09 Şubat 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / SABRIN MEKTEBİ, DİRENİŞİN KALESİ GAZZE
SABRIN MEKTEBİ, DİRENİŞİN KALESİ GAZZE

SABRIN MEKTEBİ, DİRENİŞİN KALESİ GAZZE MUSTAFA ÇELİK

İslâm ümmeti, bir diriliş ve direniş ümmetidir. İslâm ümmeti diriliş ve direniş ile kaimdir. Tarihin her döneminde merhamet, meveddet, ahlâk ve adâletin kutbu olan bu topraklar üzerinde tüm değerleri yıkıma uğratan aşırılıkların öznesi olan yığınların yağmaladığı bir zaman diliminde yaşıyoruz; Bulduğu her fırsatı, her aracı ve her platformu Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyi aşağılamada acımasızca kullanan bu yığınlar kimin eseri! Günümüzde şeriat üzerinden korku üreterek milleti İslam'dan tasfiye etmek, çarşaflı ve sakallı her insanı tehlike olarak pazarlamak, Siyonistlerin çağdaşlık üzerinden kustuğu bir zehirdir. Küfür, hakaret, şiddet ve ötekileştirmekten başka hiçbir sermayesi olmayan bu yığınlar nasıl ortaya çıktı! Tüm insanlığı ahlâk ve adâletle buluşturma esasına dayalı bir nizâm-ı âlem, bir merhamet medeniyeti inşâ edip insan kalmanın ahlâkî üstünlüğüne, ihtişam ve haysiyetine talip olmak her Müslümanın en tabi hakkıdır. İşte Gazze, bu hakkı hakkıyla kullanan Müslümanlardan meydana gelmiş bir izzet ve iffet cephesidir.

Hilafet-i Şer’iyye’nin yokluğunda Gazze ile yatıp Gazze ile kalkıyoruz. Gazze ile birlikte ağlıyor, birlikte gözyaşı döküyoruz. Gazze ile yüreklerimiz burkuluyor, dilhûn oluyoruz… Lokmalarımız boğazlarımızda diziliyor… Gazzeliler şehid düşüyor; şehidlerimiz işaret parmaklarını dünyanın kör gözüne sokarcasına uzatıp “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” diye haykırıyor; biz diriliyoruz, ümmet diriliyor, insanlık diriliyor! Şehid kanının bereketi, diriliği ve dirilticiliği bir kez daha görebilen gözlere ayan oluyor: “Onlar diridirler, ama siz anlayamazsınız.”1 şehadet ruhuyla dirilmiş direnişçileri hiçbir barikat yolundan alıkoyamaz.

Gazze; insan olmada, Müslüman olmada, sabır ve cihadı sürdürmede yeni bir milattır. Gazze; tarihin kırılma ânıdır. Tarihin “kırılma anları” vardır; o tarihten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, olamayacağı “dönüm noktaları” … İşte 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı da böyle bir “dönüm noktası” ve bir tür “milat” olarak insanlığın hafızasına kazınmış bulunuyor. Evet, bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır; “Gazze’den önce” veya “Gazze’den sonra” denilecektir…  Artık Gazze’den önce ve Gazze’den sonra vardır. Gazze evrak fıkhının değil, hareket fıkhının geçerli olduğu yerdir. Allah’tan gelmiş olan dinin pratiğini insanlık Gazze’den öğrenecektir.

GAZZE, MECSİD-İ AKSÂ’NIN MÜBAREK ÇEVRESİDİR

Mescid-i Aksâ’nın kutsal, etrafının da mübarek olduğundan şüphe edilemez. Çünkü bu durum nass-ı Kur’ân ile sabit olmuştur.

“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” 2 buyurularak Mescid-i Aksa’nın kudsiyetine değinilmektedir. Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesidir ve harem mescidlerinin de üçüncüsüdür. Mescid-i Aksâ’nın kutsallığından asla şüphe edilmez. Şüphesi olanların iman ve nikâhlarını yenilemeleri gerekir.

Mescid-i Aksa; bereketin merkezi, hayırların pınarıdır. Mescid-i Aksa bağlamında zikredilen ve Kâbe’ye nispetle “el-Aksa/en uzak” olarak nitelenen Kudüs’teki musalla, mevsufu olan “mescid”le birlikte isim olmuş; “el-Mescidu’l-Aksa” denince Ümmet, Kudüs’teki bu mabedi anlamıştır. Ümmetin selefi ve halefi bu hususta icma etmiştir.

Allahu Teala'nın Mescid-i Aksa'yı "çevresini mübarek kıldığımız" ifadesi ile ism-i mevsule (iki cümleyi birbirine bağlayan, manası ancak kendisinden sonra gelen cümleyle tamam olan kelimedir) getirmiş olması bereketin bu Mescid için sürekli olduğunu ifade eder. Müfessirin ulemadan İbn- i Aşur (rh.a) der ki;  Mescid-i Aksa'nın etrafındaki bereketten evleviyat yoluyla mescidde de bulunduğu söylemektedir.3 Çünkü etrafında bulunan bereket o mescidden kaynaklanmaktadır.

Müfessirin ulema, bu ayetteki bereketin iki nedene bağlamıştır. Birincisi din hususunda berekettir. Bunun nedeni ise peygamberlerin büyük çoğunluğunu bu bölgeye gönderilmiş olması, şeriatlarını ve dini prensiplerini burada yaymış olmalarıdır. İkincisi dünya bereketidir. Allahu Teâla bu toprakları su, meyve ve güzel bir yaşam diyarı kılmıştır.

Üçüncü bir madde eklenecek olursa o da İslâm ümmetinin varlığını devam ettirmesine, İslâm’ın iktidar olması ve iktidarının yürürlükte kalmasına sebep cihadın kıyamete kadar burada devam etmesidir. Mübarek kelimesi, içinde hareketi ve bereketi barındıran bir kelimedir. Kıyamete kadar Mescid-i Aks’â’nın etrafı hareket ve bereket toprağı olarak kalacaktır. İşte Gazze; sabır, direniş, hareket ve bereketidir. Gazze’ye sahip çıkmak, dinen mübarek olana sahip çıkmaktır. Mescid-i Aksâ’nın mübarek çevresine sahip çıkmak, bizatihi Mescid-i Aksâ’ya sahip çıkmaktır. Müslümanlar için Kudüs’ten, Gazze’den vazgeçmek, Kur’ân’ın âyetinden vazgeçmek gibidir. Mescid-i Aksâ’nın mübarek etrafından vazgeçmek, Mescid-i Aksâ’dan vazgeçmekten farksızdır. Gazze’ye sahip çıkmayanların allame-i cihan da olsa- hareket ve bereketleri olmaz. Harekette, berekette Gazze’dedir.

 

GAZZE, MESCİD-İ AKSÂ’NIN MUHAFIZIDIR

Kur’ân-ı Kerim açıkça bize diyor ki; bu Kur’ân yeryüzünde var oldukça, okundukça, ona iman edenler var oldukça hem Mescid-i Aksâ ve hem de mübarek çevresi muhafaza ve müdafaa edilecektir. Gazze’yi yardımsız bırakmak, Mescid-i Aksâ’yı yardımsız bırakmaktır. Gazze’nin çağrısına cevap vermek “ben insanım”, “ben Müslümanım” diyen herkesin görevidir.  Kulluk kitabımız Kur’an’ın dilinde “ve-mâ lekum” diye bir ifade vardır. “Ve-mâ lekum” (‘Ne oluyor size!’); “Size yakışıyor mu!” demektir. Pek çok ayet bu uyarıyla başlar. Onlardan birisi de; “Ne oluyor ki size, Allah yolunda savaşmıyorsunuz; öldürülenleri korumak için harekete geçmiyorsunuz! (Ne oluyor size ki) Zayıf düşmüş, zor durumda kalmış kadınlar, erkekler, çocuklar için mücadele etmiyorsunuz! (Ne oluyor size ki) ‘Bu halkı zalim olan beldeden bizi kurtaran kimse yok mu?!’ diye feryat eden kardeşlerinize yardım etmiyorsunuz! (Ne oluyor size ki) ‘Katından bize sahip çıkacak bir veli gönder, bir yar ve yardımcı gönder’ diye yalvarıp yakaran kardeşlerinizin imdadına yetişmiyorsunuz.”4 ayetidir. Bu âyetteki çağrıyı bugünkü Gazze halkı seslendiriyor. Gazze halkı niçin saldırıya uğruyor? Gazze halkının suçu ne? Gazze halkı mübarek topraklarda ikamet ediyor. Mescid-i Aksâ ve mübarek etrafını koruyor. Adeta yediden yetmişe herkes Mescid-i Aksâ’nın muhafızlığını yapıyor. Gazze’nin daimî silahı; imanıdır, cesaretidir, sabrıdır, metanetidir.

Gazze; İslâm ümmetinin ruhları ayağa kaldıran, vicdanları direnişle besleyen, yürekleri diri ve duru tutan cihad cephesidir.

Gazze halkı; adanmışlığı, sabrı ve cesareti ile dünyanın geri kalanına 'kalp masajı' yapıyor. Gazze dünyaya sabır, saygınlık, cihad, fedakârlık, kahramanlık, izzet ve şeref ihraç ediyor. Gazze, insanlığın maneviyat ve insaniyet deposudur. Gazze, asrımızda İslâm’ı temsil yetkisinin sadece kendisine ait olduğu yiğitlerin izzet yurdudur. Bundan böyle Müslümanlar dinlerini Mısırlılardan, Suudi Arabistanlılardan, Suriye’den, Ürdün’den, İran’dan, Türkiye’den değil, Gazzelilerden öğreneceklerdir. Asrımızda İslâm dininin temsil makamı Gazze’dir.

Gazze; cihad, sabır, tevekkül ve izzet ayetlerini sahada yaşandığı yerdir.  Günümüzde “İslâm ümmeti ne kadardır?” diye bir soru sorulsa cevaben “Gazze kadardır” deriz. Çünkü Gazze, İslâm ümmetinin ölmemiş direnen diri kalmış tek hücresidir. Gazze düşerse ümmet düşer. Günümüzün şeyhleri, hocaları, mollaları, müderrisleri, mürebbileri Gazze’nin cihad eğitiminden, sabır, direniş derslerinden onay almadıkları müddetçe meşru değil meşkûktürler.

Gazze, direnerek karanlığın perdelerini yırtarak dünyaya musallat olmuş olan tuğyanın, kötülüğün acımasız yüzünü herkesin önüne koyuyor. Gazze direnişi; İslâm’sız bir dünyanın insafsız bir dünya olduğunu yansıtan bir insaf aynasıdır.

Gazze; izzetin ve iffetin korunması uğrunda can verme pahasına sürdürülen bir mukavemettir. Gazze direnişi, insanlığın kendini sorgulamasına, vicdanların uyanmasına ve kalplerin İslâm’a açılmasına vesile oluyor; böylece, sadece tarihin kırılma ânını veya dönüm noktasını tetikleyen bir “tufan” etkisinin de ötesinde, aynı zamanda insanlığın “büyük dönüşüm”ünü yani “hidayet süreci”ni de yeniden başlatıp yaşayarak sürükleyecek, hatta yönetecek bir “cihad mihveri” olmaya aday görünüyor… Gazze, canlı cenazeler çağının fiili tefsiridir. İnsanlığın sığındığı, Müslümanlığın canla, malla, şehidlerin kanıyla yaşandığı yerdir.

Gazze; cihad için bir prova, bir gösteri ya da bir tatbikat değil gerçeğin ta kendisidir. Gazze sabrı, direnişi hususunda dünya uyanışa geçerken İslâm coğrafyasında yaşayan Müslümanın kalbi uykuda kaldı. Gazze’ye sahip çıkmayan herkim varsa cehennemden randevu aldı. 

Gazze; Allah yolunda Allah için çekilen çilenin hasılatıdır. Hayatta her çekilen çilenin bir hasılatı, her musibetin bir nasihati, her kederin bir bedeli vardır. İşte Gazze o bedelin adıdır. Sabır, herkesin her istediğini “Hemen, şimdi!” sloganıyla elde etmeye çalıştığı acele ve ecele giden kendini bilmezler çağında, “Serden, sermayeden vazgeçerim ama asla hedefe giden yoldan vazgeçmem, istiklal gerçekleşinceye kadar beklerim,” diyebilme kararlılığıdır.

Gazze, esarete itirazın adıdır. Esarete itiraz eden hürriyet sevdalılarının daimî silahları sabırdır. Sabır direniştir. Allah kendi yolunda ve kendi rızası için direnen müminleri sever. Sabır, omuzladığın mukaddes yükü götürürken rüzgâr tersinden esmeye başladığında geri dönmemek, yükü atmamak, yolu satmamak, yola yatmamak, yol arkadaşına tekme atmamaktır. Sırtını yüke verip göğsünü rüzgâra siper etmektir. Gazze, İslâm ümmetinin düşman karşısında direnen cephesidir. Sabır boyun eğmek değil, direnmektir. Firavunlar, Nemrudlar, Karunlarlar, Zorbalar karşısında direnerek Allah’ın rızasına kavuşmak ve cennete ulaşmaktır.

Gazze, randevusu cennet olan bugünkü Yasir ailesidir. Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyor: “Sabredin/Direnin ey Yâsir ailesi! Size müjdeler olsun! Sizin mükâfatınız/randevunuz cennettir.”5

Sabır; hak ve hukuk üzere, izzet ve iffet üzere direniştir. Mescid-i Aksâ muhafızlığının imandan sonra gelen ilk şartıdır.  Sabır kelimesi sözlükte “dayanma, dayanıklılık” gibi mânâlara gelmektedir. Sabır, hayatın içerisinde dayanılması gerekenlere karşı dayanıklı olmayı ifade eden bir kavram. Diğer kavramların kısımları olduğu gibi sabır kavramının da kısımları var. Sabır, “memduh” ve “mezmum” olarak iki kısma ayrılmakta; yani “övülmüş sabır” varken, “yerilmiş sabır” da var.

Ahlakî bir kavram olarak “övülmüş sabır” başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikâyetçi olmamayı gerektirir. Sabreden kişi, üzülebilir ancak üzüntüsüne derman olamayacak olanlara yakınmaz ve sızlanmaz. Nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve ahiret yararını düşünür, ruhî ve bedenî isyanın içerisinde olmaz. Kalbinde olan kuvve-i mâneviyye ile dayanır; kalbi isyandan korununca da sükûnette karar kılar.  Özetle; Müslüman, sabırlı insandır. O, bu dünyanın “sabır yurdu” olduğunu bilir ve hayatını sabır şuuruyla yaşar. Rabbimiz, başta tevhid elçileri olmak üzere, kullarından sabrı ister. Örneğin; kitabında Nebimize hitaben, “Sabret, Senin sabrın ancak Allah’ın yardımıyladır.” 6 buyurur. Lokman aleyhisselâm’ın oğluna yaptığı bir nasihatin; “başına gelebilecek her belaya sabret!” 7 olduğunu bizlere bildirir. Yine Eyüp aleyhisselâm’dan bahsederek; “Biz, O’nu sabırlı bulduk. O, ne güzel bir kuldu.” 8 diyerek O’nu över. Kur’ân kıssalarında nice nasihatler ve ibretler varken, herkes O’ndan kabınca istifâde eder. Sabır aynı zamanda bir ders-i enbiyadır.

Allah yolunda sabır şekvâyı değil takvayı gerektirir. Dikkat edilirse sabrın mektebi Gazze halkının yediden yetmişe hepsinin dilinden dökülen “hasbunellah ve’ nimel vekil” şiarıdır. Sabır düşman karşısında imkânı imanda arayarak “Habunellah” diye bilmektir. Es-Sabur olan Rabbimiz sabırlıyken, tüm kullarının da sabırlı olmasını ister ve sabredenleri över. Rabbimiz, sabredenleri sevdiğini, onlarla birlikte olduğunu, onlara hesapsızca mükâfat vereceğini buyurur:

 “Sabredin, muhakkak ki Allah sabredenleri sever.” 9

“Allah, sabredenlerle birliktedir.”10

“Sabredenlere mükâfatları hesabsızca verilecektir.”11

Sabır, kaynağı sadece kendi iç dünyamızda mevcut olan bir enerji ve direnç mekanizması değil, zaman zaman dış desteğe ihtiyaç hisseden ve özellikle Rabbimizin hususi ihsanıyla gerçekleşebilecek yüce bir ikram-ı ilâhîdir. Sabır, “Allah yolunda Allah için acıya katlanma, sıkıntıya göğüs germe; Allah’a tevekkül ederek O’ndan gelen sıkıntılara tahammül gösterme; insanın kendisini, aklın ve dinin yapılmasını gerekli gördüğü işleri yapmaya veya yapılmasını yasakladığı, uygun bulmadığı davranışlardan uzak durmaya zorlaması; kişinin hayırlı amacına ulaşma yönündeki ısrarı ve direnci, istikamet ve istikrarı” gibi anlamlarda kullanılır.

Sabır, sadece kayıplar ve sabredmeler karşısında değil, yeni yeni fetihler, kazançlar ve yükselişler için de zaruri bir azıktır. Böylesi durumlarda sabır talebi, bir yönüyle sebatkârlık niyazı bir yönüyle de ilave bir güç niyazıdır. Sabrın bu çeşidine hedefi gerçekleştirme ve zafer kazanma yolunda iradenin çelikleşmesini istemek de diyebiliriz. Bütün zaferlerin temelinde böylesi sabır örnekleri vardır. Tâlut ve ordusunun düşmanla karşılaştıklarında Rablerine dua ve yakarışlarında istedikleri sabır böylesi bir sabırdır:

“Câlût ve askerlerinin karşısına çıkınca da "Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!" diye niyazda bulundular.”12

Müminlerin gerek kendi nefislerine karşı ve gerekse düşmanlarına karşı adeta bir sabır yarışına girmeleri tavsiye edilir:

“Ey iman edenler! Sabredin, sabır ve sebat göstermede yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki korktuklarınızdan emin ve umduklarınıza nail olabilesiniz.”13

Sabır, ilahi yardımı kulun üzerine çeken en önemli âmillerden biridir.  Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.)’ın sabırla ilgili şu tespitleri de dikkat çekicidir: “Allah Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) biri de “Sabûr” ism-i şerîfidir. Her kimde sabır varsa onda kudret-i ilâhiyeden bir tecellî şulesi vardır. Hele bu ehl-i sabır, bir yere gelip bir cemaat olurlarsa her hâlükarda ilahî yardıma ererler; zira “Allah sabredenlerle beraberdir” buyrulmuştur.  Allah onların dâima dostu ve velîsidir; dualarına, taleplerine icâbet için nusret-i ilâhiye dâima onların yanlarında dolaşır.”

“İmandan sonra tarîkin başı sabır, ahlâkın başı sabırdır. İlmin başı sabır, amelin başı sabır, hâsılı hikmetin başı sabırdır. Sabırsızlık, etmek bir anda her şey istemektir. Hâlbuki mahlûkāt zamânîdirler ve terbiye kanununa tâbidir. Zaman ise tevâlî/sürüp gitmek demektir.  Bunun için mahlûkātın kemâl-i muvaffakiyeti ale’t-tedrîc bir silsile tâkip eder, bu ise sabra mütevakkıftır, her şeyi bir anda istemek hiçbir şey istememektir. Hatta yaşamak sabretmektir.”14

Mescid-i Aksâ’nın muhafızlığı cihadla, cihad ise sabır ile kaimdir. Sabrı olmayanın cihadı da olmaz.

Sabır, cihadda güvendir. İmanda temel bir duygu olan güvenle sabır arasında sıkı bir ilişki vardır. Zira sabır gerek iman ederken gerekse imanın itikadi, hissi, ahlaki gereklerini ifa ederken karşılaşılabilecek her türlü meşakkate direnip Allah’a tevekkül ederek kendini güvende hissetmenin adı olup muhtemelen bu özelliği sebebiyle "imanın yarısı"15 olarak lanse edilmektedir. Hz. Peygamberin "sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki konumu gibidir"16 hadisi de iman içinde sabrın önemini göstermektedir. Sabrın iman üzerinden verilmesi, sabır olmadan imanın muhafaza ve müdafaa edilemeyeceğinin bir ifadesidir.

Asrımızda Mescid-i Aksâ'nın etrafında Gazze'de inanmış bir avuç Müslüman cemaat olmuş. Sonra da sabır silahını kuşanarak Mescid-i Aksa'nın muhafızlığını İslâm ümmeti hesabına üstlenmiş. Başta Amerika-İsrail olmak üzere bütün dünya gâvur devletleri de bir olup kendisini yok etmeye çalışıyorlar. Ama güçleri yetmiyor.  Gazze; ümmetin vicdanını kendi vicdanında taşıyan bir cemaattir. Cemaatin sabrı, dünya gâvurlarının kabri olmuştur.

Mescid-i Aksâ, mekânda hududullah’tandır. Hududullah muhafızsız olmaz. Dünyada yaşayan her Müslüman Mescid-i Aksâ’nın muhafazasından sorumludur. Asrımızda Mescid-i Aksâ’nın muhafızlığını yapan Gazze, Muhammed’in ordusudur. Gazze’de yürütülen vahşet sadece bir dinin mensuplarına… Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) ümmetinin bir grubuna yönelik değildir. Bu savaş Hz. İbrahim’e Hz. İsmail’e, Hz. İshak’a açılan bir savaştır. Hz. Yakup’un, Hz. Yusuf’un, Hz. Davut’un, Hz. Süleyman’ın, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın kısaca bütün peygamberlerin getirdiği dini, ahlaki, insani bütün yüce evrensel değerlere yöneliktir. Bu suçun doğrudan mağdurları; şüphesiz masum çocuklardır, mahzun annelerdir, şifa bekleyen hastalardır, bir açık hava hapishanesinde yıllardır açlığa yokluğa terk edilmiş izzetine, iffetine, yurduna, mukaddesatına saldırılmış onurlu bir halktır. Ancak bu cinayetin muhatapları bütün dünya milletleridir, bütün inançlardan insanlık onuruna sahip olan herkestir… Gazze’de olup bitenlere karşı çıkmak için Müslüman olmak gerekmez, insan olmak yeterlidir…

ASRIMIZDA GAZZE ÜMMETİN GAZİSİDİR

Allah yolunda sabır, mücahidler için cihad ahlâkındandır. Eskilerin “Dâru’l-ibtilâ” diye ifade ettikleri dünya hayatı, elbette büyük bir imtihan sahnesidir. Bu sınavdan müjdeli bir sonuçla çıkmak, Kur’ân-ı Kerim’in beyanına göre ancak sabırla gerçekleşebilecektir. Sabır, hem dünyevî hem de uhrevî kazanç ve zaferlerin en önemli vasıtalarından biridir. Hem kayıplar, korkular ve eksilmeler karşısında yığılıp kalmamak ve hem de kazanmak, başarmak ve zaferler elde etmek için sabır vazgeçilmezdir. Hulasa bütün çeşitleriyle sabır, ulaşılması gereken hedefler adına yapılması gereken ne varsa irade zaafiyeti göstermeden bu yolda her çeşit hazırlığı yapmak, yıkıcı ve yıpratıcı hadiseler karşısında çözülmemek ve Hakk’a tevekkülle daima ümit penceresini açık tutabilmektir.

Şeytan Amerika'nın refakatinde İsrail, yıllardır sürdürdüğü saldırı ve tecrit politikasıyla Gazze’yi bir açık hava hapishanesine çevirmiş durumdadır. Gazze, bir esir şehir olarak İsrail zulmüne direnmeye devam etmektedir. Filistinli Müslümanlar için Gazze savunması, sadece bir direniş değil, aynı zamanda gazve hükmünde bir cihad anlayışıyla sürmektedir. Gazze'nin olduğu yerde şehid de olur, gazi de olur. Amerika- İsrail ve dünya gâvur devletleri karşısında on binlerce şehid vermesine rağmen dimdik ayakta kalan Gazze, İslâm ümmetinin gazisidir. Ümmetin gazisine sahip çıkması cihad cümlesindendir. Gazze’nin dışında Müslüman olup Gazze’ye yardım etmek için çalışmayan ve kendi gönlünde “ah keşke ben de şimdi Gazze’de olsaydım da Amerika- İsrail ve dünya gâvurlarına karşı savaşsaydım” düşüncesini geçirmeden ölen bir kişi, İslâm’dan önce hüküm sürmekte olan cahiliye ölümü üzere ölmüş olur. Ebû Hüreyre radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim gazâ etmeden ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat ederse, bir tür nifak üzere ölür."17

Büyük muhaddis Abdullah İbni Mübârek hadisteki hükmün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanına ait olduğu kanaatinde ise de âlimlerden birçoğu, hadisin anlamının daha umûmî olduğu görüşündedir. Çünkü onlara göre insanın gücü ve kudreti varsa, kendisine de ihtiyaç duyuluyorsa, hangi zaman ve mekân olursa olsun Allah yolunda cihada katılma zarureti vardır. Şayet mazeretsiz olarak katılmıyorsa, böyle bir kimse cihaddan geri kalan münafıklara benzer. Zira cihadı terk etmek, münafıklığın bir göstergesidir. Allah yolunda cihada katılma imkânı bulamayan bir kimse, cihad niyeti üzere olmalı yani kalbinden ve gönlünden samimiyetle, "keşke gâzi olabilseydim" veya "Allah yolunda bir cihada katılabilseydim" temennisinde bulunmalıdır. Ya da cihad için planlar, projeler yaparak veya araç ve gereçler hazırlayarak bu niyet üzere olduğunu göstermelidir.

Gazze; cesarettir, metanettir, cihaddır, şehadettir, gavze ve gaziliktir. Gazze cihadının imandan sonra en büyük silahı sabırdır. Sabır; pazara kadar değil, mezara kadar diriliş ve direniştir.  Sabır; esaretle ölmemek için cesaretle yaşamaktır. Şunu bilelim ki; cesaretiyle yaşamayan esaretiyle ölür!

 

-------------

  1. Bakara Sûresi, 154.
  2. İsra Sûresi, 1.
  3. Şeyh Muhammed Tahir b. Âşûr, Tahrîru’l-Mana’s-Sedîd ve Tenvîru’l-Akli’l-Cedîd min Tefsîri’l-Kitâb, Tunus-1984.
  4. Nisa Sûresi, 75.
  5. İbn Hişâm, Sire, I, 342; Hâkim, Müstedrek, III, 432.
  6. Nahl Sûresi, 127.
  7. Lokman Sûresi, 17.
  8. Sâd Sûresi, 44.
  9. Enfâl Sûresi, 46.
  10. Enfâl Sûresi, 66. 
  11. Zümer, 10.
  12. Bakara Sûresi, 250.
  13. Âl-i İmran Sûresi, 200.
  14. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c:1, sh: 644, İst.-1971.
  15. Taberani, Mu'cemü'I-Kebir, Kahire ts., nr. 8544; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, Beyrut-1982, I, 57.
  16. Ebu Şeybe, Kitabü'l-musannef fi'l-ehadis ve'l-asar, Beyrut-1988, VIII, 229.
  17. Müslim, İmâre 158.Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd, 18; Nesâî, Cihâd, 2.
logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul