Yiğit insanlardı.
Korkusuz yürekleriyle meydan okumaktan geri kalmadılar.
Öyle kolay değildi meydan okumak. Alışılmışı reddetmek için bir meydan okumaydı yaptıkları. Statükoya karşı koymaktı düşünceleri.
Toplumun sapkın adetlerini yok saydılar.
Sapıklık diz boyu.
Fıtrattan uzaklaşılmış, yaratıcı unutulup yok sayılmış.
Rabler edinilmiş, putlardan ilahlar…
Toplumda putperestlik yaygın inanış.
Herkes puta tapıyor, herkesin putları var, herkes birçok şeyi putlaştırmış durumda. Kendi putlarına karşı oluşları/duruşları isyan sayıyorlar ve isyan edenleri cezalandırmanın da vazgeçilmez görevleri olduğunu iddia ediyorlar. Bununla da yetinmeyip verip veriştiriyorlar:
“Hem ne oluyor ki bu gençlere. Gençliklerini bilsinler. Büyüklerinin yolundan gitsinler. Eski köye yeni adet getirmesinler. Başlarına icat çıkarmasınlar. Uyumlu olsunlar, toplumun istediği şekilde yaşasınlar…”
Ama bu gençler farklıydı.
Toplumun diğer gençlerinden farklı: Toplumu gidişatını beğenmediler. Yanlış olduğunu gördüler ve yanlışa ‘yanlış’ dediler.
Zaten bütün mesele de burada başladı. Yanlışa ‘yanlış’ demek onlara mı kalmıştı?
Yanlışı da doğruyu da belirleyecek olan toplumun sözü geçen, ileri gelen, düşünen (!) insanları vardı. Düşünmek onların nesine gerekti?
Gün geçtikçe üzerlerindeki baskılar arttı. Artık her yerde tehdit ediliyorlar, putları reddettikleri için küçümseniyorlardı. Zalimler, bu yiğit gençleri küçük düşürecek çabalara giriyorlardı. Onların bu direniş/duruşlarının toplumu bozacağı endişesiyle engellemeye çalışıyorlardı. Hatta bunun için gönüllülerden oluşan bir tim bile oluşturmuşlardı.
Üst perdeden buyurgan tavırlarına devam ettiler:
“Bu söylediğiniz şeyleri söylemeyin!”
Halbuki onlar hak bildiklerini konuşuyorlardı: Allah'a inandıklarını, insanın Allah'ın kulu olduğunu, Allah'ın yarattığı insanın da ondan başkasına kulluk etmemesi gerektiğini söylüyorlar, söylediklerini yaşıyorlar, Allah'ın dışında hükümranlık kabul etmiyorlar, kainattaki zerreden kürreye her şeyi Allah'ın yarattığını söylüyorlardı…
Allah'ı reddedip kendileri gibi putları ilah edinmelerini istediler durdular. Böyle olsa onları takipten vazgeçip kendi hayatlarına dönecekler, yaptıkları yanlışların içinde boğazlarına kadar batmaya devam edeceklerdi.
Ama bu gençler çok oluyorlardı. Toplumdaki diğer gençleri de etkileyecekler; imanlı gençler çoğalınca, toplumun ileri gelenleri bütün çıkarlarını kaybedeceklerinin korkusuyla daha çok saldırıya geçiyorlardı.
Kaybetmeye tahammülleri yoktu. Kontrol onlarda olmalı, söyledikleri emir kabul edilmeli, söylediklerine kimse itiraz etmemeliydi…
İnanmış gençler için ölüm tehditleri havada uçuşmaya başladı.
Her şeye rağmen gençlerin karşı duruşlarında bir değişiklik olmadı:
“Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir; O’ndan başkasına asla tanrı deyip yakarmayız. Yoksa kesinlikle yanlış bir şey dillendirmiş oluruz.” (Kehf, 18/14) dediler.
Onlar Rablerine sığındı. İmanları tamdı. O’na güvendiler, O’na dayandılar, O’ndan yardım beklediler. Çünkü O her şeye güç yetirendi.
Yürekten inandılar.
İnandıkları için bütün baskılara karşı koydular.
Bu bir yiğitlikti. Öyle herkes yapamazdı. Ama onlar yaptı.
Onlar başkaldırdı batıla. Karşı koydu yanlışa ve yanlışlıklara.
Kendisini bile koruyamayan, var olmak için bir insana ihtiyaç duyan putlar nasıl ilah olabilirdi ki?
Olamazdı elbette. Ama yanlış inanışları değiştirmek kolay değildi. Belki de en zor işti.
Bu genç yiğitler “hayır” dediler. Ne yaparsanız yapın, Allah'a olan inancımızdan vaz geçmeyeceğiz. O’na kul olmaya, O’nun yolunda yürümeye devam edeceğiz…
Bu bir meydan okumaydı. Meydan okumanın bir karşılığı olurdu. Oldu, ölüm tehditleri ile karşı karşıya kaldılar.
Canlarını korumak adına toplumu terk etme kararı aldılar. Allah'a olan imanları sebebiyle içinde bulundukları ortamı bırakıp bilinmeze bir yolculuk yaptılar.
Bu yolculuk, onların mağaraya sığınmasıyla son buldu. Artık canlarının kurtulduğu düşüncesiyle rahatladılar.
Sığınakları olan mağarada Rableri ile olan bağlarını sürdürdüler ve dilleri duaya durdu:
“Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!” (Kehf, 18/10)
Allah, rahmetini onların üzerine indirdi. Onlar ve bütün insanlık için ders olacak bir ibretlik olayı yaşattı: Yıllarca mağarada uyku halinde bıraktı.
Onların rahat etmeleri için bütün şartları yarattı. Mağaranın ortasında bir yerde güneşin etkisine maruz kalmayacak bir durumdaydılar. Allah'ın yardımıyla uyumaya devam ettiler…
Bu uyku hali üç yüz dokuz yıl sürdü.
Allah bu harikulade olayı insanların ibret alması ve Allah'ın gücünü anlamaları için Kur’an-ı Kerim’de anlattı.
“Sonra da iki gruptan hangisinin, kaldıkları müddeti daha iyi hesap edip değerlendireceğini ortaya koyalım diye onları uyandırdık.” (Kehf, 18/12)
Uyanınca, aralarındaki konuşma kaç zamandır uyuduklarıyla ilgili oldu. Sanki hemen uyumuşlar ve uyanmışlar gibi bir durum içinde oldukları konuşmalarına yansıdı.
İçlerinden biri, “Ne kadar kaldınız?” dedi.
“Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık.” dediler.
Hayatın devamı için yemeleri gerekti.
“Kaldığınız müddeti Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangisinin yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca çok dikkatli davransın da sakın varlığınızı kimseye sezdirmesin.” (Kehf, 18/19)
Gümüş para ile gidecek olanın sezdirmemesi gerekirdi. Çünkü toplumu terk etmişler ve canlarını korumak için bir mağaraya sığınmışlardı. Allah'ın işaret ettiği mağaraya…
Kendilerini ele vermemeleri gerekirdi, yoksa başlarına gelecekleri hepsi tahmin ediyordu.
İçlerinden yiyecek almaya gidene çok sıkı bir tembihat yaptılar. Hayat memat meselesiydi. Onların imanından dolayı yaşama hakkı tanımayan toplum liderlerinin eline düşmek vardı işin sonunda:
“Çünkü onlar eğer sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler ya da kendi dinlerine döndürürler; işte o zaman ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.” (Kehf, 18/20)
Mağaradakilerden biri gümüş para ile dikkatli bir şekilde temizinden yiyecek almaya çıktı.
Şehirdekilerden bazıları onların bu durumunu fark ettiler.
Allah'ın vadi olan kıyametin gerçekleşeceğini anladılar.
Zaman akıp gitmiş, nesil değişmiş insanların inanışlarındaki sapmalar yön değiştirmişti.
Onların bu halini fark eden insanlar mağaranın yanına bir mescit yapmaya karar verdiler…
Mağara ehli, bütün insanlığa ibret olacak bir diriltiliş öyküsünü sundular.
Allah'ın gücünü, kuvvetini ve kudretini anlamaya delil olarak kıyamete kadar sürecek bir doğum-ölüm serüvenini miras bıraktılar.
Samimiyetle iman edip inançlarının gereğini yerine getirenleri Allah korumuş ve onların imanlarıyla yaşamalarını nasip etmişti.
Allah'ın her şeyi yoktan var ettiğini, insanları yeniden dirilteceğini ve bunun bir örneklemesini ibreti alem için mağara ehline verdi.