15 Ocak 2025 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / KULLUĞUN ASLI “TAKVA”
KULLUĞUN ASLI “TAKVA”

KULLUĞUN ASLI “TAKVA” Nejdet Meşe

” Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı takvadır. O halde Ey temiz akıl sahipleri, benden ‘korkup sakının’…” (Bakara 197)        

  • “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan ‘korkup sakının’, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğabun 16)
  • Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah'tan ittika edin (korkup sakının) ve beş vakit namazı kılın, ramazan orucunu tutun, mallarınızın zekâtını verin, emirlerinize (sizden olan yöneticilere) itaat edin ki cennete giresiniz." Veda Hutbesi’nden                                            

 

 

GİRİŞ YERİNE

İslam'ın birçok rüknünde olduğu gibi Müslümanların anlama ve amel etme noktasında en çok sıkıntı yaşadığı konulardan biridir "kulluk". Müslümanların günümüzdeki perişan hali "kulluk bilincinin" eksikliğindendir. Sadece ülkemizde değil bütün İslam aleminde bunca günahın, bunca isyanın, zelil ve sefil halde olunmasının sebebi budur! Yalnızca Allah’a kul olduğunu ikrar eden diller, bunu iman ve amelleriyle göstermeye gelince paranın, makamın, nefsi arzu ve isteklerinin, gayrı İslami ideolojilerin ve yönetimlerin kulu- kölesi olup onlara ibadet etmeye başlıyorlar! Maalesef dünyadaki müslümanların hali böyledir!

 Oysa biz Müslümanlar; hem ta “elest bezminde”[1] Allah’a verdiğimiz ahdin gereğini yerine getirmekle yükümlüyüz ve hem de her gün beş vakit namazda defalarca ve defalarca; “Yalnız ve yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız ve yalnız senden yardım isteriz.” (Fatiha 4) diye feryat ederiz. Tabi İslam dünyasına bakınca sonucun pek de böyle olmadığını üzülerek müşahede ediyoruz!..

İslam inancında, iman ile birlikte Allah ile kul arasında "kendiliğinden" kurulması gereken özel bir bağ vardır/var olmalıdır. Biz buna “kulluk bilinci” diyoruz. Bu lâhuti bağ öncelikle kurulmalıdır ki kişi özel yaşantısını Allah’ın vahiy yoluyla emrettiği emir ve yasaklar üzerine kurabilsin. Hayatını buna göre idame ettirebilsin, ibadetlerini yerine getirirken ve yasaklarından kaçınırken istikrar ve ciddiyetini buna göre gösterebilsin. Bunu yaparken Kur’an’da gösterilen ilahi metodu -tabiri caizse reçeteyi- takip etsin. İşte Müslümanlar için Kur’an’da gösterilen ilahi yol “takva”dır, “takva yolu”dur!

Bütün Peygamberlerin de kavimlerine Tevhid inancını tebliğ ederken vahyin diliyle ilk sözleri “Allah’a karşı gelmekten ittika etmez misiniz (korkup sakınmaz mısınız)?”[2] olmuştur. Demek ki İslam’ın, Tevhid’in, imanın ve kulluğun özü, özeti budur; “takva”!..

KULLUĞUN ASLI "TAKVA"

Günümüz Müslümanlarının kulluk gibi takva inançları da sorunludur! Çoğunluğunun zihninde takva, sanki kendilerinin dışında, doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen, başka birine, üçüncü şahıslara yahut ayrıcalıklı kişilere (sufi, derviş, şeyh, evliya vs.) ait bir durum imiş gibi algılanıyor. Kendi normal amellerinin (namaz, oruç, haccın ifası, zina, faiz ve içkiden uzak durulması vs.) dışında, sanki yapılması gereken diğer amellerden (İslami araştırmalar, gece namazları, nafile oruçlar, günlük Kur’an okumaları ve belli zikirlerin çekilmesi v.s) başkaları sorumluymuş gibi yahut diğer amelleri icra ederek takva olarak daha “üst bir seviyede” olması gerekenler başkalarıymış gibi algılanıyor... Ne acıdır ki, dürüstlük, adalet, güvenilir olmak, ahlâklı olmak, helal yoldan kazanıp helal şekilde harcamak günümüz Müslümanlarının -pek azı hariç- temel vasıfları olmaktan çoktan çıkmış durumda!..

Biraz garip bir tespit olacak ama günümüz Müslümanlarının neredeyse tamamında, kendilerinde bir kusur varmış yahut mahviyet duygusu içerisinde sanki “takvayı” kendilerine yakıştıramıyorlarmış gibi bir hal var! Ya da salih olma yolunda “takvayı” daha “üst bir seviye” olarak gördükleri için kendilerine çok uzakmış gibi düşünüyorlar! Ancak bu uzaklık duygusundan da şikayetçi değiller; mademki “takva” zaten kendilerine uzak bir şey, kendilerini günahların/haramların çekici akışına bırakıyorlar. Onlara göre, üçüncü “daha dindar” şahıslar diledikleri gibi takva duygusunu yaşayıp gereklerini yerine getirebilirler! Yani “takva” konusunda “Müslümanların neredeyse tamamını” ilgilendiren vurdum duymaz bir durumla karşı karşıyayız ve ısrarla “takva”dan yana hiç sorumlulukları yokmuş gibi davranıyorlar!

Gerçekten de tuhaf! Acayip bir durum değil mi?..

Bu manada Müslümanların hali gerçekten içler acısıdır! Mademki “takva” Müslümanların ekserisini ilgilendirmeyen bir yaşam biçimidir, mademki sadece üçüncü şahısları (kimse onlar?) ilgilendiriyor, o zaman bakalım hakikatte “takva” nedir ve Müslümanlar “takvasız” nasıl yaşıyor?

Yapılan bir araştırmada ülkemizin dindar kesiminde namaz kılma oranı nüfusa göre yüzde yirmi bire düşmüş[3], yani cami yolu bilmez, divana durmaz, her türlü günaha açık acınası bir durum söz konusu. Faiz üzerinden Müslümanların nasıl gönüllü olarak günaha saplandığını inceleyecek olursak; öncelikle çoğunluk artık Diyanet ve hocaların çarpık ve sorunlu ekonomik sistemi ayakta tutmak için verdiği “ev yahut araba gibi asli ihtiyaçlar için faiz alınabilir, zaruret halinde sakıncası yoktur” fetvalarıyla faizi günlük yaşamında normalleşmiş durumda. Neredeyse faizin girmediği ev yok! Hele Kredi Kartlarının sağladığı günlük kolaylıklar faiz işlemlerini müslümanlar arasında artık sıradanlaştırmıştır. O kadar ki, artık kimse kendisini faize ve kapitalist sistemi ayakta tutan Bankalara bulaştıran elindeki Kredi Kartını yadırgamamaktadır! Son 25 yıldır muhafazakâr iktidar ve destekçisi medya ile destekledikleri STK ve cemaatlerin de yol açtığı ahlâki kirlenmenin boyutları da ortadadır! Bizler Vuslat Dergisi olarak bu duruma defalarca dikkat çektik, uyarı görevimizi yerine getirdik ve getirmeye de devam edeceğiz!..

 

TAKVA NEDİR?

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarındaki vikaye mastarından türeyen takva kelimesi;[4] bir şeyi başka tehlikelere karşı korumaya almak, kendini zararlı ve eziyet veren şeylerden sakınmak anlamına gelir. Aynı kökten ittika; kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, sakınmak, kendini muhafaza altına almak, bunun gereği olarak korkmak ve çekinmek demektir. Takva ittika kelimesinin isim şeklidir.

“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun (gû/takva) ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır…” (Tahrim 6)

“O halde, kâfirler için hazırlanmış; yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının (ittegû).” (Bakara 24)

“Onlardan kimi de: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru (vegina/takva)" der.” (Bakara 102)

Bu ayetlerde, sakınılması gereken şey ile kişinin arasına bir engel koyma isteği ya da ona yapılan tavsiye “vi-ka-ye” mastarından türetilmiş fiillerle ifade edilmekte.[5]

Klasik müfessirler ve etkisinde kalan çağdaş alimler takvaya ve aynı kökten gelen emir kiplerine genellikle, “Allah’tan korkun” anlamını vermiştirler. Köken olarak korku anlamını da içermekle birlikte, bu, korkunç bir şeyden çekinmeyi değil seven birinin sevdiğinin gönlünü incitmekten çekinmesini, yaratanına karşı saygı ve sorumluluk duyma hassasiyetini ifade eder. Takva kelimesi Allah Teala’dan cehenneme atan, ateşlerde yakan, bitmez azaplara salan -haşa- korkunç bir varlıkmış gibi korkmayı değil, tersine içerdiği sakınmak, korunmak kök anlamlarını da baz alarak; kendini dünyada ve ahirette lehinde ve aleyhinde olacak şeylere karşı hayatta iken uyaran, başına gelecek her şeyi kendisine önceden bildiren rahmeti bol yüce Yaratıcıya karşı mahviyet duygusu içerisinde, ancak hak ettiği kötü söz ve fiillerinden dolayı da Allah’ın hesap sorup azap edeceğini bilerek çekinip sakınmak anlamını ifade eder. Dolayısıyla ne doğrudan “korkmak” diye çevirmek, ne de son yıllarda “aman korkmak demeyeyim” endişesiyle takva karşılığında önerilen “saygı duymak” ya da “Allah bilinci, Allah’a karşı sorumluluk bilinci” ifadelerini kullanmak pek de kavrama uygun anlamlar gibi görünmemektedir.

“Takva” kelimesinin anlamında ‘korku, korkmak’ unsuru da vardır. Ancak bunun yalnızca korku veya korkmak şeklinde anlamak, başka bir dile yalnızca korku diye çevirmek çok yetersiz kalmaktadır. Kur’an’da korkuyu değişik boyutlarıyla anlatan ‘havf, hazer, haşyet, rehbet, vecel’ gibi kelimeler de kullanılmıştır. ‘Takva’ tek başına bir korku olayı olmadığı gibi, korku unsurundan da tamamen uzak değildir, bazen korku ve ürperti anlamında ‘havf ve haşyet’ kelimelerinin yerine de kullanılmaktadır. Bu bir anlamda ‘takvanın’ bir sonucu olarak Allah’tan -uyarıları karşısında- havf ve haşyet duymak (korkmak) demektir.”[6] Şu ayette olduğu gibi; ““Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup (yehşe/haşyet) O'ndan sakınırsa (yetteghi/ittika), işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Nur 52)

 

“Takva, korku duygusunu da içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlâk ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslam, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur’an, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Evet takva duygusu, sıradan bir korku değil, belki yaratılıştaki korkunun düzene konularak; bir ‘korunma ahlâkı’, bir ‘yücelme faaliyeti’, bir ‘sorumluluk bilinci’ haline getirilmesidir.”[7]

 

Takva ve ittika kelimelerinin içerdiği korku Allah’a duyulan saygı/hürmetten kaynaklanır. Böyle bir duygu müminleri kötülükten ve günahtan vazgeçirir, iyiliğe ve hayra sevk eder. Biz bu bilgilerin ışığında takva karşılığı “korkup sakınmak” anlamını birlikte kullanmayı öneriyoruz.

 

“Din ıstılahında ittika ve takva; iman edip emir ve yasaklarına uyarak, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, dünya ve ahirette insana zarar verecek, ilahi azaba sebep olabilecek inanç, söz, fiil ve davranışlardan ve her türlü günahtan sakınmak anlamına gelir. Takva sahibi kimseye de “muttaki” denir.”[8]

Kur’an, baştan sona kadar takva-ittika kavramı ile örülmüş, çeşitli formlarda 250’den fazla yerde kullanılmıştır. 54 yerde “İtteku’l-lahe” şeklinde Allah’a karşı gelmekten korkup sakınılması emredilmiştir. 17 yerde ise “takva” formunda geçer. Peygamberler de ümmetlerine hep takvayı tavsiye etmişlerdir (Al-i İmran 138).[9]

Bu manada “takva”nın en mükemmel tanımını yine Kur’an yapar bize;

“İyilik (birr) yüzlerinizi doğuya veya batıya çevirmeniz değildir. Ancak iyilik o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitap/lar/a ve peygamberlere iman eden, sevdiği maldan yakınlara (akrabaya), yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere veren, namazı kılan, zekâtı veren, söz verdiklerinde sözlerini yerine getiren, darlıkta, hastalıkta ve savaşın kızıştığı anda sabredenlerdir. İşte bunlar doğru olanlardır. Takva sahibi olanlar da bunlardır.” (Bakara 177)

 

Ayetteki ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, takva sahibi olmanın imkânı, vahyedilene iman etmek ve bu imanın gereği olan salih amellerde bulunmakla gerçekleşmektedir. Ancak bunu başarabilen insan, sakınılması gereken bir durumdan korunabilir.[10] Zaten, görüldüğü gibi İslam’a inanmanın ve yaşamanın başka yolu da yoktur! Allah şöyle buyurur: “Yoksa Biz, iman edip salih amellerde bulunanları yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkaranlarla, muttakileri (takva sahiplerini) de facirlerle bir mi tutacağız?” (Sad 28)

 

Kur’an’da ittika/takva kavramı; iman (Şuara 11), tevbe (Maide 65), itaat (Nahl 52), ma’siyetleri terk etmek (Bakara 189), korkmak (haşyet) (Hac 1), ibadet etmek (Nahl 2) ve ihlas (Tevbe 9/Hac 37) anlamlarında kullanılmıştır. Bu kavramların kapsamına ihsan, birr ve adalet, salih amel gibi övgü ifade eden bütün kavramlar girmektedir. Takva/ittika kavramı fücur ve zulmün zıddıdır (Maide (Bakara 189/237). [11]

Bu bilgilerden anlaşılıyor ki hakikatte kulluğun aslı olan “takva”; sadece Allah’ın belirli emir ve yasaklarına uymayı değil, aynı zamanda tamamıyla Tevhidî bir yaşam şeklini çizmekte, biçimlemekte ve tarif etmektedir. Üstelik bunu başkalarına, üçüncü şahıslara bırakmadan fert fert bütün Müslümanlardan istemektedir. Her Müslüman eğer Kur’an ile doğrudan muhatap ise ve “kulluk bilincine” sahip bir kul olarak Allah ile arasındaki o “özel bağı” kurmayı başarmışsa; bundan kaçış yok, başkasına havale ediş yok, sufi, derviş, evliya olma beklentisi ile erteleyiş yahut umutsuzluğa kapılarak hepten vazgeçiş yok! Ben bunları yapamam, bu emir ve yasakları yerine getiremem gibi bir seçenek yok!..

İman ile başlayan kulluk bilinci ve insanın Yaratıcısı ile kurduğu bu “özel bağ”, bunların hiçbirine imkân ve fırsat vermez!

Zira, günahlarla, haramlarla çevrelenmiş günümüz cahiliye düzenlerinde yaşayan insanlar olarak, Takva’nın şu üç şekliyle karşı karşıyayız! Ötesi yok!

  • Şirk, küfür ve nifaktan korunarak imana sarılmak (Fetih 26). Kelime-i Tevhîd (Lâilâhe illâllah=Allah’tan başka ilah yoktur!) cümlesi kelime-i takvadır (Tirmizi, Tefsir 48).
  • Büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendini alıkoymak ve dini görevleri, farzları yerine getirmek (A’raf 96).
  • Kalbi, Hak’tan başka meşgul edecek her şeyden temizleyip bütün varlığı ile Allah’a yönelmek (Al-i İmran 102).

Takva nefsi korktuğu şeylerden korumaktır, yani nefsi günahlardan korumak anlamına gelir; bu ise ancak haramları terk ile olur, haramı terk etmek de en azından şüpheli şeyleri bırakmakla tam gerçekleşebilir.[12] Müslümanların ekserisi, özellikler gençleri, günümüzde bırakın şüpheli şeylerden kaçınmayı, haramlara doğrudan doğruya, bile bile dalıyorlar, hem de hiç fütur etmeden. En hassas olanları ise faiz örneğinde olduğu gibi bahanelerin arkasına sığındıklarıyla kalıyorlar. Gençlerin en çok düştükleri tuzak ise zina tuzağı!

Oysaki “takva”; bir Müslümanın Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederken yerine getirdiği ibadetlerinde ve kaçındığı yasaklarında kararlı ve devamlı olması ve nafile ibadetlerini de aynı ciddiyet ve süreklilik içerisinde yerine getirmesi halidir.

Oysaki Müslümanlar için "takva" kulluğun dışında, üstünde yahut zirvesinde bir durum değil, bilakis Din’de asıl ve kulluğun da aslı olan bir hakikattir.

Her Müslümanın, günahları, haramları, boş vermişlikleri, eyyamcılıkları arkasında bırakarak kendini yenilemesi, ‘yeniden iman ederek’[13] acilen ulaşması gereken son derece ciddi ve özel bir durumdur!

Bir başka açıdan konuya bakarsak, Kur’an’da müminlere sürekli olarak “Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın.”[14] diye emredilir; “İşte bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır”.

“Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve ‘O’nun sınırlarını aşarsa’ Allah onu, içinde devamlı kalacağı bir ateşe sokar. Onun için zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Nisa 13-14)

Ve bu sınırları koruyan müminler de müjdelenir;

“Ey Muhammed, Allah’a tövbe eden, kullukta bulunan, onu öven, oruç tutan, rükû ve secde ile namaz kılan, uygun olanı buyurup fenalığı yasaklayan ve ‘Allah’ın sınırlarını koruyan’ müminleri müjdele!” (Tevbe 97)

 Bir Hadiste “Her hükümdarın bir korusu vardır. Allah’ın “korusu” da yasakladığı; haram kıldığı şeylerdir. Koru etrafında dolaşanlar içine düşmek tehlikesiyle karşı karşıyadır.”[15] buyurulmuştur. İşte bu, Allah’ın içinde kalınmasını emrettiği “koru”sunun sınırlarıdır. Fakat ne yazık ki Müslümanlar günümüzde Allah’ın koyduğu helal-haram sınırlarını fütursuzca aşmakla meşguller, özenle korunması gereken bu sınırları adeta bitmez bir iştiha ile haramların üzerinden atlayarak geçiyorlar! Müslümanların içinde bulunduğu bu durum Müslümanlığa değil, maalesef facirin tanımına uymaktadır!..

Takva’nın zıddı “fücur”dur demiştik; fücur örtüyü yırtmak, yarıp parçalamak anlamına gelir ki özellikle utanma veya daha kesin bir deyişle din örtüsünü üzerinden yırtıp atmak demektir. Istılahi anlamda hak yolunu yarmak, hak’tan sapıp taşkınlık etmektir.[16] Din örtüsünü yırtıp atan kişiye de facir denir. Takva’nın aslı korunmak ve sakınmak olduğundan bir bakıma din-diyanet örtüsünü örtünmek anlamına gelir! Takva, iman hususunda ulaşılması gereken mertebelerden biri olduğu gibi, imana girişin de ilk kapısı, Dîn’in ilk örtüsü bir bakıma ‘zar’ı durumundadır.[17]

Allah Teala buyurur ki;

“İman edip salih ameller işleyenlere, (haramlardan) sakınıp iman ettikleri ve salih ameller işledikleri, sonra (günahlarda ısrar etmekten) sakınıp (onların haram olduğuna iyice) inandıkları, sonra (bütün haramlardan) da sakınıp iyilik ettikleri takdirde, (kendilerine haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı bir günah yoktur. Çünkü Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide 93) Ayeti kerimeden anlaşıldığı üzere İslam, üç dereceli bir iman ve takva yoludur.

 

“Ey Âdem oğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ elbisesi, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.” (A’raf 26)    

Allah insanoğluna hem facir hem muttaki olma yolunu göstermiş ve onu bu iki yol arasında serbest bırakmıştır.[18] İman ile birlikte “takva” elbisesini giyen, kendini bu elbiseye zarar verecek her şeyden korur; insanın dışından giydiği elbise gibi bu elbise aynı zamanda ziynet, aynı zamanda da her türlü etkiden koruyucudur. Müslümanlık, bu elbiseye talip olmakla başlar. Takva öncelikle ‘korunma’ anlamına geldiğinden, korunmaya zarar verecek şeylerden korkmak ve çekinmek de bu kavramın içine girmektedir.[19]

“Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi (takvanın gerektirdiği şekilde) sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin. …Toptan ‘Allah’n ipi’ne sarılın ve ayrılığa düşmeyin…” (Al-i İmran 102-103)

İnsanın kendisini Allah’ın korumasına bırakması, bu nedenle de ahirette kendisine zarar verecek günahlardan çekinerek sevaplara koşması ‘takva’dır. Bu birkaç derecedir; ilk derecesinde ‘Kelimet’ül takva’ olarak Tevhid’e sarılma, şirkten uzaklaşma, ikinci derecede ise kalbini Allah’tan sakınarak farzları yerine getirme, üçüncü derecede ise kalbini Allah’tan başka her şeyden (masiva) uzak tutma, bütün varlığıyla Allah’a yönelmedir.[20] Ayette belirtilen “Allah’tan ittika” etmenin gerektirdiği takva budur ve bu şekilde yaşamak bütün müslümanım diyenlerin boynunun borcudur! Bu ayetlerde, aynı zamanda İslam’ın fert ve toplum üzerinde ancak bir cemaat halinde yaşanmakla mümkün ve hâkim olabileceğine işaret vardır…

SONUÇ YERİNE

Ortaya koymaya çalıştığımız üzere “Takva, yalnızca hayatın belirli alanlarında ve belirli bölümlerinde Allah’ın adını anmak, meselelerimizi konuşmak; ya da namaza dururken sarık takmak, yolda yürürken ne dediğini anlamadan zikir çekmek veya dua etmek olarak görülmemelidir. Aynı şekilde, tartıya hile karıştırmadan teraziyi doğru tutmak olumlu bir davranıştır ancak ölçüye riayet etmeyi hayatın her deminde göstermek gerekir. Yine, ifsad üreten bir sistemden uzak durmak, ömrünü uzatacak çabalardan kaçınmak, fücuru içselleştiren ve dayatan bir işleyişten sakınmakla mümkün olur. Bunu göz ardı eden her çaba, insanı içine alan şimdiki çemberin kuvvet kazanmasına yarayan işlerden başkasını yapamayacaktır.”[21]

Mümin ve muttakilerin özelliklerini sıralayan ayetlerle sözlerimize son verelim:

“Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır. Onlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Namazlarını dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcarlar.” (Enfal 2-3)

“O (muttakiler) ki, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Bakara 3)

“Sizin en şerefliniz (üstününüz) Allah’tan en çok sakınanız (ittika edeniniz)dir.” (Hucurat 13)

“Ey iman edenler! … İyilik ve takva üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” (Maide 2)

“Ey insanlar, Rabb'inizden korkup-sakının (ittekû) ve öyle bir günün azabından korkup-çekinin (vahşev) ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.” (Lokman 33)

“Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup (yehşe) O'ndan sakınırsa (yetteghi), işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Nur 52)

 

 


[1] “Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.” (A’raf 172)

[2] Şuara 106-124-142-161 v.d

[3] İslami Analiz, https://islamianaliz.com/haber/9024373/turkiyede-bes-vakit-namaz-kilanlarin-orani-yuzde-21

[4] İslam Ansiklopedisi, Takva Mad.

[5] Fevzi Zülaloğlu, Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar, Ekin Yay., s.705.

[6] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., s.679-680.

[7] Hüseyin K. Ece, A.g.e, s.680

[8] Dinî Kavramlar Sözlüğü, İttika Mad, DİB Yayını.

[9]  A.g.e, Aynı Madde.

[10] Fevzi Zülaloğlu, Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar, Ekin Yay., s.706.

[11]  Dinî Kavramlar Sözlüğü, İttika Mad, DİB Yayını.

[12] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Pınar Yay., s.512.

[13] “Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirmiş olduğu Kitab'a ve daha önce indirmiş olduğu Kitab'a (yeniden) iman edin.” (Nisa 136)

[14] Bakara 187

[15] Buhârî, İman 39, Müslim, Müsâkat 107

[16] Fevzi Zülaloğlu, Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar, Ekin Yay., s.707.

[17] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Pınar Yay., s.363.

[18] “Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” Şems 8

[19] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Pınar Yay.,  s.513.

[20] Ali Ünal, A.g.e, s.515.

[21] Fevzi Zülaloğlu, Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar, Ekin Yay., s.710.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul