İnsanların kötülüklerinin, ahlâksızlıklarının, günahlarının kaynağı nefis ve şeytandır. İnsanın zayıf bir yerini bulup, o kişiye kötülük yaptırmaya, başını derde sokmaya, günahlara götürmeye ve böylece onu çok kötü bir duruma düşürmeye uğraşır. Kişilerin kâfir, müşrik, münâfık, fâsık veya zâlim olmasında nefs-i emmârenin ve şeytanın çok büyük katkısı vardır. Yanlışlıkların, huzursuzlukların, kavgaların, cinayetlerin ve bütün kötülüklerin yapılmasında nefis ve şeytanın rolü vardır. Nefis ve şeytan insanlara maddî ve mânevî çok büyük zararlar vermekte ve böylece dünya ve âhirette insanların perişan olmalarına sebep olmaktadır. Nasıl ki yaşadığımız toplumda, insanın bir düşmanı olduğunda onun vereceği zarardan korunmak için tedbir almak gerekir. Düşmanı olduğunu bilmiyorsa o zaman tedbir almaya ihtiyaç hissetmez. Fakat düşmanı varsa, düşmanın tedbirsiz olan kişiye zarar vermesi çok kolay olur. Dolayısıyla nefis ve şeytan, insanlara zarar veren düşman olduğuna göre, onların da zararlarından korunmak için tedbir almak gerekmez mi? Tabiî ki gerekir. Tedbir almak da onların nasıl zarar verdiklerini öğrenip gereğini yapmakla mümkündür.
Nefis
Nefs; sözlükte, bir şeyin zâtı ve kendisi demektir. Can, ruh, kalp mânâsına da gelir. Şeriat ilminde ise şehvet (cinsel ve her türlü aşırı arzu, istek) ve kızgınlığın başlangıcı olan insanın içindeki mânevî kuvvete de nefs denir.1 Nefse “içgüdü” de denmektedir. Nefs-i Emmâre; Nefsin dünya lezzetlerine meyletmesi, şiddetle istemesidir. “Emmare” tâbiri, fazlasıyla emreden, ısrarla isteyen demektir. Cinsî arzular, yemek, içmek, giyinmek, süslenmek, gezmek, eğlenmek gibi vücudun bütün isteklerine şâmildir. Kur’ân-ı Kerim’de nefs-i emmâre hakkında şöyle buyurulmuştur: “Muhakkak nefis, olanca şiddetiyle daima kötülüğü emreder...”2 Nefs-i Emâre, haram-helâl gözetmeden gördüğü ve istediği şeylerden hoşuna giden şeylerin hemen elde edilmesini, isteklerinin ve arzularının derhal yerine getirilmesini ister. Hiçbir sınır (haram-helâl) tanımadan her istediğine kavuşmak ister. İşte kötülenen nefis, insanın amansız düşmanı olan bu nefs-i emmâredir.
Allah Teâlâ, insanların yaşayabilmesi, kendilerini koruyabilmesi ve asıl imtihan için insanda nefis (şehvet ve öfke kuvveti) yaratmış, ayrıca şeytanı da insana musallat eylemiştir. Elbette bunda büyük hikmetler vardır. İnsanoğluna akıl, fikir vermiş böylece insanı imtihana tâbi tutmuştur: “O Allah ki; hanginizin daha güzel, iyi amel ve davranışlarda bulunacağınızı imtihan etmek için, ölümü ve hayatı yarattı.”3 buyrulmaktadır.
Nefis insanda bütün kötü arzularının ve isteklerinin hemen tatbikini isteyen, kötülükleri yapmasını emreden, günah olan şeyleri yapması için kolaylık ve hafiflik, sevap olan şeyleri de yapmaması için ağırlık ve zorluk veren; benlik (kendini üstün görme), şöhret, hırs, kin, kibir, gurur, haset duygusu ve arzusu veren bir iç yönelimi ve bir istekler ve arzular manzumesidir.
İşte onun içindir ki; nefis insanın en tehlikeli düşmanıdır. Nefsin düşmanlığı şeytandan daha şiddetlidir ve tehlikesi ondan daha çoktur. Çünkü nefis insanın en şiddetli düşmanı olduğu halde sahibi tarafından sevilmektedir. Nefis içeriden öyle bir hırsızdır ki, evi soyar da kimseye belli etmez. Öyle bir düşmandır ki, ölünceye kadar insandan ayrılmaz. Çok kere şeytana yataklık eder, onunla birleşerek insanı felâketlere, günahlara götürür. Bundan dolayı İslâm’da, nefsin kötü arzularından korunmak için nefisle mücadele vardır. Fakat nefsi öldürmek diye bir şey yoktur. İnsan, ölünceye kadar nefsin kötü arzuları4 ve şeytanın düşmanlığı devam eder.5 Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!”6
İnsan ölünceye kadar, nefs-i emmâre ve şeytan, insanların Allah’a kulluk görevlerini yerine getirmeye mâni olmaya çalışır. Bu sebeple ölüm gelinceye kadar, nefsin kötü isteklerine ve şeytanın aldatmasına karşı dikkatli olmak gerekir. Hevâdan (kötü arzulardan) korunmanın önemini Allah Teâlâ şöyle bildirmektedir: “Nefsini kötülüklerden arındıran (koruyan) kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyana uğramıştır.” 7
‘Nefs’, tek tek her varlığa işaret ettiği gibi, bu varlıklara yön kazandıran mânevî güce de verilen addır. Bu anlamda nefs, maddî hayatın kaynağıdır, yani isteklerin merkezidir. İnsan, şekil yani cisim (beden) ve mânevî cephe sayılan ruhtan meydana gelir. İnsanın ruhu onun nefsidir de denmiştir. Hayatın devamı için bedenin bazı şeylere ihtiyacı vardır. Nefs bu ihtiyaçların şekillendirdiği ve çıktığı yerdir. Nefsin istekleri hayatın devamı için gereklidir. Ancak nefis başıboş bırakıldığı zaman, aşırı istekler gündeme gelir ve insan o noktada hataya düşer. İşte dünya hayatı bir imtihan yeri olduğundan, bunu iyi bir şekilde anlayıp, Allah ve Rasûlü’nün emirlerini dinleyerek, nefsin kötü arzularına, şeytanın aldatmasına kapılmadan kendisine verilmiş olan şehvet ve öfke kuvvetini insan, aklının ve mantığının ışığı altında meşrû şekilde kullanmalıdır.
Rasûlullah (s.a.s.) bir sahâbîye hitâben: “Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Müsafirin de senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.”8 buyurmuştur. İnsan, nefsini İslâm’ın yasaklamadığı, serbest ettiği şeylerde tatmin etmeli. Eğer nefsin istekleri ve arzuları İslâm’a uygunsa bu yerine getirilebilir, fakat bu istekler İslâm’a aykırı ise kesinlikle yerine getirilmemeli, nefsin kötü istekleriyle mücadele etmeli ki, imtihanı kazanmak mümkün olsun. Rasûlullah (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde: “Allah’ım, huşû duymaz bir kalpten, kabul olmayan duâdan, faydası olmayan ilimden, doymak bilmeyen nefisten Sana sığınırım” 9 diye duâda bulunmuştur.
Nefis Allah’ın kendisine helâl kıldığı şeylerle yetinmeyip, iyi, kötü, haram, günah olan şeyleri de arzu ederek doymak bilmeyen bir arayış içindedir. Bu şekilde kişiyi günahlara götürmektedir. Dolayısıyla, kişi her aklına geleni, nefsinin her istediğini değil; helâl, câiz olanı yapmalıdır.“Hele şu günahı işleyeyim, nefsim doysun, bir daha gerek duymam” düşüncesi, şeytanî bir düşüncedir. Çünkü nefis doymaz, günah işledikçe, zevk aldıkça, tekrar tekrar ister. “Nefsin kötü istekleri, öyle bir canavardır ki, ona isteklerini verdikçe doyacak yerde daha da acıkır.” Çare nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadele ederek onu yerine getirmemektir.
Nefis insanın en büyük ve sinsi düşmanıdır, kişiyi her türlü ahlâksızlığa ve günah olan şeylere götürerek, maddî-mânevî çok büyük zararlar vermektedir. Rabbimiz Allah (c.c.) bu gerçeği şöyle bildirmektedir: “Sana gelen her kötülük kendi nefsindendir (onun kötü arzusuna ve isteklerine uymandandır).”10 Nefsinden dolayı, basit, gereksiz şeyleri bahane eden, kavga çıkaran ve hatta cinayet işleyen nice insan vardır. Başa gelen belâların, üzücü olayların çoğu, nefsin kötü isteklerinin yerine getirilmesinden kaynaklanmaktadır. Nefsin içki, kumar, zina, hırsızlık, ahlâksızlık, haset, kin, gurur, kibir gibi isteklerine uymasından dolayı dünya ve âhirette insan perişan olmaktadır.
Bir hadis-i şerifte: “Bir şeye olan aşırı sevgin seni kör ve sağır yapar.”11 buyrulmuştur. İnsan bir şeye aşırı sevgi duyarsa ondaki hatayı, kusuru göremez, yanlışlıklarını söyleyenlere de aldırmaz, duymaz olur. Aynı şekilde insan nefsini çok severse o zaman, kendi hatalarını, yanlışlıklarını görmez, nasihat edilse de anlamaz. Görüldüğü gibi kişi nefisini çok sever, isteklerine çok önem verip, her istediğini yerine getirmeye çalışırsa o zaman yanlışlıkları devam eder, gider. Yine bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Allah zevkine (keyfine) çok düşkün olan erkek ve kadını sevmez.”12 Fakat kişi nefisinin kötü isteklerini yerine getirdiğinde kendine zarar verdiğini anlamalı. Kişi zevkine, keyfine çok düşkün olmamalıdır. Sadece câiz olan istekleri yerine getirilebilir. Câiz olmayan istekleri ise, yerine getirmemesi gerekir. Nefsin meşrû olan isteklerini yapıp, meşrû olmayan isteklerinden korunmak için de nefisle mücadele etmek gerekir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Mücahid nefsine karşı cihad edendir.”13
Mücahid, nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadele ederek ona galip gelen ve İslâm’a uygun olanı yapan kişidir. Bu uygunluk, hem nefis ve şeytanla mücadele hem de İslâm’ın yaşanmasına karşı çıkan İslâm düşmanlarıyla mücadele şeklinde olur. Bu, hem İslâm’ın kendi hayatına hâkim olması için mücadele, hem de İslâm’ın topluma yayılıp hâkim olması için mücadeledir. Kur’ân-ı Kerim’de nefis, kötülüklerin kaynağı olarak gösterilmekle birlikte, terbiye edilerek güzel özelliklerin ona kazandırılıp iyi bir ruh haline getirilebileceğine de işaret edilmekte ve bu tavsiye edilmektedir.14
Nefis mücadelesinde önemli olan şey, ölçüyü kaçırmamaktır. Câiz olan şeyler, sanki câiz değilmiş gibi kendini zorlamak doğru değildir. Çünkü “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez”15 “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.”16 buyrulmaktadır. Ölçülü olup, aşırıya gitmemek gerekir. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın. Doğrusu Allah haddi aşanları sevmez.”17
Bu ayet, Hz. Peygamberin (s.a.s.) ashâbından bir topluluk hakkında nâzil olmuştur. İbn Abbas (r.a.)’dan rivâyet olunmuştur, o der ki: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ashâbından bir grup, gündüzleri oruç tutacaklarını, geceleri de ibâdetle geçirip yatakta uyumayacakları, et ve yağ yemeyip sadece kendilerine yetecek kadar yemek yiyecekleri, eski elbiseler giyecekleri, erkekliklerini giderip kadınlara yaklaşmayacaklarını, yeryüzünde dolaşacakları ve kendilerini tamamen ibâdete verebilmek için her şeyden el etek çekecekleri hususunda aralarında anlaşıp görüş birliğine vardılar. Derhal bu haber Rasûlullah (s.a.s.)’e erişmiş, bundan dolayı onlara: “İyi bilin ki, Allah’tan en çok korkanınız benim (ben böyle emrolunmadım). Ancak ben hem oruç tutar hem iftar ederim, hem namaz kılar hem uyurum ve kadınlarla da evlenirim. O halde, kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” Bir müddet sonra yukarıdaki âyet nâzil oldu.18
Görüldüğü gibi Allah’a iyi kulluk yapayım diyerek helâl olan şeyleri kendilerine yasaklamalarının çok yanlış olduğu açıklanmaktadır. Aşırıya gidilmemeli ve câiz olanı değil, câiz olmayan şeyleri terk etmeli, yani ifrat ve tefritten sakınmalı, doğru olan şeyleri yapmalı, doğru olmayan, İslâm’a aykırı şeylerden de uzak durmalıyız. Nefsin kötü isteklerinin, şeytandan daha şiddetli ve tehlikeli olduğunu bilerek ona göre mücadeleye hazırlanmamız lâzımdır. Zira nefisle mücadele etmek, şeytanla mücadele etmekten daha zordur. Çünkü nefis öyle bir iç düşmandır ki, ölünceye kadar insandan ayrılmaz. Şeytan eûzü besmele ile insanlardan biraz olsun ayrılabilir, fakat nefis eûzü besmele ile de ayrılmaz. Sonra insanın şeytanın tuzağına düşmesine çok kere nefis sebep olur; eğer nefsin arzusu ve aşırı isteği olmazsa şeytan bir zarar veremez. İnsanın şeytandan gelen vesveseye kapılmasına, aldatılmasına ve onun dediğini yapmasına nefis olanca kuvvetiyle uğraşır. Çünkü şeytanın yaptırmak istediği şey, nefsin çok hoşlandığı ve şiddetli arzu ettiği şeydir. Eğer insanı, yani nefis kendi sahibini biraz sözüne baktırabilirse, her dediğini yaptırabilirse o zaman şeytanın işi de kolaylaşır.
İnsanın dünya ve âhirette zor duruma düşmesi ve perişan olmasına sebep olan nefis ve şeytan olduğuna göre buna karşı iyi bir şekilde mücadele etmeliyiz. Bu da, bu mücadele nasıl olması lâzımsa, onu öğrenip gereğini yapmakla olur. Fakat gereğini yapmak için de sabır gerekir. Ancak sabırla nefsin kötü isteklerine mâni olmak mümkündür. Yani nefisle mücadeledeki başarı, bu bilgiyi elde etmek ve sabır göstermekle mümkündür. “Nefsini kötülüklerden arındıran, kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen (sokan) da ziyan etmiştir.”19; “Ama kim de, Rabbinin (huzurunda duracağı) makamından korkup (gereğini yapar) nefsini de kötü arzu ve hevesten men ederse işte muhakkak ki, cennet onun varacağı tek yerdir.” 20
Şeytan
Şeytan, azgınlıkta şer ve kötülükte fevkalade bir yükselişle kendi sınıf ve benzerlerinin dışına çıkmış, kötü, inatçı mânâsında bir cins isimdir. Şeytan kelimesinden, daha çok, cin cinsinden olan, cin şeytanı anlaşılırsa da, kötü ruhlu insanlara da bu ad verilir. Dolayısıyla kötü ruhla alâkası olan, görülen veya görülmeyen her kötü ve haktan uzak ve insanları saptıran şeylere şeytan ismi verilir. Cin şeytanı olduğu gibi, insanlardan da şeytanlar vardır. İnsan ve insan şeytanı görüldüğü halde, ruhta gizlenen kötülük görülmez; eserleriyle belli olur. Bundan dolayı şeytan isminden; gizli ve kötü bir kuvvet, kötü bir ruh anlaşılır. İnsan ve şeytanı, cin şeytanına tâbi, ona bağlıdır. Yaratılışta her cins bir tek fert ile başlamış olduğundan, şeytan denilince bu cinsin babası olan, ilk fert, yani İblis akla gelir. Şeytanın diğer bir ismi de iblistir. Dil bilginlerinin açıklamasına göre şeytan kelimesi uzaklık ve uzak demektir. Gerçekten de şeytan haktan (ve hakikatten) uzaktır. Onun için şeytandan da uzaklaşmak, (şerrinden korunmak) gereklidir.21
Şeytan; Allah Teâlâ’nın Âdem’e secde etmesi konusundaki emrine karşı çıkıp isyan ettiğinden ötürü rahmet-i İlâhî’den kovulan, cinlerden olan, görünmeyen, gizli bir varlıktır. İblis, şeytanların ilki olduğundan onların atasıdır. “Hani Biz meleklere: ‘Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblis hâriç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı.”22:“Andolsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra da meleklere Âdem’e secde edin! diye emrettik, İblis’in dışındakiler secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: ‘Ben sana emretmişken, seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ İblis: ‘Ben ondan daha üstünüm, çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın’ dedi. Allah ona: ‘İn oradan, orada büyüklük taslamak sana düşmez; defol, sen alçağın birisin!’ İblis: ‘Beni azdırdığın için, andolsun ki, Senin doğru yolun üzerinde olanlara karşı duracağım; sonra önlerinden, arkalarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın’ dedi. Allah buyurdu: ‘Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım.”23;“Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.”24 Şeytan bizim apaçık bir düşmanımız olduğuna göre, biz de onu bir düşman bilmeliyiz ve ona karşı tedbirli olmalıyız ki, onun kötülüklerinden korunmak mümkün olsun.
Enes b. Malik (r.a.)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şeytan insanın vücudunda, damarlarda kanın dolaştığı gibi dolaşır.”25 Âlimlerin beyanına göre şeytanın aldatması insan farkına varmadan gerçekleşir. Nasıl ki kanın damarlarda, insanın farkında olmadan dolaştığı gibi veya insanın hayatta olduğu sürece, kanın damarlarda dolaştığı gibi şeytan da insandan, yaşadığı sürece ayrılmaz, ona vesvese vererek aldatmaya günahlara sokmaya çalışır. Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Her insanın bir şeytanı vardır, şeytanı olmayan kimse yoktur.”26 Her insanın şeytanı olduğuna göre, her insan, dünya ve âhirette perişan olmasına çalışan, büyük bir düşmanı olduğunu iyi bilmelidir. “Ey insanlar yeryüzündeki temiz (helâl) şeylerden yiyiniz. Şeytanın (ve onun peşinden gidenlerin) yoluna gitmeyin. Çünkü şeytan sizin için apaçık bir düşmandır. O size ancak bir kötülüğü, hayasızlığı (ahlâksızlığı) ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” 27
Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “İnsanoğluna şeytanın vesvesesi (olduğu gibi) meleğin de ilhamı vardır. Şeytanın vesvesesi şer aşılamak ve hakkı yalanlamaktır. Meleğin ilhamı ise hayrı (iyi şeyleri) öğütlemek ve hakkı doğrulamaktır. Her kim kalbinde hayır (iyilik duyguları) hissederse bunun (melek aracılığıyla) Allah’tan geldiğini bilsin ve ona şükretsin. Şer, kötülük (günah) hissederse bunu da şeytandan bilsin ve ondan Allah’a sığınsın (ve onu yapmamaya çalışsın).” Allah’ın Rasûlü daha sonra şu âyeti okudu: “Şeytan size fakirlik duygusunu aşılar. (Sizi yardım etmekten alıkoymak ister) ve sizi fahşâya (dinin, olgun aklın ve bilimin çirkin bulduklarını yapmaya) yöneltir. Allah ise bağışlama ve lütuf vaad ediyor. Şüphesiz Allah lütfu geniştir ve O (kulunun ne yaptığını) bilendir.” (Bakara, 2/268)28
İnsanın aklına gelen iyi duygular melektendir, kötü duygular ise şeytandandır. Allah (c.c.) her insana doğru yolu gösteren melekle yardım ettiği gibi; ona vesvese veren bir de şeytan vermiştir. Mü’mine düşen görev, şeytandan gelen vesveselere (günah olan şeylere) değil, meleğe (ondan gelen, doğru olan şeylere) uymaktır. Allahu Teâlâ, insanlara hak ve bâtılı bildirmiş, nefis ve şeytana da onları hak yoldan ayıracak şekilde fırsat vererek insanları imtihana tâbi tutmuştur. Tabiî ki, insanlara nefis ve şeytanın kandırmasına karşı koyabilecek güç de verilmiş, insanlar bu gücünü kullanarak nefsin kötü arzularına ve şeytanın aldatmasına kanmayabilir. Ona bu irade verilmiş; tercih onun; ister nefis ve şeytana uyar, isterse uymaz.
“Ve de ki: Hak Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zâlimlere (onlara) öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. İman edip de (nefis ve şeytana uymayıp) güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) Biz güzel işler yapanların mükâfatını zâyi etmeyiz (veririz).”29 buyrulmaktadır.
Dileyen İslâm’a inanır, hak yoldan gider; dileyen de İslâm’a karşı çıkar, şeytanın yolundan gider. Bu, kişinin tercihine kalmış bir şeydir. Fakat şeytanın yolundan gidenlerin sonu cehennemdir. Bazı kişiler kötü işler yapıyor, günah işliyor “Niye bunu yaptın?” diye sorulduğunda “Ne yapayım, şeytana uydum, şeytan beni kandırdı” diyerek kendini savunmaya çalışıyorlar. Tabiî ki, bu mazeret değil, çünkü şeytan sadece kötü şeylerin yapılmasını ister ve kötülükleri aklına getirir, günahların işlenmesine çalışır. Fakat şeytan başarılı olabilir de, olmayabilir de.
Bu, kişinin elinde. “Şeytan, insanlara aldatmaktan başka bir şey vaad etmez. Şurası muhakkak ki, benim ihlâslı (samimi, emirlerime bağlı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) Koruyucu olarak Allah yeter.”30 Yeter ki, insan nefsin ve şeytanın kötülüklerinden korunmak istesin. Allah ona yardım eder. O kötü arzu ve isteklerinden korunur. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle bildirir: “Kim kendini sabra zorlarsa, Allah ona sabır verir.”31 Kişi yeter ki, günah olan şeyleri yapmamaya gayret etsin. Allah ona yardım eder, o da günahlardan korunur. Tabiî ki, kötülüğe sürükleyen nefis ve şeytana galip gelmek için de kuvvetli olmamız gerekiyor. Bu kuvvet iman ve sâlih ameldir, yani şirkten, küfürden uzak bir iman ve ihlâslı ameller yapmaktır. Bu da İslam’ı doğru öğrenip doğru yaşamakla mümkündür.
Şeytan, ilk önce insanların, Allah’ı, Peygamberi veya İslam’ın herhangi bir hükmünü inkâr ederek açıkça kâfir olmasını ister. Bunda başarılı olamazsa şirke sokmaya çalışır, bunda da başarılı olamazsa münâfık yapmaya çalışır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bunların varacağı yer, ebedî cehennemdir. Bunlarda da başarılı olamazsa kişiyi haramlara, günahlara sokmaya çalışır, yani şeytan küfür, şirk, isyan ve haramlara, günahlara sürükleyerek kişinin, imtihanı kaybetmesi için elinden geleni yapar. En büyük günahtan, en küçük günaha kadar, tüm suçları insanlara işletmek için peşini bırakmaz. Bu nedenle, ne günah işletirse, ne yaptırırsa onun için kâr odur. Rabbimiz Allah (c.c.) bizleri uyararak “Dünya hayatı sizi aldatmasın, Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi kandırmasın”32 buyurarak şeytanın aldatmasına karşı dikkatli olmamızı buyuruyor.
Şeytan, bütün insanların kendisi gibi imtihanı kaybedip cehenneme girmesini istemektedir. Bunun için ne gerekiyorsa yapıyor. Mü’minler de imtihanı kazanmak için nefsine ve şeytana uymamalıdır. İnsanların yaratılış gayesi Allah’a kulluk olduğuna göre, dünyada en önemli şey, Allah’a iyi bir şekilde kulluk yapmak, imtihanı kazanmanın, cehennemden kurtulup cennete gitmenin yolu budur. İnsanlar kendilerine düşmanlık yapmak istemiyorsa, kendini düşünüyorsa yapacağı şey; Allah’a gerçek kul olmaktır. Bu da İslâm’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmakla mümkündür. Buna mâni olmaya çalışan nefis ve şeytana karşı da gereken mücadele yapılmalıdır.
Ne mutlu Allah’a iyi kul olmaya gayret edenlere!..
Dipnot
1. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yay., c. 1, s. 203.
2. Yusuf, 12/53.
3. Mülk, 67/2.
4. Yusuf, 12/18, 53; Tahrim, 66/6; Mâide, 5/105; A’râf,7/35.
5. Hicr, 15/39; Nahl, 16/63; Fâtır, 35/6.
6. Hicr, 15/99.
7. Şems, 91/9-10.
8. Buhârî, Savm 51-55; Müslim, Sıyâm, 181-187.
9. Tirmizî, Deavât 69; Nesâî, İstiâze, 2.
10. Nisâ, 4/79.
11. Ebû Dâvud, Edeb 125.
12. Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yay, c. 8, s. 105.
13. Tirmizî, Cihad. 2; İbn Mâce, Cihad 7.
14. Şems, 91/7-10
15. Bakara, 2/185.
16. Buhârî, İlim 12; Müslim, Cihad, 3.
17. Mâide, 5/87.
18. Abdulfettah el-Kadi, Esbab-ı Nüzul, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, s. 165- 166.
19. Şems, 91/9-10.
20. Nâziât, 79/40-41.
21. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yay., c. 1, s. 214-215.
22. Kehf, 18/50.
23. A’râf, 7/11-18.
24. Fâtır, 35/6.
25. Buhârî, Ahkâm 21; Ebû Dâvud, Sünnet 17-18; İbn Mâce, Syam 65.
26. Müslim, Sıfati’l-Kıyâme ve’l-Cenne Ve’n-Nâr 16.
27. Bakara, 2/168-169
28. Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 3.
29. Kehf, 18/29-30.
30. İsrâ, 17/64-65.
31. Buhârî, Zekât 51; Müslim, Zekât 124; Ebû Dâvud, Zekât 28; Nesâî, Zekât 85.
32. Lokman, 31/33.