
Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna bahşettiği en büyük nimet İslam nimetidir. Onsuz saadet, refah ve huzura ermenin, adalet ve kardeşliği tesis etmenin imkanı yoktur. Bu sebepledir ki günde beş kere Allah’ın huzuruna durduğumuz zaman Fatiha Suresi’ndeki “Yalnız sana ibadet eder ancak senden yardım dileriz” ifadesini okuruz. Duasının ardından nimetlerle donatılmış olan doğru yola iletilmemizi, gazap ettiği ve dalalette olanların yolundan uzak olmamızı talep ederiz. Bu ayetler üzerinde duran birçok müfessirler Allah’ın gazaba uğrayanların Yahudiler ve sapıklıkta olanların da Hristiyanlar olduğu üzerinde fikir birliğine varmışlardır.
Hayat kitabımız olan yüce Kur’an, İsrailoğulları’nın yaptığı zulümleri acı acı sergiler. “Allah bize bir peygamber göndersin iman edeceğiz” dediler. Fakat Allah onlara bir sürü peygamberler gönderdiği halde yine iman etmediler ve onlara gelen peygamberlere zulmettiler. Bundan dolayı lanetlendiler.
Her defasında ilahi nimetlerin binlercesine nail olmalarına rağmen hemen ardından zulme başlamışlardır. Firavun’dan salimen kurtulmuş Hazreti Musa aleyhisselam Tur Dağı’na çıkarken buzağıya taptılar. Tih sahrasında buluttan gölgeliğe, layık görüldükleri kudret helvası ve bıldırcın etiyle hususi beslendikleri halde şükretmemişlerdir. Bıktıklarını dile getirerek soğan sarımsak istemişlerdir. Cenab-ı Hak özelliklerini belirttiği sığırı kurban etmelerini istediği zaman bin bir türlü bahane ileri sürmüşlerdir. Kötülük ve şirretlikte öyle haddi aşmışlardı ki, onlara gönderilen peygamberlerine zulmettiler, onlara tuzaklar kurarak ve öldürerek sonsuz kerem sahibi rahman ve rahim olan Rabbimizin gazabını celbetmişler, kalpleri taştan da katı hale gelmiştir.
Kur’an’da bildirildiği gibi bir millet olmayan Yahudiler- bünyesinde bulundukları millete kötülük etmekten asla geri durmamışlardır. Müslümanların Yahudi düşmanlığının nedeni, Rabbimizin düşmanı olmaları ve bundan dolayı da biz inananların da düşmanı olmalarıdır.
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptığından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 14/ 42)
Öyle ki: Gerçek samimiyetlerin uzaklaşmakta olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Hayır da şerde Allah’ın elindedir, güldüren de ağlatanda Allah’tır, hükmü de en hayırlı hükümdür. Çünkü kalpler yüce Allah’ın elindedir. Yaşatan da öldürende Allah’tır. Kullarını nefes ile rızıklandıran da İslam’ı kalplere sevdirende Allah’tır. Bizlerden cahilliği gideren de bizlerden cehaletin gitmesi için sebepler yaratanda Allah’tır.
Ne yazık ki kirli bir dünyanın şahidi olduk, zulmü sessizce, mazlumu kederle izler hale geldik. Öyle ki Yahudiler Tevrat’ı, Hristiyanlar İncil’i değiştirdiler. Kur’an’ın değişmeyeceğini anlayan kafir, geldi Müslümanları değiştirdi. “Müslümanım” deyip İslam’la alakası olmayan bir topluluk haline getirdiler. Akidesiz bir nesil; rüzgârın saçıp savurduğu yaprak gibidir.
İlk önce Müslümanların zihniyle oynadılar, Müslümanların kafasına, benliğine batıl olan planlarını sokmaya çalıştılar. Mesela cenazelerimize çelenk koymayı bazılarımıza benimsettiler. Öğretmenler, anneler, babalar, sevgililer günü, yılbaşı ve doğum günü kutlaması.
Hristiyanlar boş durmayıp devamlı batıl planlarının bir yenisini eklemektedirler. Yahudilerden ve Hristiyanlardan gelen her bidat ve hurafe, benliğimizden bir şeyler kopartıp, onun yerine kök salmaktadır. Bunları çıkartırken plansız, programsız çıkarmadılar. Bu batıl olan belaları, Müslümanları ve çocuklarını düşündüklerinden dolayı ve onlara ehemmiyet verildiğinden dolayı yapılıyor zannedilmemelidir. Unutmamak gerekir ki her çıkardığı yeniliklerin hepsi maksatlıdır. 15 asır önce Rasullullah Efendimiz (s.a.s.) biz inananları uyarmıştır. Fakat hani nerede o şuurlu Müslümanlar ki şöyle elinin tersiyle hafiften bir dokunuversin. Ama bizler inanıyoruz ki: Allah şer gibi görünen şeylerden hayırlar çıkarır. Hatta bu zikredeceğimiz hadiste Allah’ı ve O’nun fiillerindeki incelikleri, hikmetleri görmekteyiz.
Ebu Musa el-Eşari’den rivatet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kulun bir çocuğu vefat ettiğinde Allah, meleklerine “Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?” buyurur. Melekler, “Evet” derler. Sonra Allah; “Kulumun gönlünün meyvesini mi kopardınız?” Melekler: “Evet” derler. “Kulum ne dedi?” Melekler: “Sana hamd etti ve inna lillahi ve inna ileyhi raciun” dedi. Bunun üzerine Allah azze ve celle: “O halde kuluma Cennete bir ev yapın ve adını “Hamd evi” koyun.”[i] buyurdu.
Şunu iyi bilmek gerekir ki yaşanılan bu yalan dünyanın tabiatı keder ve sıkıntılarla doludur. Bombaların bir yağmur misali yağdığı Gazze’de, Kudüs’te ve başka yerlerde mazlumların seslenişini pencere kenarından, veya çay yudumlarken, televizyon ekranlarından seyrederken (DUR) dememenin acizliği ile baş başa kalındı.
Ey insanlar! Ey Allah’ın kitabını gerisine atanlar! Ey peygamber (s.a.s.)’ın kutlu davasını terk edenler! Bunca ölen kadın, erkek, çocuktan dolayı sorumlu olanlar hesaba çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Yıkılan evlerden, yağmalanan şehirlerden ve çiğnenen ırzlardan ve bu olanlara susulmasından dolayı herkes hesaba çekilecektir. Mazlum kardeşlerimizin en çok Müslümanlara ihtiyaç duydukları vakit bütün dünya yüzüstü bıraktı. Bundan dolayı Allah’ın gazabından korkmak gerekmektedir. Yarın mahşer gününde Rabbimiz sorduğu vakit ne cevap verilecek? Bugün ümmetin insanlığa en çok ihtiyacı olduğu gündür. Çünkü Filistin davası şerefli ve namuslu insanların davasıdır. Filistin davası münafıklık yapanların davası değildir.
Ebu Said el Hudri’nin rivayetine göre Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur.“Sizler karış karış, arşın-arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz, onların yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler, kertenkele deliğine girecek olsalar, sizde onları takip edeceksiniz.“
Hz. Peygamberimizin gelecekle bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahabiler sorduk: “Ya Rasullullah! (izlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) Yahudiler ve Hristiyanlar mı olacak?” şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?”[ii]
Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi ahir zamanda olacak fitneler önceden haber verilerek müminler uyarılmaktadır. Dünya hayatını ahiret hayatına, geçici ömrü ebedi hayata tercih etmede, Rabbini unutup değersiz ve kıymetsiz şeylere, meşgul olmada gayri Müslimlere ait adet, gelenek ve görenekleri taklit etmede, kendilerinden önce kaybetmiş olan topluluklara uyacak olan ümmetler çıkacaktır. Kerten kele deliğine girmeyi marifet, hüner, çağdaşlık ve gelişmişlik olarak övünmelerinden dolayı bir kimlik ve kişilik kaybı yaşamaktadırlar.
Allah’ı bilmeyenler bilmelidir ki Allah birdir. Allah demeyen inkarcılar, tanrılık iddia ederek “Ben sizin en yüce rabbinizim” diyecek kadar aşırı giden Firavun dahi suda boğulacağını anlayınca “İnandım hakikat beni İsrailin iman ettiğinden başka ilah yok, hem de ona teslim olan Müslümanlardanım” dedi. Fakat iş işten geçtiği, iman etmenin fırsatını kaçırdığı, (yes halinde ümidi kesilince imanın makbul olmadığı) hakkında kendisine şöyle bir cevap verildi. “Ya şimdi imana geldin ha? Halbuki sen bundan evvel, ömrün boyunca isyan etmiştin ve müfsitlerden idin. “ Böylece ebedi bir hayata sevk edildin. Kendisini ve kavmini kuşatan kötü bir azabın kabir azabının içindeler. Cehennem ateşi var ya? Onlar buna sabah akşam arz olunuyorlar. Kıyametin kopacağı günde “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir. Çünkü: “Zulmün yaktığı ateş ilk önce kendi yuvasını yakarmış.”
Yahudiler ki onlar neler terk ettiler neler! Ne bağlar bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler, ne konaklar bıraktılar arkalarında. İçinde zevk-u sefa sürecek ışıltılı hayat, ihtişamlar içinde yaşadılar. Nice güzel eşlerini bırakıp gittiler. Allah Teala bunları başka-başka kavimlere de verdi. Neticede onların üzerine ne gök ağladı ne de yer! Yer neden ağlasın ki, semaya da bir hayır bir taatleri çıkmadı ki, onların ardından sema ağlasın. Arz-ı sema iyilerin arkasından ağlar. Böyle şer ve zalimlerin ölümüne cümle alem sevinir.
Bu zalim bir hükümet,Allah’ın izniyle yıkılacaktır. Çünkü çocuklarla savaşan bir zihniyet asla galip gelemez.
Demek ki: Her zorba ve zalim olan İslam düşmanlarının nihayet ölüm emareleri berilince de olsa ölüm anında imana gelmek isteyecek fakat nasıl ki Firavun’a son ölüm anında fayda vermediyse o zalimlere de fayda vermeyecek. Çünkü bu zulmü onlar yaktı, tabi ki de kendileri de yanacak. Yüce Allah zerre kadar olsa da kimsenin yaptığını yanına bırakmaz, yarına bırakır ama yanına bırakmaz.
Küfür Adem (a.s.)’dan beri hiç değişmedi ve değişmeyecek de. Yine yapacaklarını yaptılar. Müslümanlar Peygamber (s.a.s.)’in yolundan yürür, kafirler de şeytanın izinden yürür. Batılın ömrü uzun olmaz, Allah zalime mühlet verir. Fakat miadı dolunca cezalarını verir ve bir daha da kurtulamazlar. Nemrud bir sineğin elinden bile kendini kurtaramadı. .
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarının) çanaklarına (sofralarına ) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.”
Birisi: “Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.
Rasullulah (s.a.s.) “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çör-çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüzde de vehn atacak.” buyurdu. Yine bir adam “Vehn nedir ya Rasulullah?” diye sorunca: “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir.”[iii] buyurdu.
“Ey kul… Sen kurtuluşunu amelinden mi sandın seni kurtaracak olan yine Allah’tır.
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
“Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: “Biz Allah’a aidiz ve sonunda ona döneceğiz.” derler.
İşte Rablerinden bağışlanma ve rahmet onların üzerindedir ve doğru yolu bulanlarda onlardır.” (Bakara, 2/155/157.)
Tarihe bakıldığında, Hz Peygamber (s.a.s.) ve ashabına da sosyal ekonomik ambargo yapılmıştır. Bu ambargo tam 3 yıl sürmüştü. O zamanki müşriklerin söylediklerinin aynısını bugünde İsrail yönetimi söylemektedir. Öyle ki tarih tekerrür ediyor, olaylar tekerrür ediyor. Öyle ki eğer Müslümansanız bu gidişat kıyamete kadarda devam edecektir.
Hatırlayalım: Mekke müşrikleri Ebu Talib’i araya koyarak, Peygamber Efendimize dünyalık bir sürü vaatlerde bulunmuşlardı. Vaatlerde bulunmalarının bir sonuç vermemesi, Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi değeli şahsiyetlerin İslam’a girmesiyle güç ve kuvvet kazanması ve İslam’a girenlerin sayılarının artmasından dolayı müşrikler bu durum karşısında sert kararlar almaya başladılar.
Kureyş’in bütün akrabaları birleşti ve Haşim Oğulları’na tam bir boykotta karar verdiler. Daha sonra madde madde yazıp “Mekke’nin duvarına astılar, bu maddelerde yazılı olanlar, onlarla ilişkiyi kesmeye, onlardan kız alıp vermemeye, alışveriş yapmamaya, hiçbir şekilde konuşmamaya, diye maddeleri sıraladılar.[iv]
Hatta: Ebu Lehep esnaflara şöyle sesleniyordu: “Sakın onlara Muhammed’in ashabına ucuz mal satmayın, fiyatları üç katına çıkartın ki bir şey alıp çocuklarına götüremesinler. Ben çok zenginim, sizin zararınızı karşılarım.” Gerçekten de çocuklarına yiyecek almaya giden Müslümanlar fiyatların iki, üç kat olduğunu görünce elleri bom boş geri dönüyorlardı. Hatta onlara yardım eden akrabalarını dahi boykota tabi tutuyorlardı. Çocukların ağlama sesleri ta uzaklardan dahi duyuluyordu. Olan yine çocuklara oldu. Öksüz, perişan, bimecal ve hamisiz kaldılar. Yeri geldi güldüler, yeri geldi oynadılar, yeri geldi ağladılar, yeri geldi korku içinde kaldılar.
Durum bin dörtyüz sene öncesinin aynısı. Ne yazık ki dünya “Müslümanları olarak herkes Gazze’den elini ayağını çekti. “O, mazlumlara uzanacak eller korktu ve çekildi. Herkesin gözü önünde, koskoca dünya sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Sanki “Gazze” diye bir yer yokmuş gibi kayıtsız kalındı. Kimileri fikirler sundular, kimileri eleştirdiler, kimileri de bir şeylerin yapılması gerektiğini söylediler ama elini taşın altına koyan kimsecikler olmadı.
Hasan el-Benna’ın Allah rahmet eylesin şöyle buyurmaktadır. “Filistin, Müslüman toprağı, Peygamberlerin beşiği ve Allah’ın mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’nın içinde olması nedeniyle her Müslüman’ın vatanıdır. Filistin davası da her Müslüman’ın davasıdır.”
Mademki her mümin bir davetçidir. Öyleyse davetçi bilmelidir ki her davet bir ibadettir. Bu davetimizde öncelik bu zulmün bitmesi için yaradana samimi ve ihlasla yalvarıp duada bulunmak gerekmektedir. Zira biz Müslümanlar olarak inandığımız gibi yaşayamıyoruz. Esaret altında olan insanlık, yapılan vahşete ve soykırıma kör, sağır ve dilsiz kaldılar. Yine olan o yavrulara oluyor. O yavruların kafaları, vücutları, kan yumağı haline geldi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.
Ey Müslüman (!) olan devletler! Hani hiç hissiyatınız kalmadı onu anladık bari bir varlık olarak tepki verin.
Eyvah ki eyvah! Çocuklar, o kuş yürekli yavrular güvendikleri Müslümanların halini gördüler. O ölen çocuklar ahirette devlet büyüklerin yakasına yapışacak. Ve şöyle haykıracaklar. “Bizim saf ve masum sabi olduğumuzdan istifade ettiniz, bizlere karşı sevginiz, şefkatiniz, merhametiniz, yardımlarınız bu kadarcık mıydı? Bizi düşündüğünüz, acıdığınız, himayeniz, tehditli miydi? Bizlere vereceğiniz değer böyle hemencecik bitiverecek miydi? Çok mu korktunuz bize yardıma gelmekten? Hani Müslümanlar kardeşti, hani bir Müslümanın bir azası hasta olsa oda hasta olurdu, hani bir “Müslümanın canı yansa diğer Müslüman ların da canı yanardı. Söyleyin Allah aşkına gerçekten canınız yandı mı? Madem biz körpecik canları yalnız bırakacaktınız, keşke bu durumu hiç bilmeseydik, duymasaydık, şahit olmasaydık.
Ama bizden sonraki nesillere diyeceğiz ki ey nesiller!.. Bizden sonra gelecek, devam ettirilecek nesildeki ey çocuklar!.. Biz avutulduk, kandırıldık, oyuna geldik, sakın sizi de aldatıp oyuna getirmesinler. Ey insanlık bizleri böyle yüz üstü bırakmanızın sebebi nedir?
“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzu hasta olduğu zaman, diğer uzular da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.“[v]
Öyle ki: ‘O” mazlum kardeşlerimizi duymayan yürek kalmamalı, onların yaralarına merhem, hüzünlerine ortak, mücadelelerine destek olunması için bir beden olunması gerekmektedir. Müslümanlar, Müslümanlığının farkını ortaya koymak ve “Mü’min, mü’mine karşı birbirini tutan duvardaki tuğlalar gibidir.” diyen Peygamberimiz (s.a.s.)’in ümmeti olduğumuzu unutmamalıyız.
Ne zamana kadar sürecek bu zillet, duyarsızlık, kayıtsızlık. Ne zamana kadar devam edecek?
Ne zamana kadar İslam coğrafyasında Müslümanlar katledilecek, mukaddesat yerlerimiz (Mescidi Aksa) o necis şeytanların ayaklarıyla çiğnenecek?
Bu sorunun cevabını okuyan herkes kendi yüreğinde hissetsin. İzzet ve şeref yolunda bizi Müslüman kılan, bizi araya getiren ve biz inananları kardeşlikle şereflendiren Allah (c.c.), Rasülü’nün emrettiği vahiyle hitap ettiği sen, ben. İşgal edilen değerlerimiz için katliamlara işlenen cürümlere dur demenin sırası gelmedi mi?
Başsız olduğu için bir çatı altında toplanamayan, başka kanunlar getirerek mazlumların ölmesine sebep olan, ümmet-i Muhammedi başsız bırakan sözde Müslümanım deyip özünde kafir olan bütün zalimleri sen mezarlarında rahat bırakma Allah’ım. Allah’ın laneti bütün zalimlerin ve münafıkların üzerine olsun.
“Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok sayıdaki topluluklara galip gelmiştir. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/249)
Dünya, bütün çekiciliğine ve tatlılığına rağmen, Allah katında bir sineğin kanadı kadar bile değeri olmadığına ve Allah katındakilerin daha hayırlı olduğuna iman eden müminlere selam olsun.
[i] Tirimizi, “Cenaiz”, 36 (Hadis no 1021).
[ii] Buhari, “Enbiya”, 50; Müslim, “İlim”, 6.
[iii] Ebu Davud, “Melahim”, 5; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/359.
[iv] Siret-i İbn Hişam, Tercemesi. 1/467.
[v] Buhari, “Edeb”, 27. Müslim, “Birr”, 66.