Biz müslümanlar, bu çağda iflah olmaz bir hastalık türü olan "nisyana" duçar olmuşuz! Bu nisyan türü ise Allah'ın insanoğluna bir lütuf olarak taktir ettiğinden daha farklı ve daha fazla bir unutma şeklidir! Allah Teala'nın emir ve yasaklarını, gönderdiği mukaddes Kitabın hükümlerini görmezden gelme, kulak arkası etme şeklinde seyreden bir unutma hali, adeta kasıtlı bir nisyandır bu! Cehaletle birleşince bu nisyan daha başka bir şeye evriliyor, inanç ilkeleri söz konusu olunca tanımlanamaz bir şeye...
İşte "şahit" ve "şehadet" kavramları müslümanların nisyana terk ettiği ancak müslümanı tanımlayan iki önemli kavramdır. Gününüz müslümanları maalesef bir şeye tanık olmak, bir vakanın şahidi olmak anlamına gelen ve Kur’anî kavram olan "şahitliği” ne yazık ki hiç bilmiyorlar, kulaktan dolma bilgilerle öğrendiği "şehadeti/şehitliği" ise Kur’an’ın kastettiği manada hiç anlamıyorlar!
Oysa bu iki kavram müslümanın dünya ve ahirete bakışını, duruşunu ve nihaî akıbetini belirleyen kavramlardır! Her iki kavramın kökeninde de "şahit olmak, tanık olmak" anlamı vardır ki; daha baştan insanın elini kolunu bağlar, ona kaçamayacağı bir sorumluluk yükler! Günümüzde İslam Ümmetinin yaşadığını İslam sanarak tembel, duyarsız, cahil ve güçsüz olmasının bir nedeni de hayatı yeniden “tanımak ve tanımlamak, karşılaşılan sorunlara karşı mücadele etmek/çözüm ürermek” anlamına da gelen şahitlik ve şehitlik kavramlarını unutması, terk etmesindendir.
Yani bu kavramlar Kur’anî kavramlar olduğu için öyle kulaktan dolma öğrenilecek, yabana atılacak, sistemin ve dindar/muhafazakâr iktidarın da kullandığı "şehitlik" kavramıyla karıştırılacak kavramlar değildir, olmamalıdır!
Şahitlik/şehadet, kelimenin kök anlamından ve ıstılahî tanımından açıkça anlaşılacağı gibi; özü/aslı “şahitlik/tanıklık, şahit olmak/tanık olmak” demek olan ve Kur’an’da çeşitli formlarda 160 yerde geçerken “şehit” formunda “Allah yolunda can vermek” anlamıyla bütünleşen bir kavramdır.
Lügat anlamında Şe-hi-de kelime kökünden; Şehadette bulundu/tanıklık etti, hazır bulundu, bir olayı gördü/şahit oldu, bir şeye ulaştı. İç ve dış duyularla herhangi bir şeyi kapsama almak, hissî bir hazır olma ve tanıklık halini de ifade eder.
Şe-hi-de kökünden fail ve meful olarak; Şâhid: şahit olan/tanık olan. Meşhûd: şahit olunan/tanık olunan. Failden mübalağa olarak şehîd; çok iyi bilip şahit olan/tanık olan, çok iyi görüp hazır bulunan anlamındadır.
Müşahede: İyice gözlemlemek, hislerle vakıf olmak, yakîne ulaşmak demektir. Şehadet: Müşahedeyle hazır olma, gerek hazır olarak ve tüm duygularıyla vakıf olarak, gerekse meydana gelmek suretiyle karar kılan bir ilimdir. Bu ilimle de şahit olduğunu ikrar etme, açığa vurma halidir. Şahitlik, şahit olmak, şehadette bulunmak şeklindeki kullanımlarıyla, anlam kaymasına uğramadan Türkçeleşmiştir ve tanık kelimesinin eş anlamlısı olmuştur.
Şühûd, şehadet, şehîd, şüheda, şehidtü, eşhedü vs. gibi bütün varyantları, kelimenin kök anlamı olan tanık olmak (Kaf 21,37, Nisa 41, 79, Fussilet 53, Kasas 75), hazır olmak (Fussilet 20) …ekseninde; gözle müşahede etmek (Kehf 51), şöyle bir bilgiye sahip olmak (Fussilet 20), ikrar (Yusuf 81,Nur 6), hüküm vermek (Yusuf 26), yardımcılar/şahitlik edecek kimseler/hazır bulunmasına önem verilenler (Bakara 23) manalarını da kapsamaktadır. “Onların şahitlikleri yazılacak!..” (Zuhruf 19) “Ey Ehli Kitap! Şahit olup durduğunuz halde niçin Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Al-i İmran 70)
Ragıb el-İsfehani şehadeti şöyle tanımlamıştır: “Bir şeyi yerinde ve yanında (ayn’el yakîn) gözlemektir ki bu kafa gözüyle olabileceği gibi, kalp gözü ile de olabilir.
Istılahi anlamda şehîd: Allah yolunda canını veren/ölümü göze alan kimsedir. Şehadet, ilimle ve yaşantıyla, adaletle hakka şahitlik olduğundan, bunun bir göstergesi olarak Allah yolunda cihat ederek can vermeye de “şehadet/şehitlik”, bu şekilde canını verenlere de “şehid” denilmiştir.”
Diyanet İslam Ansiklopedisi’ndeki açıklama şöyledir: “Sözlükte “bir olaya şahit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak” gibi anlamlara gelen şehâdet (şühûd) masdarından türeyen şehîd (çoğulu şühedâ) dinî bir terim olarak Allah yolunda öldürülen müslümanı ifade eder.”
Dini kaynaklarda görüldüğü üzere şehadetin özü hiçbir şüpheye ve tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde; yakîn bilgi (ilim), adalet, takva ve yaşayışla hakka şahit olmaktır, hakkı yeryüzünde temsil etmektir. Şehitlik ise; tanıklığın yanı sıra içsel bir hal (his) ile ve mağfiret/mükafat umarak Allah yolunda canını feda etmektir. Hak yolunda can vermek cesareti, şehadetin gereği olan bir açığa vurma şekli ve ikrar eylemidir aynı zamanda.
Müslümanlar bugün yaşadıkları toplumlarda “şahitlik” anlamında nelere tanık olmaktadırlar, “şehitlik” anlamında hangi uğurda can vermeyi göze almaktadırlar? Genel olarak müslümanların böyle bir bilinci, tanıklıkları var mıdır yaşadıkları çağa karşı? Zulme ve haksızlığa “ayn’el yakin” şahit ola dururken neden hiç üstlerine alınmamaktadırlar? İki milyar müslümanın -pek azı haricinde- zulümler karşısında susması, tepki göstermemesi müslüman şiarına uygun mudur? Çağına şahitlikten yoksun İslam toplumlarının cesareti de olmaz, yiğidi de olmaz, şehidi de. Müslümanlar kendi benliklerinde ve kendi cemaatlerinde şehid-şahid denklemini çözmedikleri sürece itilip kakılmaya mahkumdurlar!
Zira şehitler, dünya hayatında her şeyleriyle hakka şahit olanlar, hakkı yaşayışlarıyla, direniş ve redleriyle temsil edenlerdir. Şehadet, Tevhid’in mütemmim cüzü olarak “çağa tanıklığı” ile zulme, fesada, sömürüye ve bunlara ma’kes olan cahili düzenlere karşı asil bir duruş, bir red anlamına da gelir. Çağına tanık olmak ve Allah nezdinde bu tanıklığı belgelemek sadece müşahede ile olmaz, bilakis kötülüklerle savaşmakla ve hakkı ikame etmeye çabalamakla, hulasa çağını düzeltmeye talip olmakla mümkün olur. “Şehadetin temeli kesin ilim ve mutlak adalet, yani kıst’tır. İnsanın şahitliği de adaleti kendi hayatında kaim kılmaktır. Bu ise kesin bir ilim ve takva ile mümkündür.” (Zülaloğlu, s.686)
“Ey iman edenler! Allah için şahitler (şehitler) olarak kıst’ı (adaleti) yerine getirenler olun.” (Nisa 135)
Şehadet, lügat ve ıstılah anlamıyla görüldüğü gibi özünde “tanıklık etmek/hazır bulunmak” demektir. Müslüman, yaşadığı çağın eğrisiyle doğrusuyla tanığı olan ve çağında olup bitenlerin hemen yanı başında -tepkisini koymak üzere hazır olan kimsedir! Çağına tanıklığı/hazır bulunmasıyla vuku bulan müşahedesi ise üç şekilde ortaya çıkar:
Birincisi; Vahye tanık olmaktır! Bunun anlamı, vahye uymak, gereğince İslam’ı yaşamak ve örneklik oluşturmaktır. Allah-u Teala’nın yaşanılan çağda barışın, huzurun, adaletin sağlanması ve zulmün yeryüzünden silinmesi maksadıyla insanoğluna ilettiği İslamî rükünlerin, emir ve yasaklarının tamamının doğruluğuna sadakatle inanarak –insanlık nezdinde- buna şahitlik etmektir. Ve bu şahitliğin gereği olarak, bu uğurda yapılması gereken her türlü mücadeleyi ölümü dahi göze alarak icra etmektir. Ölümü göze almak müslümanın vahye “tanıklığının” bir gereğidir, üzerine bir vecîbedir!
İkincisi; Zulme tanık olmaktır! Müslüman, kendi çağında yapılan zulümlere, katliamlara, savaşlara, işkencelere, sömürüye, mazlumların ezilmesine, hulasa her türlü kötülüğe de tanık olan kimsedir. İnsanlığın onurunu, müslümanların şeref ve haysiyetini korumakla yükümlü olan müslüman, aynı zamanda tanıklığının gereği ve üzerine bir fariza olarak bu zulüm düzenleriyle mücadele etmek durumundadır. Bu onun olmazsa olmaz sorumluluğudur ve bu uğurda “şehit” olmakta “tanıklığının” bir gereği, tanıklığının adeta mührüdür!
Üçüncüsü; Bizzat Allah tarafından sunulan mükâfata tanık olmaktır! Al-i İmran 169.ayette geçen “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz! Onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanırlar.” müjdesi gereğince, “diri olarak” bulundukları boyutta Allah’ın kendilerine sunduğu rızıklara ve mükâfatlara tanık olmaktadırlar. Ancak gayb aleminde gerçekleşecek bu durum daha yaşarken Allah’ın vadine tanıklığın gereğidir. Bunu şöyle de izah edebiliriz; bu manada şahitlik müslümanın yaşarken haksızlık ve zulüm karşısında ölümü (şehitliği) göze alması ve öldüğünde ise Allah’ın şehitlik karşılığında kendisine bahşedeceğini vadettiği nimetleri bizzat müşahede edeceğine inanmasıdır.
Bir müslüman olarak çağına tanık olmak, şehadeti yaşamak deyince çarpıcı örnek olarak aklımıza ister istemez elbette Gazze geliyor!
Gazze olayında görüldüğü gibi, erkeği, kadını, çocuğuyla yiğit müslümanların kitleler halinde kıyıma uğramalarına rağmen pes etmemeleri, İsrail terör devletine teslim olmamaları çoğu insana tuhaf hatta aptalca gelmektedir! Soykırımı, bir ülkenin yok oluşunu izleyen insanlar “Teslim ol kurtul!” diyerek Gazzelilere güya akıl veriyorlar! Yaşamana izin verilmesine karşılık -hem de kendi ülkende- köleliğe, sürgüne, açlık ve sefalete razı ol! Sen Siyonizm’e ve emperyalizme boyun eğ ki, bundan sonra hiçbir millet vatanları işgal edilince/soykırıma uğrayınca direnmeye, kurtuluş savaşı vermeye kalkışmasın! Verdikleri akıl bu!
Oysa onlar, müslüman olarak sadece görevlerini yapıyorlar, hem de eksiksiz olarak. Zira İslam’ın öğretisine göre müslüman, çağının şahididir/tanığıdır! Gazzeli müslümanlar da çağlarının, yani bu zamanın şahitleridir/tanıklarıdır;
Onlar, öncelikle zulme karşı direnmeyi, ülkesini düşmana karşı savunmayı emreden yüce İslam dininin yani vahyin tanığıdırlar!
Onlar, düşmanla karşılaşma ve işgal durumunda teslim olmayı yahut kaçmayı değil, cihadı/savaşmayı emreden yüce bir inancın tanığıdırlar!
Onlar, kendilerine güç ve cesaret veren, korkusuzca düşmana direnmelerini, pes etmemelerini, asla teslim olmamalarını ilham eden imanın tanığıdırlar!
Onlar, bu halleriyle, vakarlı duruşları ve kahramanca direnişleriyle bu dünyada İslam’ın tek doğru ve yegâne hakikat olduğunun tanığıdırlar!
Onlar, düşmana karşı savaşırken şehit olmaları halinde, Rablerinin kendilerine “diri olarak” muamele edip nimetlere boğacağının yakinen tanığıdırlar!
Onlar, insanlığın zulümden ve zalimlerden yegâne kurtuluş imkânının İslam olduğunun yaşayan tanığıdırlar!
Onlar, yine aynı zamanda bu çağda yaşanan bütün kötülüklerin ve en çetrefilli zulümlerin tanığıdırlar!
Onlar, Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin ve Yahudi milletinin yüz yıldır kesintisiz devam eden işgallerinin ve korkunç katliamlarının tanığıdırlar!
Onlar, Gazze’de aylardır devam eden büyük soykırımın tanığıdırlar!
Onlar, hedef gözeterek yapılan ve bitmeyen çocuk katliamlarının tanığıdırlar!
Onlar, İsrail terör devletine açıkça yardım eden ABD, İngiltere, Fransa başta olmak üzere bütün iki yüzlü Avrupa devletlerinin tanığıdırlar!
Onlar, olayları saptıran, ters yüz eden ve görmezden gelen Batılı medya organlarının tanığıdırlar!
Onlar, bu korkunç soy kırıma sessiz kalan, el altından ve susarak yardım eden, İslam ülkelerinin işbirlikçi yönetimlerinin tanığıdırlar!
Onlar, kendi hükümetlerine sözleri geçmediği/güçleri yetmediği için zelil duruma düşen, sessizliğe boğulan iki milyarlık İslam ümmetinin tanığıdırlar!
Onlar, izzet ve şeref sahibi olmaları gerekirken korkak ve zelil halde bulunan ümmetin bu sefil durumunun tanığıdırlar!
Bu tanıklıklarıyla “İnsanlık tarihine” geçecekler, bu tanıklıklarını gelecek nesillere taşıyacaklar, bu tanıklıklarıyla efsaneleşecekler ve en önemlisi de bu tanıklıklarıyla Allah’ın huzuruna çıkacaklar; uğradıkları bu korkunç zulme ve insanlığın bu aymazlığına huzur-u İlahide şahitlik edecekler!
Kudüs’te Gazze’de ve El-Halil’de
Golyat’ın askerleriyle aynı havayı
Soluyup bir türlü korkmuyorsunuz
Sokakta, okulda, cami önünde
Dünyanın en zalim bir ordusuyla
Burun buruna ve de silahsız
Ne de güzel dövüşüyorsunuz
Lakin en mühimi de zamanın şehitleri olarak tanıklıklarını pekiştirmeleridir!
Onlar, bir kâğıdı mühürler gibi kanlarıyla İslam’ın/Müslümanların içinde bulunduğu hallerin ve kendi çağlarında olup bitenlerin yaşayan tanıkları olarak, bu tanıklıklarını/şehadetlerini “şehitler olarak” kanlarıyla mühürlüyorlar! Toplum olarak erkek-kadın, yaşlı-çocuk şehit oluyorlar, şehadetleriyle tanıklıklarını Rahman’ın huzuruna götürüyorlar! Çünkü şehit olmakta bir tanıklıktır ve şahadetleriyle bu tanıklığı her gün zirveye taşıyorlar! Hepsi hepsi kanlarıyla imzaladıkları bu tanıklıklarını Rablerinin huzurunda dile getirmeye gidiyorlar!
Elinize taş yahut sapan geçince
Kurulan oyuna anında girip
Kurşun askerleri gözlüyorsunuz
Ellerinde korkunç silahlarıyla
Bombalar yağarken üstünüze
Bütün insanlığın gözü önünde
Sizler ne güzel ölüyorsunuz!...
O halde biz muvahhid müslümanlar da çağımızda yaşanan her çeşit zulümlerin şahidiyiz!
Batılı devletlerin yaptığı sömürü ve işgallerin şahidiyiz!
Emperyalistler ve İsrail gibi terör kuklalarının katliam ve soykırımlarının şahidiyiz!
İslam dünyasındaki Batı ve Siyonist hempalarının zulüm ve katliamlara nasıl sessiz kaldıklarının şahidiyiz!
Kadın ve çocukların kitleler halinde katledilmelerinin, köleleştirilmelerinin ve Firavunlaşmış insanların şehvetine nasıl kurban edildiklerinin şahidiyiz!
Batı medeniyetinin dünyayı hızla nasıl LGBT+ sapkınlığına, içki-uyuşturucu bataklığına, hedonizm uçurumuna sürüklediğinin şahidiyiz!
Hem inancımız hem de tarih üzerimize çok büyük bir sorumluluk yüklüyor!
Hüküm kesin; muvahhid müslümanlar olarak üzerimize Rabbimizin yüklediği bu sorumluluktan kaçamayız:
“Fitne (karışıklık/kaos) kalmayıncaya ve din (hakimiyet) tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlara karşı savaşın. Eğer (karışıklık çıkarmaktan) vazgeçerlerse şüphesiz Allah ne yaptıklarını görmektedir.” (Enfal 39)
Şahitlik ve şehadet bir yaşam tarzıdır ve bütün müslümanlar için de böyle olmalıdır!
Gazze bize aylardır bunu gösteriyor! Kurtuluşun ve zaferin kapıları da ancak müslüman bilinciyle çağına tanık olmakla ve tanık oldukların için şehit olmayı göze almakla açılır!..
Vay zalimlerin haline!
Vay zulme buyun eğen insanlığın haline!
Vay zulme direnmesi gerekirken bigâne kalan Ümmet-i Muhammed’in haline!
KAYNAKLAR
* Vuslat Dergisi’nin Şubat 2021 tarihli 236.sayısında yer alan “Müslümanlar Ve Günümüzde Şehadetin Anlamı” adlı Necdet Meşe makalesinden faydalanılarak kaleme alınmıştır.
Rağıb El İsfehani, Müfredat, Pınar Yay., 2007.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Şehid md.
Dini Kavramlar Sözlüğü, Şehadet-Şehid md. DİB Yayınları.
Fevzi Zülaloğlu, Yolumuzu Aydınlatan Kur’anî Kavramlar Sözlüğü, Ekin Yay. 2010.