sâd 44)
“Biz de onun duasını kabul buyurduk; bütün dert ve sıkıntılarını giderdik, katımızdan bir rahmet ve bize kulluk yapanlara bir ders olmak üzere ona aile efradını ve bir o kadarını daha bağışladık.” (Enbiya 84)
Sabır halkın dilinde pasif bir söylemi ifade etse de aslında bütün varyantlarıyla bir ahlâki duruşu,[6] bir aktif direnişi,[7] bir eylemlilik halini[8] ifade eder.
"Sabrın dinî hükmü, yani fazilet sayılıp sayılmaması katlanılan sıkıntının mahiyetine göre değişir. Meselâ haramlardan uzak durmada ve dinî görevlerin ifasında tahammül gösterme şeklindeki sabır farz; dinen mekruh olandan uzak durma şeklindeki sabır mendup; can, mal ve namusunun saldırıya uğraması karşısında, ayrıca gereksiz yere açlığa, susuzluğa katlanma anlamındaki sabır haram; bedenine zarar verecek derecedeki acılara katlanma şeklindeki sabır mekruh; dinen yapılmasında bir sakınca olmayan konularda sabır göstermek de mubahtır (Gazzâlî, IV, 69; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 30-31)."[9]
“Musibet ve belalar karşısında dayanıklılık ve kararlılık şeklinde ortaya çıkması gereken sabır eylemi, ne yazık ki çarpıtılarak, tahrif edilerek güçsüz olanın güçlü karşısında hakkını korumaması, hakkından vazgeçmesi olarak anlaşılmıştır. Bu anlayış, birtakım zorbaların servet ve güçlerini kullanarak toplum üzerinde otorite kurmalarına, insanlar üzerinde söz sahibi ve egemen olmalarına, onların ekonomik güçlerini sömürürken, düşünce hürriyetlerini de ellerinden alarak, kendilerini kul ve köle haline getirmelerine sebebiyet vermiştir. Ezilen, sömürülen ve güçsüzleştirilen bu insanlar, kendilerine yapılan bunca kötülük karşısında susmayı tercih ederlerken bunu bir sabır anlayışı içerisinde yapmışlar, böylece istikbarın oluşmasına ve müstekbirlerin zulümlerinin devamına yardımcı olmuşlardır… Sabır kavramının yanlış anlaşılmasından dolayı bugün de tağutlar yeryüzünde istikbarlarını, fesat ve zulümlerini devam ettirmektedirler. Tağutların ve tağuti sistemlerin yok olabilmesi ancak sabrın anlaşılabilmesi ve sabrı kuşanan mücadele erlerinin çoğalmasıyla mümkün olacaktır.”[10]
Sabretmek Müslümanlar için bir zillet değil direniştir, zulme boyun eğiş değil başkaldırıştır, ezildiği halde korkup yatmak değil mücadele yollarını arayıştır, anlamsız bir tevekkül yahut susuş değil zulme karşı haykırıştır. “İbn Miskeveyh sıkıntılar karşısında sabırlı olmayı bir yiğitlik olarak kabul eder (Tehẕîbü’l-aḫlâḳ, s. 106). İbn Hazm, özellikle başkalarının yol açtığı sıkıntı ve üzüntüleri önemsemeyip kişinin kendi kusurlarını düzeltmekle meşgul olmasının gerekli olduğunu söylemekte, bu sıkıntılar karşısında gösterilecek üç farklı sabırdan bahsetmektedir. İlki güçlü olanlardan, ikincisi zayıf olan kimselerden, üçüncüsü güçte eşit düzeydekilerden gelebilecek sıkıntılara karşı gösterilen sabırdır. Bunlardan ilkine sabretmek fazilet değil zavallılıktır; ikincisine sabretmek iyilik ve fazilettir. Üçüncüsüne gelince, eğer kötülük yapan kişi bunu bilmeden yapmışsa ona sabretmek bir olgunluk belirtisidir, eğer bilerek eziyet etmişse buna katlanmak bayağılıktır (el-Aḫlâḳ ve’s-siyer, s. 26-27). Üzücü olaylar karşısında telâşa kapılıp anormal davranışlarda bulunmak dinin de ahlâkın da yerdiği bir tutumdur. Zira sabır kendini kontrol etme, faydasız telâştan kurtulma ve sıkıntıyı aşmanın yolunu bulma imkânı verir (a.g.e., s. 86-87).”[11]
Bu bilgilerin ışığında söylersek; “O halde sabır; insanı kendisine emredilen amel ve eylemlerden alıkoyan ya da yasak ve haram olan şeyleri yapmaya sevk eden sebep ve etkenlere karşı koyması, insanın direnme yetenek ve arzusunu çekip alan hayatın acı ve tatsız olaylarına, felaketlerine karşı koymasıdır.”[12]
Hz. Ali’den gelen bir rivayette sabır üç çeşit olarak tarif edilmiştir:
İlki, bela ve musibetler karşısında gösterilen sabırdır; sabır insanın imtihan alanını tamamıyla kuşatan bir eylemdir. Bu manasıyla insan başına gelen sıkıntılara karşı direnmek, bela ve musibetlerle mücadele etmek zorundadır. Bu sıkıntılar hayatın getireceği musibetler olabileceği gibi, kendilerine direnen Müslümanlara karşı tağuti düzenler tarafından yapılan işkenceler, zulümler şeklinde de ortaya çıkmış olabilir. Bugün Gazze-Filistin başta olmak üzere, Doğu Türkistan, Suriye, Irak, Keşmir gibi sıcak çatışma alanları gözler önündedir ve o bölgelerin Müslümanları büyük acılar ve sıkıntılar yaşamaktadır. Bu bela ve sıkıntılar elbette pasif ve mütevekkil bir sabırla değil, ancak cesaret ve eylemlilik içeren bir sabırla üstesinden gelinebilecek durumlardır!
“İslami mücadeleler sabırla güç kazanmış, örnek nesil sahabe toplumu sabırla oluşmuştur ve günümüze kadar örnek şahitler olarak anlatıla gelmişlerdir. Şüphesiz ki iman ile sabır iç içedir. İman eden insan imanının pratiğini/gereğini ortaya koymak zorundadır. Bu ise sabır, azim, kararlılık ve mücadele sürekliliği gerektirir.”[13]
“Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki içinizden cihad edenleri, (güçlüklere karşı) sabredenleri, sözlerinde doğru olup olmayanları bilelim.” (Muhammed 31)
İkincisi, İslam’ın emirlerini yerine getirmede (itaatte) gösterilen sabırdır. İnsan emirleri yerine getirmede sabreder ve Allah’tan yardım isterse bu bağlılık ve itaatinin bir ifadesidir. Allah kendisinden çekinen ve itaat edenlere, yolunda mücadele edenlere yardım edecektir. Zira Allah sabredenlerle beraberdir.
“(O takva sahipleri) sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler, seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.” (Al-i İmran 17)
“Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır.” (Hud 11) “Onlar sabredenler ve Rablerine (mücadele edip) tevekkül edenlerdir.” (Nahl 42)
Namaz kılarken, oruç tutarken bir Müslüman bu ibadetlerin süreklilik ve açlığa-susuzluğa tahammül isteyen yönlerine nasıl sabrediyorsa, zalim bir otoriteye ve onun işbirlikçilerine karşı da yılmadan, yorulmadan hakkı haykırması, onlara itaat edildiğinde dünyalık birtakım menfaatler kazanacağını bilmesine rağmen tercihini nefsine zor gelenden yana yapması da itaatte sabırdır.[14]
Üçüncüsü, İslam’ın yasaklarından, günahlardan kaçınmada gösterilen sabır. “Cahiliye; radyosu, televizyonu, basınıyla insanlara Allah’ın yasakladığı kötülükleri hoş ve güzel göstererek teşvik etmekte, insan bu kötülüklere yönelirken sapıklık yolunu tercih etmekte ve ateşi elde edecek amelleri ısrarla işlemektedir. İman eden insan ise; nefsinin tüm istek ve arzularına gem vurmaya çalışarak günah işlememeye, sabırla kulluğunu yerine getirmeye çalışmaktadır. Sabır takvayla ilişkili bir eylemdir, Allah’tan korkup azabından korunmanın bir gereğidir.”[15]
“Evet, sabreder, (Allah’tan) korkar ve korunursanız, onlar hemen üzerinize çullansalar da Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım eder.” (Al-i İmran 125)
“Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asr 1-3)
Kur’an’da sabredenlerin özellikler açık seçik beyan edilir. Elbette muhatap oldukları her hususta sabır gösterenler muvahhid Müslümanlardır. Özelliklerini ayetler ışığında sıralayacak olursak, onlar:
- İman ederler ve sâlih ameller işlerler; “İman edip sâlih ameller işleyenleri, cennette altlarından ırmaklar akan yüksek köşklere yerleştireceğiz ve orada ebedî olarak kalacaklardır… Onlar sabreden ve yalnızca Rablerine güvenip dayanan kimselerdir.[16]
- İnsanlara iyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar; “Evlâdım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır ve bu uğurda başına gelecek musîbetlere sabret.”[17]
- Yalnız Allah’a tevekkül eder, O’na dayanıp güvenirler; “Hem bize yürüyeceğimiz doğru yollarımızı Allah göstermişken niçin O’na dayanıp güvenmeyelim ki? Bize çektirdiğiniz her türlü ezâ ve cefâya elbette sabredip katlanacağız. Zâten tevekkül sahiplerine de düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmektir.”[18]
- Darlıkta ve sıkıntıda yalnız ve yalnız “Sabır ve namazla Allah’tan yardım isterler.”[19]
- Kalpleri her an Allah korkusuyla ürperir; “Namaz doğrusu “çok ağır ve çetin bir iş” olduğundan, “Allah’a duydukları derin saygıdan kalbi ürperenlere ağır gelmez.”[20]
- “Biraz korku ve açlık ile biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek sûretiyle imtihan edilirler.”[21]
- Başlarına gelen sıkıntılar, musibetler ve belalar karşısında Allah’ı anarak O’na yönelirler; “Kendilerine bir musibet dokunduğu zaman derler ki: “Biz Allah için varız ve yine O’na döneceğiz.”[22] “Onlar, Allah yolunda başlarına gelen sıkıntılardan dolayı gevşemediler, zaafa düşmediler ve düşmana boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.”[23]
- Onlar için Allah’tan bağışlanma vardır; “İşte bunlar, Rablerinin bol mağfiret ve rahmetine ulaşanlardır. Doğru yolu bulanlar da ancak onlardır.”[24] “Sabredip Allah’ın râzı olacağı güzel ameller işleyenler böyle davranmazlar. Onlar için bağışlanma ve pek büyük bir mükâfat vardır.”[25]
- Doğru yolda oldukları bizzat Rableri tarafından tasdik edilir; “Doğru yolu bulanlar da ancak onlardır.”[26]
- Doğru yola iletip yönlendirecek önderlerdir; “Sabretmelerinden dolayı onlar için bizim emrimizle kendilerine doğru yolu gösteren önderler tayin ettik. Onlar, delillerimize kesin olarak inanıyorlardı.”[27]
- “Kulluklarındaki samimiyet ve dürüstlükle onlar en zorlu zamanlarda bile asla dağılmazlar, Müslümana yakışır bir vakarla dimdik dururlar; “Asıl iyilik… sıkıntı, darlık, hastalık ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır; gerçek takvâ sahipleri de yine bunlardır.”[28]
- Takva sahibidirler; “Gerçek takvâ sahipleri de yine bunlar (sabredenler)’dir.”[29] “O takva sahipleri, sabredenler (söz, iş ve niyyetlerinde) sadâkat gösterenler, Allah'a itaat edenler. Allah yolunda mallarını harcayanlar, seherlerde Allah'dan mağfiret dileyenlerdir.”[30]
- Sabretmede düşmanlarını geçerler ve dâimâ savaşa hazırlıklıdırlar; “Sabredin, sebât gösterin, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, dâimâ savaşa hazırlıklı olun, uyanık bulunun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa erebilesiniz.”[31]
- Eza ve cefaya maruz kaldıklarında öfkeye teslim olmak yerine sabır gösterirler; “Size yapılan bir kötülüğe karşılık verecekseniz, size yapılan muâmelenin aynısıyla mukâbele edin. Yok, eğer sabrederseniz, böyle davranmak, sabredenler için elbette daha hayırlıdır.”[32]
- Yanlarında Allah’ın adı anıldığında kalpleri titrer; “Yanlarında Allah anıldığı zaman kalpleri derin bir saygıyla ürperir, başlarına gelen musibetlere sabreder, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bir kısmını Allah yolunda harcarlar.”[33]
- “Namazı dosdoğru (kılarlar) ikame ederler”[34]
- “Kendilerine verilen rızıklardan bir kısmını Allah yolunda harcarlar.” “Kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizlice ve açıktan Allah yolunda harcarlar.”[35]
- Sabretmelerinden dolayı Allah’ın mükâfat vadi vardır; “İşte onlara sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki kat verilecektir.”[36]
- “Kötülüğe karşı iyilikle mukâbele ederler.” “İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.”[37] “Onlar kötülüğü iyilik yaparak kendilerinden uzaklaştırırlar.”[38]
- Dünya malı ve konforu yerine Allah’ın âhirette vereceği mükâfatı arzu ederler; “(Karun’un serveti gibi bir servete sahip olmayı arzu edenlere karşılık)[39] İman edip sâlih ameller işleyenler için, Allah’ın âhirette vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Buna da ancak hakkıyla sabredenler kavuşacaktır.”[40]
- Sabredenler düşmanlarının bir misli fazlasına (iki katına) galip gelir; “Sizden gerçekten sabırlı yüz kişi olursa, bunlar iki yüz kişiye; sizden aynı şekilde bin kişi olursa iki bin kişiye Allah’ın izniyle gâlip gelir. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[41] “Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir."[42]
- Düşmanın hîle ve tuzakları onlara asla zarar veremez; “Her şeye rağmen siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların (kâfirlerin) hîle ve tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların tüm yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”[43]
- Düşman karşısında Allah melekleri ile onlara yardım eder; “Evet yeter! Eğer sabredip Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, o anda düşmanlarınız ansızın üstünüze geliverseler bile, Rabbiniz özel nişanlı, formalı beş bin melekle size yardım edecektir.”[44]
- Davaları uğrunda sabır gösterirler ve ayırt edilirler; “Yoksa siz, Allah içinizden cihâd edenleri ve dâvası uğrunda sabredip direnenleri ortaya çıkarmadan kolayca cennete girivereceğinizi mi sandınız?”[45]
- Davaları uğrunda Allah’tan sabır dilerler; “Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et."[46]
- Sıkıntılar ve düşmanları karşısında gevşemezler, zaafa düşmezler ve düşmana boyun eğmezler; “Onlar, Allah yolunda başlarına gelen sıkıntılardan dolayı gevşemediler, zaafa düşmediler ve düşmana boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.”[47]
- Davetlerine karşılık Ehli kitaptan ve müşriklerden gelen üzücü sözlere/eleştirilere sabır gösterirler; “sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve (günahlardan) sakınırsanız, elbette bu davranış, yapılmasında azimli ve kararlı olunması gereken en mühim işlerdendir.”[48]
- Sıkıntılı ve zorlu işlerin sonunda hayırlı akibete ulaşırlar; “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz bütün yeryüzü Allah’ındır; ona kullarından dilediğini vâris kılar. Unutmayın ki, hayırlı son, nihâî zafer, ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.”[49]
- Her türlü zorluk karşısında sabır gösterirler; “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider. O halde zorluklara sabredin; çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[50]
- Allah’ın razı olacağı güzel ameller işlerler; “Sabredip Allah’ın râzı olacağı güzel ameller işleyenler böyle davranmazlar.”[51] “Sabret; çünkü Allah iyi davranan ve işini güzel yapanların ecrini zâyi etmez.”[52]
- Amelleri asla boşa çıkmaz; “Gerçek şu ki, kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve sabrederse, elbette Allah iyilik eden ve yaptığı işi güzel yapanların emeklerini boşa çıkarmaz.”[53]
- Onlar ahirette kurtuluşa ve huzura erenlerdir; “Bugün gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir.”[54]
- Ahirette Allah onları selamlar; “Sabrettiğinizden dolayı size selâm olsun! Bakın, dünya hayatının mutlu sonu ne kadar güzelmiş!”[55]
- Allah onları bağışlayıcıdır; “Elbette senin Rabbin, mihnet ve işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, cihâd eden ve sabredenlerin yardımcısıdır. Doğrusu Rabbin, onların bütün bu güzel davranışlarına karşılık olarak gerçekten çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”[56]
- Ahirette cennetin yüksek makam ve köşkleriyle mükâfatlandırılırlar; “İşte bunlar, hak yolda sabır ve sebât göstermelerine karşılık cennetin yüksek makam ve köşkleriyle mükâfatlandırılacak, oraya selâm ve hürmetle buyur edileceklerdir.”[57]
- Allah’ın dünyada ve kâinatta var ettiği o ince nizamı idrak ederler; “Görmez misin ki, Allah’ın lutfuyla gemiler denizde nasıl akıp gidiyor? Allah böylece varlığının ve kudretinin bir kısım delillerini size göstermek istiyor. Elbette bunda çok sabreden, her dâim şükreden kimseler için deliller, ibretler vardır.”[58]
- Hak davası yolunda gerektiğinde boyunlarını kılıca uzatmaktan çekinmezler; “İbrâhim bir gün: “Evlâdım! Son birkaç gecedir rüyâmda seni kurban etmem gerektiğini görüyorum. Ne dersin, bir düşün bakayım?” dedi. Çocuk hiç tereddüt etmeden: “Babacığım! Sana emredilen neyse onu yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” diye cevap verdi.”[59]
- Hastalıklardan umutsuzluğa kapılmazlar, dirayetlerini yitirmezler; “Eyyûb’un yemini vardı… Gerçekten biz onu sıkıntılara karşı sabırlı bulduk. O ne güzel bir kuldu. Doğrusu o, tam bir teslimiyet ve samimiyetle sürekli Allah’a yönelir dururdu.”[60]
Hulasa “sabır, din ve insanlık ideallerini ayakta tutan, hatta onları gerçekleştirmeye yarayan bir unsurdur. Allah’ın biz kullarından istediği bir ameldir. İnsanın yaratılış gayesinin tahakkuk etmesi; kendisinden istenilen amelleri yaparak kulluğunu gerçekleştirmesi ve kulluğun nihai hedefi olan yeryüzünden şirkin egemenliğinin kaldırılıp yerine Allah’ın dininin hâkim olabilmesiyle mümkündür. İşte kulluk mücadelesinin yapıldığı bu alan aynı zamanda sabrın da alanıdır.”[61]
Hızla kirlenen bir dünyada, Müslümanların acıların ve zulümlerin en aşağısına duçar olduğu bir dünyada, sabır kavramınını gerçek anlamına kavuşturarak, Kur’ani bir hakikat olarak özümüze/iliklerimize işleyerek yeniden direniş ve zulme başkaldırış yolunu seçmeli, her türlü haksızlığın karşısına birer müslüman şahsiyet olarak ‘sabırla’ dağ gibi dikilmeliyiz!
Müslümanlar olarak içine düştüğümüz bu zilletten ancak böyle kurtulabilir ve ancak bu şekilde direniş ruhu kazanabiliriz!
Zafer ve kurtuluş bize ancak ve ancak sabırla gülümseyecektir!
Ne mutlu sabredenlere!..
[1] Rağıb el-İsfehanî, Müfredat, Pınar Yay., s.839.
[2] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yay., s.488.
[3] Dinî Kavramlar Sözlüğü, Sabır Mad. DİB Yayınları.
[4] TDV İslam Ansiklopedisi, Sabır Mad.
[5] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., s.574.
[6] Dinî Kavramlar Sözlüğü, Sabır Mad. DİB Yayınları.
[7] Hüseyin K. Ece, Age, s.571.
[8] Fevzi Zülaloğlu, Kur’ani Kavramlar, Ekin Yay., s.591.
[9] TDV İslam Ansiklopedisi, Sabır Mad.
[10] Fevzi Zülaloğlu, Age, s.591.
[11] TDV İslam Ansiklopedisi, Sabır Mad.
[12] Fevzi Zülaloğlu, Age, s.593.
[13] Fevzi Zülaloğlu, Age, s.594.
[14] Fevzi Zülaloğlu, Age, s.595
[15] Fevzi Zülaloğlu, Age, s.596
[16] Ankebut 58-59.
[17] Lokman 17.
[18] İbrahim 12.
[19] Bakara 45-153.
[20] Bakara 45, Hac 35.
[21] Bakara 155, Al-i İmran 186.
[22] Bakara 156, Hac 35, Lokman 17, Yusuf 18-83.
[23] Al-i İmran 146.
[24] Bakara 157, Hud 11.
[25] Hud 11.
[26] Bakara 157.
[27] Secde 24.
[28] Bakara 177.
[29] Bakara 177, A’raf 128.
[30] Al-i İmran 17.
[31] Al-i İmran 200.
[32] Nahl 126, İbrahim 12
[33] Hac 35.
[34] Hac 35, Lokman 17, Ra’d 22.
[35] Hac 35, Kasas 54, Ra’d 22.
[36] Bakara 157, Kasas 54, A’raf 137, Hud 11, Nahl 96, Zümer 10, İnsan 12.
[37] Kasas 54.
[38] Ra’d 22, Fussilet 34-35.
[39] Kasas 79.
[40] Kasas 80, Kehf 28.
[41] Enfal 66, Bakara 249.
[42] Bakara 249.
[43] Al-i İmran 120.
[44] Al-i İmran 125.
[45] Al-i İmran 142, Secde 24.
[46] Bakara 250.
[47] Al-i İmran 146.
[48] Al-i İmran 186.
[49] A’raf 128.
[50] Enfal 46, Ra’d 22.
[51] Hud 11.
[52] Hud 115.
[53] Yusuf 90.
[54] Mü’minun 111.
[55] Ra’d 24.
[56] Nahl 110.
[57] Furkan 75, Ahzab 35.
[58] Lokman 31.
[59] Saffat 102.
[60] Sad 44.
[61] Fevzi Zülaloğlu, Age, s.593.