Her şahsın yapmakla mükellef olduğu bir takım vazifeleri vardır. En başta şüphesiz olmazsa olmaz sarsılmayan iman, daha sonra vücut sağlığı gelir. Fakat öncellikle iman olmazsa sağlığın, malın, mülkün, evlatlar, dünya senin olsa beyhude ve boştur. İman ve sıhhat olduğu müddetçe ruhumuzda duygumuzda o nispetle daha da metin olacaktır Allah’ın izniyle..
“Sağlam dimağ, sağlam vücutta bulunur.” atasözü ne kadar yerinde söylenmiştir.
İslam nazarında da imandan sonra en büyük nimet sağlık, sıhhat ve afiyettir. İslam dininde taalluk etmek, yalan yere şahitlik etmek, iftira atmak vs bu gibi durumlardan korumak gerekmektedir. İslam’ın her şahıstan istediği dinini ve kendi nefsini korumak için çalışma gayret, doğruluk, sadakat, vefa gibi ilimlerle uğraşılmasını ister. Peygamberimiz (s a s) iki günü aynı seviyede geçiren ziyandadır buyurmaktadır. Bu surette biliyoruz ki; Bu fani dünyada insanın ömrü sınırlıdır ama buna mukabil her insanda olduğu gibi yaşama sevinci, arzu ve dünyadaki istekler sınırsızdır ve sonsuzdur. Kimi insanlar dünyalık isteklerini yapmakla hayallerini gerçekleştiriyor. Kimi de hayallerini gerçekleştiremeden emellerini geride bırakıp bu fani dünyadan göçüp gidiyor. Hatta arkasından ayrılmaktan, kaybetmekten korktuğu büyük üzüntü duyduğu dostlarını bırakıp gidiyor acaba bu yitirdiklerine bir daha kavuşabilecek mi ?. Allah bilir.
İnsan yaşadığı dünyaya bakıyor, bakıyor da hayretler içerisine kalıyor. Çünkü hayır ve şer ardı ardınca çarpışmakta, kötülük ve iyilik, ya da kötü ve iyi sandığı şeyler ardı arda kapışmakta. Şer ardı ardına gelmekte, imtihanların biri bitmeden bir yenisi gelmekte, rezaletler dünyanın her tarafında yağmur gibi yağmakta, anne ve babalar ne zorluklarla yetiştirdiği evlatlarının esiri olmakta, bu yaşadığımız coğrafyada insanlık kendi öz benliğini unutup bu bataklıkta boğulmaktadır. Kişi kendini toparlayıp kendini ve ehlini kurtarmanın yollarını arayıp sağlam bir limana sarılıp sığınması ve o dünyayı imar eden yüce yaradan a sığınarak hem dünyası için hem ahireti için kurtuluş yollarını araması gerekmektedir. Öyle ki: Yaşadığımız her çağda şartlar ne kadar umutsuz ve zor olursa olsun, inananlar için bir Nuh’un gemisi hep var olacaktır.
“Ve sizin bir kısmınızı bir kısmınıza sabrediyor musunuz diye imtihan kıldık. (Furkan 20)
Malumdur ki, Allah Teala bizleri imtihan yurduna gönderdi. Bizlerin iç ve dışımıza ait her işten haberdardır. Şu alemde ve diğer alemlerde kadir-i mutlak O’dur ve O’nun izni olmadan bir sinek bile kanadını oynatamaz. Hal böyle olunca insanın kendinde kibirlilik göstermesi, kendini beğenmesi, gurura düşmesi, haset etmesi, ne kadar hayrete şayandır. Bu sıfatı taşıyan insanlar ne kendisinde ne ailesinde ne de muhitinde huzur bırakmayacak. Ne kendisi sevecek ne de sevilecektir. Böyle kişilerden teşekkül eden aile ve cemiyetlere nasıl bağlılık olur? Ve düşmanlara karşı nasıl birlik teşkil edebilirler ve korunabilirler. Halbuki Allah Teala mealen: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın”. buyurmaktadır. Zira Müslümanlık birlik ve beraberlik dinidir.
Seyyid Kutup bir sözünde “Fedakarlıkların hesabını yapanlar bu davayı yürütemezler” buyurmuştur. Oysaki dostluğun zirvesi sadakattir, zemini samimiyettir, zirvesi ise vefadır. Hayatımızdaki iyi kimseler ise bizler için bir rızıktır. Bazı insanlara aynı şey yapılıncaya kadar karşısındakine ne kadar zarar verdiğini anlamayacaktır.
“Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, and olsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça-parça olmuş görürdün. İşte biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” (Haşr, 21)
“Bu, kendisinden şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.” (Bakara, 2)
Kur’an aklı selim insanlara yani sorumluluk bilinci ile İslam davası için ahireti önüne, dünyayı arkasına atan Müslümanlar, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır. Şu bir gerçek ki: Bu davaya baş koyanlar hep birlikte hareket etmek sonundadır nasıl ki tek el kendisini yıkayamazsa, tek başına kalan bir Müslümanda ne kadar etkili olabilir. Hani derler ya bir elin nesi var iki elin sesi var, bu davanın ehli olan müminler birbirlerini sevmek zorundadırlar, her kul yaşadığı müddetçe birbirine muhtaçtırlar. Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için yani şeytan ve şeytanlaşmış kanunları yerle bir etmek için nefsimizi arkaya atarak birlik ve beraberlik içinde olunması gerekmektedir. İslam tevhid dinidir. Tevhid ise birliktir. Birlik demek gruplara ayrılmak değildir. Birlik demek hep birlikte ortak hareket ederek Allah’ın dinine hizmet etmektir. Hep birlikte İslam ı tebliğ etmektir. Unutmayalım ki bazı şeylerin telafisi olmaz! Mesela sonradan bilinen kıymetin, geçen ömrün, kaçırılan zamanın, kaybettikten sonra farkına varılan değerin, on yıl gerisine dönebilir miyiz?. Nasıl ki doğmak elimizde değilse ölmekte elimizde değildir. O yüzden herkes ecrini Allah tan bekleyerek birbirini karşılıksız severek anın vacibini yerine getirmek zorundadır. Aksi taktirde telafisi mümkün olmayan günler biz ve ehlimizi tüm insanlığı beklemektedir.
“Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övünmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. (mefazeh). Onlar için elem verici bir azap vardır. “ (Ali imran, 188. Ayrıca bak: Zümer, 61)
Öyleyse uğrunda mücadele verip çaba sarf ederek gelmesini beklediğimiz İslam ve İslami devlet anlayışı tüm inananların bir duvarın tuğlaları gibi olmasını, yani bir yürek, bir bilek olmasını istemektedir. İslami bir yaşantımızın tam olmayışından dolayı sorguya çeken Allah tanıdığımız ve tanımadığımız kardeşlerimizden dolayı da sorguya çekmez mi? Allah’a tam kalbi ile inanan ve güvenen Müslüman bilmelidir ki koruyacağını bir örümcek ağı ile koruyan Allah, yok edeceğini de bir sinekle yok edebilendir. Başlıkta belirtildiği gibi başlangıçlar herkes için kazanmak ise sadıklar içindir.
Hz. Hubeyb b. Adiy’nin şehid edilme esnasında “O büyük olan Allah’a yemin ederim ki, benim ölümden kurtulmam için Muhammed (s a v)’in ayağına bir diken dahi batmasını istemem” dediği gibi Allah’ın dininin hakimiyeti uğrunda “Bir canımız vardır o da fedadır“ diyebilecek insanların oluşturduğu bir oluşum olması gerekmektedir. İçinde bulunmuş olduğumuz bu coğrafyada (topraklarda) anlayışta aktif ve de ilk olmanın zorlukları çetindir. Fakat her zaman ilk olanların Rabbimiz katında ayrıcalığı olmuştur. Mesela Hz. İsa’nın havarilerinin, Ashabı Kehf’in, Habibi Naccarın, Rıdvan beyatında bulunanların, Akabe’de bulunanların, Bedir ashabının ayrıcalıklarına rastlarız. Allah’ın onlardan razı olduğunu onlarında Allah’tan razı olduğunu görürüz.
O sıkıntılı dönemindeki baş ucu Hz Hatice’nin Peygamber Efendimiz için farklılık arz ettiğini de görüyoruz. “Her halde kara gün dostu olup, tekkeyi bekleyenler çorbayı içiyor.” Anlaşılan külfetsiz nimet yok. Cennetin az bir çaba karşılığı kazanılmayacağı aşikar. Ancak Hz Ali gibi hicret esnasında Peygamber Efendimizi kendine tercih edenler, veyahut Hz Ebubekir gibi ikinin ikincisi olduğunda, veyahut Allah’ı ve Resulü’nü maldan yardan candan daha çok sevenler ve gerçek iman edenler Allah katında ayrıcalıklı olan insanlardır. İşte böyle insanlar hem dünyada hem ahirette mahzun olmayacaklardır. Çünkü yıkılmayan, bitmeyen, çürümeyen ve ölmeyen tüm eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah’ın beraberliğiyle (desteğiyle) şereflendiler. Çünkü o erlerin. O şehitler in tek gayesi neydi?.
Varsın zulüm bütün dünyayı sarsın
Varsın sevinçlerde başka bahara kalsın
Madem ölüm tek bir defa gelecek
Oda neden Allah için olmasın dediler. Çünkü Allah’tan geldik ve yine Allah’a döneceğiz.
Biz inananlar olarak yukarıda saydığımız yiğitlerin yaptıklarıyla övünmek yerine yaşadığımız bu coğrafyada elimizi taşın altına ne kadar koyabiliyoruz. Ruh ve beden vaktinde almadığı her şey için alacaklı gibi insanın kapısında dayanır. O yüzden Müslüman vaktini zayi etmez Allah’a yönelir çünkü kulluk kazaya kalmaz. Biz inananlar yaşadığımız bu coğrafyada manevi hastalıklardan, kirlerden temizlenmek istiyorsak, önce fert-fert nefislerimizi fesatlıklardan, kötü düşüncelerden arındırmalıyız. İlk olarak Müslüman olduğunu söyleyen insanlara İslam anlatılmalıdır. Çünkü hak gelmiş ilahi nurunu etrafa saçmıştır. İnanıyoruz ki batılın yok olması da çok yakındır. Ama fedakarlık olmadan, çaba harcamadan hiçbir güzelliğe ulaşılmaz.
“Bir millet, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah da o toplulukta olanı değiştirmez.” (Rad 11)
“Müslümanlara birlik şuuru, Kur’an ile hükmetmemenin haram oluşu ve daha nicelerini anlatma dine kötülüktür” diyenler acaba Müslüman olduğunu söyleyip de İslam’a saldırmanın hükmü hakkında ne derler? Daha önceleri İslam toprakları iken yani Müslüman bir beldeyi, kafirlerin hükmüyle yönetmenin hesabını nasıl verebilirler. Nefisler değişmedikçe toplum nasıl değişsin nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz.
Bir Alıntı:
Ayağına papuç almak isteyen, ayağına göre papuç almalıdır. Aksi taktirde ölçüsü uymayan papuç, ayağı vuracaktır. İnsanlar ne kadar uğraşsa, ısmarlama papuçlar ayağını zedeleyecek ve onların ayakta durmalarına zarar verecektir. İşte biz de ayağımızın ölçüsüne göre elimize verilen papuçların yerine Batı’dan ithal edilen papuçları giydiğimiz için ayakta duramıyoruz ya da Hak yolunda topal geziyoruz. Sonra da kusuru papuçlarda değil de, yolun kendisinde arıyoruz. Oysa ölçü yanlış kaynaktan alınmıştır. Aldatıldık… Maalesef çok aldatıldık...
Bundan böyle Müslümanlar olarak aldatılan değil, davaya sadık kalan, kazanan yani Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle suyun götürdüğü çer çöp gibi olmamalıdırlar. “Müslüman dalgaların önünde sürüklenmek ve insanlık kervanının ardında kuyruk olmak için yaratılmamıştır. Cemiyete, medeniyete ve aleme yön vermek için dünyaya gelmiştir. İnsanlığa yol gösteren, beşeriyete güç veren odur. Çünkü o, büyük bir davanın adamıdır.”
Böylesine güzel bir davanın sahipleri olarak, Müslümanlar bir evin tuğlaları gibi, bir tarağın dişleri gibi olmalı ve Tevhid sancağı altında toplanmalıdırlar. Yaşadığımız bu dünyayı kötülük, bozgunculuk, ve rezalet dalgalarının kudurduğu bir denize benzetirsek, evlerimiz, medreselerimiz ve camiler bu denize serpiştirilmiş kurtuluş adalarıdır. Mademki Allah Teala bize hikmeti büyük bir nimet vermiş kıymetini bilmek gerekir.
Kurtuluş kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’tan O, na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Ali imran 102) buyuruluyor.
Bu ayeti kerimede belirtildiği gibi insanların sadece ve sadece Allah’a ibadet etmeleri Allah’ın gönderdiği dini İslam’ı kabul etmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. İnsanların kendi kafalarından uydurmuş oldukları hayat sistemleriyle değil ancak Allah’ın gönderdiği dini beğenmeleri istenmiştir.
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki o din ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran 85)
Müslüman olduklarını iddia eden edenler! Neden Müslümanlar arasında bozgunculuk yapılıyor?
Hayatımıza İslam mı hükmediyor yoksa isyan mı?
Katıksız bir İslam’a mı inanıyoruz yoksa karışık mı?
Sahabeyi ağlatan Kur’an ile bizim okuduğumuz Kur’an aynı ise sorun kim de?
Allah’ın gönderdiği İslam’ı, Allah’ın tarif ettiği şekilde mi tanıyoruz yoksa insanların tahrif ettiği şekilde mi tanıyor ve inanıyoruz?.
Kur’an-ı Kerim’deki ve hadis-i şerifteki Müslümanların vasıfları bizlerde mevcut mudur? Ve bizler gerçekten İslam’ı yaşıyor muyuz.? Yoksa sadece kulaktan edindiğimiz bilgilerle, öğrendiğimiz birkaç ayet ve hadislerle hocalık taslayıp Müslümanlar arasında fitne çıkartıp bölücülüğe mi sebep oluyoruz ki çok büyük bir vebaldir.
Dememiz odur ki: Eğer “Müslümanlar birbirlerini arasında nefsani düşünüp fitne çıkartıp bozgunculuk yaparsa, göz bebeğimiz evlatlarımız evlenme çağına gelince kimle evlenecekler; yavrularımızın önünü alıp tebliğ yapılmazsa, gençlerimiz sahil köşelerinde yetişecek; hal böyle olursa kızlarımız cahil insanlarla mı evlenecekler. Fevri hareket gösterip kardeşlerinden uzaklaşan insanlar en büyük kötülüğü kendisine ve ehline yapmaktadır. Zaman bu ya kendi kazdığı kuyuya düşenler bile kendini, “Yusuf zannediyor. Mümin kardeşler komşuya kızıp evdeki pirinçten olmamalı, bindiğimiz dalı kesmeyelim zaman birlik ve beraberlik zamanıdır. İslam kardeşliğinin biz ve ehlimize kattığı nimetleri bir vefa örneği olarak düşünüp yakıtı taş ve insan olan cehennem ateşinden kendimizi ehlimizi ancak ve ancak birliktelikle koruyabiliriz.
Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Kardeşlerle buluşmak/bir araya gelmek, hüzünleri giderir.” (Edebul dünya ve’d-din, s.161)
İmam Ahmed bin Hambel der ki.
“Benim öyle kardeşlerim var ki, onlarla yılda yalnız bir defa görüşürüm. Fakat buna rağmen ben onların sevgisine, her gün gördüklerimin sevgisinden daha çok güveniyorum.” (el-Adabu’ş-şar’iyya, 3/283)
Evet İslam’ı hayat nizamı olarak kabul eden, o yiğit Müslümanlar İslam’ın yayılması için gecelerini gündüzlerine katarak var güçleriyle çalışarak, gerekirse can ve maldan vaz geçerek mücadele etmek zorundadırlar. Bizlerin İslam’ı yaşantılar ile onların İslam ı yaşantısı arasında bir farklılık varsa bizler İslam’ı iyice anlamamışız demektir. Müslümanlar olup ta gayri İslam ı hayatta birbirine dirsek atanlar öncelikle kendi kendilerine Allah için desinler ki: “İslam dan anladığımız mana nedir?”
O yüzden diyoruz başlangıçlar herkes içindir amma kazanmak ise sadık olanlar içindir. Allah’ın müminler için beğenmiş olduğu İslam’ı anlayıp sadık kalanlara selam olsun.