
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿125﴾
قَالَتْ عَائِشَةُ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَجْتَهِدُ فِى الْعَشْرِ الْأَوَاخِرِ مَا لاَ يَجْتَهِدُ فِى غَيْرِهِ.
İTİKÂF
İtikâf, alıkoymak, hapsetmek, bir yerde kalmak anlamına gelir ve kişinin sıradan davranışlardan uzaklaşarak, ibadet amacıyla belli bir süre mescitte kalması demektir. İtikâf yapmak, kökleri Hz. İbrâhim zamanına kadar giden bir ibadet çeşididir. Yüce Allah, Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil'e, tavaf edecekler, orada ibadete kapanacaklar (itikâfa girecekler), rükû ve secde edecekler için Beyt'i temizlemelerini emretmişti. Şu ayet bunu haber vermektedir:
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿125﴾
Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik. (Bakara, 125)
İtikâf geleneği, câhiliye döneminde de bilinmekteydi. Nitekim Hz. Ömer, henüz İslâm'a girmeden önce Mescid-i Harâm'da itikâfa gireceğine dair adakta bulunmuştu. Müslüman olduktan sonra bunu Hz. Peygamber'e sormuş, o da adağını yerine getirmesini söylemişti. (Buhârî, Farzu’l-humus, 19)
Ramazan ayı ve oruçtan söz eden âyette, itikâfa girildiği günlerde eşlerle cinsel ilişki yasaklanmaktadır. Bu âyet, Hz. Peygamber'in hayatında mühim bir yer tutan itikâf uygulamasının, vahiy tarafından onaylanması bakımından önem arz etmektedir. Zira Rasûlullah, vefat edinceye kadar Ramazan ayının son on gününü çoğunlukla itikâf ederek geçirmiş, vefat ettiği yıl ise yirmi gün itikâfta kalmıştı. O sene Hz. Peygamber'i böyle yapmaya sevk eden sebep, ya vefat edeceği yıl Kur'an'ı Cebrail'e iki kez arz etmesi ya da yolculuk nedeniyle önceki yıl yapamadığı itikâfını kaza etmesiydi. Bir defasında da Ramazan'da yapamadığı itikâfını Şevval ayında yapmıştı. Buna eşlerinin itikâfa girmek için birbirleriyle rekabet etmeleri ve Peygamber (sav)'den izinsiz mescitte itikâf çadırı kurmaları neden olmuştu.
İTİKÂF İLE İLGİLİ FIKHİ HÜKÜMLER
A. Hükmü: Ramazan ayında son on gündeki itikâf kifa-i sünnettir. Yani bir beldede bu sünneti yerine getirenler olduğunda diğer Müslümanların üzerinden bu sorumluluk kalkmış olur. Bir de vacip olan itikaf vardır ki bu da adamak sureti ile yapılan itikaftır. Ramazan ayı dışında herhangi bir zaman ve mescitte belli bir zaman için ibadet kastıyla girilen itikâf ise müstehaptır.
B. Müddeti: Bir itikâfın en az müddeti, İmam Ebu Yusuf'a göre bir gündür. İmam Muhammed'e göre bir saattir. Bir saat, fıkıh alimlerine göre, zamanın belirsiz olan az veya çok bir parçası demektir. Yoksa bir günün yirmi dört saatte biri demek değildir. (İtikâfın en az müddeti, Malikî'lerce tercih edilen görüşe göre bir gündüz kadar ya da bir gecedir. Şafiîlere göre de, "Sübhanellah" denilmesinden bir an kadar fazla olan pek az bir zamandır. Hanbelilere göre ise bir an durmak ile itikâf gerçekleşmiş olur.
Gün içerisinde camiye gelen bir Müslüman, oruçlu iken camiye girme esnasında itikâfa niyet edip bir-iki saat kalacaksa bile bu süreyi itikâfla geçirebilir. Kamil olanı ise tam sünnete ittiba ederek son on gün bir mescitte itikâfa girip arefe akşamı ya da bayram sabahında çıkmaktır.
İTİKÂFIN ŞARTLARI
1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz. Gayr-i müslim ibadete, mecnun da niyete ehil değildir. Temiz olmayanların da mescidlere girmesi yasaktır.
2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır. Buna göre niyetsiz olarak yapılan bir İtikâf geçerli değildir. Çünkü bunun bir ibadet olabilmesi niyete bağlıdır.
3) İtikâf, mescidde veya o hükümdeki bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde cemaat ile namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük camilerde yapılması daha faziletlidir. Kadınlar da kendi evlerinde mescid edinilen veya mescid olarak ayıracakları bir odada itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır. Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha faziletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha faziletlidir. (İmam Şafiî'ye göre, itikâf tazime lâyık bir yerde yapılabilir ki, o da mescidlerdir. Evlerde mescid edinilen yerler, bu tazime lâyık değildir.)
4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez. Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur. Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de sahihdir. (Şafiî'lere göre, vacib bir itikâfda da oruç şart değildir.)
İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahihdir. Şu kadar var ki, kadının itikâfı kocasının ve kölenin itikâfı da efendisinin iznine bağlıdır. İsterse bunlar itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır. İzin bulunmayınca kadın, nezretmiş olduğu itikâfı kocasından ayrıldıktan sonra, köle de azad edildikten sonra kaza eder.
İTİKÂFIN EDEBLERİ
İtikâfın şu edebleri vardır:
1) İtikâf, Ramazan ayının son on gününde ve mescidlerin en faziletlisinde yapılmalıdır.
2) İtikâf esnasında hayırdan başka bir şey söylenmemelidir. Günah gerektirmeyen şeyleri konuşmakta bir sakınca yoktur. Bir ibadet inancı ile susmak ise mekruhtur. Günah sayılan şeylerden dili tutmak ise, ibadetlerin büyüklerinden biridir.
3) İtikâf esnasından Kur'ân-ı Kerîm okumaya, hadîs-i şerîf, Peygamberlerin yüksek siyerlerine, dinî meseleleri öğrenmeye veya öğretmeye devam etmelidir.
4) İtikâf yapan kimse, temiz elbiselerini giymeli, güzel kokular sürünmelidir.
5) Nefsine itikâfı vacib kılacak kimse, buna yalnız kalben niyetle yetinmemeli, dili ile de söylemelidir.
İTİKÂFA DAİR BAZI MESELELER
Belli bir mescidde, Mescid-i Haram'da itikâfa niyet eden kimse, başka bir mescidde itikâfa girebilir.
Bir ay itikâf adansa ve bundan yalnız gecelere veya gündüzlere niyet edilse, bu niyet sahih olmaz. Çünkü ay, belli mikdardaki geceler ile gündüzlerden ibarettir. Onun için geceli ve gündüzlü bir ay itikâf gerekir.
Yalnız gündüzleri itikâfda bulunmaya niyet edilmesi sahihdir. Bu durumda her gün fecrin doğuşundan önce mescide girip güneşin batışından sonra çıkılır. Fasılasız itikâfa niyet edilmemişse, istenilen günlerde itikâf yapılabilir. Bir gün için itikâfa niyet edildiği zaman da, buna gece dahil olmaz. Fakat fasılasız şu kadar gün itikâfa denilerek nezredilse, geceler de bu nezre girer. Aksi de böyledir. Bu durumda itikâf için güneşin batışından önce mescide gidilir. Belli olan geceler ve gündüzler mescidde kalınır. Son günün güneş batışından sonra mescidden çıkılır. Böylece itikâf sona erer. Muayyen bir ramazan ayını itikâfla geçirmeğe nezredilse, o ramazan orucu bu itikâf orucu içinde yeterli olur. Böyle bir nezir yapıldığı halde, ramazan orucu tutulup da itikâf yapılmasa, başka bir zamanda oruçlu olarak fasılasız bir ay itikâf edilmesi gerekir. Eğer itikâf yapılmaksızın diğer bir ramazan girecek olsa, artık bunda yapılacak itikâf yeterli olmaz. Çünkü bu takdirde kazaya kalan itikâfın orucu, insan üzerine düşen bir borç olmuştur. Bu, ikinci ramazan orucu ile ödenmiş olamaz.
Belirtilmeksizin bir ay itikâf yapmayı nezreden kimse, ramazanda bir ay itikâfda bulunmakla bu nezrini yerine getiremez. Çünkü bu itikâf için, bir ay oruç tutmayı da bu nezirle üzerine yüklenmiş bulunur. Ramazan orucu ise, kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir.
Bir kimse nezrettiği bir itikâfı yapmadan ölecek olsa, her gün için bir fidye ödenmesini vasiyet etmiş olması gerekir. Çünkü vacib olan bir itikâf, orucun bir parçasıdır. Onun için oruçtaki fidye, bunda da gerekli olur. Ancak fakir ise, o zaman Yüce Allah'dan af ve mağfiret dilemelidir.
İTİKÂFI BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER
İtikâf halinde olan bir kimsenin dinî ve tabiî ihtiyaçları için zaruri olarak mescidden dışarı çıkması, itikâfı bozmaz. Örnek: İtikâfda bulunanın (mutekifin) cuma namazını kılmak için mescidden çıkması, din bakımından bir özür olduğundan itikâfına engel değildir. Zaten cuma namazının süresi bilinmiş olduğundan, adağın dışında kalmış olur. Yine, abdest ihtiyaçlarını gidermek ve gusletmek için çıkması da tabiî bir özür olduğundan itikâfa zarar vermez.
Yine, bulunduğu mescidin yıkılmaya yüz tutması veya oradan zorla çıkarılması da zarurî bir özür olduğundan itikâfa zarar vermez. (Şafiî'lere göre, cuma namazı için başka bir camiye çıkılıp gidilmesi itikâfı bozar. İtikâf bir hafta devam edecekse, cuma namazı kılınan bir mescidde itikâfa girmelidir.)
Cuma namazını kılmak veya ihtiyacı gidermek için en yakın olan yere gidilir, arkasından mescide dönülür. Bir özürden dolayı mescidden çıkılınca, başka bir mescidde o itikâf tamamlanır.
Bir özür olmaksızın mescidden çıkmak itikâfı bozar. Onun için itikâf yapan bir kimse, geceleyin veya gündüzün özür bulunmaksızın bir müddet kasden veya sehven mescidden çıkarsa itikâfı bozulur. Bu müddet, iki İmama göre, bir günün yarısından ziyade bir zamandır. Bir görüşe göre de, günün belirsiz bir saatinden ibarettir. Kadın da itikâf ettiği odadan özürsüz evinin içine çıksa, itikâfı bozulur.
Şu işleri yapmak için mescidden dışarıya çıkmak da itikâfa engel olur: Hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze hizmetinde bulunmak, cenaze namazı kılmak, şahidlik etmek, bir hastalık sebebiyle bir saat kadar dışarı çıkmak da itikâfı bozar. Ancak itikâf adağı yapılırken, hastaları ziyaret ve cenaze namazında bulunmak şart kılınmışsa, bunlar için çıkılması itikâfı bozmaz.
(Yukarıdaki fıkhî bilgiler merhum Ömer Nasuhi Bilmen ilmihalinden alınmıştır)
İTİKÂF VE NEFİS MUHASEBESİ
Nefis muhasebesi, ölmeden önce ölmek; hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek demektir. Yaratılış amacımıza ne denli sadık kalmaktayız, Müslümanlığımızda ne durumdayız bunun muhasebesi yapmak sadece belli zamanlara hasredilecek bir durum olmamakla beraber, itikâfta bunu yapmak bambaşkadır. Zira Rasûlullah (s.a.s) Hz. Aişe annemizin verdiği habere göre Ramazan ayının son on gününde ayrı bir gayret içine girerdi. (Müslim, İ’tikâf, 8.) İtikâfa girdiği zaman da kendisini tamamen ibadete verir, dışarı ile mümkün mertebe irtibatını keser ancak namaz vakti geldiğinde de ashabına namazı kıldırırdı. İtikâfa girdiği çadırında ibadetini yaparken tam bir huşû içinde olurdu. Bir defasında mescid içerisinde yüksek ses ile Kur’an okuyan sahabîleri duyunca çadırından başını çıkarmış ve: “Dikkat edin! Hepiniz Rabbinizle konuşuyorsunuz. Birbirinizi rahatsız etmeyin! Kur'an okurken ya da namazda seslerinizi fazla yükseltmeyin!” uyarısında bulunmuştu. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 25)
İtikâf ibadeti Allah Rasûlü’nün vefatından sonra hem hanımları hem de ashabınca devam ettirilmiştir. Ecdadımız da buna ayrı bir değer vermiştir. Öyle ki, Osmanlı döneminde yapılan ve “Selâtin Camileri” denilen büyük camilerin mimarî tasarımına bakıldığında, itikâf sünnetinde yatan esprinin gözetilmiş olduğu dikkat çeker. İlk önce caminin çok geniş tutulan dış avlusu, camiye gelen cemaatin dış dünya ile ilgisini keser. Ardından şadırvanın bulunduğu ikinci bir iç avlu, namaza geleni mâbede ve ibadete hazırlar. Abdestini alan Müslüman, üzerinde Arapça “Neveytü'l-i'tikâfe/İtikâfa niyet ettim” yazılı muşamba kapıdan camiye girer. Artık dış dünyadan tamamen koptuğu caminin içerisinde belli bir süre için de olsa itikâf hâli başlar. Gerek ezanı ve cemaatle namazı beklerken, gerekse namaz sonrası dua ve tesbihat için ayırdığı zamanı itikâf niyeti ve bilinciyle geçirmeye çalışır. İşinden, meşgalesinden uzak bir şekilde, kısa da olsa tefekkür etmeye gayret eder. Dünya işlerinin unutturduğu hakikatleri düşünür, kendisiyle yüzleşir, neredeyse unuttuğu kendini, akıbetini, âhiretini hatırlar. Dünya hayatının yabancılaştırdığı “kendine” gelir, yeniden dirilir, 'huşû ve huzur içerisinde takvasını artırarak' tekrar döner dünyasına.
Modern hayatta gündüzleri iş güç, geceleri televizyon gibi pek çok oyalayıcı nedenden dolayı, tefekküre, daha doğrusu kendisine zaman ayıramayan Müslüman için bulunmaz bir fırsattır itikâf. Son yıllarda kimi çevrelerin, hayatın yoğun stresine ve sorunlarına karşı, reiki, meditasyon, yoga gibi bazı uygulamaları yegâne çözüm gibi sunulabilmektedir. Oysa huşû içinde kılınan namaz ile itikâf içinde geçirilen vakitler, sadece bir zihin boşalması değil, aynı zamanda imanın kemale erdirilmesi gayreti, nefis muhasebesi, nefis terbiyesi ve tezkiyesidir aslında. Kişinin nereden geldiğini ve nereye gittiğini derinlemesine tefekkür ederek hedeflerine daha emin adımlarla ilerlemesi için tamamen kendine ayırdığı vakitlerdir. Bireyin kendini hatırlamasıdır, Rabbini hatırlamasıdır, hakikat aynasına bakıp kendine gelmesidir.
Ve ne yazık ki, bizi rahatlatacak, hayatımızı kolaylaştıracak, dünyamızı yaşanır kılacak “huşû içinde kılınan namaz” ile “tefekkürle geçirilecek itikâf” gibi iki önemli alternatif, toplumumuzda unutulmaya yüz tutmuş vaziyettedir. İşte itikâf, bize bizi, bizi biz yapan değerlerimizi, kendimizi, öz benliğimizi hatırlatacaktır.
Allah'a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsanî ve şehevî arzulardan uzak durması, kişinin mânen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı ve mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak Yüce Yaratıcı'ya yönelmeyi sağlayan bir ortam insana derin bir mânevî ufuk ve imkân sunmaktadır. Nitekim Allah Rasûlü, bu imkânı en güzel şekilde değerlendirerek itikâfa verdiği önemi ümmetine göstermiş ve itikâfa giren kimsenin kazancını şöyle ifade etmiştir: “O, günahlardan uzak kalır ve kendisine (hayatın içinde) tüm iyilikleri yapan kimse gibi iyilikler yazılır.” (İbn Mâce, Sıyâm, 67.)
İslam dini, insanlardan teberri edip uzak kalmayı, inzivaya çekilip dünyadan el etek çekmeyi uygun bulmaz aksine en yakından uzağa doğru insanlar ve çevre ile iletişim kurmayı esas alır. İtikâf, mutlak inziva ya da mutlak uzlet değil, kişinin kendisine zaman ayırmasıdır. Çünkü itikâfta olan bir kimse namazlarını yine cemaat ile kılacak, varsa camisinde mukabele okuyacak, ilim halkası varsa ondan istifade edecektir. Bunun Ramazan ayının son on gününde yapılmasında Kadir gecesini dolu dolu ihya etme amacı da vardır. Öte yandan Ramazan orucu kamerî takvim esas alınarak eda edilen bir ibadet olduğu için bu son on gün aynı seviyede yaklaşık 33 yıl sonra tekrar yaşanacaktır. Hâlbuki bir asrın üçte biri (1/3) ne denk gelen bu zaman diliminde kim öle kim kala denilebilir. Bugün orucunu rahat tutma imkânı olduğu halde 33 yıl sonra hayatta kalınsa dahi aynı enerji ile bu ibadetin ifası yerine gelmeyecek belki de o gün için hiç oruç tutulma imkânı ya da itikâfa girme durumu kalmayacaktır. İtikâfın bu son on günde bu yönden de nefis muhasebesine olumlu etkisi vardır. Daha geçen Ramazan ayında beraber oruç tuttukları, belki beraber saf tuttukları nicelerinin bir rahmete muhtaç olduklarını tefekkür eden bir mü’min için itikâfta olmak ayrı bir nefis muhasebesi yaptıracaktır. Orucun zaten içerden dışarıya doğru bir olgunlaştırma özelliği vardır. Bir de üzerine itikâf olduğunu düşünürsek, bu dünyada çoğu zaman ‘onsuz yapamam’ dediğimiz çoğu şeyden hatta ayrı kalamam dediğimiz insanlardan ayrı kalmak, bir müddet kendini dinlemek, Rabbimizle yüzleşmek, geçmişin muhasebesini yapmak, gece teravihten sonra belki bir başına camide nefsimiz ve Rabbimiz ile baş başa kalmak az bir şey olmasa gerek.
Kısaca, şu anda en fazla birey olarak da toplum olarak da ihmal ettiğimiz hatta unuttuğumuz sünnetlerden biri itikâftır. Camilerimizi buna göre düzenleyip imkânı olan kardeşlerimizle bunu yapmamız gerekir. Rasûlullah (s.a.s) devlet başkanıydı, yargının en tepesindeki kişiydi, son peygamberdi, birden fazla eşi olan aile reisiydi. Kısaca işi bizden daha yoğundu ama her Ramazan ayında seferde olmayıp Medine’de olduğu müddetçe itikâfa girerdi. Gelmiş geçmiş günahları bağışlandığı halde itikâfı terk ettiği olmazdı. Bunları da hesaba katarak itikâfı gündemimize almamız lazım. Özellikle de Kadir gecesinden sonra nerdeyse Ramazan ayı bitmiş gibi kendimizi ve ailemizi çarşıya pazara attığımız, dünyalık hesapların meşguliyeti ile Ramazanı unutmaya başladığımız ve tekrarını 33 yıl sonra eğer nasip olursa göreceğimiz gün ve geceleri iyi geçirmemiz gerekmez mi? Sanırım fazlasıyla gerekir. Ayrıca itikâf sayesinde Müslümanların camileri/mescitleri daha fonksiyonel kullanmaları da öğretilmektedir. Camide yemek ve içmek, camide uyumak, ders yapmak, özellikle de ramazan ayında sahur ve iftarı camide yapmak bu sayede cami algımızı da değiştirecektir.
Allah (c.c.) bizi, kendisini unutan kullarından eylemesin. Unutturulan kullardan da eylemesin.