Dr. Hatice Şahin
İnsanlık tarihi boyunca herhangi bir dine mensup olduğunu söyleyen insanlar, şekil ve muhteva açısından birbirinden farklı olsa da dua etmektedirler. Dünyada çeşitli zorluk ve endişe verici durumlarla karşılaşan insan, sınırsız istek ve arzularına karşın sınırlı yetenek ve imkânlara sahiptir. İşte bu noktada dua, sınırlı ve aciz insanın sınırsız ve her şeye gücü yeten bir varlığın merhametine dayanıp O’ndan yardım talep etmesini karşılamaktadır.
Avrupa’da aydınlanma dönemi ile başlayan ve sekülerleşmeyi temele alan ideolojik yaklaşımlar, dünya ölçeğinde gelişen teknoloji, bilgi edinme yöntemleri ve bilginin epistemolojisi, bilgi çağını medeniyete dönüştürememiş, aksine dünyayı doğal ve beşerî boyutlarından uzaklaştırmış, insanları yaratıcı ve aşkın varlık fikrinden soyutlayarak başta Allah/Tanrı inancı olmak üzere pek çok değeri etkilemiştir. Böylece dînî değerler, ya sekülerlikle dejenere olmuş veya neredeyse tamamen yok olmuşlardır. Değerlerin yozlaşması aşamasında zarar gören kıymetlerden birisi de şüphesiz duadır. Bu dejenerasyonda dua, talep belirtme ve menfaat odaklı bir ilişkiye dönüşmüştür. Oysa dua, kul ile yaratıcı arasında gerçekleşen en ilginç lakin oldukça zarif ve olağanüstü iletişim şeklidir. Dolayısıyla duanın öncelikle bir bilinç ve şuur eseri olduğunu belirterek kişinin bilinç yenilenmesini beraberinde getirdiğini vurgulamak gerekmektedir. Yani dua, bir yandan bir bilincin ürünüyken diğer yandan da bir zihniyet oluşturduğundan hem dua edilen varlığa imanın göstergesidir hem de inanılan varlık duayı şekillendirmektedir.
Tevhîd inancı bağlamında Allah’a dayanabilen insan, dua ile her evrede Allah’la bağ kurabilmekte ve problemleriyle baş edebilmektedir. Bu meyanda özellikle belirtmek gerekir ki bir insanın ergenlikte kulluk bilincini oluşturabilecek düzeyde Allah’la iletişim kurabilmesi için çocuklukta; yetişkinlikte bağ kurabilmesi için çocukluk ve ergenlikte; yaşlılıkta bağ kurabilmesi için de çocukluk, ergenlik ve yetişkinlikte sağlam bir alt yapıya sahip olması gerekmektedir. Zira hayatın tüm yönleri gibi dinî hayatın da temelleri çocukluk döneminde atıldığından, kulluk bilincinin gelişebilmesi için duanın sistemli ve bilinçli bir şekilde çocukluktan itibaren ebeveyn ve eğitmenler tarafından verilmesi gerekmektedir. Bu durum çocuğun küçük yaşta Allah’la tanışmasına ve O’nu hissetmesine olanak sağlamakta, Allah’la hakiki bir iletişim kurabilmenin omurgasını oluşturmaktadır. Ebeveyn, inanç ve duanın ilk verildiği mercii olduğunu unutmadan bu temel fonksiyonunu yeniden keşfetmelidir. Çünkü geç kalındığında bireye dua dâhil manevî bir alışkanlık kazandırmak oldukça zordur.
1. Dua Kavramının Tanımları ve Boyutları
دعو (d.‘a.v.) kökünden türeyen دعاء (dua) kelimesi, دعا fiilinin mastarıdır. Sözlükte nidâ, çağırmak, istemek, seslenmek[1] ve davet etmek[2] gibi manalara gelmektedir. İlk sözlük kitabı yazarlarından Halil b. Ahmed (ö.175) duanın anlamını davet kelimesinin etrafında konumlandırmıştır.[3] İbn Fâris’in (ö.395) tespitine göre ise “bir söz veya bir ses ile herhangi bir şeyi kendine cezp etmek”[4] دعو (d.‘a.v.)’nin kök manasıdır. İbn Sîde (ö.458) de bunun, Allah’a rağbet manasındaki duadan geldiğini ifade etmektedir. Böylece anlam, “Allah’a dua ettim, bir ihtiyacım için yakardım, O’nun katında bulunan hayrı kendim için O’ndan talep ettim”,[5] olmaktadır. Râgıb İsfehânî (ö.502) ise الدعوة kelimesinin kök manasının insanın içinde bulundu hal olduğunu belirtmiştir.[6] Aslında bu mana insanın kulluk bilincini oluşturmasında duanın rolünü açıklamada oldukça etkili bir tanımdır. Dua kelimesi Arapça’da kullanıldığı edatlara göre de çeşitli anlamlar kazanmaktadır. Söz gelimi “li” harf-i cerri ile “birinin iyiliğini, hayrını ve mutluluğunu istemek”; “alâ” harf-i cerri ile “birinin kötülüğünü ve belâsını istemek”; “bâ” harf-i cerri ile kullanıldığında ise “isimlendirmek” gibi manalar içermektedir.[7]
Duanın ıstılah manası, sözlük anlamının İslâmî bir hüviyete bürünmüş haliyle ilerlemektedir. Bu doğrultuda kök anlamdaki arzu ve talepte bulunma hali baki kalmaktadır. Bu meyanda ıstılahta dua, özet olarak kulun kendi zillet ve acizliğini bilmesini; kulun kendi acziyetiyle, Allah’ın yüceliğinin farkındalığında Allah’ı ta‘zim etmesini ve muhabbetle O’ndan yardım dilemesini[8] ifade etmektedir. İslâm kültür tarihinde de dua İslâm âlimleri tarafından benzer bağlamlarda tanımlanmıştır. Örneğin hadis ve lügat âlimi Hattâbî (ö.338) duayı, kulun Rabbinden yardım ve inayet talebinde bulunması olarak tanımlamış, duanın hakikati, kulun Allah’ın önünde fakirliğini izhar etmesidir, demiştir. Böylece kul Rabbinin müsteğnâ oluşunu, kendisinin ise güç ve kuvvetten uzak olduğunu itiraf etmekte, kendi beşerî zilletinin farkına varmaktadır.[9] Kuşeyrî’ye göre dua, kulun ubûdiyetle ilgili fakr ve ihtiyaç halinin izharıdır.[10] Müfessir Fahrettin Râzî’ye (ö.606) göre dua, kulun tüm benliğiyle Allah’a yönelerek kendi inkisar, zillet ve ubûdiyetini O’na bildirmesidir.[11] İbn Hacer (ö.852) ise duayı, kulun nihayetsiz acizliği ve fakirliğini Allah’a bildirmesi olarak tanımlamaktadır.[12] Binaenaleyh dua insana, kendisinin ilâhî kudret ve izzet karşısında zillet ve sefaletinin bilincinde olma değerini kazandırmaktadır. Bunun sonucunda kişi Allah’ın azametini her şeyden üstün tutmakta ve O’na sonsuz hürmet etmektedir.[13] İlgili tanımlardan anlaşılacağı gibi Kur’ân-ı Kerîm’deki ayetler bağlamında[14] dua, kulluk bilincinin somutlaşmış göstergesi ve Hz. Peygamber’in ifadesiyle “ibadetin özüdür.”[15]
Kur’ân-ı Kerîm’de دعو (d.‘a.v.) kökü türevleriyle birlikte elli beş surede, iki yüz on iki kez geçmektedir. Dua kelimesi yirmi defa kullanılmakta[16] ve yüzden fazla yerde peygamberlerin, salihlerin ve toplulukların dualarından bahsedilmektedir.[17] Dua ile ilgili âyetlerin bir kısmında ise duanın usul ve tesirleri üzerinde durulmakta; ayrıca insanların Allah’a dua etmeleri emredilmektedir.[18] Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kulluk bilinci açısından “Rabbinize alçakgönüllüce ve için için dua edin.”,[19] “En güzel isimler Allah’ındır. Öyleyse O’na o güzel isimleriyle yalvarın.”,[20] “Rabbini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan sesle sabah-akşam an, gafillerden olma.”,[21] “Rabbiniz buyurdu ki bana dua edin, duanıza karşılık vereyim.”[22] ayetleri başta olmak üzere çeşitli ayetlerde dua etmenin şekil, içerik ve zamanlama ile ilgili bilgileri öğretilmekte ve kullar bu konuda eğitilmektedir. İlaveten Kur’ân-ı Kerîm’de duanın sahipleri bakımından, kavlî,[23] fiilî,[24] îtikâdî[25] ve hâlî;[26] dua edilen kişi bakımından, kişisel,[27] genel,[28] şahsın kendisi ve başkası için[29] yapılanı; bizzat kendisi açısından da makbul olan[30] ve olmayanı,[31] leyhte[32] ve aleyhte olanı[33] bulunmaktadır.
Dua denildiğinde basit mantıkla sadece Allah’tan talepte bulunmak anlaşılsa da esasen dua daha geniş bir anlamı muhtevîdir. Dua kavramının İslâm’la birlikte yeniden ihdas edilen semantik alan içinde dinî duygu ve yönelişi ifade eden birbirine komşu birçok kavramla yakından ilişkisi bulunmaktadır.[34] Duanın diğer değerlerle arasındaki ilişki birkaç örnek cümleyle şöyle açıklanabilir: İnsan içinde bulunduğu zor durumlardan kurtulmak için Allah’ı hatırlamakta, O’na acziyetini, güçsüzlüğünü ve kusurlarını ihlâsla ifade ederek O’ndan yardım istemektedir (zikir, istiâze, istiâne). İşlediği bir kusur, onu pişman olmaya ve kalbini temizlemeye sevk etmekte böylece Allah’a istiğfar ederek, O’nu tenzih etmekte ve af dileyerek yüceltmektedir (zikir, hamd, senâ, tevbe, istiğfar). Kul, Allah’ın duasına icabet etmesi durumunda bu sıkıntıdan kurtulduğu için, nimet ve rahata kavuşmanın minnettarlığını göstermek istemektedir (hamd, senâ, şükür). Yine dua bazen insanın tabiatının kemâli, düzeni ve estetiği karşılığında hayret ve hayranlık duygularını ifade etmek için de yapılmaktadır (zikir, tesbih, tekbir, tehlîl).[35]
Kur’ân-ı Kerîm’deki örneklerine bakıldığında dua, peygamberler dâhil olmak üzere tüm insanların muhtaç olduğu bir değerdir. Bu meyanda duaların içerik ve boyutlarına bakmak gerekirse şöyle özetlenebilir: Her peygamberin kendisine özel, dünyevî ve uhrevî, tebliği ile ilgili, davette bulunduğu kavim ve kendisine tabi olanlara ayrı, olmayanlara ayrı duaları bulunmaktadır.[36] Bunun yanında genel olarak insanların darda kalınca Allah’a sığınmaları,[37] ölüm anında yakarmaları,[38] af ve mağfiret istemeleri,[39] hayra dua eder gibi şerri istemeleri,[40] sırf dünyayı[41] ve dünyayla birlikte ahreti istemeleri,[42] anne babanın evlatlarına duaları[43] ve hayırlı evlat talepleri,[44] evlatların anne babaya duaları,[45] mü’minlerin her işe sıdk ile girip çıkabilmeyi ummaları,[46] şeytanın vesvesesinden istiâze[47] ve “muavezeteyn” adıyla bilinen Felak ve Nâs sûrelerinin okunmak suretiyle şeytanla birlikte her türlü şerden korunmak amacıyla Allah’a sığınmaları, ilim konusunda talepkar olmaları,[48] azaba uğrama ihtimaline karşı talepte bulunmaları,[49] âhirette cehennem ehlinin yalvarmaları,[50] cennettekilerin dua etmeleri[51] ve mü’minlerin özellikle her namazda ve günde kırk kez zikrettikleri en güzel dua örneği Fâtiha’yı okumaları,[52] iblisin dahi Allah’tan istekte bulunması[53] Kur’ân-ı Kerîm’de geçen dua çeşitlerinden bazılarıdır. Ayrıca dualar genel olarak, O’na övgüde bulunma; Allah’tan dünyevî menfaatlerden uzak uhrevî taleplerde bulunma (af ve mağfiret dilemek gibi) ve Allah’tan dünveyî menfaatler isteme şeklindedir[54] ve bu dua çeşitleri, Hz. Peygamber’in uygulamalarının örnekliğinde tek duada birleştirilerek, öncelikle Allah’a hamd ve senâ, sonrasında af ve mağfiret, cennet nimetleri gibi uhrevî talepler ve akabinde de günlük nimet ve ihtiyaçları isteme şeklinde biçimlendirilmiştir. Görüldüğü üzere dua ya sıkıntı veya meşakkat içinde Allah’ın inayetini talep ederek niyazda bulunmak veya sevinçli anlarda hamd ve şükrü Allah’a sunma veyahut af/mağfiret ile âhiret nimetlerini talep şeklinde gerçekleşmektedir. İslâm hepsini makbul kabul etmiştir, çünkü hepsinde de kulun kulluğunun farkındalığı ve Allah’ı ta’zim bulunmaktadır. İlaveten bu dualar pek çok boyutu bulunan zihnî ve fiilî süreçlerdir ve bu buutların her biri kulun acziyetinin başka bir ifadesidir. Bu sebeple dua, zihinde oluşturduğu reaksiyondan davranıştaki sonuçlarına kadar birçok açıdan insanın durumunu ortaya koymaktadır.
دعو (d.‘a.v.) kökü, Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımlarının yanında hadislerde de çokça yer almaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de duanın nasıllığı konusunda bilgiler verilmektedir. Lakin duanın niceliği, şekli, adabı ve metin itibariyle nasıl olacağı ile ilgili detaylı bilgiler daha ziyade Hz. Peygamber’in uygulamaları ve hadislerinde yer almaktadır. Bu meyanda Hz. Peygamber, “Allah gafil kalp ile yapılan duayı kabul etmez”[55] hadisiyle son derece samimi ve bilinçli dua etmeye, “…Ey filan duanı âmin diyerek tamamla ve gözün aydın olsun.”[56] buyurarak duanın bitiminde âmin demeye vurgu yapmakta ve ümmetine yol göstermektedir.
Bunun yanında “Dua ibadetin özüdür.”[57] hadisi başta olmak üzere “Allah katında duadan daha değerli bir şey yoktur”[58] hadisleri duanın kıymetini göstermesi açısından önemlidir ve hadis kitaplarında duayla ilgili hadisler “Kitâbu’d-De‘avât/Hadisler Kitabı/Bölümü” gibi özel başlıklar altında aktarılmaktadır. Ayrıca hadislerdeki detaylara bakıldığında da Kur’ân-ı Kerîm’deki kullanımlarına paralel olarak duanın; uhrevî dua, dünyevî dua,[59] kendisi veya başkası için dua,[60] lehte ve aleyhte dua,[61] ibadetlerle ilgili dualar,[62] cihatla ilgili dualar,[63] yolculukla ilgili dualar,[64] günlük hayatı içeren dualar[65] ve sosyal münasebetlerle ilgili dualar[66] gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir. Mamafih duanın insana değer kazandırma, onu eğitme ve kulluk bilinci inşa etmedeki rolü, hadislerdeki yoğunluğundan ve makbuliyetinin şartlarına kadar detaylarının verilmesinden de anlaşılabilmektedir. Ayrıca hadislerde duanın makbuliyeti bakımından, secde hali, seher vakti, cuma saati gibi zamanlarda; Kâbe ve Arafat gibi mekânlarda yapılması vurgulanmaktadır. İlaveten hadislerde abdestli, kıbleye yönelerek, elleri kaldırarak, tevazu-yakarış içinde, alçak sesle, taşkınlık ve yüksek perdeden kaçınarak dua etmek, duanın belli başlı adapları olarak zikredilmektedir.[67]
2. Duanın Âyetlerdeki Konumu ve Günümüzde Algılanış Biçimi
İnsan hayatındaki talep ve ihtiyaçların bir sınırı bulunmamaktadır ve insan dünyaya geldiği andan itibaren kendisini sonu gelmeyen ihtiyaçların içinde bulmaktadır. Oysa insanın sınırsız arzularına karşılık yetenek ve imkânlarının sınırlı olması onun pek çok endişe verici durumla karşı karşıya gelmesine sebebiyet vermekte ve bu ihtiyaçların çoğunluğuyla fert olarak baş edemeyeceği için neredeyse her koşulda yardım talep etmektir[68]. İnsanın yaratıcısı olan Allah ise kullarının bu durumunu en iyi bilen olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’de onlara dua etmelerini ve kendisinin de bu çağrıya çok yakînen cevap vereceğini bildirmektedir: “Kullarım beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana imân etsinler.”[69]
Allah burada kuluna kurbiyetini ifade ederek kendisini kuluna tanıtmakta ve onun üzerindeki yükümlülükleri hafifletmekte, ne zaman, nerede ve nasıl yapılırsa yapılsın dua edenin duasını müspet karşılayacağına söz vermekte, lakin bunun dışında ibadetlerin veya başka şeylerin kabulüne söz vermemektedir. Âyetin devamındaki “o halde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana imân etsinler” ifadesinin sona bırakılması da Allah’ın kuluna ben senin duanı reddetmeyerek sana karşılık vermekteyim; o halde sen de benim çağrılarıma duyarsız kalma, demesi anlamını taşımakta[70] ve kulluk bilincini inşa etmektedir. Diğer bir deyişle Allah, kullarına ben sizin Rabbiniz olup size muhtaç olmadığım halde sizin dualarınızı kabul ediyorum, öyleyse sizin bana muhtaçlığınız zorunlu olduğundan davetime icabet edip imânda ve ubûdiyette sebat ediniz, demektedir.[71] Âyette geçen اجيب (ucîbu) kelimesi geniş zamanda kullanımıyla “duayı muhakkak kabul edeceğim, şimdi olmazsa gelecekte; dünyada olmazsa âhirette karşılık vereceğim” manasında olabilir.
Allah’ın duaya icabetini hemen ve kulun istediği cihetten gerçekleşeceği şeklinde değerlendirmek Allah’ın ilahlığına ve dünyaya hâkimiyetine aykırı bir düşüncedir. Zira her dua anında kabul gördüğünde herkesin kendi menfaatine uygun dileği gerçekleşecek, lakin bu dileklerin kabulünün diğer insan ve tabiatı nasıl etkileyeceği göz önünde bulundurulamayacaktır. Bu da Allah’ın kâinatı idaresindeki ilim ve hikmetine aykırı bir durumdur. Bu meyanda dua ve onun kabulünün modern dönemdeki en problemli konulardan birisi olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir. Zira kişi istediğinin istediği cihetten olması için her türlü yolu meşru görmekte ve istediği kendisine verilmediğinde en nazik deyimiyle Allah’a sitem etme hakkını kendisinde görmektedir. Çünkü modernite dünyanın merkezine insan benliğini ve enaniyetini yerleştirmekte her istediğinin olabileceğini empoze etmektedir. Hatta günümüzde hiç yeteneği olmadığı konularda dahi NLP kitapları ve düşünceleriyle insan, dünyanın kendi etrafında döndüğüne ikna edilmeye çalışılmakta, aynı bakış açısıyla din de konuya alet edilerek duanın kabulü için Allah’ı da ikna etmenin yolları aranarak sınırlar zorlanmaktadır. Böyle bir anlayış duanın mantığındaki kulun acziyetine tamamen ters durmakta ve duanın kulluk bilincini inşa etmesine imkân tanımamaktadır. Zira Allah’ın kulun ağzından çıkan her isteği yerine getirmesi, en hafif tabiriyle O’na İlâh değil, istekleri yerine getiren bir memur muamelesi yapmak anlamını taşımaktadır. Bu ise Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tanımına ters olduğu gibi kulluk anlayışına da tamamen zıttır. Oysa duanın mantığı, duanın kabulü için Allah’ı değişmeye zorlamak değil, dua aracılığıyla kişinin kendinin değişmesine imkân sağlamaktır[72] ve kulun istekleri ancak Allah’ın ilim ve hikmetine uygunluk arz ettiğinde kulun istediği cihetten gerçekleşebilecektir. Bu sebeple âyette de “Allah’a korkarak ve umarak dua edin.”[73] buyrulmaktadır. Aradaki dengeyi sağlayabilmek adına tefsîr müktesebatında kulun duasının kabul edilme şekillerini anlatan birçok detaylı bilgi bulunmaktadır.
Duayla ilgili modern dönemde ortaya çıkan sorunlardan birisi de duayı parçalamak olmuştur. Batı karşısındaki mağlubiyeti anlamlandırma arayışları “fiilî dua” kavramını oluşturmuştur. Böylece kavlî ve hâlî şeklindeki ayrıştırmaya fiilî duada eklenmiştir.[74] Dua vetiresinde elinden gelen tüm gayreti sarf etmek[75] manasındaki fiilî dua, tek başına zihinlerdeki Allah tasavvurundan ayrı düşünüldüğünde dua edenin Allah ile kurduğu bağın göz ardı edilmesi manasını taşımaktadır. Bu sebepten olsa gerek dua anlayışındaki bu parçalanmışlık klasik tefsirlerde tercih edilmemektedir. Çünkü bu anlayış, gereği yapıldığında her duanın kabul edilmesi gerektiği inancının kapılarını aralamaktadır. Oysa böyle bir beklenti insanı Rabbine yaklaştırmamakta, aksine dua eden, sözünü tutmadığı inancıyla Allah’a olan güvenini kaybetmekte böylece duadan ve Allah’tan uzaklaşabilmektedir. Hâlbuki dua, taleplerin gerçekleşmesi için Allah’a dilekte bulunmaktan öte Allah’la ve O’nun yol gösterimiyle O’nun var ettiği bütün mahlûkatla kurulan ilişki biçimi ve kulluk bilincidir. Bu sebeple Allah müşriklerin Allah tasavvurunu değiştirirken eş zamanlı olarak dua algılarını da değiştirmiştir. Allah inancındaki bu değişim kişiyi şirkten tevhide ulaştırırken, dua algısındaki dönüşüm de tevhîd inancını merkeze alan bir kulluk bilinciyle bireysel ve toplumsal hayatı şekillendirmektir.[76] Özetlemek gerekirse kulluk hukukuna zarar vermeyip, acziyetin farkında olarak ve Allah’ın dilemesi durumunda istenilen cihetten duanın kabul olunacağını lakin Allah’ın kendi istediği cihetten duayı kabul etmesinin de muhakkak hayır olacağını bilerek ve inanarak dua etmek, Allah’la kurbiyet ve kulluk bilinci için temel etkenlerdendir. Çünkü kul, zihnen sadece Allah’la meşgul olmadıkça sadece Allah’tan istemesi mümkün olmamaktadır. Eğer kul, zihnen buna hazır ise ve sadece Allah’tan isteyebiliyorsa, duanın değerinin farkına varabilmiş ve aradaki engelleri kaldırabilmiştir. Bu makamda olduğunda, Allah’la yakınlığı sağlayabilmekte ve kulluk bilinci meydana gelebilmektedir.[77]
SONUÇ
Dua, insanın yaratıcısını tanıması, O’nun sonsuz kudretine inanması, kendisinin son derece aciz bir varlık olduğunun farkına varması, ihtiyaçlarının kendi emeğine ilaveten sadece Allah’ın dilemesiyle gerçekleşebileceğine inanması ve Allah’a iltica edebilmesidir. Bu bilinçle dua edebilen şahıs kulluk bilinci açısından bir yükseliş içerisindedir. Çünkü dua insanın yapabileceklerini yaptıktan sonra Allah’a tevekkül etmesi, olanlara şükür, olmayanlara sabredebilmesidir. Çünkü dua, insanın etrafındaki her şeyin farklı seviyelerde olsa bile aciz olduğunu fark etmesi ve yaratılmışların hepsinin muhtaç olduğu için çözüm olamayacağı, sadece bütün ihtiyaçları karşılayanın muhtaçlıklara çözüm olabileceğini anlama evresidir. Çünkü dua, Allah’a dayanmayla yalnızlık hislerinin yok olması ve kişinin kendisiyle ilgili gerçekleri keşfetmesini sağlayacak şuur genişlemesi sağlamakta, zorluklarla mücadelede azmini arttırmakta, kişiyi ruhsal sukûna kavuşturmakta, kişinin ahlak ve karakterinin olgunlaşmasını temin etmekte ve mü’min bir şahsiyetin yapılanmasına olanak sağlamaktadır.
İslâm, kendi kuralları ve emirleriyle insanlara bir şahsiyet kazandırmayı hedeflemektedir. Bu şahsiyetin oluşumunda çocukluk önemli bir yer tuttuğu için çocukluktan itibaren bireye dua kazandırılmalıdır. Çocukluktan itibaren hayatın her aşamasında Allah’a sevgi ve ilticanın belirtisi olarak dua edilmesi gerektiği çocuğa öğretilmeli, çocuk bunu davranış ve alışkanlık haline getirebilmelidir. Ergenlikte ise dua, bilinçli olarak Allah’la bağlantı kurabilme yetisi haline gelebilmekte ve duanın kişisel ve nefsanî arzularla sınırlı olmadığı kavranabilmektedir. Yetişkinlik safhası ise ergenlikte yaşanan sorunların geride bırakılması ve çocukluktan başlayan alışkanlıkların bilinç eşliğinde davranışa dönüşmesidir. Bu da Allah’a tam bir kulluk bilinciyle yönelip şahsiyet inşa edebilme anlamını içermektedir.
Ezcümle dua kulluk bilincine hem ulaşmada hem de onu canlı tutmada oldukça aktiftir. Çünkü dua, insan hayatının her aşamasında zorunlu olarak devrededir. Duanın sadece bilinen anlamıyla çaresizlik anında yapılması kabul edilemez. Zira insan her zaman gerçek manada çaresizdir ve her daim ihtiyaç içindedir. Dolayısıyla kulluk bilincine götüren ve kulluk bilincinden neşet eden dua, Mü’min için bir yaşam biçimidir. Bu haliyle dua, Allah’ı varlığı, birliği ve sıfatlarıyla doğru bilebilmenin bir yansımasıdır. Dua, elinden geleni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakabilmek ve her şeyi kontrol etmeye çalışmanın insan için imkânsızlığını kavrayabilmektir. Dua, Allah’ın her duaya, dua sahibinin kendi istediği cihetten cevap verme zorunluluğu bulunmadığını, Allah’ın her türlü tasarrufu kendi elinde bulundurduğunu, duaların dönüşümünü merek etmeme ve duanın manevî etkisinden şüphe duymama yetisini kavrayabilmek ve duanın Allah’la bir pazarlık etme aracı olmadığını anlayabilmektir. Bu bilinç düzeyinde dua, insanı tam bir kulluğa ulaştırabilmekte ve o bilinci sağlam tutabilmektedir.
[1] Ebu’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî İbn Manzûr, “D‘av”, Lisânü’l-‘Arab (Beyrût: Dâru ihyâi’t-turâsi’l-‘Arabî, t.y.), 4:359-360.
[2] Ebu’l-Huseyn Ahmed İbn Fâris, “D‘av”, Mu‘cemu mekâyisi’l-luga (y.y.: Matbaatu Mustafâ el-bâbî el- Halebî, 1979), 3:339.
[3] Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, “D‘av”, Kitabu’l-‘ayn (Beyrût: Müesseseü’l-alemî li’l-matbûat, 1988), 2:31.
[4] İbn Fâris, “D‘av”, Mu‘cemu mekâyisi’l-luga, 3:339.
[5] Ebu’l-Hasen Alî b. İsmâil İbn Sîde, el-Muhassas (Beyrût: Mektebetü’t-ticârî, t.y.), 13:88.
[6] Hüseyin b. Muhammed b. el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfehânî, “D‘av”, Müfredâtü elfâzi’l- Kur’ân (Dımeşk: Dâru’l-kalem, 2011), 315.
[7] İbn Manzûr, “D‘av”, Lisânü’l-‘Arab, 4:359-360.
[8] İbn Manzûr, “D‘av”, Lisânü’l-‘Arab, 4:360.
[9] Ebû Süleymân Hamd (Ahmed) b. Muhammed b. İbrâhîm el- Hattâbî, Şeʾni’d-duʿâʾ (Kahire: y.y., 1992), 4.
[10] Ebu’l-Kâsım Zeynulislâm Abdülkerîm b. Hevâzin b. Abdilmelik el-Kuşeyrî, er-Risâle (İstanbul: Dergah Yayınları, 1981), 431.
[11] Ebû Abdillâh Fahruddîn b. Huseyn er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb (Beyrût: Dâru’l-kutubi’l-‘ilmiyye, 2013), 5:86.
[12] Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî İbn Hacer, Fethu’l-bârî şerhu sahîhi’l-Buhârî (Beyrût: Müessesetü’r-risâle, 1987), 11:95.
[13] Bk. Ebû Muhammed Abdullâh b. Müslim İbn Kuteybe, Kitâbu ‘uyûni’l-ahbâr (Beyrût: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, t.y.), 277-280; Ebû Abdillâh Şemseddîn Muhammed b. Müflih b. Muhammed el-Makdisî, Âdâbu’ş-şer’iyye (Kâhire: Müessesetu Kurtuba, t.y.), 2:272-275; Kuşeyrî, er-Risâle, 351-355.
[14] Bk. Furkân 25/77.
[15] Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre Tirmizî, el-Câmi‘u’s-sahîh (b.y.: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, t.y.), “De‘avât”, 1.
[16] Muhammed Fuad Abdülbâkî, el-Mu‘cemü’l-müfehres (Kahire: Dâru’l-hadîs, 1996), 316-320.
[17] Bk. İbrâhîm 14/35-41; el-Enbiyâ 21/83-84.
[18] Bk. el-Bakara 2/186; el-Mü’mîn 40/60.
[19] el-A‘râf 7/55.
[20] el-A‘râf 7/180.
[21] el-A‘râf 7/205.
[22] el-Mü’mîn 40/60.
[23] Bk. el-Fâtiha 1/1-7; el-Bakara 2/126-129.
[24] Bk. el-Bakara 2/60.
[25] Bk. el-İsrâ 17/44; el-Enbiyâ 21/20,79; en-Nûr 24/41; Sâd 38/18.
[26] Bk. el-Bakara 2/144.
[27] Âl-i İmrân 3/38-47; el-İsrâ17/80.
[28] el-Fâtiha 1/1-7; el-Bakara 2/127-128, 200-201, 250, 285-286; Âl-i İmrân 3/7-9, 16, 53, 147, 191, 194.
[29] el-Bakara 2/126; İbrâhîm 14/35, 36, 40; el-İsrâ 17/24.
[30] Âl-i İmrân 3/195; Yûnus 10/89; Yûsuf 12/34.
[31] Hûd 11/45-46; et-Tevbe 9/80; el-Münâfikûn 63/6.
[32] İbrâhîm 14/35, 40, 41; el-Bakara 2/126.
[33] el-‘Ankebût 29/30, 65; Nûh 71/26; Yûnus 10/22; Lokmân 31/32; es-Secde 32/ 16; el-Enbiyâ 21/90.
[34] Selahattin Parladır, “Dua”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9:531; Ayrıca bk. Mahmut Öztürk, “Hz. İbrâhim’in (a.s.) Dualarının İnsanın Temel İhtiyaçları Bağlamında Değerlendirilmesi”, Uluslararası Hz. İbrahim (a.s.) ve Nübüvvet Sempozyumu Tebliğler Kitabı (İstanbul: Nida Akademi, 2019), 2:66.
[35] Selahattin Parladır, “Dua”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9:531.
[36] Bk. Âl-i İmrân 3/26; el-A‘râf 7/23; el-Mü’minûn 23/93, 94, 97, 98; peygamber duaları hakkında geniş bilgi için bk. Esra Turan, Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Dualarının İçeriği ve Boyutları (Ankara: İlâhiyât Yayınları, 2020), 52-212; Necmettin Şahinler, Kur’ân’da Peygamber Duaları (İstanbul: Beyan Yayınları, t.y.), 9-140; Ali Soylu, “Kur’ân’da Hz. İbrâhîm’in Dualarındaki Evrensel Prensipler”, Uluslararası Hz. İbrâhîm (a.s.) ve Nübüvvet Sempozyumu (İstanbul: Nida Akademi, 2019), 2:172-194; Ali Yılmaz, “Kur’ân’daki Peygamber Dualarının Psiko-sosyal Analizi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 35 (2011), 51-80.
[37] Yûnus 10/12.
[38] el-Mü’minûn 23/100.
[39] el-Mü’minûn 23/118.
[40] el-İsrâ 17/11.
[41] el-Bakara 2/200.
[42] el-Bakara 2/201.
[43] el-Furkân 25/74.
[44] el-Ahkâf 46/15.
[45] el-İsrâ 17/23-24.
[46] el-İsrâ 17/80.
[47] el-A‘râf 7/200; el-Mü’minûn 23/97-98.
[48] Tâhâ 20/114.
[49] el-Mü’minûn 23/93-94.
[50] el-A‘râf 7/38; İbrâhîm 14/44-45; el-Mü’minûn 23/105-111; es-Secde 32/12; el-Ahzâb 33/66- 68; Fâtır 35/37; Sâd 38/61-62; el-Mü’min 40/11.
[51] Yûnus 10/10.
[52] el-Fâtiha 1/1-7.
[53] el-Hicr 15/36-40.
[54] İbn Manzûr, “D‘av”, Lisânü’l-‘Arab, 4:360.
[55] Tirmizî, “De‘avât”, 65.
[56] Süleyman b. Eşas b. İshâk Ebû Dâvûd, es-Sünen (Beyrût: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 1971), “Salat”, 172.
[57] Tirmizî, “De‘avât”, 1.
[58] Tirmizî, “De‘avât”, 1.
[59] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmaîl el-Buhârî, el-Câmi‘u’s-Sahîh (Beyrût: Dâru’l-Erkâm, ts.) “De‘avât”, 12, 28, 31, 36, 39, 40, 47, 48; “İstiskâ”, 2, 3, 6-8, 12-25; Ebul-Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî Müslim, el-Câmi‘u’s-sahîh (Beyrût: Dârul-kutubi’l-ilmiyye, 1992), “Selâm”, 46-68; “De‘avât”, 23, 24, 50, 60, 76; “Eşribe”, 146; “Zikir ve Dua”, 34, 35, 49-55, 71-76, 96; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 20, 21; “Et‘ime”, 53; “Edeb”, 113; Tirmizî, “De‘avât”, 20, 21, 66, 79, 84, 93, 105.
[60] Buhârî, “De‘avât”, 53, 59, 62; “Cenâiz”, 85, 86; Müslim, “Eşribe”, 146; “Cenâiz”, 71, 85, 86; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 23, 29; “Cenâiz”, 54, 55; Tirmizî, “De‘avât”, 109; “Cenâiz”, 38.
[61] Buhârî, “De‘avât”, 30; “Edeb”, 44; Müslim, “Zikir ve Dua”, 23-24.
[62] Buhârî, “Ezan”, 8, 89, 117, 123, 125, 126, 148-150; “De‘avât”, 17, 18, 49; “Hac”, 26, 27, 142; Müslim, “Salât”, 52, 55, 60, 65, 66, 71, 202-206, 215-223; “Mesâcid”, 135-150; “Menâsik”, 26, 45; “Tahâre”, 17; Ebû Dâvûd, “Salât”, 118-120, 139, 140, 147-149, 178, 179; “Tahâre”, 3, 65; Tirmizî, “De‘avât”, 30, 32, 112, 122; “Hac”, 13, 53; “Menâsik”, 15, 17, 32, 56; “Tahâre”, 41.
[63] Buhârî, “Cihad”, 33, 34, 58, 74, 75, 89; “De‘avât”, 58; Müslim, “Cihad”, 19-23, 78, 79, 107-109, 126-130; Ebû Dâvûd, “Cihad”, 90, 162; Tirmizî, “Fedâilü’l-Cihâd”, 1; “De‘avât”, 43, 121.
[64] Buhârî, “De‘avât”, 50-52, 67; Müslim, “Hac”, 425, 427, 429, “De‘avât”, 44-47, 54, 55; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 74.
[65] Buhârî, “Et‘ime”, 2, 3, 54; “De‘avât”, 7, 10-13, 16; Müslim, “Eşribe”, 102, 103, 108, 143; “Zikir ve Dua”, 89; Ebû Dâvûd, “Et‘ime”, 16, 53, 55; “Eşribe”, 20, 21; “Edeb”, 107-110; Tirmizî, “Et‘ime”, 18, 47; “Libas”, 29; “De‘avât”, 55, 56.
[66] Buhârî, “De‘avât”, 48, 53; “Teheccüd”, 25; “Tevhîd”, 10; Müslim, “Hacc”, 402; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 23; Edeb, 106; “Cenâiz”, 21; Tirmizî, “De‘avât”, 86; “Kader”, 15.
[67] Tirmizî, “De‘avât”, 114.
[68] Hayati Hökelekli, Psikolojiye Giriş (İstanbul: Düşünce Kitabevi Yayınları, 2008), 80; ayrıca bk. Kula Sedat- Bekir Çakar, “Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisi Bağlamında Toplumda Bireylerin Güvenlik Algısı ve Yaşam Doyumu Arasındaki İlişki”, Bartın Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 6/12 (2015), 194.
[69] el-Bakara 2/186.
[70] Kuşeyrî, Letâifu’l-işârât,1:90.
[71] Muhammed Alî es-Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, (Beyrût: Dâru’l-fikr, 2001), 1:116.
[72] Shelia Cassidy, “Dar Zamanda Dua” (Çev. Rıfat Atay), Harran Üniveristesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15/23 (2010), 139.
[73] el-A‘râf 7/56.
[74] Derya Güney, Mümin Şahsiyetin İnşası Bağlamında Kur’ân’da Dua, (Yüksek Lisans Tezi: İstanbul Üniversitesi, 2018), 6.
[75] Resul Ertuğrul, “Kur’ân’da Fiilî Dua”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi 4/4 (2015), 896.
[76] Derya Güney, Mümin Şahsiyetin İnşası Bağlamında Kur’ân’da Dua, 7; duanın toplumsal hayata etkisi için bk. Elif Özcan, Sosyal Bütünleşme ve Dua (Yüksek Lisans Tezi: Marmara Üniversitesi, 2019), 32vd.
[77] Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 5:81-83.